Demografik Dönüşüm Kuramı, ölüm ve doğum oranının fazla olduğu bir dönemden doğumların bilinçli ilerlediği ve ölüm hızlarının düştüğü bir döneme geçişi öngörmektedir. Bu kurama göre her toplumda doğum ve ölüm oranının yüksek seyirde ilerlediği bir dönemden ikisinin de düştüğü döneme dönüşüm olacaktır (Koç, 2008: 8).
Demografik Dönüşüm kuramı 3 aşamalıdır. Birincisi sanayileşme öncesinde yüksek ölüm ve doğum oranlarının olduğu aşamadır. Bu aşamada dünya nüfusu çok yavaş artmıştır. Çünkü zorlu fiziki şartlar, yetersiz erzak, savaşlar ve sağlık alanında henüz gelişmediğinden salgın hastalıklara tedavi bulunamamasıyla ölüm oranları yüksek ilerlemiştir. Bu dönemde doğum oranlarının fazla olmasının nedenleri ise; her bir çocuğun aile ekonomisine katkısı, ailede çocuk sayısı fazla olsa da çocukların giderleri (eğitim masrafı vb.) olmadığı için aile ekonomisini olumsuz etkilememesi ve aile büyüklerinin geleceklerini garantiye alma düşüncesi nüfusun artmasına sebep olmuştur. İkinci aşamada sanayileşmeyle fiziki şartlar normale dönmüş ve sağlık alanında gelişme sağlanmıştır; ölüm oranı hızla azalırken, doğum oranı normal seyirde azalmıştır. Oranlardaki bu fark yüzünden nüfus patlaması olmuştur. Üçüncü aşamada doğum ve ölüm oranı çok düşük seviyelere inmiştir (Aysan, 2019: 70). Bu dönemde doğum oranının azalmasının nedenleri; hayat şartları ve geleneklerin değişmesi, ebeveynin çocukları işçi olarak görmesinin azalması, kentleşme, eğitim oranının artmasıdır. Doğum oranının artmasının nedenleri; işçilerin ücretinin artması, çalışma alanlarının güvenli hale getirilmesi, teknolojideki hızlı gelişim ve hastalıklarda tedavi yollarının artmasıdır (akt. Seyhun, 2006: 6; Hanlon, 2016: 6).
Malthus’a göre yoksulluğa sebep olan en büyük faktör alt sınıflardaki ailelerin nüfus sayılarıdır (Aysan, 2019: 69). Malthus’u eleştiren sosyalistlere göre; sefalet ve doğum oranının fazla olması kapitalizmin sonucudur ve yoksulluğun ortadan kalkması için toplum modelinin değişime uğraması gerekir (Danış, s. 13).
Doğurganlığın azalmasında eğitim, ekonomik, dinsel, etnik, sosyal ve kültürel faktörler ön plandadır. Ekonomik kalkınma bakımından ölüm ve doğum oranının düşük olduğu ülkelerin iyi durumda oldukları; yüksek doğum ve ölüm oranın olduğu ülkelerin az gelişmiş durumda oldukları görülmüştür (akt. Eryurt, 2005; Caldwell, 2001). Çiftler ailedeki kişi başına düşen gelir miktarının azalmaması için çocuk yapmaktan kaçınmışlardır. Kırda çocuklar ücretsiz işçi rolündeyken; kentleşmeyle eğitimin önemi artmıştır, modernleşmenin etkisiyle istek ve arzuların artmasıyla da aile ekonomisini olumsuz etkilediği görülmeye başlanmıştır. Çocukları işçi olarak kullanmayıp eğitimin zorunlu hale getirildiği kentleşmeyle kalkınma sağlanmış; doğan bebeğin hayatta kalması için daha az doğum yapılması gerektiği farkındalığına varılmıştır (akt. Yüceşahin, 2011:13; Weeks, 1992). Kırsal alanlarda doğurganlık hızı kentsel alanlara göre daha yüksektir. Ancak son yıllarda kent-kır arasındaki doğurganlık farkı kapanmaktadır (Danış, s:13). Göç, evlilikleri ve doğurganlıkları ertelemiştir. Kentleşmeyle birlikte insanlardaki güzellik algısı da değişmiştir. Kadınlar doğumdan sonra çatlakların oluşmasından rahatsız olmaya başlamışlardır.
Eğitim doğurganlığı dolaylı yoldan etkilemiştir (Üçdoğruk, 2005: 49). Çünkü eğitimle birlikte; evlilik yaşları ilerlemiş, gebeliği önleyici doğum kontrol hapları konusunda bilinçlenmişlerdir. Çiftler iyi ebeveyn olma konusunda bilinçlenmişlerdir ve daha ilgili olabilmek için az çocuk yapmayı tercih etmişlerdir.
Kentleşmeyle ya da batılılaşmayla kültürel sebeplerden doğurganlık azalmıştır. Kırda/Doğuda geniş aile yapısı hakimken kentte/batıda çekirdek aile yapısı yaygındır. Kırdaki geniş aile yapısında evin kadını yemek yapıp evi düzene katarken evin reisi ve çocukları tarımla uğraşmaktadır. Kentte çekirdek aile yapısındaki kadınlar da ailenin gelirine katkı sağlamak için çalışmayı ön planda tutmakta ve çocuk yapmayı ertelemektedir.
Kentteki sosyalleşmeyle birlikte, boş vakitlerini eğlenerek geçiren bazı insanlar evlenme ihtiyacı duymamaya başlamıştır. Kırdaki ataerkil toplumun düşüncesinden uzak, kız-erkek arkadaşlığını normal karşılayan toplumun artmasıyla ve kentteki sosyalleşmeyle artan nikahsız ilişkilerle de doğurganlık azalmıştır.
Kentte yaygınlaşan fastfood yiyecekler, kafein, alkol ve sigara gibi zararlı tüketim alışkanlıkları, özellikle genç nüfusta şeker hastalığı, obezite ve stres gibi sorunlar getirmiştir. Bu sorunlar kısırlaşmaya sebep olabileceği için nüfusu olumsuz etkiler (Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, 2020). Dijitalleşen dünyayla birlikte hayatımızın her alanında radyasyonun olması da kısırlığa neden olmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle canlı doğumları izleyen kadınlar, acı çekmekten korkup sezaryen doğumu ya da hiç doğum yapmamayı tercih etmektedirler.
Kaynakça:
- Aysan, M. F. (2019). Türkiye’nin Demografik Dönüşümü ve Yeni Meydan Okumalar, İstanbul.
- Seyhun, Ö. K. (2006). Avrupa Birliği’nde demografik dönüşümün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği çerçevesinde iş gücü piyasalarına yansıması, (Uzmanlık Yeterlilik Tezi), TCMB, Ankara.
- Danış, D. (?). DEMOGRAFİ: Nüfus meselelerine sosyolojik bir bakış, Ders 8: Doğumlar, Galatasaray Üniversitesi, İstanbul.
- Yüceşahin, M. M. (2011). Küresel Bir Süreç Olarak Demografik Dönüşüm: Mekânsal Bir Değerlendirme1, Coğrafi Bilimler Dergisi, Ankara.
- Selim, S. ve Üçdoğruk, Ş. (2005). Türkiye’de Doğurganlık: Kalite – Miktar Yaklaşımı, Nüfusbilim Dergisi.
- Acıbadem Hastanesi, Kısırlık, Erişim Adresi https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/kisirlik/#tedavi-yontemleri
- Koç, İ. Eryurt, M. A. Adalı, T. Seçkiner, P. (2008). Türkiye’nin Demografik Dönüşümü, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü