Her daim, her türlü tehlikeye karşı savunduğumuz, daha doğru söylem ile savunmaya
çalıştığımız kıymetli ülkemiz bugün işgal altında. Bu işgalin, bir ülkenin bir ülkeye
gerçekleştirdiği işgal ile uzaktan yakından hiç bir alakası yok. Dünya üzerinde eşi benzeri
görülmemiş bu işgal, her milletin, her ülkenin geleceğini belirleyen “eğitim” değerlerimizedir.
Farketmekte zorlandığımız bu işgali, kendisinin bahsettiği eğitim kurumundan yetişme olan
Fakir Baykurt, “Unutulmaz Köy Enstitüleri” kitabında “Köy Enstitüleri yanlıştı da, yabancı
uzmanların önerdiği, Amerika’nın dayattığı projeler mi doğruydu? 1950 den sonra okullarımızda eğitim öğretimle ilgili tam 22 Amerikan projesi uygulandı; lütfen söyler misiniz ne çıktı onlardan?” diyerek çoktan haberdar işgal etmişti aslında. Bu işgalin mağlubiyetini kaldıramamışken bir de bu işgale boyun eğişimiz var. Nasıl mı? Köy Enstitülerinin kuruluşundan bugüne dek hiç bir eğitimci çıkıp, bu eğitim kurumunun eğitime yaklaşımını tartışmadı yahut tartışmaya açmadı. Evet, Baykurt’un da dediği üzere bu enstitülerin kapatılması bir Amerikan Projesi idi. Lakin bu Amerikan projesi söyleminin kuvveti, bugün bütün Türkiye’nin dile getirdiği Amerikan Projesi söylemi ile aynı kuvvete sahip değildir.
Çünkü bu proje maalesef başarıya ulaşmış ve Yüce Türk Milletinin en büyük değerlerinden
birine zarar vermiştir. Nasıl mı?
Bugün A.B.D.’nin bize dayattığı eğitim modeli ile eğitime devam eden okullarımızda,
çocuklar belirli bir saatte okula geliyor, kendilerine, onların kapasitesinden çok ders saati
dayatılıyor ve buna ek olarakta dayatılan bu derslerin sınavlarına mağruz bırakılıyor. Çocuk,
en basitinden en zoruna kadar, girdiği hiç bir dersten, bir kelam dahi hatırlamıyor. Uzun
yıllardır ülkemizde kaldırılması beklenen “ezberci” eğitime mağruz kalıyorlar kısaca. Biz
isterdik ki, madem çocukları böyle bir işkenceye maruz bırakıyoruz, onlara, bu yorucu okul
temposu içinde kendilerine ayırmaları için belirli saatlerde müsaade edelim. Maalesef ki bu da gerçekleşmedi, çocuğun kafasını dağıtması için koyduğumuz Astronomi, Beden Eğitimi,
Bilişim Teknolojileri vb. derslerinde bile çocukları lise,üniversite sınavlarına hazırladık. Bu
kısa bilgiden sonra neden işgal kelimesini kullandığımız daha iyi anlaşılacak aslında. Çünkü
Fakir Baykurt, ikinci paragrafımızda bahsi geçen kitabında “Enstitülerde ezbercilik yoktu. (…)
Ayrıca hava koşulları ne olursa olsun her gün en az bir saat özgür okuma yapılıyor.
Temizliğe, toplu eğlenceye, tiyatro ve müzik çalışmalarına halk oyunlarına, türkülerine önem
veriliyor.” diyor. Şimdi gelin siz söyleyin, işgal mi, değil mi?
Bu işgale bu sistemi kaldırarak mağlubiyetimizi kabul ettik. Maalesef, ikinci paragrafımızda
bahsettiğimiz üzere bu mağlubiyet karşısında bir de boyun eğdik. Köy Enstitülerimizin
kapatılmasından sonra hiç bir eğitimci meydana çıkıp, bu enstitülerin eğitim modelini, eğitim
amacını, eğitim metodunu tartışmadı yahut tartışmaya açmadı. Oysa ki tartışmalık yahut
saatlerce üzerine düşünülmelik pek bir noktası yok. Açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz ki
Köy Enstitülerimiz, millet için, devlet için eğitim verirken, bugünki eğitim sistemimiz(!)
kapitalizm için eğitim veriyor. Bunun yanında alansal açıdan yaklaşıcak olursak, yazımızında
başlığında bahsettiğimiz üzere bir eğitim dönüşümü görüyoruz. Çünkü bizim Enstitülerimizde eğitime sosyolojik açıdan yaklaşılıyor, bireyden çok bütünlüğü, zenginin cebinden çok devletin gücü önemseniyordu. Lakin bugünki eğitimimize psikolojik açıdan yaklaşılıyor ve zar zor verdiğim ve zar zor yetiştirdiğimiz daha doğrusu zar zor verilen bu yarım eğitime rağmen kendini geliştiren öğrencilerimizi bir bir yurtdışına kaptırıyoruz. Bunu en büyük sebebi işe tamamen psikolojik yaklaşmamız. Basit bir örnek verecek olursak, 30 kişilik bir sınıfta 30 kişinin bulunduğu ortamı, bulunduğu ortamın koşullarını ele almaktan çok 30 kişilik bir sınıfta her öğrenciyi birebir inceliyoruz. Keşke bu birebir inceleme doğru olsaydı da buna itiraz etmeseydik. Lakin doğru uygulanamıyor. Ülkemizdeki eğitim sistemi, maalesef sahip olduğu yöntemleri düzgün kullanamıyor. Psikoloji kullanılıyor evet, ama nasıl
kullanıyor? Tam da Catherine Baker’in “Zorunlu Eğitime Hayır” kitabında “Bugünkü eğitim
sistemi bireyin, okuldaki başarısızlığını içselleştirmesini istiyor. Gençlere, onların okula layık
olmadıklarını söyleyip duruyorlar. Çocuklar kısacık bir ders saatinde ve yıllar boyunca
öylesine aşağılanıyorlar ki!..Hiç kimse, çocukların saldırgan yaratıklar olduklarını öne
sürmeye kalkmasın. Öğretmenler başkaldırıyor:Onlarla uğraşmak zaman kaybetmekten başka bir işe yaramıyor!(Ya onların kaybolan zamanı?) Çocuklarınız, öğretmenlerin umurunda bile değil…” dediği gibi.
Sahip olduğumuz yöntemleri savura savura kullandığımızdan, ortada kendimize bir eğitim
sistemi bırakmadık. Eminiz ki bu cümleden sonra, “Sanki var mıydı?” diyenler çıkacaktır. Bu
insanlar büyük ihtimal ile John Dewey’in “Son yıllarda tasavvurumdaki okullar Türkiye’de
kurulmaktadır. Bu okullar köy enstitüleridir.” sözünden haberdar değillerdir. Temennîmiz o
yöndedirki, bir gün mutlaka bu ülkede “Eğitimin Dönüşümü” gerçekleşecek ve Yüce Türk
Milletinin hakkı olan “Güneş”, bir gün doğduğu yaban ellerin tepesinden tekrardan Türk
Milletinin üstüne doğacaktır.
KAYNAKÇA
– Baykurt, Fakir. (2016). Unutulmaz Köy Enstitüleri. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
– Baker, Catherine. (2018). Zorunlu Eğitime Hayır. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Tarık Emre KARAGÜL – ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ