Kimlik, bireyleri ayırt eden benlik algısı ve aidiyet duygusu geliştiren doğumdan ölüme kadar ilerleyen ve değişen bir süreçtir. Yani kimlik denilen süreç insan yaşamıyla birlikte bir hareketliliğe sahiptir. İçerisinde yaşanılan toplumun kültürü, çekirdek ailesinde deneyimlediği hayatı, sosyal iletişim ve medya araçları ile edindiği bilgileri, rolleri ve daha bir çok faktörü içerisine alan; bu faktörlerden hem etkilenen hem de kendi benliğine bunları entegre ederken değiştiren, dönüştüren veya olduğu gibi bünyesine aktaran karmaşık bir süreçtir. Bu kadar karmaşık ve uzun bir yapılanmayı içeren kimliği biz daha çok sosyoloji özelde ise din sosyolojisi bağlamında ele alıp yorumlamaya çalışacağız.
Türk ve Müslüman kimliği bakımından tarihe kısaca göz attığımızda Tanzimat’tan bu yana değişim geçiren Osmanlının problem olarak en çok karşılaştığı sorunlardan birisi de kimlik olmuştur. Adlandırma olarak bakacak olursak İslamcılık ve Osmanlıcılık akımlarını deneyimledikten sonra Türkçülük anlayışında karar kılan kimlik akımı, Cumhuriyetten sonra modernleşmenin çok güçlü etkisi altında kalmıştır. Üst aklın öngördüğü hızda toplumun değişememesi ise başlıca sorun alanı olarak algılanmış ve toplumda bir takım reaksiyonların çıkmasına sebep olmuştur. Bu minvalde benlik için en önemli faktörlerden olan kimlik ve adlandırılma da en ateşli tartışmaların odak noktası olmuş ve toplumdaki Müslümanlık algısı parçalanmış ve farklı perspektiflerden yorumlanarak farklı dindarlık biçimleri oluşmaya başlamıştır. Bu dindarlık biçimleri içerisinde ılımlı muhafazakarlık perspektifinden İslamın öngördüğü bazı öncüllerin gevşeyebileceği (karma eğitim- haremlik selamlık- karşı cinslerin tokalaşması…) veya çağın gereksinimleri için vazgeçilebilecek faktörlerin olması (eğitim için başörtü); öze dönüş söylemi ve ‘Allah’ın ipine sarılanlar’(Ali İmran/103) olarak özetlenebilecek radikal gruplar tarafından dinsizlik olarak adlandırılırken beri taraftakilerce ‘yeni cihat anlayışı’ olarak sunulmuştur.
Kendi içsel dinamik ve toplumsal koşulların gereği olarak bile değişim süreci içerisine giren toplumlarda dahi kimlik algısı ve değişimi bile sancılı geçerken çoğunluk tarafından böyle bir ihtiyacın hasıl olmadığı yönündeki kanaati taşıyanları böylesi bir sürece dahil etmek elbette çok daha zorlu olmuştur. Bu anlamda Türkiye’de yapılan kimlik çalışmalarının tasnifine göz atacak olursak;
‘’Bu çalışmaların ilki Mehmet Taplamacıoğlu’na aittir ki,
Taplamacıoğlu bu çalışmasında dindarlığı beş temel kategoriye ayırt eder :
1- Gayr-ı amil (Pratik olmayanlar) (Sadece cenaze namazına katılıp başka herhangi bir dini eylemde bulunmazlar)
2- İ cüret-i maslahatçı (Fırsatçılar) (İçerisinde bulunduğu gruba göre hareket ederler, grup namaz kılıyorsa kılar değilse kılmazlar)
3- Dini bütün ve amil zümre (Pratikanlar) (Dini görevlerini yerine getirip, dürüst yaşarlar)
4- Sofu Zümresi (Pieux) (Dini ibadetlerini yerine getirir, yenilikleri eleştirir ancak problem gördüğü dini konuları çözümlemek için eylemde bulunmazlar, hayatlarındaki pratiklerin çoğunu dini öncüller belirler)
5- Softa zümresi (Bigotlar) (Toplum ve din için zararlı gruptur, onlara göre toplumun pek çoğu cezalandırılmalıdır, bir çok faaliyeti haram olarak nitelendirir; müzik dinlemek …)
Ünver Günay da dini yaşayışın şiddetinin azlık-çokluğuna göre bir dindarlık tipolojisi ortaya koymaya çalışır:
1- Ateşli Dindarlar
2- Alaca Dindarlar
3- Mevsimlik Dindarlar
4- Beynamaz Dindarlar
5- İlgisiz Dindarlar
Günay ayrıca dini yaşayış la ilgili olarak biçim bakımından bir takım tipler belirlemeye çalışır :
1- Geleneksel halk dindarlığı
2- Seçkinlerin dindarlığı
3- Laik dindarlık
4- Tranzisyonel dindarlık ‘’ (Erkan, 2014)
Yapılan çalışmaları da göz önüne aldığımızda birbirinden farklı dindarlık biçimleri göze çarpmaktadır. Bu kadar çeşitli dindarlık biçimlerine bir de post modern dönemin etkilerini düşünecek olursak durum biraz daha karmaşık bir hal alacaktır. Nasıl ki modern dönem denilince akla küreselleşme kavramı geliyorsa post modern dönem deyince de farklılık ve parçalanmışlıklar gelmektedir. Modern dönem din ve dini gerçekliği atılması gereken bir kambur olarak görmüş ve bir an önce ondan kurtulmanın yöntemlerini ortaya koymuştur ancak post modern dönem kendi farklılık ve çelişkilerinin içerisinde dine de yer vermiştir. Yani farklı bir okuma ile post modern dönem dine yönelişin kapılarını açan bir süreç olarak da algılanabilir. Ancak burada önemli olan soru nasıl bir din ve dindarlık modeli post modern dönemde kendine yer bulacaktır? Tabi ki etkin güç post modern perspektifi olduğu için kudreti elinde bulunduran bu anlayışa uygun bir dindarlık tipi oluşacak veya kendisine varlık sahası edinecektir. Yani meta söylem temelli klasik dindarlık modelinden ziyade kendine has biçimde mikro düzeyde gelişen birey temelli ve öngörülü yeni bir dindarlık modeli hüküm süreceğe benziyor. Bunun olumsuz yorumlarından biri dini söylemin verdiği cevaplarla kendine güvenli bir konfor alanı oluşturan bireyin modern dönemin etkisiyle sosyal yaşantısındaki bireyciliğine post modern zamanın ışığı altında dini bireyciliğin de eklemlenmesiyle tamamen karışıklık , yalnızlık ve dini belirsizlik duygusunun ağırlığı altında kalacağıdır. Modern dönemin yalnızlığının gölgesi altında yaşayan insan nasıl ki Huzursuz Bacak gibi modern çağ hastalığı geliştirdiyse post modern dönemin de kendine has insan yaşamında olumsuz yanlar oluşturacağı muhakkaktır çünkü modern ve post modern dönem yüzyıllardır tecrübe edilen insan yaşam pratiğini ve gerçek düzlemde sosyalleşmeyi bununla birlikte oluşan güven ve aidiyet gibi duyguları sekteye uğratmaktadır. Bununla birlikte her toplum kendi tarih ve gerçekliğini yaşar düsturunca düşündüğümüzde Türkiye’de post dönemin bazı alanlarda etkileri görülmektedir fakat henüz dini karakterli oluşumu bariz bir şekilde ortaya çıkmış değildir fakat dönüşüm başlamıştır. Somut bir örneklendirmeyle şöyle söyleyebiliriz ki; klasik söylemde dindar kimliğini yansıtan bir başörtü alt okumada dürüstlük, yardımseverlik gibi unsurları barındırırken şimdilerde alt okumadan uzak bir anlama doğru yönelmekte ve genç dindarlar tesettürün bu gibi yapı taşlarını barındırmak zorunda olduğunu düşünmemekte ve’ kendi odaklı dindarlık tipi ‘geliştirmektedir. Sosyal psikoloji bakış açısıyla toplum ve birey odaklı yorumlamada her iki unsurun birbirini değiştirdiği ve dönüştürdüğü gerçeğini göz önüne alırsak yarınlarda toplum merkezli yaşantının birey tercih ve isteklerini daha fazla göz önüne almak durumunda kaldığı bir toplum yapısı oluşmaktadır. Toplum yapısının kaba bir tasnifle cemiyetten cemaate, cemaatten kitleye, kitleden birey odaklı toplum düzenine doğru bir seyir izlediğini görüyoruz fakat çoğunluğun kapsayıcılığı olmadan birey odaklı nasıl bir toplum yapısı ve geleceğin inşası olacağı sorusu zihinlerde korku odaklı olası cevaplarla birlikte büyük bir soru işareti olarak beklemektedir.
Kaynakça
Erkan, D. (2014). The İmam Sosyolojik Bir Analiz. Uluslar Arası Sosyal Araştırma Dergisi, 85-86.