Yasin Durak tarafından yapılan araştırmanın kitaplaştırılmış biçimi olan Emeğin Tevekkülü, Konya ili organize sanayi bölgesinde 30 işçiyle yapılan görüşmelerin bulgularına yer vermektedir. Araştırma problemlerine değinmek gerekirse, hemşerilik, akrabalık ilişkileri, din ve cemaat gruplarının vesilesiyle oluşturulan enformel ilişkilerin işgücü piyasasına etkileri incelenmektedir.
Kültürel hegemonya kavramı irdelenerek meşruiyet çerçevesinin hangi temeller üzerine inşa edildiği, işçilerin kültürel hegemonya karşısındaki tutum ve davranışları, işçi-işveren ilişkisinde oluşturulan sınıfsal çizgiler görüşmecilerin yorumları ışığında değerlendirilmektedir. Beş bölüm ve sonuçtan oluşan araştırma farklı kuramsal perspektiflerden yararlanarak bulguları anlamlandırmaya çalışmaktadır.
İLK BÖLÜM
Kitabın ilk bölümünde; araştırmanın yapılacağı il olarak Konya ve organize sanayinin seçilme nedenleri, uygulanan yarı-yapılandırılmış gözlem hakkında bilgiler, işçilerle yapılan görüşmelerde dikkat edilen detaylar, kültürel hegemonya kavramının seçilme nedeni ve liberal muhafazakar neslin oluşma sürecine yönelik siyasi bilgiler verilmektedir.
Refah Partisi, Milli Selamet Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyasi seçimlerde ‘’kale’’ olarak nitelendirdiği Konya, muhafazakâr eğilimli partilere desteğini tarih boyunca yineleniş, 20011 seçimlerinde AKP’ye %70 oranında oy vererek ‘’kale’ unvanını hak ettiğini göstermiştir. Cumhuriyet döneminden itibaren gerçekleştirilen modernleşme ve reformların karşısında tavır geliştiren Konya, dinci refleksleri ağır basan kültüre sahip olmaları nedeniyle piyasadaki emek-din ilişkisinin çözümlenmesi için ideal kentlerdendir.
Konya’nın iç dinamiklerindeki kültürel ağlar 12 Eylül 1980 darbesinden sonra işlevlerini artırmış, RP lideri Necmettin Erbakan ve AKP lideri R. Tayyip Erdoğan tarafından övgülerle anılarak İslamlaşma harekelerinin yüksek sesle dile getirildiği kentlerden birisi haline gelmiştir. Küreselleşme süreciyle gelişen teknolojiler dindar-muhafazakar eğilimleri olan bireylerde etkilemiş, İslami yayın yapan radyolar, İslami holdingler, faizsiz borç verme amacı güden kurumsal yapılar oluşturma girişimleri (katılım bankaları, para havuz sistemi) gibi örneklere -özellikle AKP döneminde- hızlanan liberalleşme akımı 29da eklenerek kültürleşmeyi etkilemiştir.
Ulusötesi şirketlerin dünya siyaset ve ticaretinde etkili olmaya başlaması, endüstriyel devrim sonrası kapitalin(sermayenin) belirli sınıflarda toplanmasıyla süregelen işçi ve emeğin sömürülmesi, siyasi-sosyal konjüktürlere bağlı olarak toplumların yapısına göre tezahür etmiş ve kültürel hegemonya kavramını öne çıkarmıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
Türkiye’nin sosyo-ekonomik alanda 30 yıllık dönüşümünün oluşturduğu liberal-muhafazakar eğilimli ticari politikalar, üretim ilişkilerini de etkileyerek KOBİ’lerdeki işveren-işçi profillerini değiştirmiştir.
İşletmeler, milli ve yerel ürünlerin kullanılması konusunda teşvik edilirken, zor koşullarda çalışan işçilerin denetimi adına farklı mekanizmalar üretilmiştir. Kültürle yoğrulan emek kontrolü mekanizmaları; ülkede istihdam oluşturma, yatırım yapma, vergi ödeme, üretim ve ihracat gibi ortak duyulardan hareketle kültürel hegemonyayı pekiştirmiştir.
Bireylerin ekonomi alanında üzerine düşeni yapmaları halinde ‘’kusursuz ekonomik düzen’’ oluşacağı beklentisi, araştırma sırasına işveren konumunda olan 3. Görüşmeci’nin ifadeleriyle tescil edilmiştir. Nitekim 3. Görüşmeci ’ye göre; milli üretim kanallarının desteklenmesi, ülkeye faydalı olma, devletten maaş almak yerine üreten olmak çalışma dinamiklerini artırmaktadır.
Yazar, İslam Protestanlaşması metaforuyla ifade ettiği muhafazakar bujuvazinin gelişmesinin neticesinde ortaya çıkan ‘’yeşil sermaye, Anadolu kaplanları’’ ismiyle anılan sermayedar grupların, MÜSİAD gibi sosyal grupların özsel değerlerinin araçsallaştırılması ve dayanışma ağına işaret etmektedir.
Dindar olmanın ticari faaliyetlere olumlu katkısı olarak nitelendirilebilecek güven alanı, işveren pozisyonunda bulunan 8. Görüşmeci’nin ifadeleriyle ekonomi-dindarlık ilişkisinde manevi otorite ve emek kontrolünün enformel ilişkilerle sağlanabileceğini göstermektedir. Dindar-muhafazakar bireyler arasından kutuplaşma, zeka ve fitre gibi dini ritüeller aracılığıyla gerçekleşirken, dini bağlamda oluşturulan dil hegemonyası altında ezilen işçilerin tahakküme karşı tutumları ‘’ahlaksızlık’’ olarak nitelendirilebilmektedir.
Finansal krizlerin gerçekleştiği dönemlerde işletmeyi ayakta tutan işçi-işveren davranışları, İslami kültler ve piyasa şartlarının öngördüğü biçimde gerçekleşebilmektedir. İslami ütopyaya erişme konusunda aynı güdülerle hareket eden işçi ve işverenle pratiklerini farklı temeller üzerine inşa etmektedir. İşletmeciler için rasyonel, bireysel, güvenli politikalarla ekonominin düzeleceği ihtimali, işçiler açısından kader, tevekkül, sabır, inanç ve mitlerden oluşan romantik eğilimlerden oluşmaktadır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sosyalleşme sürecinde toplumsal kurumların işlevleri neticesinde doğallaşan gündelik yaşam deneyimleri, ortak inanç ve tutumlar çalışma ilişkilerinde kültürel hegemonyanın yayılmasına hizmet edebilmektedir.
Konya’daki araştırmada; işçi alımı konusunda aile bağlarının, cemaat üyesi olmanın ve alt kültüre sahip olan bireylerin durumunu kavrayabilmek amacıyla görüşmecilere çeşitli sorular yöneltilmiştir.
İşe alımlara ‘’tanıdığın referansı’’ ile başvuran bireylerin hem işletme hem de çalışanlar açısından daha güvenli olduğunu aktaran 14. Görüşmeci , işçilerin akrabalık bağları bulunan bireylerin işletmelerinden ayrılmasının ise aile arasında çatışmalara neden olduğunu belirtmektedir.
Ekonomi alanında sayısız örneği bulunan enformel ilişkilerin etrafında şekillenen çalışma ilişkileri, işçi davranışlarını önemseyerek üretim faaliyetlerini maksimize eden Henry Ford’un örnek aldığı modeldir. Fordizm olarak bilinen, üretim tarzının dinamikleri olan işçilerin aile yapılarının, davranışlarının incelenmesi yoluyla ‘’üretim yeri’’ ile oluşturulan sosyo-ekonomik ve duygusal bağların işletmelerin kar maksimizasyonunda kullanılma metedolojisi 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nden itibaren ulus ötesi şirketlerin politikasında yer almaktadır.
Post-Fordist dönemde endüstriyelleşmenin neticelerinden birisi olan esnek çalışma modeli, Konya’da bulunan KOBİ işletmeleri içinde geçerlilik kazanmıştır. Bir işçinin farklı görevlerde ‘’joker’’ olarak kullanılası, ihtiyaç oluşan pozisyona göre yönlendirilmesi, profesyonelliğe ters düşmesine rağmen 21. Ve 18. Görüşmeci’nin ifade ettiği gibi piyasa koşullarında normal karşılanmaktadır.
İşletmelerin cirolarını artırmak adına kullandığı biçimler olan sosyal, fonksiyonel ve sayısal esneklik; bireylerin haklarının çiğnenmemesi şartıyla tercih edilmelidir. Oysa ki ağır piyasa koşulları, işçi ve işverenlerin esnek çalışma biçimlerini zorunlu hale getirmektedir.
Turgut Özal döneminden itibaren hızlanan sanayi girişimleri, MSP ve RP’nin yerel halkla bütünleşme politikalarıyla birlikte işçi sınıfında dindar-muhafazakar eğilimlerin oluşmasını sağlamıştır. AKP’nin iktidara geldiği süreçte işçi ve halktan yana tavır sergilemesi, taşeron işçilerin hakları ve esnek çalışma modellerinin üretilmesi yasalarla desteklenmiştir.
İşletmeler açısından enformel güvenceye dayanarak yapılan işçi alımları ve ticari faaliyetler hüsranla sonuçlanabilmektedir. İşin savsaklanması, pozisyonun gerektirdiği sorumlulukların ihmal edilmesi, maaşlarda sürekli artış talebi gibi durumlar işverenler açısından ’’enformel güvencenin riskleri’’ olarak düşünülebilmektedir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Çalışma ilişkilerinde hegemonik kültürün devamlılığı işçilerin kültüre bağlı olmasını, işverenlerin gelenek ve sergiledikleri tiyatrolarla otoritelerini korumasına işaret eder.
İşçilerin örgütlenerek oluşturdukları sendikalar, haklarını işletmelere karşı savunabilmeleri için yegane hukuksal yöntemdir. Fakat Türkiye ve araştırmanın yapıldığı Konya özelinde sendikal faaliyetlerin işçiler tarafından güvenilir bulunmadığı veya işlevsiz olması nedeniyle dışlandığı görülmektedir
Kollektivist eylemler olarak sendika, yapılan araştırmada 13. Görüşmeci tarafından ‘’belirli çevrelerle şekillenmesi’’, 19. Görüşmesi için ‘’bir yere bağlı olmak’’, 20. Görüşmecinin perspektifinden ‘’özel sektörde işe yaramayan faaliyetler’’ olarak farklı biçimlerde tezahür etmektedir.
Konya Organize Sanayi bölgesinde gerçekleşmemiş olan kolektivist işçi direnişleri, TEKEL işçilerinin protestolarını özel sektör-kamu çizgisinde değerlendirirken işe ve işverenlere bağlı kalmanın altını çizmektedirler.
Konya’da liberal-muhafazakar görüşün tesiri altında olan bireylerin, işverenlerine yakın ilişkiler iççinde olmaları üç sebebe bağlanmaktadır. Bunlardan ilki; işçi sınıfındaki bireylerin gündelik yaşamlarıyla işletmeleri arasındaki yakın ilişkidir. İkincisi; ikramiye ödemeleri, fazla mesai gibi karşılıklı jestler aracılığıyla gerçekleşen enformel güvencedir. Üçüncüsü ise; hegemonik kültürün din-siyaset ilişkisinde gelişen liberal-muhafazakar düşüncenin oluşturduğu meşruiyete tabi olunmasıdır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Tarihsel süreç içerisinde işçi sınıflarının statüleri değişmekle birlikte protestoların geniş kitlelere yayılması ve kapitalizme darbe vuracak direniş yaşanmamıştır. Çünkü kültürel hegemonyanın sürekliliği ve siyasal erkler tarafından destekleniyor olması, hegemonyanın katmerleşmesine neden olmaktadır.
Konya’da Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılan araştırmanda işçilerin davranışları, suiistimalleri hakkında sorular yöneltilmiştir. Görüşmecilerin genel kanısı; piyasa koşullarındaki olumsuz durumlardan işverenlerin daha çok yararlandığı yönündedir. İşçilerin birbirlerini teşvik ederek karşı-protestolar genellikle işsiz kalmakla sonuçlanmaktadır.
İşçiler, dini yaşarken duygusal bağlantılar ve tasavvufi eğilimlerle hareket etmektedir. Tevekkül, sabır, kadar vb. kavramlara tutunarak ‘’karşılaştığı problemleri sineye çekme durumunu’’ içselleştiren işçilerin aksine dinin kitabi kısmıyla daha çok ilgilenen işverenler ticaretlerini genişletmektedir.
Mevlana’da dua etmesi ve iş bulması arasında mutlak bir ilişki kuran işçi pozisyonundaki 28. Görüşmeci ve bu tarzdaki ritüellere karşı tavırlar beyan eden işveren konumundaki 7. Görüşmeci yukarıda bahsedilen savı destekler niteliktedir.
SONUÇ
Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılan araştırmanın bulguları tüm yönleriyle değerlendirildiğinde kültürel hegemonyanın emeğin kontrol edilmesindeki etkisi ortaya çıkmaktadır. Ancak işverenlerin sergilediği tiyatrolara karşı stratejiler geliştirmeyi ihmal etmeyen işçilerin kültürel hegemonyayı esnetebildiği görülmektedir.
Dindar-muhafazakar eğilimli bireylerin ütopik anlaşmayı kabul ettiği, işçilerin duygusal ve işverenlerin rasyonel yaklaştığı bu eğilimin İslam ile ilişkilendirildiği açıktır. Türkiye’de 1980 sonrası dönemde işçi sınıfının ideolojik dönüşümü, bireylerin sosyal çevrelerini kuşatan siyasi erklerin enformel ilişki ağlarını kontrol etmesiyle sonuçlanmıştır.
İş kazaları, maaş ödemeleri, ikramiye gibi maddi durumlarda hakkını arayan işçilere karşı ağları geniş olan işverenlerin hegemonyası göze çarpmaktadır. İşçilerin verdiği tavizler, kültürel hegemonyanın kuvvetini artırırken, direniş ve hakların savunulması hissedilen baskıyı kırabilmektedir. Sonuç olarak işçi-işveren sınıfları arasındaki çatışmalar, siyasi erklerin kuşatıcı etkisi, kültürel hegemonya tazeliğini koruyarak toplumsal yaşam içerisinde var olmaya devam etmektedir.
KAYNAK:
Durak, Y. (2012). Emeğin Tevekkülü Konya’da İşçi-İşveren İlişkileri ve Dindarlık İlişkileri İstanbul: İletişim.
Yazı gayet akıcı olmuş. Tebrikler
Harika bir çalışma olmuş elinize emeğinize sağlık başarılar diliyorum