Özet
1960’larda toplumsal değişim ve dönüşümler ile birlikte dünyada yeni talepler, sınıflar, aktörler içeren yeni toplumsal hareketlere sahne olmuştur. Bu hareketler eski hareketlerden bazı noktalarda farklılıklar göstermekle birlikte, devamlıklar da göstermektedirler. Eski hareketlerin içinde çoğu kez ikincil görünen talepler yeni toplumsal hareketlerin merkezlerinde yer almışlardır. Bu noktada sınıf eski önemini kaybetmiş, bu durum sınıfın toptan ortadan kalktığı yorumlarını beraberinde getirmiştir. Yeni toplumsal hareketler eski hareketlerden farklı olarak kültürel, yerel, kimliksel, cinsiyet ayrımcılığı gibi talepler üzerine yoğunlaşmışlardır. Yeni toplumsal hareketleri bir araya getiren talepler iktidarı devirmek gibi makro talepler değil, tam tersi hayvanlara değer vermek, çevreye duyarlı olmak gibi mikro taleplerdir. Sosyal bilimcilerin bazıları Kitlelerin eylemlerini irrasyonel olarak değerlendirmekte, bazıları ise rasyonel olarak görmektedir.
Anahtar Kavramlar: Eski/Yeni Toplumsal Hareketler, Sınıf, Rasyonel, İrrasyonel,
1.Giriş
Dünyanın köklü değişim ve dönüşümün yaşandığı sosyal, politik ve ekonomik yapıların hızla değiştiği, dönüştüğü bir çağa şahit oluyoruz. 20. Yüzyılın ortalarından itibaren hızlanan sanayileşme, modernleşme, kentleşme ve küreselleşme ile birlikte değişim bütün coğrafyalarda etkisini göstermektedir. Bu toplumsal değişim ve dönüşümlerle birlikte toplumsal özne olma mücadelelerinin tekrar gündeme geldiği ve tartışıldığı bir dönem yaşanmıştır. 1968’de Fransa da başlayan ve dünyanın diğer bölgelerine de taşan, öğrenci hareketlerinden sonra, kamusal alanda yeni toplumsal hareketlerin görüldüğü( yeni sol, çevre, kadın, barış, hayvan savunucuları, LGBT) ve sistem karşıtı hareketlerinde dönüşüm yaşadığı bir döneme geçildiği söylenebilir. Toplumsal hayatta yaşanan bu değişimler toplumsal hareketlerin taleplerini de şekillendirmiş ve çeşitlendirmiştir. Böylece yeni toplumsal hareketlerin, ilk görünürde “sınıf” temelli olmadığı, kimliğe dayalı hareketlerin yoğunluk kazandığı, iktidarı ele geçirmek için bir amaçlarının olmadığı, özelikle kültürel alanı değiştirmeye çalışan hareketler olduklarını söyleyebiliriz (Demiroğlu, 2014: 134).
Toplumsal hareketlerin ortaya çıkış amacı, toplumdaki kültürel siyasal, ekonomik vb. gibi yapılarda ortaya çıkan eşitsizlikleri, adaletsizlikleri dile getirmek, kaosu ortadan kaldırmak için mücadele etmek, kültürel alanın dönüştürmek için çabalamaktır. Toplumun kolektif yaşadığı ilkel toplumdan, sanayi sonrası topluma kadar, her zaman toplumsal hareketler görülmüştür. Toplumsal hareketler, toplumda olanı kabul etmeyip, olması gereken için mücadele ederler. Sosyal bilimciler, toplumsal hareket tartışmasını modern dönemde birlikte başlatmaktadırlar. Onlara göre, ilk toplumsal hareketler sınıf (işçi) temelli olup, 1960’lardan sonra dünyada post-modern ve özgürlükçü buhran ile birlikte yeni toplumsal hareketler ortaya çıkmıştır.
Eski/yeni, her toplumsal hareketin aktörlerini bir araya getiren duygular farklıdır. Etnik köken hareketlerinin eylemcilerini bir araya getiren ortak duygular dillerinin yok sayılması, kimlik haklarının olmaması gibi duygular iken, çevre hareketlerin aktörlerini bir araya getiren duygular, doğanın tahrip edilmesi, köylüye danışılmadan barajların yapılması, tarihi eserlerin yıkılması gibi ortak duygulardır. Yine aynı şekilde LGBT bireylerini bir araya getiren duygular ise, homoseksüel evliliklerin yasalaşması, kamusal alanda özgürce kendilerini ifade etmeleri, cinsiyetlerini gizlemeden yaşamaları gibi duygular onları bir araya getirmektedir.
Bizim burada öncelikli amacımız eski-yeni toplumsal hareketlerin karşılaştırmasını yapmaya çalışmaktır. Bu karşılaştırmayı yaparken eski ve yeni hareketlerin ortaya çıktığı dönemin şartlarına bakmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Daha sonra makalemizde hareketlerin duygularını analiz etmeye çalışan Gustave Le Bon ve Mancur Olson görüşleri değinilecektir. En sonunda Sosyal medyanın kitlelerin duygularını nasıl harekete geçirdiğini ya da sosyal medyanın protestocular üzerinde nasıl etkili bir silah olduğunu belirtmeye çalışacağız.
Başlıklar
2. Toplumsal Hareketler: Kavramsal Analiz
Avrupa da toplumsal hareketlere yol açan gelişmeler 15.yüzyılda başlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra, Asya ile bağlantısının kesilmesinin ardından Amerika’nın keşfinin yaşanması, Avrupa da sosyal değişimleri beraberinde getirmiştir. Kilise’nin toplum üzerindeki tahakkümünü kaybetmesi, bilimsel gelişmelerin yaşanması ile birlikte Avrupa da sosyal hareketleri başlatan Rönesans ve reform hareketleri görülmüştür (Selvin, 2014: 5). Toplumsal hareketler tartışması Avrupa da proloterya’nın sınıf savaşına girmesinden sonra başlamıştır. Binlerce yıldır dünyanın farklı bölgelerinde halk ayaklanmaları gerçekleşmiş, Ancak farklı çıkar gruplarının yan yana gelip, geniş toplumsal hareketleri oluşturması 18. Yüzyılın sonlarında batı Avrupa ve kuzey Amerika’da başlamıştır (Tilly, 2004: 16).
“Toplumsal hareketleri, sosyal bir sorunu çözmek, toplumda meydana gelen bir değişimi desteklemek ya da engellemek amacıyla belli bir grup tarafından yürütülen örgütlü kolektif faaliyetler olarak tanımlamak mümkündür” (Erdoğan, Köten, 2014: 94).“Toplumsal hareket kavramını ilk olarak Lorenz Van Stein “siyasal mücadele” bağlamında kullanmıştır. Başlangıçta bu kavram işçi sınıfının öz bilinci ile birlikte iktidarı elde edeceği süreklilik gösteren birleştirici bir süreç anlamını taşıyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren ise toplumsal hareketler, örgütlü proleterlerin yanı sıra, çiftçileri, kadınları ve hak talebinde bulunan diğer kesimleri de kapsayacak biçimde genişlemiştir” (Bozkurt, Bayansar, 2016: 277).
3. Eski Toplumsal Hareketler
Sosyal bilimler literatüründe toplumsal hareketlerin tarihi modern dönemle birlikte ele alınır. Bunun eksik ve hatalı bir tarih olduğunu söylememiz gerekir. Toplumun tarihinde, ilk zamanlardan bu yana, çok farklı direniş biçimleri, çatışmalar, başkaldırılar yaşanmıştır. Toplumun olduğu her dönemde isyanlar ve devrimler eksik olmamıştır. Antik yunanda, Ortadoğu coğrafyasında, peygamberler dönemlerinde her zaman insanlar; ekonomik, siyasi, dini vb. gibi eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, tepkilerini ortaya koymak için protesto etme haklarını kullanmışlardır. Modern düşünürlerin vurgulamaya çalıştığı, geleneksel toplumun durağan ve statik olduğu görüşün hatalı bir görüş olduğu, modern öncesi toplumlarında en az modern toplumlar kadar dinamik ve hareketli olduğunu söyleyebiliriz.
Toplumsal hareket eski mi? yeni mi? tartışması 1960’lardan sonra sosyal bilimciler tarafından tartışılmıştır. 1960’lardan önceki hareketler daha çok işçi hareketleri olup, sadece sınıf eşitsizliğine vurgu yapılıyordu. Bunlar eski hareketler olarak görülür. Düşünürler, eski toplumsal hareketlerin iktisadi hedefler peşinde koşan, devrimi ve iktidarın değişimini amaçlayan hareketler olduğunu belirtmektedirler. Bu analizleri yapan en önemli düşünür Alaine Touraine’dir. Ona göre eski toplumsal hareketler en önemli hedefi iktidarı devirmek iken, yeni toplumsal hareketlerin öyle bir amaçlarının olmadığını, onlar daha çok sivil topluma odaklanmaktadır. Tourine, eski hareketleri, farklı sosyal grupları kendi içinde barındırmayan, homojen gruplar olarak ele alıp, bu hareketleri statik, dinamik olmayan olarak görmüştür. Tourine eski toplumsal hareketler denilince sadece “işçi sınıfını” kast ettiğini belirtir (Çetin kaya, 2018: 34).
- Yüzyıl da sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte, işçilerin hayatlarını ikame etmek için fabrikalarda 17 saate yakın bir süre karın tokluğuna çalışmak zorunda olduğu bir dönemdi. İşçilerin, ağır şartlarda çalışmak zorunda kalması, emeklerinin sömürüldüğünün farkına varmaları, daha iyi şartlarda çalışmak için, fabrika sahiplerine (burjuvazi) karşı protesto etmişlerdir. İşçileri bir araya getiren kolektif duygular emekleri sömürüldüğü için, fabrika sahiplerinden nefret etmeleri, ezilmişlik ve dışlanmışlık duyguları hissetmeleri onları protesto etmeye yönlendiren duygulardı. Onların amacı üretim araçlarına sahip olabilmek için devrimi gerçekleştirmekti. İşçilere göre, burjuva hâkimiyeti atında her zaman sömürü olacaktı. Sömürünün olmadığı bir toplum için devrim şarttı.
4. Yeni Toplumsal Hareketler
1960’lardan sonra, sanayi toplumundan, sanayi sonrası toplumuna geçiş, kentleşme, modernleşme, küreselleşen bir dünyanın ortaya çıkması, teknolojik gelişmeler; toplumları bir aşamadan başka bir aşamaya geçirmiştir. Toplumdaki değişimle birlikte Etnisite, Fundementalist, Ekoloji, Feminist, Hayvan savunucuları vb. gibi yeni toplumsal hareketler kamusal alanda görülmeye başlanmıştır. Bu hareketler sınıf eşitliği talebinden çok, toplumda var olan sivil, sosyal ve kültürel sorunlara vurgu yapıyorlardı (Erdoğan, Köten, 2014: 94). Tourine göre, Avrupa toplumları endüstrileşme ve endüstri sonrası toplum arasında bir yerde durmakta, işçi sınıfı eski önemini yavaş-yavaş kaybetmekte, yerini kültürel talepleri dilendiren hareketlere bırakmıştır. Yeni toplumsal hareketler işçi sınıf mücadelesinin gitgide dışına kayan, sosyo-ekonomik taleplerden ziyade kültürel, yerel, kimliksel konular üzerine yoğunlaşan, devleti ele geçirmekten ziyade, ona karşı özerk alanların üretilmesini amaçlamaktadırlar (Gürakar, 2014: 236-237).
Yeni toplumsal hareketler, ekolojiyi, çevre sorunlarını, etnisiteyi, kadın haklarını, din ve inanç özgürlüğünü savunan hareket olarak görülmektedir. Ancak yeni toplumsal hareketlerin odaklandığı sorunları, eski toplumsal hareketler de hiç dillendirmemiş ve ilk defa uğruna mücadele edilir olarak görmek oldukça abartılı bir yaklaşımdır. Örneğin feminist hareket 100 yıla yakın bir süredir işçi hareketinin içinde mücadele etmektedir. Yeni toplumsal hareketlerini dile getirdikleri bireysel özgürlük, katılım, eşitlik, barış, eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü vb. talepler hiçte yeni değildir. Bu söylemlerin çoğu işçi hareketlerinin içerisinde savunulmaktadır. Aynı şekilde eski toplumsal hareketlerin talepleri olarak görülen ekonomik eşitsizlik talepleri yeni toplumsal hareketlerin de dile getirdikleri taleplerdir. Eskinin alt-sınıfı olarak görülen işçi sınıfı yeni toplumsal hareketlerin savunucularıdır. Eskinin alt-sınıfı yeninin ortaya sınıfı olmuştur (Erdoğan, Köten, 2014: 95).
Yeni toplumsal hareketlerin aktörleri kendilerini liberal-muhafazakâr, sağ-sol, işçi sınıfı, orta sınıf, zengin-yoksul, kırsal-kentsel gibi ifadelerle kendilerini tanımazlar. Toplumsal hareketlerin içindeki bireyler genellikle kendilerini yaş, mekân, toplumsal cinsiyet vb. farklılıklarla ifade ederler. Bu hareketin bireyleri sabit herhangi bir kesime ait değillerdir. Eğitim seviyeleri yüksek, orta sınıf bireylerinden oluşan insanların baskın olduğu görünse de, hareketlerin içinde eğitim seviyesi düşük ev kadınları, emekliler, işsiz olanlar da azda olsa görünmektedirler (Bozkurt, Bayansar, 2016: 284).
5. Yeni Toplumsal Hareketlerin Duyguları
Sosyal bilimler literatürüne, kitleri bir araya getiren toplumsal sorunların neler olduğu, protestocuların psikolojilerinin ortak noktalarının ne olduğu veya kitlelerin orda bulunurken bilinçlimi bilinçsiz mi? orda oldukları üzerine kafa yoran farklı-farklı düşünürler olmuştur. Her düşünür kitlelerin psikolojisini ele alırken içinde bulunduğu yüzyılın toplumsal koşullarından etkilenerek ele almıştır. Bu düşünürlerin ilk temsilcisi Gustave Le Bon’dur. Le Bon: kitlerin psikolojisini “kalabalık” adlı eserinde ele almıştır. Le Bon’a göre kitle içindeki birey ile dışarıdaki birey bambaşka iki kişidir. Ona göre kim olursa olsun kitleyle hareket etti mi? bireysel hareket etmeyi bırakıp, “kolektif hareket” eder. Kitlenin içinde farklı akıllardan söz etmemiz mümkün değil, çünkü hepsi kitlenin “ortak aklıyla” hareket eder. Kitlenin dışındayken kendisini frenleyen birey, kitlenin içine düştükten sonra mantıksız içgüdüleriyle hareket eden bir canavara dönüşür. Le Bon’a göre, kitleler içinde eğitimli bir insan ile engelli bir insan aynı seviyededir. Sonuç olarak ona göre, protestocular rasyonel hareket eden bireylerden oluşan bir topluluk değil, irrasyonel hareket eden topluluklardır (Le Bon, 1997: 32-34).
Kitlelerin psikolojisi irrasyonel ve sürü psikolojisi üzerinden değerlendiren düşünürlerden farklı olarak, 20. Yüzyılın ikinci yarısında ikinci dünya savaşından sonra dünyaya hâkim olmaya başlayan özgürlükçü ortamla birlikte toplumsal hareketlerin taleplerini rasyonel değerlendiren sosyologlar çıkmıştır. En önemli temsilcisi Mancur Olson’dur. Olson, “kolektif eylemin mantığı” adlı eserinde kitlelerin psikolojisini ele almaya çalışmıştır. Olson’a göre birey, eyleme yönelirken eylemin bana getirisi ve götürüsü nedir? Diye hesaplayarak yönelir.
Olson’a göre, birey kitlenin içinde bulunarak kendi bilincinden bağımsız bir şekilde orda değil, tam tersi çıkarı orda olduğu için bilinçli bir şekilde ordadır. Olson, kitlenin içirisinde bulunan eylemciler sürü psikolojisiyle hareket etmez, tam tersi rasyonel hareket ederler. Gerektiğinde kitleden ayrılabilir veya tekrar katılabilirler (Çetin kaya, 2018: 21-22).
Yeni toplumsal hareketlerle ilgili en popüler sınıflandırmalardan biri, Amerikan menşeyli ‘Kaynak Mobilizasyonu Paradigması’ diğeri ise ‘Avrupa menşeyli Yeni Sosyal Hareketler Paradigmasıdır’. Kaynak mobilizasyonu paradigması, toplumsal hareketlerin ekonomik ve politik yönü üzerinde dururken; yeni sosyal hareketler paradigması, hareketlerin kültürel yönü üzerinde durmaktadır (Bayhan, 2014: 27). Kaynak mobilizasyonu paradigması sosyal hareketlerin nasıl oluştuğunu ve geliştiğini araştıran, bireyin kitle içinde atılacak adımların fırsat ve taktikler çerçevesinde değerlendirir. Bu paradigma toplumsal hareketi siyasi bir düzlemde çıkar üzerinden inceler. Birey siyasi sistemde yer edinmek için rasyonel eylemler yürütmeye çalışır. Aktör amacına ulaşmak için kitleyi kullanmaya çalışır. Bu nedenle aktör kitle içinde örgütlenerek ve rasyonel eylemler gerçekleştirerek, başarıya ulaşmak için siyasi bir aktör olarak tanınması gerekir. Bu paradigman en önemli temsilcisi Charles Tilly’dir. Tilly’e göre, toplumsal hareketler politik bir olgudur. “Modern ulus devletin oluşması ile birlikte vergilendirme, savaş ilan etme, kamu hizmetlerini sağlama noktasında yerel iktidar sahipleri, büyük patronlar veya kan bağıyla gelen idarecilere kıyasla, temsili kurumların mutlak gücünün artması, siyasi gücün merkezde toplanmasına neden olmuştur” (Ayşegül, 2015: 70-71). Bu durum toplumsal hareketlerin iktidarın içindeki yapılara daha fazla değer vermesine ve onlardan çıkar elde etmesine yol açmıştır.
Yeni toplumsal hareketleri harekete geçiren güç, rasyonel çıkarlar olmaktan ziyade kolektif duyguların daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal hareketlerin geleceğini bu duygu birlikteliği belirlemektedir. Acı, korku, kızgınlık, nefret, intikam, öfke, incinme, kendini ifade edeme sıkıntısı vb. gibi ortak duygular onları bir araya getirebilmektedir. Gezi parkında olduğu gibi konser, şölen, tiyatro gibi etkinliklerde bir araya gelerek farklı sınıflardan olan insanlarda ortak duygular yeşertecek ortamlar sağlanmaktadır. Kitlelerin duygusal birlikteliği protestocuları harekete geçiren önemli bir unsurdur. Mevlana’nın “aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” Sözü bizi destekler niteliktedir. Gezi parkı eylemlerinde görüleceği gibi iktidardan nefret ve öfke duyguları kitleleri bir araya getirmiştir”(Bayhan, 2014: 29).
Hareketlerin duyguları bazen anlık olup, bazen de birikmiş duygular olabilir. Türkiye baktığımızda neo-liberal politikaların yaşam alanlarını dönüştürdüğü, çalışan için, iç piyasalardaki güvencesiz çalışma koşulları, iktidarın kullandığı dışlayıcı dil, kadın cinayetleri, doğanın tahrip edilmesi, hayvanlara önem verilmemesi gibi toplumsal sorunlar halkta, birikmiş öfke ve nefret duygularına yol açtı. Türkiye’deki gezi hareketleri, hayvan savunucuları, çevre hareketlerini vb. gibi bir araya gelen kitlelerin duygularını bu çerçevede okuyabiliriz (Tangün, Polat, 2017: 382). Başbakan Erdoğan’ın gezi eylemleri sırasında kurduğu “biz ve onlar ayrımı” protestocuların duygularını harekete geçirdiğini belirtmemiz gerekir. Başbakan Erdoğan, “biz” diyerek kendi kitlesini bir arada tutmaya çalışmıştır. Başbakan Erdoğan evde bekleyen yüzde ellinin olduğunu protestocuları kast ederek söylemiştir. Ona göre, evde bekleyen kitle onun tek sözüyle dışarıya çıkabilecek kitledir. Yapmaya çalıştığı ayrım biz iyiyiz, karşımızda duranlar yani “onlar” kötüdür. Başbakan Erdoğan’ın bu ayrımı protestocularda ortak duyguyu ön plana çıkarmıştır.
Yeni toplumsal hareketler heterojen gruplar oldukları için, her grubu bir araya getiren duygularda farklıdır. LGBT hareketini bir araya getiren ortak duygular dışlanmışlık, kamusa alanda kendilerini ifade edememe iken, hayvan savunucularını bir araya getiren kolektif duygular ise, toplumda hayvanlara değer verilmemesi hayvanların sokaklarda öldürülmesi olabilmektedir. Çevre hareketlerini bir araya getiren duygular ise, yaşadıkları yerde baraj yapımına, maden işletmeciliğine, kirletici tesis kurulmasına, nükleer enerjiye, iklim değişikliğine karşı etkin önlemler alınmasını ya da doğal alanların korunmasını gibi talepler onları bir araya getirmektedirler (Bozkurt, Bayansar, 2016: 285).
Feminist hareketini bir araya getiren ortak duygular, kadının maruz kaldığı dışlanmışlıklardır. Feminist kuramcılara göre, ataerkil toplumların ortaya çıkışıyla birlikte kadınlar toplumda “ikinci cins” olarak görülüp kadının özgürlüğü elinden alınmış, kadın eve hapis edilmiş kadına bazı toplumlar “cinsel bir obje” bazıları ise “soyun devamını sağlayan nesne” gözüyle bakmışlardır. Feminizm; özel/kamusal alanda kadının cinsiyetinden dolayı maruz kaldığı ayrımcılığa tepki olarak ortaya çıkan siyasal ve toplumsal bir harekettir. Feminizmin temel hedefi kadın özgürlüğü olmakla birlikte, toplumda ataerkil yapıların ortadan kaldırılması, kadın sağlığı üzerinde gerçekleşen ilerlemelere, kadına yönelik şiddettin önlenmesi, tecavüz ve tacizin ortadan kaldırılması, kürtaj hakkı, lezbiyen haklarına vb. gibi kadınları ilgilendiren farklı alanları da kapsamaktadır (Taş, 2016: 165).
6. Kitlelerin Kolektif Duygularını Harekete Geçiren Güç: “Sosyal Medya”
Küreselleşme sürecinde medya yapısında bir takım değişiklikler Gerçekleşmiştir. Medya ticarileşip, tekelleşmeye, holdingleşmeye başlamıştır. Tekkeleşen medya patronları birbirine rakip olmuşlardır. Her medya kuruluşu birbirinin rakibi oldukları ve hepsinin ortak hedefi daha fazla büyüme olduğu için kanal, radyo ve gazeteleri kendi himayesine almak için birbirleriyle rekabet içinde olmuşlardır. Bunun yanı sıra iktidarla olan ilişkilerinden dolayı medya objektifliğinden tavizler vermiş, daha fazla ekonomik anlamda büyümek için iktidarın ideolojisi doğrultusunda haber yapmaya başlamışlardır. Medya toplumdaki haksızlıkları dile getirememesi, ya da dile getirse de yalan yanlış bilgilendirme yapması insanları medyadan uzaklaştırmıştır. Medya tekkeleştiği ve iktidardan bağımsız hareket edemediği için topluma doğru haber yapma özeliğini kaybetmiştir. Bu sadece Türkiye için değil birçok Avrupa ülkesinde de bu böyledir. Objektif ve tarafsız haber yapmaktan uzaklaşan medyaya alternatif olarak “sosyal medya” ön plana çıkmıştır. İnsanlar doğru ve gerçek haberi almak için sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanmaya başlamışlardır (Aksulu, 2013: 13).
2000’lerden sonra Teknolojinin gelişmesi ve küreselleşmeyle birlikte, dünyada sosyal medya çok önemli bir güç haline gelmiştir. Sosyal medya farklı coğrafyalar için toplumsal, siyasal ve ekonomik tespitlerin yapılabileceği bir alan olmaya başlamıştır. Sosyal medya, Farklı sınıfsal konumlara, farklı ulusal aidiyetlere, farklı inanç ve cinsiyetlere sahip insanların kendilerini var ettiği bir alan olmuştur. Küreselleşmeyle birlikte fiziki olarak birbirinden uzakta olan insanların düşüncelerini birbirlerine iletmede çok önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Sosyal medya sayesinde yan yana gelmeye kalmadan ortak duygular etrafında kenetlenebiliniyordu. Sosyal medyanın toplumsal hareketler bağlamında gündeme gelişi 2011 yılında Ortadoğu ve kuzey Afrika da ortaya çıkan Arap baharıyla başlamıştır. Arap baharına katılan eylemcilerin örgütlendiği ve birbiriyle iletişime geçildiği yer facebook ve twitter olduğu için Arap baharı “sosyal medya devrimi” olarak nitelendirilmiştir. Sosyalleşme eğlenme, sosyal sermayeyi geliştirmek için kullanılan sosyal medya bazen de kitlerin siyasi eylemleri içinde kullanılabilmektedir. Bazen de sosyal medya üzerinden sahte kimlikler kullanılarak olaylar çarpıtılarak insanlar provokasyonlara da yönlendirilebilmektedir. Sosyal medya üzerinde insanlar ganyana getirmek, yüz yüze görüşmekten daha kolaydır (Babacan, 2014: 143).
ABD’nin en çok takip edilen internet haber sitelerinden ‘washington Post’ yeni toplumsal hareket olarak nitelendirebileceğimiz Taksim Gezi Parkı ile başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan olaylarda, sosyal medyanın gücüne vurgu yaparak “9 Saniyede Devrim” başlığıyla vermiştir (Bozkurt, Bayansar, 2016: 289). Gezi parkı Olayları’nın yaşandığı günlere ait yapılmış olan bir çalışma twitter üzerinden kitlelerin nasıl örgütlendiği bize göstermektedir. Gezi Parkı’na ilk müdahalenin yapıldığı tarih olan 29 Mayıs’ta atılan twitter sayısı 7 milyon iken, bu rakam 31 Mayıs gecesi yapılan operasyonlardan sonra 15 milyona ve 1 Haziran itibarıyla 18 milyon mesaj âdetine ulaşmıştır (Çetin, 2013: 4-5).
Gezi parkı olaylarında yer alan birey, sivil toplum ve diğer grupların neyi amaçladıklarını toplumun hangi duygularını harekete geçirmeye çalıştıklarını twitter üzerinden atılan mesajlar bize göstermektedir. Eylemcilerin direnişin ülkenin her yerinde varlık göstermesi anlamında “diren gezi barkı, taksim gezi parkı, gezi parkı sakinleri, gezi parkı haber, gezi parkı dayanışma, gezi parkı görsel” vb. gibi twitter sayfalardan atılan “Faşizme karşı omuz omuza”, “Milyonlarca insanın kanıyla kazanılmış devletimizin üzerinde ailemi, evimi, yıkıyorlar”, “Ey dünya bir vahşetin tarihi yazılıyor”, “Türkiye Tarihine Vahşet ve İnsanlık Suçunun İşlendiği Tarih Olarak Geçecektir”, “Bütün şehirlerde ortak direniş” vb. gibi twitterlar toplumun ortak duygularını harekete geçirmek için atılan mesajlardır (Babacan, 2014: 151).
7. Sonuç
Yeni toplumsal hareketler odaklandıkları konular ve eylemcilerin sınıfsal yapılarıyla eski hareketlerden ayrılıyor olsalar da, bu artık ekonomin belirleyici olmayacağı, sınıfın önemini yitirdiği anlamına gelmez. Sınıf vardır ve hala belirleyicidir. Çevre hareketlerinin en çok karşı olduğu sorun, işçi sınıfı gibi kapitalizm’dir. Çünkü doğaya en büyük zararı insanlardan çok daha fazla fabrikalar zehirli gazlar akıtarak vermektedir. Yeni toplumsal hareketlerinin tabanlarının çoğunun alt-sınıf insanı olmadığı, orta sınıftan insanlardan olduğu doğrudur. Ancak dönüşüme uğrayanda bu sınıftır. Post-endüstri ile birlikte geçmişin işçi sınıfı belli bir birikim elde ederek günümüzün orta sınıfı olmuştur. Yani kuramcıların net çizgilerle ayırmaya çalıştığı eski/yeni ayrımının yapılamayacağını, beklide söylenmesi gereken işçi sınıfından farklı olarak kimlik, inanç, kültür, özgürlük vb. söylemlerin çok daha fazla yeni toplumsal hareketlerin dillendirdiğidir.
Le bon göre, Kitlelerde ilk dikkatimizi çeken unsur kitlelerin bireylerin toplamı olmadığı, bireylerden bağımsız ve onların kontrolünden çıkmış üst bir varlık halini almaktadır. Yani kitle denilince akla ilk bireylerin aklı değil, bireyler üstü kolektif bir akıl gelmektedir. Birey eylemin doğru yanlışlığını ayrımı yapılmasını içinde bulunduğu kitleye devreder. Le bon, kitlerin duygularını irrasyonel ve bilinçsiz eylemler olarak görür. Le bon, yirminci yüzyılın başlarında yaşamış bir sosyolog ve o dönemde henüz yeni toplumsal hareketler ortaya çıkmamıştı. Onun için onun görüşleri üzerinden yeni toplumsal hareketlerinin eylemlerinin okunmasının eksik olacağını düşünüyorum. Yeni toplumsal hareketlerin aktörlerinin işçi sınıfından farklı olarak, büyük çoğunluğu eğitimli insanlardan oluştuğu, onun için eyleme yönelirken rasyonel düşünebileceğini söyleyebiliriz. Olson’un yirminci yüzyılın ikinci yarısında hareketlerin ilk filizlendiği dönemde yaşaması ve aktörlerin eylemlerini rasyonel ve bilinçli olarak ele almasının Le bona göre, daha yerinde olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
- AKSULU, M. (2013). Yeni Toplumsal Hareketler: Türkiye’de Hayvan Hakları Savunuculuğu ve Sosyal Medya (yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Maltepe Üniversitesi, İstanbul.
- BABACAN, M. E. (2014). Sosyal Medya Sonrası Yeni Toplumsal Hareketler. Birey ve Toplum Dergisi, Sayı:7, Cilt:4, 135-160.
- BAYHAN, V. (2014). Yeni Toplumsal Hareketler ve Gezi Parkı Direnişi. Birey ve Toplum, Sayı:7, Cilt:4, 24-57.
- BOZKURT, Y., & BAYANSAR, R. (2016). Yeni Toplumsal Hareketler Çerçevesinde Çevreci ve Gezi Parkı Olayları. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi , Sayı:2, Cilt:14, 276-293.
- DEDE, A. (2015). Yeni Dünyanın Dinamiği Yeni Toplumsal Hareketler. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Selçuklu Üniversitesi, Konya
- ÇETİN, S. (2015). Gezide Sosyal Medya İstatislikleri. http://insanhaber.com/insan- ozel/gezide-sosyal medya-istatislikleri h19098.html. adresinden alınmıştır.
- ÇETİNKAYA, Y. D. (2018). Tarih Teori ve Deneyim. İstanbul: İletişim Yayınları.
- DEMİROĞLU, E. T. (2014). Yeni Toplumsal Hareketler: Bir Literatür Taraması. Marmara Ünüversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Sayı:1, Cilt:2, 133-144.
- ERDOĞAN, B., & KÖRTEN, E. (2014). Yeni Toplumsal Hareketlerin Sınıf Dinamiği: Türkiyede LGBT Hareketi. Marmara Ünüversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, Sayı:1, Cilt:2, 93-113.
- GUSTAVE, L. B. (1997). Kitleler Psikolojisi. istanbul: Hayat Yayınları.
- GÜRAKAR, T. (2014). Bir Direniş Oyunu: Gezi’yi Bourdieu Üzerinden Okumak. Sosyologca, Sayı:7, 230-245.
- SELVİN, E. (2012). Toplumsal Dönüşüm: İlkel İsyanlardan Modern Hareketlere. Boğaziçi Ünüversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Formu Bülteni, 4-7.
- TANGÜN, Y. A., & POLAT, F. (2017). Gezi Ruhu’nun Psikoloji. Sosyal Bilimler Enstitiüsü Dergisi , 375-388.
- TAŞ, G. (2016). Feminizm Üzerine Genel bir Değerlendirme: Kavramsal Analiz, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri. Akademik Hassasiyetler Dergisi , Sayı:1,Cilt:1, 163-175.
- CHARLES, T. (2004). Toplumsal Hareketler. İstanbul: Babil Yay