Din ve devlete dair bazı teorilerin kaynağı tarih öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır. Sözgelimi ilkçağ Yunan düşünürlerinden Sokrates, dini ilimleri olmasına karşın devletin tanrılarına inkâr ettiği iddiasıyla baldıran zehiri içilerek ölüme mahkûm edilmiştir. O, kentin tanrılarına inanmamak ve yeni tanrılar icat ederek gençliğin ahlakını bozmak da suçlanmıştır.
Platon, Devlet isimli eserinde gençlerin eğitiminde dinin önemi üzerinde durmuştur, yasalarında dine yer veren bir devlet anayasasının planı çizmiştir. Kanunlarının yalnızca maddi müeyyidelerle birlikte değil belki ondan daha fazla dini ve manevi müeyyidelerle tutabileceğini düşüncesindeydi. Platon’un öğrencisi Aristoteles, insanın siyaset yapan bir canlı olduğunu belirtmiştir.
Farabi’nin siyaset kurumunda, evrensel kozmik düzen, ideal devlet ve doğru çalışan bir organizma arasında sıkı bir benzerlik kurulmaktadır. Tanrı nasıl bütün var olanların en yetkin ve en etkili olanı ise erdemli toplum başkanı da toplumsal alanın en mükemmel varlığıdır.
İbni Haldun’un devlet teorisinin merkezinde asabiyet kavramı yer alır. Asabiyet duygusu sosyal hadisleirn oluşumunda temel etkenlerden biri olarak sosyal bünyenin adeta çimentosu, onu ayakta tutan bereketli bir enerji kaynağı ve toplumsal birliğin ürettiği ortak bir enerjidir. Asabiyet, devleti kuran, dinin yayılmasını sağlayan ve herhangi bir sosyal hareketi gerçekleştiren temel güdülerdendir.
Asabiyetin amacı bizzat mülktür. Mülke ancak asabiyetle ulaşılabilir. Mukaddime’de asabiyet nesep ve sebep asabiyeti olmak üzere iki şekilde ele alınır. Asabiyet esas itibariyle soy-nesep birliğinden kaynaklandığından aynı soydan gelenler arasında organik yakınlık arttıkça asabiyet güçlenir. Buna karşılık bu yakınlık aileden başlayarak geriye doğru aşirete, kabileye doğru yayıldıkça asabiyet de zayıflar.
Teorisinde kan bağı önemli olmakla birlikte asabiyet sadece kan bağına dayanmaz, soy birliğine dayanan nesep asabiyetinin dışında herhangi bir soybağı olmaksızın çeşitli yollarla oluşan ve yine bir topluluk dayanışmasına yol açan sebep asabiyeti de vardır. İbni Haldun bu kelimeyle soy bağlarının güçlü olduğu yerlerde nesep asabiyetine, başka yerlerde ise dini, duygusal ve ülküsel sebep asabiyetini kastetmektedir.
Asabiyet ender şekli ile kan bağından başlayıp daha sonra genişleyerek manevi bir bağla tüm Müslümanları kucaklayan İslam ümmeti kavramında içerisinde barındırmaktadır. Asabiyet, siyasetin yanı sıra dini alanda da önemli işlevlere sahiptir. Peygamberlik, devlet kurma, dine davet gibi insanlarla ilgili her hususta asabiyeti ihtiyaç vardır.
Dini önderin toplumsal değişmeyi gerçekleştirebilmesi için güçlü asabiyete dayanmak zorunda kalışı gibi aynı şekilde asabiyette dinamizmini sürdürebilmesi için dine dayanmak ve din tarafından desteklenmesi zorundadır.
İbni Haldun, devletin varlığını sürdürebilmesi için üç farklı siyaset izlenebileceği ileri sürer: akli, medeni ve dini siyaset.
Akli siyaset; insanların akılları ile buldukları kanunlara ve bilgiye; medeni siyaset filozofların gerçekliği olmayan ideal devlet siyasetine dayanır. Dinin siyaset ise vahye dayanır, devletin peygamberler tarafından bildirilmiş Allah’ın buyrukları ile idare edilmesidir. Bu hem içinde yaşadığımız dünya hem de ahiret için yararlı bir siyasettir. Dini kurallar insanların davranışları kadar devletin tutması gereken yolu da gösterir.
Tavırlar Teorisi denilen aşamalı devlet teorisine göre bir devlet genellikle şu 5 aşamadan geçer: Fethi-zafer aşaması, yönetimde tekelleşme aşaması, zirve dönemi olan rahatlık ve refah aşaması, kanaat-barış aşaması ve sonuncusu aşırılık-israf ve çöküş aşaması.
Thomas Hobbes için toplum kaotik durumdan kurtulmak amacıyla bireylerin istekleri doğrultusunda zorunlu olarak doğmuştur. Devlet ve toplumsal barışı, yurttaşlarının huzur ve güvenliği temin etmek üzere toplumsal bir sözleşmenin sonucunda ortaya çıkmıştır. Başlangıçta devlet bireylerarası bir sözleşme türü olarak hak ve özgürlükleri korumak için oluşturduğu halde zamanla asıl varlık nedenini unutarak kişisel özgürlükleri yaşama ve mülkiyet haklarını hiçe sayan bir tirana dönüşmüştür.
Rousseau için yerleşik hayatın düzene girmesini sağlayan ve insanlar arasında bilinçlice oluşturulan sosyal mukabelenin toplumsal hayat ile iş bölüm arasında paradoksal bir ilişkinin sonucunda ortaya çıktığını düşünür. Sosyal mukabeleyi gerekli kılan da toplumsal iş bölümü ve onun ürünü özel mülkiyetin neden olduğu bağımlılık ve eşitsizlik gibi sorunlardır. Bu tip sorunlar nedeniyle devlet bütünleştirici tamamlayıcı bir rol oynamak için varlığını sürdürür