Öncelikle toplumsal cinsiyete değinelim. Toplumsal cinsiyet, toplumun geçmişten günümüze kadın ve erkeğe atfettiği roller, özellikler, niteliklerdir. Tüm dünyada ataerkil bir yapı vardır. Anaerkil bir yapıdan söz etmek mümkün değildir. Soyun anne üzerinden geldiği anasoylu toplumlar vardır fakat onlarda anaerkil toplumlar değildir. Ataerkil bir yapıdır çünkü dayı üzerinden bir ilerleme vardır.
Pozitif bilimin düşüncesi olarak kadın, doğaya yakın olarak düşünülmektedir. Kontrol edilemeyen, irrasyoneldir. Erkek ise tam tersi rasyonel olandır. Bunlar birer kurgudur. Toplumsal cinsiyet kimliği, bir kurgudan ibarettir. Kimlikler; sabit, değişmez değildir. Zaman içerisinde toplumsal cinsiyet kimliklerinde de değişiklikler meydana gelmektedir. Burada modernleşme projesinin nasıl bir kadın ve erkek kimliği kurguladığından bahsedeceğiz.
Türk modernleşmesi, yüzünü batıya dönmüş bir projedir. Bu projenin yaratmak istediği bir kadın kimliği vardır. Siyası projelerde kadını bir sembol olarak alarak onun üzerinden ilerlemektedir. Şöyle bir algı vardır: “Eğer biz bir toplumda kadının gelişmesine katkı sağlarsak o zaman tüm toplum modernleşecektir.” Türkiye’de kadına çoğu Avrupa ülkesinden daha çok haklar verilmiştir. Birçok Avrupa ülkesinde avukat, doktor kadın yoktur. Bu demek değildir ki modernleşmeyi kadınlar yapacaktır. İslami proje de aynı şeyi yapmaktadır. “Eğer biz kadını dindarlaştırırsak o zaman tüm toplumu dindar bir toplum haline getirebiliriz.”
Türkiye’de 1990’larda kadınları örgütleyip bu şekilde oy kullanma olayına girmişlerdir. Kadınlar, aktif bir şekilde siyasette yer almışlardır. İslamcı dindar kadın; yerini bilen kadındır. Aynı şekilde modern kadın imajı da bu şekildedir ve başı açıkta olabilir. Ama o zamanlar şu düşünce hâkimdir: “Biz kadını dini baskılarla mallarından kurtaracağız.” fikri hâkimdir. Kadın, kurtarılmayı bekleyen bir varlık olarak düşünülmektedir. Kadın, başörtüsünden kurtarılmak istenmektedir.
Kadın erkek kimliklerini kurgulayanlar erkekler olmaktadır. Erkeklerin gözünden kadın imgesi kurulmaktadır. Modern kadın, tek başına var olamayan bir kadındır. Kamusal alanda meslek hayatına girmiş, eğitim alması teşvik edilmiştir. Seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Fakat hâlâ bir mesele vardır ki kadın tek başına bireysel olarak kurgulanamamaktadır. Kadın, erkeğin bütünleyicisi olarak kurgulanmaktadır. Erkeklerin istediği kadın, iyi eğitim görmüş, bir mesleği olan, ailesine katkı yapan bir eştir. Böylece modern bir Türk erkeğinin yanında modern bir Türk kadını olmalıdır. İslami projede ise “kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır” inancı vardır. Ayet yanlış bir şekilde yorumlanmıştır. Çünkü İslami proje, bir erkeğin projesidir.
Kadın, bir işte çalışıyor fakat ev işini aksatıyorsa problem olarak algılanmaktadır. Modern Türk kadını sadece kendi çocuklarının annesi değil “milletin anası”dır. Aslında evin içinde de bir kamusal alan yaratılmaktadır. Kadınlar, evlerini adeta sergiye açmaktadır. Ev, bir statü göstergesi haline gelmektedir. Ailenin, toplumun ne kadar modern olduğunu göstermektedir.
Modernleşme projesi ile İslami proje arasında karşıtlık oluşmaktadır. Modernleşme projesi, Batı dışı toplumlara bir öykünme şeklindeyken İslami proje ise (Türkiye, Mısır, Ürdün, Orta Doğu ülkeleri) modernleşme sürecinde Batı toplumlarını örnek alarak gelişmektedir. Bir taraftan da bir direnç vardır. Tüm bunlar olurken “Din, elden gidiyor” söylemi oluşmuştur. Bu söylem günümüzde de devam etmektedir. Bu nedenle İslami projenin kadını; örtüsü kaldırılmış, Batı tarzı eğitim almış, Batı tarzı giyinen kadına karşı tekrar örtünen, dini değerlere sarılmış, ailesine ve evine geri dönmüş bir kadındır. Günümüzde ise soru işaretleri oluşmaktadır. Çünkü modernite bir şekilde kucaklanmaktadır. İslamcıların modernlikle bir arada olduklarını görüyoruz. “Biz Batı’nın tekniğini alalım ama ahlakını almayalım” söylemi oluşmaktadır. Modern dünyanın bize sunduğu kolaylıkları alalım. Teknolojik aletleri kullanalım. Bir zamanlar bu teknolojik aletler istenmezken şimdi artık böyle bir reddediş görülmemektedir. Kadın kamusal alanda var olurken püriten ahlakını korumalıdır. Püriten ahlak; kadın, kadınlığını bir kenara bırakarak kamusal alanda olmalıdır. Günümüzde hâlâ bazı alanlarda kadının yeri görülmemektedir. Bir taraftan kadın bu alanda olsun diye destek verilirken bir taraftan kadına uygun olup olmadığıyla ilgili tartışmalar sürmektedir.
Kadın bedenine dair denetim meselesi politikalara da yansımaktadır. Pronatalist politikalar, kadın bedenine müdahale etmektedir. Erkek bedenine müdahale yokken, toplumun modernleşmesi, modern az çocuklu bir toplum yaratma projesinde kadın bedeni yer almaktadır. Aile üzerinden tüm toplumun modernleşmesi üzerine bir algı vardır.
Türkiye modernleşmesi ile birlikte kadın hakları gerçekten devlet eliyle mi kazanıldı? Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde bir kadın hareketliliği vardır. Çok fazla görünmek istenmese de bir kadın mücadelesi vardır. Kadınlar, parti kurma meselesine kadar birçok hakkı talep edebilmişlerdir. Eğer kadınlar bu hakları talep etmeseydi belki de alamayacaklardı. Bu hakların kadın mücadelesinin sonucunda gelmektedir.
“Kemalist reformlar, kadınların kamusal alanda olmasına teşvik etmiş fakat “aile, şeref ve namus” ile ilgili ahlaki kodlar, kadınları denetlemeye devam etmiştir.” (Durakbaşa,1998;31) Cumhuriyet ideallerinin “yeni kadın” için sunduğu olanaklar içerisinde kız öğrenciler tıp öğrenimi sırasında tesettür nedeniyle zorlanmışlar fakat daha sonra kız öğrenci kasketleriyle bu sorun çözülmüştür. Türkiye’de bilim kadınları, cinsiyet ayrımcılığından yakınmamaktadır. Cumhuriyet ideolojisinde kız öğrencileri erkek öğrencilerden farklı ele almamışlardır. Kız öğrencilerinde erkek öğrenciler gibi başarılı olabilecekleri vurgulanmıştır. Kemalist kadın kimliğinin görüşleri çerçevesinde; “ Kadınlar erkeklerin malı, mülkü ya da eğlencesi, süsü değil, akıl ve zekâlarıyla topluma faydalı olabilecek insanlardır.” (Durakbaşa,1998;36)
“Kemalist kadın kimliğinin kuruluşunun bir başka boyutu da, mükemmeliyetçi Kemalist erkekler ve bu babaların, kızlarını örnek Cumhuriyet kızları olarak yetiştirme arzularıdır.” (Durakbaşa,1998;47) Bu dönemde babalar, kız çocuklarının iyi bir eğitim almasını isterlerken aynı zamanda her iki cinsin katıldığı sosyal ortamlarda da eşleri ve kızlarıyla bir arada olabilmek ister. Erkekler, aile şerefleri hususunda da hassastır. Geleneksel cinsel ahlak kurallarına dikkat edilmesini isterler.
Kadınlar, kamusal alanda olabilmek için cinselliklerini simgesel olarak örtmeyi kabul ederek mesleki kimliklerini oluşturdu. Fakat bu mesleki faaliyetlerin kadına birey olma hakkını tanımadığı da ortadadır. Bu nedenle cinsiyetçi ahlaki kodlarında sorgulanması gerekmektedir. Ayrıca bu modernleşme ideolojisinin erkekler tarafından kurgulandığını belirtmek gerekir.
Son olarak edebiyatımızda, Batı’ya düşkün kadınlar yerine eğitimli kadınlarında konu alındığını belirtmek isterim. “Örneğin, Halide Edip’in romanlarında cinselliğinden arınmış, kendisini bireysel aşk yerine millet aşkına adamış dava kadını yüceltiliyor; ideal kadın, erkek karakterin gözünden tanımlanıyor.” (Durakbaşa,1998;47)
Cumhuriyet döneminde kadınlarla ilgili durumlar, kadının toplumsal statüsünü gözler önüne sermiştir. Kadınlar, mücadele etmekten vazgeçmeyerek yaşamlarını sürdürmüştür. Her ne kadar geri kalmışlığın nedeni kadın üzerinden yürütülmüşse de Batı feminizm bu meseleyi elden bırakmamıştır. Günümüzde hâlâ etkisini sürdürmektedir. Toplumsal cinsiyet kalıplarının sarsılması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Berktay-Hacımirzaoğlu, A. (1998). 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 29-50.