Bu yayında Pierre Bourdieu‘nun eserlerinden birisi olan Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar kitabı temel alınarak sosyolojik analiz yapılmıştır. İşte, Ayyüce Türkkan’ın kaleme aldığı Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar Kitabı Analizi, iyi okumalar.
Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar kitabında P. Bourdieu’ya Chicago Semineri ve Paris Semineri’nde soru cevap şeklinde ilerleyen bir çalışmadır. Bourdieu’nün dünyasına genel bir bakış sunan bu kitap üç bölümden oluşuyor: İlk bölümü oluşturan giriş yazısında Wacquant, Bourdieu’nün bütün eserleri üzerine derli toplu, ama son derece derinlikli bir değerlendirme yapıyor. İkinci bölüm Chicago Semineri yarı yapılandırılmış diyaloglar ile derinlemesine mülakat tarzında yapılmış bir çalışmadır. Üçüncü bölüm ise Paris Semineri’nde ise otuz kadar öğrencinin bir araya gelerek oluşturduğu seminerden ibarettir. Bu seminerde Bourdieu’nun çelişkilerini, boşluklarını, gerilimlerini, bilinmezlerini, çözümlenmemiş soruları ortaya çıkartmak ve bilgi edinmek için yapılmıştır.
Chicago Semineri’nde ilk olarak toplumsal çözümleme ve sosyolojiyi ele almışlardır. Bourdieu’nun yapmış olduğu çalışmada olan Homo academicus’un yapılmasının birçok açıdan çok çabaya mal olduğu görünüyor. Bunun yanı sıra Homo çalışmayı yayınlamakta ise Bourdieu tereddüt ediyor. Bunun sebebi sorulduğunda cevap olarak bu çalışmanın psikanalitik anlamda bir incelemedir. İnceleme yapılırken en olduğunca nesnelleştirme yapmak gerekir. Bu çalışmada Bourdieu, acımasız olarak görüneceğini biliyordu. Ancak bu eleştirinin yazar içinde geçerli olduğunu söylüyordu. Bu çalışmasında Fransız Üniversitesi için olumlu sonuçlar vermeyen şeyler yaptıkları için onları eleştirmiştir. Bir yandan da onlardan kopmuştur. Amacı sadece Fransız Üniversitesi ve profesörlerini eleştirmek değil, sosyolojik yöntemin temel sorunlarını da ortaya çıkartmaktır. Sosyolog belirli bir bakış açısı olan insan gibi görünür. Fakat Bourdieu bu çemberden kurtulmanın yollarını aramıştır. İlk olarak profesörlere özgü kavramından kurtulmak. İkinci olarak terimselleştirilmesinin sorgulanmasıdır. Bu şekilde sosyolojik bakışı üniversite ortamında inceliyordu. Bourdieu bu bakış açısını aslında Cezayir köylülerinde ve kendi köyünde bu pratikler hakkında araştırma yaparak elde etmiştir. Cezayir’de köylülerle yapmış olduğu bu araştırma akrabalık ilişkilerini anlamaya çalışmak için yapmış olduğu Homo academicus çalışmasıdır. Bu epistemolojik bir deneydir. Aslında hem öznenin hem nesnenin öznelleştirilmesinin gerekli görmüştür. Bu her bakımdan zordu ama bunu başarabilmek için Bourdieu’yu biçimlendirmek gerektiğini söylüyordu. Bourdieu, hem sosyologun hem de onun çıkardığı düşünümsel öğelerin gerçek bilimsel sonuçların olduğunu söyler. Ama sosyolojik bakış açısını nesnelleştirenler kültürel öğeleri ele almaktadır. Homo academicus da hedeflerden biri kültürel öğelerle onların siyasi, iktisadi vb. üretim biçimiyle karşılaştırıldığında ve yorumlandığında toplumsal evren es geçilir. Sosyolog bir kültür bağı inceliyorsa öznel olmayan bir etkeni bağdaşlaştırırsa farklı sonuçlar ortaya çıkartır. Yani bu demektir ki üretim koşulları ile pratiğin bilgisi ayrımı değildir. Toplum bilimi, kuram ile pratik arasındaki mesafenin kuramında inşa etmek zorundadır. Mesela insanlar bu durumda teorisizm yanlışına düşmektedir. Burada üniversite okuyanlar bu durum için birincil niteliktedir. Üniversitedekiler hakikati söyleyip söylememek arasında hep karşı karşıya gelmişlerdir.
Bourdieu’nun bu düşünümselliği hakkında Gouldner, Granfinkel, Mehan ve Wood savunduğundan farklı bir görüştedirler. Gouldner’in düşünümselliğe bakış açısı anti-marksistik özellikte olduğu için toplumsal olanı inceler. Yeni gözlemleyeni bile gözlemler. Bu açıdan çelişkiler vardır. Diğerlerinin doxa’sı sömürü koşullarını kabul edebilecek kapasitede olduğu için Bourdieu’nun düşünümselliği ile ters düşmektedir.
Homo academicus adlı çalışma sadece özel bir anda özel bir çalışmayı da alıyor; 1960’lı yıllardaki Fransız akademisyenlerini. Bu çalışma Amerika’da bir okulda yapılsa daha rahat ve kolay yapılacak bir çalışmadır. Hiyerarşik yapılanma, farklı gruplar vb. birçok alanda Fransa’dan daha kolay çalışabilecek türdedir. La Distinction adlı çalışmasında verilerin eski olması da birçok sosyolog için eleştiri odağıydı. Ancak önemli olan bu Fransız Üniversitesi mesela dayanıklı ve sağlam yapıda olduğunu kanıtlamak gibi bir deneysel sağlamasını yapmaktadır. Sadece bu değil Homo academicus’un da kapalı ve sabit bir model olmakla eleştirmişlerdir. Hatta bu modelin siyasal ve toplumsal bir kopuş olan 68 isyanına cevap veremediği gibi birçok eleştiride bulunmaktadır. Bourdieu, bu isyanların karmaşıklıkların entelektüeller arasında tarihsizleştirme kavramıyla oluştuğu belirtilir. Popüler kültürü reddi ise çoğu tarafından seçkinci hatta siyasal olarak tutucu karşılanmasına sebep oldu. Popüler kültür ile yüksek kültür arasındaki farkı ortadan kaldırmak isteyen Bourdieu, bu hiyerarşinin oluştuğu beyinlerde var olan koşulları gerçekten değiştirmeye çalışmak gerektiğini söyler. Şimdinin tarihinde ise evrensel olana erişime koşullarını evrenselleştirme ve mülk kavramı kazandırma politikası uygulanır. Evrenselleştirme ile bireyin kültürü yok olmaz. Homo academicus ile de toplumsal yapılar ile tarihsel değişimler arasındaki konjonktürleriyle yüzleşebilmenin ileriye yönelik bakmakla birlikte tarih ve sosyoloji birdir. Her sosyoloji tarihsel, her tarih de sosyolojik olmalıdır. İki alan birbirine bu kadar yakın olmasına rağmen Fransız sanat alanı üzerine yapılan çalışmalar da Bourdieu, zihinsel akrabalıklar görünür halde getirmemiştir. Bunun sebebi olarak tarihçiler, gerçekliklerin tarihi bir insanın ürünün olmasını unutmaları ve bu temelde kavram inşa etmiş olmalarıdır. Bourdieu’nun habitus, sermaye ve alan üzerinde ve kavramları vardır. Birçok çalışmasını da bu kavramlar üzerinden yapmaktadır. Habitus, yapılandırılmış yapıdır. Bireyin hayatı boyunca yanında taşıdığı bagaj olarak yorumlanır. Sermaye kavramları ise habitusun alt alanlarıdır. Ekonomik, kültürel ve sosyal alt başlığıdır. Habitus bireye ilişkin olduğu için bu sermayelerin hepsini bilmemiz gerekir. Alan nosyonu ise zihin çerçevesinde ele alınır. Zihin fakültesi anlamına gelir. Kültür bu alanlarda çalışır ve yetişir. Zihin nosyonu alanında Bourdieu en çok oyun imgesini kullanır. Çünkü oyuncu oyunu sermayeye dönüştürmeye çalışır. Arttırmak içinde strateji üretir. Zihni ekip biçer. Alanın büyüklüğü ise ampirik olarak ele alınarak belirlenir. İnsanlar ne derece gerçekten bir alan oluşturuyor ya da alanı dolduruyor. Ancak bu şekilde incelenerek belli olabilir. Bir alan incelenirken aynı cümlenin iki çevirisi olarak ele alınmalıdır. Denklikler ve stratejiler de ele alınarak incelenmelidir. Alan ötesi ile Bourdieu, bir devlet kuramı oluşturmaya yönelmiştir. Devlet nosyonunda belirli büyük bir çapta alan oluşturduğunu ve her anlamda incelenmesi gerektiğini belirtir. Habitus kavramı ne kadar çıkar kavramı olarak görünse de aslında oyun nosyonlarının tanımlaması niteliğindedir. Birçok sosyolog Bourdieu’nun düşüncesi ile Amerika pragmatizmini paralel buluyor.
Habitus kavramı tarihin inkârını hedeflese de, iktisadi eyleyicilerin tarihselliğini isteklerin ve tercihlerin tarihsel oluşumu anlatmaktadır. Habitus, bireysel olanın toplumsal, kolektif olduğunu ortaya koyar. Habitus, toplumsallaşmış bir özelliktir. Bu habitusu alan yapılandırır. Pascal’ın da dediği gibi “Dünya beni içeriyor, ben onu anlıyorum”. Bu halde toplumsal gerçeklikte iki koz vardır. şeylerde ve beyinlerde olanlarda habitustur. Aktör ile yapı arasındaki ilişkinin yerine, habitus ile alan arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak zaman kavramını sosyolojinin çözümleme merkezine koymuştur. Böylece toplumsal düzenin yeniden üretimini gerçekleştirmiş oluruz.
Bourdieu, olduğundan ya da olması gerektiğinden çok, iktidar ilişkilerinin bir aracı ya da dayanağı olarak ele alır. Dili nasıl konuştuğunuz değil, nerede hangi zamanda konuştuğunuz önemlidir. Bu yüzden iktidarda dil, önemli bir araçtır. Her dilsel alışveriş, bir iktidar ediniminin güçlüğünü içerir. Goffman’ın da çözümlediği gibi başka gündelik konuşma şekilleri yerine simgesel şiddet araçları vardır. bir şeyin kim tarafından neden söylendiğini, neyin anlaşıldığı, hangi toplumsal sonuçlara yol açtığı bu gibi bilgiler olmadan açıklanamaz. Sosyoloji için dil ne kadar önemliyse, felsefe e bir o kadar önemlidir. Sosyoloji, felsefenin düşünülmeyen kısımlarını düşünür. Felsefe hayatın her alanında her anlamda bulunur. Bourdieu’da felsefe okumayı sever fakat felsefenin matematik bilimiyle hiçbir farkı olmadığını söyler. Bourdieu sıklıkla eserlerinde toplumsal kuramdan bahseder. Hatta böyle anılır. Ama çalışmalarında bariz bunu göremeyiz. Çünkü kuramsal düşünüm, yalnızca bilgi verdiği bilimsel pratiğin içine gizlenerek kendini göstermelidir. Bu yüzden eserlerinde belli değildir. Bourdieu, bir kuramı incelerken ya da bir kuram üzerine çalışma yaparken bu çalışmalarını ileriki zamanlarda da kullanılabilmiştir. Örneğin; bekârlık ve köylülüğün durumu çalışmasında. Bu da onun kuramlarının tutarlı ve geçerli seviyede olduğunu gösterir. Ama 1989 tarihli makalede öncekilere göre bir kopuş olmuştur. Yine de bir uzantısı niteliğindedir. Tikel bir vaka olduğu için Bourdieu yeniden bağımsız çalışma yapmayı tercih etmiştir. Bu makalesinde simgesel şiddet nosyonundan bahsetmiştir. Genelde merkezi çözümlemede kilit rol oynamaktadır. Eser, bu nosyonundan dolayı yanlış anlaşılmasının sebebi olarak üniversite zihniyeti indirgeme anlamında eğitim olduğunu söyleyebiliriz. Bu nosyonu Bourdieu, cinsler arasında iş bölümü üzerinden sürdürmüştür. Devamında makalede erkek tahakkümünü kuramsal ve tarihsel özgüllüğünü açığa çıkartmak için büyük felsefi metinlere dayandığı bilinir.
Bourdieu, Amerikan sosyolojisini ampirik, Fransız sosyolojisini de bilimselliğinin birbirinin özelliklerini almasını istiyordu. Ama iki tarafında bunu titizlikle yapması gerekir. Çünkü bu denli titiz ve ne yaptığını bilen sosyolojik çalışmada çok rastlanmamaktadır. Bourdieu’ya göre sosyolojik olan, hem bilimden yaralanmalı hem ampirik olmalıdır. Ama çevrede ikisini başarabilenlerin olmadığını söylemektedir. Kuram ile araştırma arasındaki kopuşun ötesinde yeterli bir toplum biliminin gelişimine engel olan bir dizi düalizm ve çatışmalar vardır. Sosyal bilimin bu güçlüklerine rağmen bilimsel özerkliğine ve düşünümselliği pekiştirecek şeyler araştırmaların gerçek hayata geçirilmesi ve gerçek koşulların dâhil edilmesidir. Sosyolog bunları yaptığı zaman bir fen alanından hiçbir farkı yoktur. Sosyolojinin karşılaştığı güçlüklerin çoğu, insanların onlara verdiği her şeyi bilebilme bir peygamber gücü atfetmektedir diyor.
Ayrıca sosyolog bunların hepsini yapamaz ve toplumun beklentisini kırmış olur der. Entelektüel özgürlük varsa bu saf özgürlük değil, kurallara bağlı zamanı ve yeri belli kolektif olarak ele geçirilmiş özgürlüktür. Sosyolojinin zaaflarını ve hatalarını çoğu bilim, felsefe, hukuk vb. bir sürü alanı nesnel olarak ele almasıdır. Ama Bourdieu, eleştirel sosyolojiden uzak durmuştur. Özellikle radikal ve eleştirel sosyoloji tanımından. Düşünümselliğin yol açtığı büyü bozumu, edilgen biçimde muhafazakâr tutuma yol açar. Bourdieu ise bunun çok da büyük bir kayıp olmadığını söyler. Sosyolojinin de büyübozumu gibi bir etkisi vardır ama bu peygambervari yaklaşımdan insanı uzak tutmaktadır. Bu da Bourdieu’nun yaklaşımı için kötü bir durum değildir. Sosyolojik tutumu bir bakıma toplumsal dönüşüme yol açıyor gibi görünmektedir. Edebiyatçılarla sosyologlar arasında benzerlik vardır elbette ama önemli bir fark olarak sosyologlar edebiyatçılar gibi yazma peşinde olmamaları gerekir. Tenkit ve tasnif odaklı ilerlemek gerekir. Seçkin okulları için Bourdieu keskin bir eleştirmendir. Bu yüzden kendini entelektüel olarak varsaymaz ve akademik olarak da kendini düzgün bir yerde hissetmez. Felsefeden ve psikanalizden ziyade sosyoloji yapmayı tercih etmesinin bir sebebi de yaşadığı dünyayı az da olsa kabul edilebilir bulmak için yapıyordur.
Farklı aktörlerin söylemsel stratejileri, özellikle bir nesnellik görünümü yaratmaya yönelik retorik etkiler, alanlar arasındaki simgesel kuvvet ilişkilerine ve bu alanlara aidiyetin farklı katılımcılara sağladığı kozlara bağlı olacaktır. Başka bir deyişle, “tarafsız” hüküm üzerine verilen bu simgesel mücadelede, katılımcıların sahip oldukları farklı kaynaklara ve özgül çıkarlara bağlı olacaktır. Söz konusu kaynak ve çıkarları, katıldıkları farklı alanlar arasında kurulan görünmez ilişkiler sistemindeki konumları belirler. Sosyoloji sanatının kuşkusuz zirvesi olan katılımcı nesneleştirme, ancak şu koşulla gerçekleştirilebilir: Hem katılım olgusunda kayıtlı bulunan nesneleştirmeye ilginin mümkün olduğunca eksiksiz bir şekilde nesneleştirilmesine, hem de bu ilginin ve beraberinde getirdiği temsillerin askıya alınmasına dayanmalıdır.