İnsanlar Çin’de ortaya çıkıp tüm dünyaya yayılan Covid-19’dan; sağlık, ekonomik, psikolojik, sosyolojik anlamda olumsuz etkilenmektedir. İnsanlığı tehdit eden bu süreçte en gelişmiş ülkelerin bile pandemi anında ne kadar çaresiz kaldığını ve bir insanlık dramı yaşandığını görüyoruz. İnsanların bir kısmı ne yapacağını şaşırmış halde sımsıkı hayata tutunmaya çalışırken bir kısmı da kendisine virüsün gelmeyeceğini düşünerek yaşamını rutinleriyle sürdürmeye devam etmekte. Hemen hemen herkesin kabul ettiği gerçek ise temizliğin önemi.
Tüm Dünyayı ilgilendiren bu olay ülkemizde de yankılanmıştır. İnsanların kaygı haliyle davranışlarında birtakım değişiklikler izlenmiştir. Örneğin; 11 Mart tarihinde açıklanan ilk vakayla birlikte insanlar marketlere ve eczanelere akın etmişlerdir. Ne kadar toplulukçu bir ülkede yaşasak da bu durum yaşam içgüdüsüyle hareket edildiğinin ve insanın önce kendisini düşündüğünün bir kanıtıdır. Tabi marketlere koşanlarla birlikte market sahiplerinin de davranışlarında birtakım değişiklikler görülmektedir: Fiyatların arttırılması, krizi fırsata çevirme çabası gibi. İnsanların bu tutumu kültürün, değerlerin giderek kaybolduğunu düşündürüyor. Bu davranış yaşadığımız duruma karşı alışık olmadığımızı ve bilinçsiz olduğumuzu ortaya koymaktadır. Yapmamız gereken panik yapmadan evde kalmamızken; biz toplum olarak bunu başaramadık ve bencillik yaparak sokaklara çıktık. Neyse ki hala umut var dedirten olaylar da oluyor. Pazarlarda ihtiyaç sahiplerinin alması için bırakılan erzakları, kira almayan ev sahiplerini görüyoruz sosyal medyada.
Koronavirüs sebebi ile zorunlu olarak gerçekleştirilen dijitalleşme, dünyayı yanlış ve hızlı dijitalleşmeye sevk edecek gibi görünüyor. İnsanların bu kadar boş vakti varken, sosyal medyaya vakit ayırabiliyorken bu süreç bittikten sonra da sosyal medyaya bağımlı kalmaları korkunç gözüküyor.
Bu hastalık bir sınıf farkı gözetmiyor; dil, din, ırk, mezhep hiçbirini… Hepimizin paydası ortak; ‘insan olmak’… Yaşlı insanların sanki daha çok taşıyıcı olacağı, onların hastalıklı gibi algılanması dışlanmayı beraberinde getirdi. Gençlerin yaşlılara karşı saygısını kaybetmesi gibi durumlar ortaya çıktı. Tabi bu durum da yaşlıların kendini kötü ve sevilmiyor gibi hissetmesine neden oldu. Açıklama yapılırken durumun daha net açıklanması ya da uzman kişiler tarafından dışlanmaya karşı olası tedbirler alınması gerekiyordu.
Tüm polisler, zabıtalar, doktorlar ve sağlık çalışanlarının gösterdikleri fedakârlık ve cesaretin ardından onlara ne denli muhtaç olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. Sağlık çalışanları hayatlarını ortaya koyarak son günlerde yaşadıkları yorgunluk yetmezmiş gibi çalışmadan sonra evlerine gidip ailelerine virüs taşıma endişesi içerisinde başlarını yastığa koyuyorlar. Zaman zaman bu tarz kurumlarda çalışanların uğradıkları şiddetin asla kabul edilemeyeceğini bir kez daha gösteriyorlar insanlığa faydalarıyla.
Virüsün ülkemize geç gelmesi son derece büyük çabayla olmuştur. Diğer ülkelerin yaptığı hatalar analiz edildi ve bu hatalar en aza indirildi. Test sayısının artmasıyla vaka sayısı arttı fakat olumlu çözümlere gidildi. Vaka görüldüğü andan itibaren izolasyon süreci başladı ve erken önlem alındı. Eğitim-öğretime, ulaşıma ve diğer kurumlara hızlı bir şekilde sınırlama getirildi. Hastaneler açıldı ve maske dağıtımı hızlandırıldı. Ayrıca tedavisi bedava belki de tek ülke olarak vatandaşın üstündeki yük azaltıldı. Başarılı bulduğum bir adım daha var; Toplum Bilimleri Kurulu kurulmasıdır. Bu kurul toplumu analiz ederek daha güzel sonuçlara ulaşmada yardımcı olacak dünyadaki ilk kuruldur.
İnsanlar bir an önce bu hastalığın geçip gitmesini istiyorlar fakat bir taraftan da vaka sayısı hızla artıyor. Yaz mevsimi gelince, havalar ısınınca evde durabilecekler mi? Evde ne kadar daha sabredebilecekler?
Ailemde babam ve kardeşimdeki “bana bir şey olmaz” düşüncesini henüz yıkabilmiş değilim. Erkek kardeşimin (15) korkusuzca sokağa çıkmasına engel olamıyoruz. Evdeki diğer bireylerin de evde kalmasının pek bir anlamı kalmıyor sanki. Bunun dışında evde her şey normal gidiyor. Zaman zaman sıkılsak da birbirimize daha çok vakit ayırıyoruz. Fakat bazı ailelerde görüşme sıklığı arttığı için kavgalar ve tartışma sıklığı da artıyor. Buna engel olmak için de aile bireylerinin gün içerisinde kendilerine vakit ayırması, hobileri ile ilgilenmesi, diğerlerinden ayrı kalması gerekiyor.
Geçen haftalarda evde yaşanan bir olayı anlatacağım. Grip olduğum için düzenli ve normal nefes alamıyordum. Anlık nefes alamadım ve kısa süreli öksürmemle evdeki bütün gözler koronaymışım gibi bendeydi. Bir kez daha öksürsem naylona sarıp camdan atacak gibi beklediler. Şaka bir yana herkes sakinliğini korumaya çalışsa da tedirgin.
Peki bu süreçten ben nasıl etkilendim? Ciddi anlamda olumsuz etkilendiğimi söyleyemem. Hatta bu süreçten en az etkilenenlerden olduğumu düşünüyorum. Uzaktan eğitim dışında yetişmek zorunda olduğum bir yer yok. Günün tamamı benim, bol bol film izliyorum ve tabi ki günümün çoğu mutfakta geçiyor. Vedat Milor ve Arda Türkmen arasında gidip geliyorum. Tatlı yapmayı çok seviyorum ve bunun bir terapi olduğunu düşünüyorum. Bunların dışında daha çok düşünmeye, sorgulamaya, kendimi, yaşamı muhakeme etmeye başladım. Bu dünyadan uzaklaşıp hayal dünyamda hikâye yazıyorum. Bu süreçte karamsar olup sadece günün bitmesini beklemiyorum. Edip Akbayram’ın da dediği gibi “Güzel günler göreceğiz güneşli günler”. Şu koca dünya bu derdin üstesinden de gelir yeter ki önlemini al, evde kal.
- Fatma Şeyma Demirtaş-Uşak Üniversitesi