Küreselleşen dünyanın bir sonucu olarak liberalizm kavramı dünyaya hakim olmuştur. Bu bağlamda ortaya çıkan özgürlükçü akımlarla beraber siyasal, ekonomik ve sivil özgürlük için mücadeleler verilmiştir. İstikrar ve büyümenin sağlanması amacıyla genişletilen bu akımlar toplumsal yapılanmanın vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Demokratikleşmenin siyasi haklar, ekonomik kalkınma ve sivil ve ekonomik özgürlüklerin sağlanmasında aktif bir rolü olduğu ortaya çıkmış; demokratik uygulamalar kalkınma için önkoşul olarak gösterilmiştir. Bu noktada, demokratik toplumun temeli ve haklar alanının belirleyicisi olan ifade özgürlüğü kavramı da önem kazanmıştır.
İfade özgürlüğü bireyin veya topluluğun, misilleme, sansür veya yasal yaptırım korkusu olmadan fikir ve düşüncelerini dile getirme özgürlüğünü destekleyen bir ilkedir. (Freedom of Speech, https://en.wikipedia.org/wiki/Freedom_of_speech, 2020, 15 Mayıs 2020 tarihinde erişildi.) İfade özgürlüğünün bütün haklarla ilişkisi vardır. Bütün hakların temelinde yer alan bu kavram bağımsız yargının gündelik hayattaki temsilcisidir. Onun genişlemesine bağlı olarak haklar alanımız da genişler. Böylece, kapsayıcı kurumlar kuvvetlenir ve inovasyon, yaratıcılık ve üretkenlik kendini göstermeye başlar. Çünkü ifade özgürlüğü yenilikçi düşüncenin ortaya çıkmasında ve artış göstermesinde en önemli etkiye sahiptir. Gönenç Gürkaynak’a göre, “Türkiye’de hakların durumu ne olursa olsun, ifade özgürlüğünde geriye doğru bir yolculuk olduğu için genel bir korozyon yaşanmaktadır. Bu 10-20 yılın değil devletin genel yapısının böyle olmasının bir sonucudur. Çünkü Türkiye, hiçbir zaman fikir açıklığının ve toplumsal hareketlenmenin önemli olduğu bir sisteme sahip olmamıştır. Bunu değiştirebilecek kavram ifade özgürlüğüdür.” Bu durum demokratik temeller üzerinden kurulmuş bir yapı ile anlam kazanır ve gündelik hayatın içerisine yayılır. Milletin refahının açığa çıkması bakımından gündelik hayat içerisine demokrasiyi yerleştirmek ve yaşamak çok önemlidir. Bu noktada devlete düşen görev çok büyüktür. Çünkü yapısal reformalar, pazarlar, hane halkı, emek, tabakalaşma, sosyal ağlar, yoksulluk, suç ve kamu politikaları gibi kilit ekonomik ve sosyal kavramlar yalnızca onlara anlam ve istikrar kazandıran bir politika ile anlaşılabilir. (Cizre ve Yeldan, 2005, s.393) Ekonomik ve siyasi güçleri birbirinden ayırarak devletten bağımsız bir şekilde tanımlamak krizi beraberinde getirerek özgürlük ve haklar alanını da sınırlandırır. Ayrıca demokratik söylemleri temsili kılar. Bu nedenle pazar ve sivil toplum devletten bağımsız düşünülemez.
Siyasi kurumların ekonomik politikaları şekillendirmesindeki rolü büyüktür. Çünkü büyümenin temelleri toplumun potansiyelini ortaya çıkaran bireysel özgürlüğün güvence altına alınmasına bağlı olarak oluşturulan kurumlarda gerçekleşir. Kurumların kapsayıcı ya da dışlayıcı olmaları devamlılık üzerinde etkilidir. Dışlayıcı kurumlar fırsat eksikliği yaratır ve devamlılık sağlamaz. Dışlayıcı kurumlar aracılığıyla büyüme gerçekleşebilir ama kapsayıcı olmadığı için genel refaha dönüşmez. Türkiye ekonomisi hem kapsayıcı hem dışlayıcı kurumlara sahip karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu durum siyasi süreçlerde yaşanan değişim ve dönüşümün sonucudur.
Türk demokrasisi uzun yıllar boyunca çalkantılar yaşamış ve bu siyasi ve ekonomik dinamiklerde kaymaya yol açmıştır. 1960 yılından itibaren tekrarlanan askeri müdahaleler krizi beraberinde getirmiştir. Hükümet bu süreçte hem ekonomik hem siyasi anlamda ordunun belirlediği terimlere ve sınırlara bağlı kalmıştır. 1970’lerin sonunda Türkiye ekonomisi kendini kriz, siyasi istikrarsızlık ve toplumsal huzursuzluk eşliğinde, tam teşekküllü bir ekonomide buldu(Çeçen ve Doğruel, 1994, s.38). Ancak 1980 yılında ekonomiyi yeniden yapılandırmak amacıyla radikal bir girişim ile ticaretinin serbestleştirilmesine ve işgücü piyasalarının esnekleştirilmesine başlanmıştır.
Turgut Özal döneminde halkın bütün sınıflarını kapsayan bir refah seviyesine yükselmek ve hem ekonomik hem de siyasal olarak istikrar sağlamak amacıyla bir takım iyileştirmeler yapılmıştır. Böylece, yirmi yıl süren yapısal uyumdan sonra, Türkiye düzensiz reel büyüme ve yatırım oranları, kötüleşmiş bir gelir dağılımı ve felçli bir mali aygıtla yeni bin yıllara girmiştir (Öziş, 2004, ss.113-134).
2001 yılında Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en ciddi ekonomik krizini yaşadı. 90’lı yıllarda var olan yüksek enflasyon, siyasi ve ekonomik anlamda yaşanan kırılmalar 2001 krizine zemin hazırlamış ve krizin şiddetini kat be kat arttırmıştır. Bu devülasyon sonucunda Türk Lirasının değeri düşmüş ve devlet borcu artmıştır. Ardından Kemal Derviş tarafından “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” olarak adlandırılan çözüm önerisi açıklanmış; gelir dağılımı adaletsizliğinin ortadan kaldırılması ve sürdürülebilir büyüme için ortam hazırlanması taahhüt edilerek IMF’den borç istenmiştir. Mücadele kapsamında bazı ekonomik reformlar gerçekleştirilerek krizin etkisi azaltılmaya çalışılmıştır.
Türkiye’de 2002 yılından itibaren yaşanan siyasal değişimler son on yıllarda var olan yapıyı tersine çevirmiştir. Ordunun yargı ve yönetime olan teması sona ermiştir. Demokrasi ön plana çıkarılmış ve yeni kurulan hükümet tarafından hayatta kalma stratejisi olarak kullanılmıştır. 2001 krizinin ardından ilk beş yıl, hem sosyal hem coğrafi açıdan etkisini gösteren ekonomik faaliyetlerde bulunulmuş ve yapısal değişimlere gidilmiştir. Bu faaliyetler ve önerilerin desteğiyle kurumsal yapıda iyileşmeler olmuştur. Ayrıca hükümet ekonomik anlamda prosedürlere şeffaflık getirmiştir. Şeffaflık getirilmesi kurumsal gelişmeleri sağlamıştır. Şeffaflık büyüme üzerinde önemli etkiye sahip olan bir elementtir. Çünkü buna bağlı olarak oluşan güven ortamı büyümeyi destekler. İnovasyon, yatırım, üretim ve istihdam gibi unsurlar şeffaflık olmazsa etkisini kaybeder ve büyümenin gerçekleşmesini engeller. Ancak bu süreç uzun sürmemiş ve bir süre sonra durmuştur. Bu süreç ‘(stop-go cycle) dur-kalk döngüleri’ olarak tanımlanmıştır. Ak parti hükümeti reformlar yapmış olmalarına rağmen sorunun temeline inmedikleri için 2007 yılından itibaren etkisini gösterecek olan düşük tempolu ve düşük kaliteli büyümeye zemin hazırlamıştır.
2007’de yaşanan küresel krizin etkisiyle beraber, Türkiye yüksek kaliteli büyümeyi teşvik eden kurumsal değişiklikleri ardında bırakmıştır. Böylece, 2007 yılından itibaren ekonomik büyüme önemli ölçüde yavaşlamıştır. Daron Acemoğlu’na göre bu durumun sebeplerinden biri halkın büyük bir kesimi tarafından desteklenen kurumsal değişimi sabote etmekti. Bir diğeri ise gerek kurumsal gerek ekonomik gelişmelerde dönüştürücü bir etkiye sebep olacak Avrupa Birliği ile yapılan müzakerelerde yaşanan çöküşlerdi.
Sonuç olarak, bazı araştırmalar gösteriyor ki; demokrasinin ekonomik büyüme ve sosyal refah üzerinde olumlu etkileri vardır. Sunduğu olanaklara bağlı olarak toplumsal huzursuzluğu azalttığı da bilinmektedir. Oluşturduğu ortamın sonucu olarak ifade özgürlüğünün alanı genişlemekte böylece etkili siyasi katılımın artmasına sebep olmaktadır. Ayrıca ifade özgürlüğü ile fikirlerin serbest piyasaya sunulmasını sağlar. Milton Friedman bu durumu ‘özgür toplumların ekonomik özgürlüklerinin diğer ekonomik aktiviteleri kontrol eden mekanizmaların daha verimli ve üretken olmasının bir sonucu’ olarak özetlemektedir.
Türkiye sahip olduğu yapı, kurumlar ve askeri müdahalelerden kaynaklı olarak bu durumun olumlu ve olumsuz sonuçlarını birebir yaşayarak öğrenmiştir. Yüksek kaliteli ve uzun dönemli bir büyüme için demokrasinin önemli bir faktör olduğunu tecrübe etmiştir. Demokrasi önünde ciddi bir engel olan ordu, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde siyasal ve ekonomik alanda çok önemli bir role sahiptir. Halkın kendi kendini yönetmesi anlamına gelen demokrasi, Türkiye’de özellikle 1960-1980 yılları arasında askeri müdahaleler sebebiyle sekteye uğramıştır. Ekonomik olarak yansımalarında ufak çaplı iyileşmeler olsa da genel anlamda işsizlik ve enflasyonun artmasına, iç ve dış ticarette düşüşe sebep olmuştur. Sonraki yıllarda yaşanan mini ve büyük krizler, Türk ekonomisinin iyileşmesini zorlaştırmıştır.
KAYNAKÇA
Cizre, Ümit & Yeldan, Erinc (2005), “The Turkish Encounter with Neo-Liberalism: Economics and Politics in the 2000/2001 Crises.” Review of International Political Economy, vol.12, no.3
Çeçen, Aydın & Doğruel, Suat & Doğruel, Fatma (1994), “Economic Growth and Structural Change in 1960-88.” International Journal of Middle East Studies, vol.26, no.1
Cizre-Sakallıoğlu, Umit & Yeldan, Erinc (2000), “Politics, Society and Financial Liberalization: Turkey in the 1990s.” Development and Change, vol.31
Acemoglu, Daron & Ucem, Murat (2015), “The Ups and Downs of Turkish Growth, 2002-2015:Political Dynamics, the European Union and the Institutional Slide”
Atiyas, Izak (2012), “Economic Institutions and Institutional Change in Turkey durin the Neoliberal Era”, no:14
Onis, Ziya (2011), “ Power, Interests and Coalitions: the Political Economy of Mass Privatisation in Turkey”, Vol:32, No:4
Onis, Ziya (2004), “Turgut Ozal and his Economic Legacy: Turkish Neoliberalism in Critical Perspective.” Middle Eastern Studies, vol.40, no.4
Acemoglu, Daron & Naidu, Suresh & Restrepo, Pascual & Robinson, James A. (2015) “Democracy Does Cause Growth”, NBER Working Paper
Wikipedi, Freedom of Speech. “https://en.wikipedia.org/wiki/Freedom_of_speech”
Bu yazının İngilizcesine şuradan ulaşabilirsiniz: https://www.sosyologer.com/the-effects-of-democracy-and-freedom-of-expression-on-economic-welfare-and-their-reflections-on-the-turkish-economy/