Öz
Göçmen olgusunun etkilediği kırılgan grupların başında kadın ve çocuklar gelmektedir. Yasa dışı göç yolculuğuna çıkan göçmen grubunun içerisindeki kadınların bu yolculuk esnasında karşılaşabilecekleri muhtemel olaylardan ve insan ticaretinin kurbanı olmalarının önüne geçilmesi noktasında Türkiye’deki yasal düzenlemelerin uluslararası mevzuatla uyumu, alınan tedbirlerin uygulanabilirliği ve yeterliliği incelenerek ‘Daha’ filmi üzerinden göçmen kadın ve çocukların maruz kalmış oldukları insan ticaretinin boyutları ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: İnsan Ticareti, Yasa Dışı Göç, Ulusal/Uluslararası Mevzuat, ‘Daha’ Filmi
Abstract
Women and children are at the farefront of the vulnerable groups affected by the immigrant phenomenon. The compatibilitiy of legal regulations in Turkey with international legislation and the applicability of the measures taken will be examined in order to prevent possible incidents that women in the immigrant group going on an illegal migration journey may encounter during this journey and to present them from becomig victims of human trafficking and the dimensrans of human trafficking that immigrant women and childiren are exposed to through the film Daha will be discussed.
Key Words: Human Trafficking, Illegal Migration, International Legislation, ‘Daha’ Film.
1.Giriş
Sahil kasabasında yaşayan bir babanın göçmen kaçakçılığı yapmasının ve işlerine kendi hayatıyla ilgili farklı hayalleri olan oğlunu dâhil etmesiyle başlayan olaylar örgüsünde, Suriyeli göçmenlerin transit (geçiş) ülke Türkiye’yi kullanarak botlarla Avrupa’ya geçişini ve bu süreçte yaşadıkları olayların arka planının gözler önüne serilerek bilinenin ötesinde bir dünyanın varlığı perdeye aktarılmaktadır. Göçmenlerin hayatta kalma mücadelesinde göçmen kaçakçılarının kendilerine çizdikleri rotada bilinmeze yelken açtıkları ve bedenen hayatta kalmayı başaranların maalesef ölmekten beter oldukları durumlarını müşahede etme imkânı sağlayan film bu yönden ufuk açıcı bir perspektif sunmaktadır. Göçmen gruplar içerisindeki hassas halka olan kadın ve çocukların bu yolculuktan en çok etkilenen kesim olduğu görülmektedir. Nitekim filmde de kadınların tecavüze uğrayıp fuhuşa sürüklendiği ve çocukların öldürüldüğü bir ortamda makyavelci usullerin yasa dışı göç olgusunu besleyerek aciz gruplar üzerinden fayda sağlanılmasına zemin oluşturduğu görülmektedir. 2018 yılında Hakan Günday’ın romanından uyarlanan yerli yapım ‘Daha’ filminin yönetmen koltuğunda Onur Saylak oturmaktadır.
2.Kavramsal Çerçeve
Kadınların göç olgusuna katılımına bakıldığında görece Asya ve Afrika’da erkeklere nazaran az da olsa Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR)’nün sunduğu son yirmi yılın verilerinde sığınmacı ve mültecilerin %49’unu kadınların oluşturulduğu görülmektedir. Castless ve Miller, küresel ölçekte dört yeni eğilimden bahsetmektedir. Uluslararası göçlerde bu eğilimlerin göçün küreselleşmesi, göçün hızlanması, göçün farklılaşması ve göçün kadınlaşması olarak kategorilendirmiştir. (Adıgüzel, 2016, s. 17) Göçün kadınlaşması; “Özellikle emek göçü açısından bakıldığında, çağımızda kadınların geçmişe göre daha fazla göç sürecine dâhil oldukları görülmektedir.” (Adıgüzel, 2016, s. 22) Lakin kadınların bu göç yolculuğu esnasındaki serencamı özellikle yasa dışı göç çerçevesinde incelendiğinde göçmen (insan) kaçakçılığı ile insan ticareti arasında ince bir çizgide gidip gelmektedir. Bu kavramlara yakından bakıldığında “İnsan ticareti (trafficking in persons); Kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidiyle ya da diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, gücünü kötüye kullanma ya da kişinin hassasiyetinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkasına kazanç ya da çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması ya da teslim alınmasıdır.” (Göç Terimleri Sözlüğü) şeklinde tanımlanırken “Göçmen Kaçakçılığı (smuggling); Doğrudan veya dolaylı olarak, maddi ya da diğer maddi çıkar elde etmek amacıyla bir kişinin vatandaşı olmadığı ya da daimî olarak ikamet etmediği bir devlete yasadışı girişinin sağlanması. İnsan ticaretinden farklı olarak göçmen (insan) kaçakçılığında sömürü, zorlama ya da insan hakları ihlali yoktur.” (Göç Terimleri Sözlüğü) şeklinde ifade edilmiştir. Kavramsal boyutta yasa dışı göçmen iken birden kaçakçılık şebekelerinin ağına düşen kadınlar insan ticaretinin öznesi konumunda yer alabiliyorlar. Birleşmiş Milletlerin verilerine baktığımızda kadınlar ve çocuklar insan ticaretinin başat kurbanlarıdır. Filmde cinsel istismara uğrayan iki kadın profilinden birisi olan Cuma’nın annesi, göçmen kaçakçısı tarafından tecavüze uğrarken direnişi ve ‘haram’ diye karşı çıkışı. (İslam terminolojisine göre haram; Sözlükte mastar olarak “bir şey bir kimseye yasak olmak”, isim olarakta “yasaklanan, helâl olmayan şey”, TDV İslam Ansiklopedisi) Akabinde göçmen kaçakçısının seks işçisi olarak zorla çalıştırılması ve bunun kendisi tarafından içselleştirilmesi, diğer profil kadının şebekenin işlerini yürütebilmesi adına ortaklara pazarlanması ve hayata tutunabilme uğruna ‘daha kolay’ bir şekilde nelerin feda edildiğinin gösterildiği iki çarpıcı karakterin gerçek hayatta karşılığının ürpertici boyutlarının gözden kaçırıldığı veyahut gerçeğin görmezden gelindiği kanısına varılmaktadır. Mamafih insan ticaretinin mağdurları cinsel istismarın dışında çocuk ticareti, zorla çalıştırma, dilenme, organ ticareti ve evlenme gibi şekillerde sömürülmektedir. Kendi yaşadıkları ülkede kötü muamelelere ve baskıya uğramanın yanı sıra vatandaşların güvenliklerini sağlayan otoritenin olmaması, hassas gruplar içerisinde olan kadın ve çocukları tehlikelere karşı daha kırılgan bir konuma yerleştirmektedir. Sığınmacı olanların en temel problemleri güvenlik ve korunmadır. (Yılmaz, 2019, s. 390) Yasal boşluklardan ve karışıklıklardan faydalanarak insanın metalaştırılıp alınıp satılması, zorla tutularak fiziksel ve psikolojik baskılara maruz bırakılmaktadır. Bu nokta nazariyesinde modern kölelik kavramı karşımıza çıkmaktadır. “Küresel insan ticareti, kapsadığı insan sayısı, suç örgütleri tarafından bu sektörden kazanılan para ve çok yüzlü doğası nedeniyle en hızlı büyüyen suç piyasasıdır.” (Castless, Miller, 1998, s. 164) Mağdur kadın ve çocukların resmi makamlara müracaat etmekten çekinmeleri, haklarını bilmemeleri ve bunun yanı sıra göç ettikleri ülkelerin yaklaşım şekilleri onları korkutmaktadır. Bu tutumlara bütüncül olarak bakıldığında faillerin işlerini ve mağdurların istismarının kolaylaştırıldığı sonucuna varılmaktadır. Uluslararası Göç Örgütü’nün Yunanistan ve Türkiye’de toplam 2 bin 385 kişiyle görüşerek 2016 yılında yaptığı araştırmaya referans verilen raporda sığınmacı ve göçmenlerin yüzde 7’sinin, Suriyeliler arasında yüzde 9’unun daha güvenli bir yere ulaşmak için yaptıkları yolculuk sırasında insan ticaretine ya da diğer istismar biçimlerine uğradıklarına işaret edilmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde savaş/iç savaş ve kargaşanın olduğu yerde, kadın ve çocuk istismarının Suriye’ye ve sınırlarımıza has bir durum olmadığı gerçeğidir. “Eski Yugoslavya’da, Gürcistan’da ve Azerbaycan’da iç savaşın ve zorunlu göçün kurbanı olan kadınlar, Batı Avrupa’da genelevlerde pazarlanmaktadır.” (Castless, Miller, 1998, s. 163) Burada önemli olan hususun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, sınırlarında gerçekleşen yasadışı göçmen olgusunu ve hassas gruplar içerisinde yer alan kadın ve çocukların korunmasında alınması gereken yasal tedbirler, cezai yaptırımlar ve şeffaflık çerçevesinde özdeş biçimde verilerin akademik camia ile Sivil Toplum Kuruluşlarıyla paylaşılarak çözüm üretilmesi noktasında ülke sathında uyum ve beraberliğin sağlanması konularında kısa, orta ve uzun vadede gerçekleştirebileceği stratejik hedefleridir.
3.Yasal Mevzuata Genel Bakış
Yasal çerçeveye bakıldığında Türkiye’nin insan ticaretiyle alakalı birincil yasaları Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlükler kısmında düzenlenmiştir. Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı (Md. 17), Kişi hürriyeti ve güvenliği (Md. 19) ve özel hayatın gizliliği (Md. 20) olarak güvence altına alınmıştır. Ayrıca Türk Ceza Kanunu’nda Birleşmiş Milletler tarafından insan ticareti konusuyla ilişkili bir kavramın benimsenmiş olması yeni bir düzenlemeyi beraberinde getirmiş ve ilk düzenleme 2002 yılında insan ticareti suçu tanımı eklenmesiyle olmuştur. (Coşkun, 2018, s. 66) Türk Ceza Kanunu’nda insan ticareti suçunu tanımlayan 80. madde şöyledir:
“Zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhuş yaptırmak veya esarete tabi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri ülkeye sokan, ülke dışına çıkaran, tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden ya da barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezası verilir.”
İnsan ticaretiyle irtibatlı olarak diğer bir yasal düzenleme İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlalidir. Bu suçun temas noktaları olarak zorla çalıştırılmama, özgür irade ve emeğe saygı normlarının uluslararası müktesebatla da uyumluluk açısından önem arz ettiğidir. Dolaylı bir şekilde de insan ticaretiyle mücadele kapsamında bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunların başında Vatandaşlık Yasası’ndaki değişiklik gelmektedir. 2003 yılında yapılan değişiklikle insan ticareti yapanların sık uyguladığı sahte evliliklerin önüne geçiş amaçlanmıştır. Evlilik yoluyla vatandaşlığa erişime dair yapılan düzenlemede en az 3 yıl evli kalındıktan sonra vatandaşlığa başvuruda bulunulabilecektir. Bu uygulamadaki kısıtlamanın kadın ticareti konusundaki mücadeleyi nasıl etkilediğine dair bir veri elimizde bulunmamaktadır. Yapılan yasal düzenlemelerin insan onuruna yaraşır, temel hak ve özgürlük bağlamında son derece önemli olup koruyucu özelliklerinin olmasının yanı sıra mevzunun asıl önemli kısmını oluşturan yasal düzenlemelerin çalışma hayatıyla ilişkili olduğudur. Bu konuda düzenlenmiş yasal mevzuatın pratik hayatta ne derecede etkili olduğu hususu ana gündemimizi oluşturmaktadır. İlk olarak 2003 yılında yabancıların ve göçmenlerin çalışmasına olanak sağlayan Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. Lakin bu yasaya göre çalışma izni alınması işverene bağımlı olarak gerçekleşmektedir. “Ancak bürokratik ve uzun süreçlerin yanı sıra, yerli işçiye öncelik veren, bir işyerinde en az on vatandaş işçinin çalışması gibi kriterler doğrultusunda çalışma izinlerinin sayısı istenen düzeyde artmamıştır. Nitekim ÇSGB verilerine göre 2015 yılında verilen çalışma izinlerinin sayısı 64 bin 547 olmuştur ve bu sayı içinde evde bakım ve temizlik işlerinin payı 16 bin 825’tir.” (Coşkun, 2018, s. 69) İşverene bağımlılık ve bürokratik zorluklar göçmen işçileri istismara açık hale getirmekle beraber özellikle göçmen kadınlar açısından ciddi riskler doğurmaktadır.
Türkiye’nin uluslararası uyumluluk sürecinde yapmış olduğu düzenlemelerden en kritik olanı 2014 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK)’dur. Bu kanunla kurulmuş ve görev sahası belirlenmiş olan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün insan ticareti mağdurlarına yönelik koruma tedbirleri yer almıştır. Yabancıları Koruma Kanunu’nda düzenlenen insan ticaretine maruz kalanlara valiliklerce verilen otuz gün süreli ikamet izni (Md.48), bu ikamet izninin üç yıla kadar uzatılabilmesi (Md.49) ve sınır dışı edilemeyeceklerin belirlenmesi (Md.55) hususları mağdurların korunmasına yönelik düzenlemeler arasında yerini almıştır.
İnsan ticareti mağdurlarına sunulan destek hizmetlerinin kapsamı iki ana program üzerinden ilerlediği görülmektedir. Bunlardan ilki Mağdur Destek Programıdır. Bu program çerçevesinde mağdura sunulan destekler içerisinde sığınma evlerinde veya güvenli bir yerde barınması, sağlık hizmetlerinden yararlanması, psiko-sosyal destek verilmesi, hukuki yardıma erişim ve bu konuda danışmanlık hizmetlerinin verilmesi, temel ihtiyaçlarını sağlayacak şekilde geçici maddi destek verilmesi, tercümanlık hizmetlerinin sunulması, vatandaşı olduğu ülkenin büyükelçilik yetkilileriyle görüşme imkânı sağlanması, kimlik bilgilerine erişim hususunda yardımcı olunması gibi hizmetleri içermektedir. İkinci program Gönüllü ve Güvenli Geri Dönüş Programıdır. Bu program dâhilinde mağdurun destek programından faydalanmak istemediği, faydalandığı esnada veyahut program bitiminde talep etmesi durumunda kendi ülkesine veya üçüncü bir ülkeye güvenli geçisin sağlanması hususundaki önlemleri kapsamaktadır. Mağdur destek kapsamındaki hizmetlerden en önemlisi olan sığınma evlerinin kapasitelerine baktığımızda Ankara’da 30 kişilik, Aydın’da 40 kişilik ve Kırıkkale’de 20 kişilik kapasiteye sahip 3 tane sığınma evine sahip olunduğunu lakin gerekli durumlarda kamu kurum kuruluşların, mahalli idarelerin ve sivil toplum kuruluşlarının sığınma evlerine de yerleştirilebilmektedir. Sığınma evlerine yerleştirilen mağdurların son beş yılın verilerine baktığımızda; 2016 yılında 138 kişi, 2017 yılında 131 kişi, 2018 yılında 67 kişi, 2019 yılında 20 kişi ve 2020 yılında 47 kişi sığınma evlerine yerleştirilmiştir. (“İnsan Ticaretiyle Mücadele”, 2021) İnsan ticaretiyle mücadelede sığınma hakkına erişim en önemli araçların başında geldiği bilinmektedir.
Türkiye’nin ulusal mevzuatında yer alan yasalarının ve uluslararası müktesebatla uyum çerçevesinde çıkarmış olduğu düzenlemeler önem arz etmekle beraber insan ticareti ile mücadele noktasında bu yasaların ve cezai müeyyidelerin uygulanması, koruma tedbirlerinin işlerliği gibi konular üzerine uluslararası kurumların yayımlamış olduğu raporların dışardan bir göz olarak değerlendirme sunmaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Birliği’nin istatistik kurumu olan Eurostat ve ABD İnsan Ticareti Raporu (TIP) küresel bazda önemli noktalara işaret etmektedir. “ABD İnsan Ticareti Raporu ve ülke değerlendirmesinde, Türkiye Grup 2 (Tier 2) kategorisinde, yani ‘insan ticaretini sonlandırmak için asgari standartlara tamamen uymayan ancak bu konuda çaba harcayan ülkeler’ arasında değerlendirilmektedir. Bunun sebebi Türkiye’nin insan ticaretinin ortadan kaldırılması için asgari standartları tam olarak karşılayamamasıdır.” (Coşkun, 2018, s. 96) Bazı olumlu gelişmelerin olmasının yanı sıra kurumlar arası koordinasyonun zayıf olması, insan ticaretine dair verilerin azlığı, şeffaflık içerisinde paylaşılması, düzenli bir şekilde elde edilmesi hususlarında tavsiye ve eleştirileri yer almaktadır.
4.Çözüm Üzerine Değerlendirme ve Sonuç
Merkezi yönetimin dışında konuyla irtibatlı yerel yönetimlerin sürece etkisine bakıldığında göçmenlere yönelik çalışmalarda karşılaştıkları engellerin olduğu görülmektedir. Başlıca engellerin idari sorumluluk ve yetki eksikliğinden kaynaklı yasalardaki muğlak durumlardan ötürü merkezi yönetim ile yerel yönetim arasında yetki problemlerinin olduğu, merkez yönetim ile yerel yönetimin farklı siyasi tercihlerin olduğu dönemlerde durumun daha da sertleştiği bunun hizmet alıcılar yönünden çeşitli problemler oluşturduğu görülmektedir. Bütçe kısıtlılığının yapılacak sosyal proje ve hizmetlerin önüne geçtiği bu durumun aşılmasında belediyelerin özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası örgütlerle iş birliği kurarak projeler üzerinden fon sağlayarak kaynak yaratmaya çalıştığı görülmektedir. Diğer söz konusu engel veri eksikliğidir. Bu durumun yerel yönetimlerin sosyal politika üretmesi ve sağlayacağı sosyal hizmetlerin boyutunun planlanması aşamasında büyük bir açık doğurmaktadır. Bunun dışında yabancı dil bilen profesyonel ve nitelikli eleman eksikliği, sağlık ve barınma sorunlarıdır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen belediyeler göçmen konusunda inisiyatif alıp hizmet vermek noktasında çaba göstermektedirler. Bu konuda Gaziantep, Hatay ve Sultanbeyli belediyelerinin göçmenlere yapmış oldukları hizmetler çerçevesinde diğer belediyelere de örnek olmaktadırlar.
Tarihsel perspektifteki örneklere bakıldığında 1492 yılında on binlerce Yahudi’nin İspanya’dan gemilerle kurtarılarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına getirilmesi, 1709 yılında İsveç Kralı Şarl’ın beraberindeki yaklaşık 2 bin kişilik grupla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması, 1718 Pasarofça Antlaşması’nın ardından Macar Kralı II. Rakoczy Ferenc’in Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması, 1830 Polonya İhtilali’nin liderlerinden bugünkü Polonezköy’ün kurucusu Prens Adam Czartorski’nin 1841 senesinde Osmanlı İmparatorluğu’na iltica etmesi 1848 Macar Özgürlük savaşını kaybeden Prens Lajos Kossuth ve yaklaşık 3 bin Macar’ın 1849’da Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeleri, Cumhuriyet döneminde Yunanistan’dan, Balkanlardan, Körfez savaşı sırasında Irak’tan binlerce insana ülkemiz kucak açmıştır. Bunun gibi nice örneklerin olduğu tarihimizde insana verilen yüksek değerin en güzel şekilde ifade edildiği görülmektedir.
Türkiye’nin insan hakları konusunda geçmişten günümüze kadar gerek kurumsal gerek vicdani yönden muntazaman artarak ileri bir seviyede örnek teşkil edecek boyutta olması beklenirken mevzuat açısından daha yeni sayılabilecek zaman diliminde yasal tedbirler alınmaya başlandığı görülmektedir. Özelde bu konuyla alakalı fakat genel anlamda yaşanan sorunlar silsilesinin en temelde Türkiye’nin iki yüz yıldır çözmeye çalıştığı ve halen problem olarak önünde durduğu bir medeniyet krizinin varoluşudur. Bu krizin aşılamamış ve yeni bir form verilememiş olması yaşadığımız sistemsel çöküntünün sebebidir. Bunun bütün kurumlara sirayet ettiğini ve karşımıza öngörülebilirlik, şeffaflık, hesap verebilirlik sorunsalı olarak çıktığını görürüz. Konuyla ilintili olarak yapılan ulusal/uluslararası düzenlemelerin ümit verici olmasıyla beraber sağladığı yararın ölçümlenebilmesi, insan ticareti krizinin aşılmasında verilerin ilgili kurumlarla şeffaf şekilde paylaşılmasının yapılacak çalışmalarda konunun derinlemesine tahlil edilerek gerekli ve doğru stratejinin belirlenmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Yerel yönetimlerin göçmenlere yönelik yapacakları hizmetlerin gerekli koordinasyonun sağlanarak yerinden verimli şekilde karşılanabilmesi, merkezi bütçeden ayrılacak kaynakların yeniden düzenlenerek daha etkin kullanılabilmesi ve en önemlisi yasal mevzuattaki muğlaklığın giderilmesinin göçmenlere sağlanacak hizmetlerin kapsamını artıracağı değerlendirilmektedir. Merkezi yönetim, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşları arasında kurulacak iş birliğinin her alanda kaynakların etkin kullanılmasına, hizmetlerin yerinde ve zamanında görülmesine imkân sağlayacaktır. Göçmenlerin entegrasyonunun sağlanmasında stratejik uyum belgesinin hazırlanmasının ve yerel yönetimlerin bu konuda aktif rol alması gerekmektedir. Hukuki çerçevede herhangi bir boşluğa mahal verilmeyip insan tacirlerine uygulanacak cezai müeyyidelerin caydırıcılığı da önem arz etmektedir. Sınırlarımızda oluşan bu durumun öncelikli muhatabı olarak her şeyin üzerinde insana sırf insan olmasından ötürü dili, dini, rengi ne olursa olsun ‘sınır olgusu’ ile hareket ederek hudutların zihinlerde duvarlar oluşturmasına müsaade edilmeyip insan merkezli politikalar üretmek lazım geldiğidir. Üretilecek politikaların aynı zamanda göçmenlerin entegrasyonunun nasıl sağlanacağına dair cevaplar içermesi de elzemdir.
Kaynakça:
- Adıgüzel, Y.(2016). Göç Sosyolojisi. Ankara: Nobel Kitabevi
- Castle, S. ve Miller, J. M.(1998). Göçler Çağı. İstanbul Bilgi Üniversitesi
- Coşkun, E.(2018). İnsan/Kadın Ticareti ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Ankara: Ceid Yayınları.
- Çiçekli, B. (2009). Göç Terimleri Sözlüğü. Cenevre: Uluslararası Göç Örgütü.
- İnsan Ticaretiyle Mücadele. Erişim Adresi: https://www.goc.gov.tr/insan-ticareti-ile-mucadele-istatistik
- TDV İslam Ansiklopedisi (1997). Cilt: 16. İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınevi.
- Yılmaz, A. (2019). Göç ve Kadın: ”Göçün Feminizasyonu” ve Kadın Göçmenlerin Durumu. CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi 17 (1) 384-400.