Öz:
Bu metinde kölelik üzerine durulmuştur. Kölelik, uzun yıllar sürmüştür. Köleler emeklerinin sömürüsüyle, satılmalarıyla, sürekli ezilmelerle, kimliklerinin unutturulmasıyla ve bu sömürüler karşısında -hepsi olmasa da- bu durumları içselleştirmek zorunda olmaları durumlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Bu durumlar karşısında susanlar, sessiz kalanlar olsalar da direniş gösterenler, sesini duyurmaya çalışanlar da olmuştur. Fakat onların sesleri de genelde umursanmaz; onlar yerine konuşan birileri daima vardır. Fakat onların konuşması madunların sesini daha çok kısmıştır. Kölelerin içlerinde oldukları durumlar, onların nasıl davranmaları ve ne yapmaları gerektiği konusunda Malcolm X, Frantz Fanon, Ali Şeriati, Edward Said ve Malik bin Nebi’nin söylemlerine de yer verilmiştir. En sonda ise köleliğin hukuken kaldırılması ama aslında hala devam ettiğine ve devam ediş biçimlerine de kısaca yer verilmiştir.
Emek Sömürüsü: Kölelik
Kölelik, çok uzun yıllardan bugüne dek süren, açık veya gizli bir şekilde ilerleyip hiçbir zaman son bulmamış bir gerçekliktir. Kölelik deyince akla ilk gelenler Afrikalı siyahilerdir. Afrikalı kölelerin Avrupalılar tarafından esir edilmeleri ve satılmaları, çok uzun yıllar sürmüş, milyonlarca Afrikalı köle olarak satılmıştır. Böylece hepsinin hakları elinden alınmış, hepsinin emekleri sömürülmüştür. Hepsi birçok yorucu işte çalıştırılmıştır. Bu konuda yazılmış kaynaklara baktığımızda da şunları görüyoruz: Afrikalı köleler ellerinden, ayaklarından, boyunlarından hatta bazen yemek yememeleri ya da konuşmamaları için ağızlarından bile zincirlere vuruluyor ve onlara genellikle çok az yemek veriliyordu. Kölelerin yalnızca, elleri arkadan zincirli şekilde içinde yüzlerce litre su bulunan büyük bir metal kaptan topluca su içmelerine izin veriliyordu. Zindanlarda ölümlere terk edilenlerin sayısı da oldukça yüksekti.
Köleler öyle zor şartlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir ki, ağır yaşam ve çalışma koşulları, sömürgeciler tarafından insan sayılmayan binlerce kölenin ölümüne yol açmıştı. Onların alınıp satıldıkları dönemlerde taşınmaları bile, çok ağır şartlarda olmuştur. Hatta köle taşıyan gemilere, “Tumberio”, yani “ölü taşıyıcıları” adı takılmıştır. Çünkü her yolculuk sırasında, gemideki kölelerin yaklaşık olarak %50’si ölmüştür.
Köleler / sömürülenler, genelde konuşamayan, konuşsa da sesini çıkaramayan madun konumundadırlar. Onların dili ‘ben’ dili değil, ‘biz’ dilidir. Genelde topluluk olduklarında önem görürler. Fakat genel anlamda bakıldığında ne olursa olsun onların konuşmasına, seslerini çıkarmasına izin verilmez. Daima onlar adına konuşan, kararlar veren birileri vardır. Onları satanlar ve zincirlere vuranlar vs… Onlar, kısık sesli topluluktur ve onların adına konuşuldukça onlar daha çok madunlaşır çünkü insan tabiatı gereği sesi olan varlıktır. Spivak’ın eşikte olma kavramında bahsettiği gibi, susturulanlar, sömürülenler ve duyulmayanlar kolektif baskıyla özne olamamanın eşiğinde kalırlar. Özne görünümünde olsalar da asla özne değildirler. Madunları özgür kılan tek şey, iç sesleridir.
Köleler, çoğunlukla sesini duyuramayan konumda olsalar da elbette mücadele ettikleri dönemler de olmuştur. Örneğin köle sayısı çok artan Roma İmparatorluğunda, kölelerin bazıları madenlerde ve taş ocaklarında çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülürdü. Bu dönemde, birçok köle içinde bulunduğu koşullara başkaldırarak ayaklanmıştır. Başkaldırı esnasında, bazı köle sahipleri de öldürülmüştür. Bu ayaklanmanın öncül ismi ise Spartaküs’tür. Fanon’un söylemlerine göre, bu ayaklanmaya mücadele diyebiliriz çünkü ona göre ancak bağımsızlık mücadelesi, mücadele olarak adlandırılır. Ayrıca Fanon, şiddete karşı şiddeti savunur. Bu örnekte de burada bahsedilen “karşı şiddet”i görüyoruz.
Fanon, sömürgeleştirilmiş benliğin atılmasını istemiştir. Özgürlük bilincinin kazandırılması, sömürünün önlenmesi için gereklidir. Aksi takdirde köleler, bir yerden sonra, sömüreni, işkenceciyi tanrısallaştıracaktır. Ali Şeriati de kölelerin bu karşı çıkmayış ve kendilerini savunmayışlarına eşekleşme demiştir. Eşek, kendi işini yaptığını, kendisine yüklenen rolü kendisinin gerçekleştirdiğini düşünür; bilinçli gibi görünür fakat bilinçsizdir. Çalıştırılırlar, emekleri sömürülür, emeklerinin karşılıklarını alamazlar. Ama yine de bunu başkalarına yüklemezler. Çünkü bir yerden sonra, artık zorlandıklarının bilincinde değildirler; onlara göre olması gereken bu olduğu için bunlar yaşanır. Fanon’a göre bu durum, (Siyah Deri Beyaz Maskeler adlı kitabında bunu ele alır,) kolonyalizmin, sömürgeleştirilenler tarafından içselleştirilmesi ve onlara aşağılık kompleksinin aşılanmasıyla ilgilidir.
Köleciliğe ve ırkçılığa karşı durmuş, insanların bilinçlenmesi için konferanslar vermiş, kitaplar yazmış önemli bir isim Malcolm X’tir. O’nun Köklerimiz: Afro-Amerikalılar’ın Tarihi adlı eserinde şu cümleler geçmektedir: “Bizi öteki insanlardan ayıran birinci önemli şey, geçmişimiz hakkındaki bilgisizliğimizdir. Bunun ispatı şudur ki, bu ülkeye gelen herhangi bir kimse bizim aşamadığımız engelleri, sınırlamaları aşabilir; onlarla bizim aramızdaki en önemli fark onların geçmiş hakkında bilgi sahibi olmaları ve geçmişi bildikleri için de kendileri hakkında bir şeyler bilmeleri ve bir kimliğe, bir kişiliğe sahip olmalarıdır.” Malcolm X, kendilerinin geçmişleri hakkında bilgi sahibi olamamalarını da yine kendilerini köle olarak kullananlara bağlamıştır. Daha güçlü olmasınlar, haklarını istemesinler, her zaman onların köleleri olarak kalsınlar, kimliklerinin ve geçmişlerinin bilincine varamasınlar diye onlardan geçmişlerini sakladıklarından bahsetmiştir. Fakat bu bütün suçları, ırkçılık yapan ve onları köleleştirenlere attığı söylenemez. Bir diğer suçluyu da sömürgecilerin ve ırkçıların üstünlüğünü kabul eden, kendi geçmişini merak etmeyen siyahiler ve köleler olarak gördüğünü de söylemiştir. Malcolm X’in, dinleyicilerine köklerini anlatması, onların direnmeleri için uğraş göstermesi, Fanon’un sömürgeleştirilmiş benliğin atılmasını istemesiyle benzerlik gösterir. Burada Malcolm X’in bahsettiğine benzer bir şeyi de Malik bin Nebi söylemiştir: Toplumların köklerinden kopması, onları sömürgeleştirilebilir hale getirir.
Malik bin Nebi’ye göre insanı sömürgeleştirilebilir kılan bir diğer şey, fikri atalettir. Atalet, eylemsizlik halidir. Kişinin neyi istediğini ve buna ulaşmak için neler yapacağını bildiği halde harekete geçmemesi durumudur. Kendilerini sömürenleri tanrısallaştıranlar olsa da bunu kabul etmeyenler, ezildiklerinin farkında olan kişiler – toplumlar da vardır. Ve bu duruma karşı çıkmaları, engel olmaları gerekir. Aksi takdirde seslerini çıkarmamaları, harekete geçmemeleri sömürgeye yol açan bir durumdur.
Edward Said de sömürge konusunda, sömürgecileri suçlamış; uygarlık adına toplu kıyımlar yaptıklarını vurgulamıştır. Ona göre sömürgeciliğin tarihi, direnişin de tarihidir. Sömürge arttıkça direniş de artmıştır. Yukarıdaki Spartaküs ve ona benzer başka direniş örneklerinde de olduğu gibi, direnişler, sömürge karşıtlığında, sömürülenler tarafından sömürgeciye karşı yapılmıştır. Sömürülerin artmasının beraberinde sömürgelerin daha fazla acımasız hale gelmeleri de direnişleri artırır. Bir diğer direniş örneği ise, özgürlük hareketlerinde önemli bir yere sahip olan Nat Turner isimli bir kölenin öncüsü olduğu direniş hareketidir. Turner, Virginia’da yaşayan bir köleydi ve ilk efendisi onun okuma-yazma ve din eğitimi almasına müsaade etmişti. Vaazlar vermeye başlayan Turner, bir süre sonra etrafına taraftarlar toplamaya başlamıştı. O, mücadelenin daha çok şiddet yoluyla yapılmasından yanaydı. Tıpkı Frantz Fanon gibi… 11 Ağustos 1831 tarihinde, Turner ve 50 ila 75 kadar köle bıçak, satır ve baltalarla silahlanmıştır. İki gün süren mücadeleleri sırasında karşılarına çıkan bütün köleleri azat etmişler, bu esnada birçok Virginialıyı da öldürmüşlerdir. İnsanları özgürlüklerine kavuşturmak için kendisinin ilahi bir şekilde görevlendirildiğine inanan Turner’ın isyanı yerel milislerce şiddetle bastırılmıştır. İsyancılardan 18’i idam edilmiş, birçok siyahi de Turner’ın başlattığı isyan hareketine katılıp katılmadığına bakılmaksızın ya dövülmüş ya da öldürülmüştür. Ancak Turner kaçmayı başarmıştı. Seferber olan milisler iki ayın sonunda onu yakalamış ve idam ettirmişlerdir. Ancak kendisi asılsa da ünü Virginia sınırlarını aşmış ve köleler için bir idol olmayı, özellikle Güneyli köle sahipleri için de bir endişe kaynağı olmayı başarmıştır.
Bu örneklerde olduğu ve Fanon’un da istediği gibi şiddet şiddeti oluşturmaya başlamıştır. Bunun sebebi, sömürgenin, halkların zihnini bozmasıdır. Sömürgeci sömürdüğü yere “Bensiz yapamıyorsunuz,” tarzında söylemlerde bulunur. Bu tarz söylemlerle de sömürgenin müthiş bir dönüştürücü gücü olduğunu söyleyebiliriz. Belki de daha önce bu kadar şiddet içinde olmayan, şiddet uygulamayan toplumlar, kendilerine şiddet uygulayanlara şiddet uygulamaya başlamıştır. Aynı zamanda sömürüye uğrayanların, bir süre sonra, sömürgeciden kurtulduklarında, başkalarını köle olarak kullanması da görülmemiş bir şey değildi. Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler adlı kitabında, kolonyalizmin sömürgeleştirilenler tarafından nasıl içselleştirildiğini, aşağılık kompleksinin nasıl aşılandığını ve ırkçılık mekanizması üzerinden siyahların nasıl sonunda zulmedicilerini taklit eder hale geldiklerini ele alır.
İnsanlık tarihinin en büyük utançlarından biri olan kölelik, 19. yüzyıla kadar çeşitli biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Köleliğin kaldırılmasına yönelik ilk düzenleme Amerika’nın Vermont eyaletinde 1777 yılında gerçekleşmiştir. Avrupa devletlerinde köle ticaretine yönelik ilk düzenleme ise 1792’de Danimarka’da yapılmıştır. Denizaşırı köle ticareti İngiliz sömürgelerinde 1807’de, ABD’de ise 1808’de yasaklanmıştır. Fransız İhtilali sırasında 1794 yılında kölelik, Fransa’da tamamen kaldırılmıştır. Ancak bu düzenleme 1802 yılında Napoleon Bonapart tarafından tekrar getirilmiş,1848’de tekrar kaldırılmıştır.
Ancak günümüzde dünya üzerinde köleliğin tamamen kaldırıldığını söylemek mümkün değildir. Yasal olarak kaldırılmış görünse de yasa dışı olarak hala devam etmektedir. Burada bahsedilen kölelik, zorla çalıştırılan tarım işçileri, pasaportuna el koyulan işçiler ve fuhuşa zorlanan kadınlar ve bunlara benzer uygulamalardır. Ayrıca Birleşmiş Milletler ’in 1949’da yasakladığı çocuk işçi çalıştırma, zorla evlendirilme gibi köleliğin çağdaş formları da hala yasa dışı olarak devam etmektedir. Kısacası, doğrudan sömürgeci yönetim ortadan kalkmış olabilir ama kültürel, ekonomik, politik ve bilgiye dayalı baskı olarak çeşitli kılıklarıyla kolonyalizmin hala hayatta olduğunu söyleyebiliriz.