Edebiyatın her alanında toplumsal bir iz her zaman bulunmaktadır ve genel olarak toplumsallık romanlar üzerinden ele alınmaktadır. Ancak burada inceleyeceğim kitap, şiir ve toplumsallık arasındaki ilişkiyi kurmakta ve modernizm ile bağlantı kurularak irdelemektedir.
Şiir sadece bir kelimeler dizini değildir. Belki de kimileri için öyledir, bilinmez. Şiirde kullanılan her bir kelimenin veya kelime grubunun bir anlamı, toplumsal bir arka planı bulunmaktadır. Toplumsal olma özelliği hep eksik kalmış gibidir ancak şiirde toplumun bir ürünüdür. Sonuçta birey toplumu, toplumda bireyi oluşturur. Bu bakış açısı ile yaklaştığımızda şiirin toplumsal bir olgu olduğunu ve toplumdaki değişimden etkilendiğini görebiliriz. Modernizm hala tartışılan, bittiği düşünülen ya da şekil değiştirdiği ifade edilen ancak tüm dünyayı etkisi altına alan bir akımdır. Bu durum elbette ki şiiri de etkilemiştir.
Ele alacağım, “İmkânsızın İhlali Modern Zamanlarda Şiir” isimli kitabında Furkan Çalışkan on şiirin incelenmesini yapmakta ve kendi bakış açısından yorumlamaktadır. Okurken zaman zaman Michel Foucault’un kavramları da satırlar arasından göz kırpmaktadır. Ayrıca modern zamanlarda şiirin nasıl bir hal aldığını, şiirin anlam derinliklerine inildiğinde aslında ne demek istediğini, sosyolojinin ve felsefenin şiirdeki iz düşümlerini de görmekteyiz.
Eser, Ketebe Yayınları tarafından 2019 yılının Ekim ayında okurları ile buluşmuştur. İlk bölümde yazarın şiire olan bakışı ve eseri yazma noktasında bilgiler bulunmaktadır. Daha sonra on şairin şiirleri incelemekte ve yazarın kendi şiir anlayışı üzerinden yorumlanmaktadır. Kitabın arka kapağında yazılan şu cümleler kitabı özetler niteliktedir: “İmkansızın İhlali, Furkan Çalışkan’ın “bir şiirden” yazılarından oluşuyor. Bu kitapta şair, bir yandan modern zamanlarda şiir sanatının peşine düşerken öte yandan da Türk Şiiri’nden kendi şiir anlayışının izini sürüyor.”
Son zamanlarda şiir üzerine okumalar yaparken karşıma çıkması ve şairin şiire sosyolojik bir gözle bakması eseri okumamda etkili oldu. Ayrıca okurken eksik olarak gördüğüm şiir ve toplumsallık ilişkisini tamamlayan bir eser olması da önemli benim için. “Şiir gerçekten sadece duygunun ifadesi midir?” düşüncesinden yola çıkarak yaptığım okumalarda aslında tam olarak öyle olmadığını ve modernizmin şiiri nasıl etkilediğini bu eser ile görmüş bulundum.
İmkânsızın İhlali Modern Zamanlarda Şiir eserinin önsözünde şairin şiiri anlama ve yaşama üzerine olan başlangıcından bahsedilip şiirin şairden ayrıldıktan sonraki mesafesi üzerine düşünmeye başlamasından bahsedilir. Şair Furkan Çalışkan’ın hayatında etkili olarak gördüğü Cahit Zarifoğlu’nun ‘Meç’ şiirinin kendisi üzerindeki etkisinden ve okuma serüveninden bahsetmiştir. Şiir sadece kelimelerden oluşmaz, kendi içinde bir ritmi, bir mimarisi ve duygu akımını bulundurur. ‘Antik Çin’de şiir için “evreni oluşturan on bir şeyi birleştirir” derler. Modern zamanlarda ise şiir on bin şeyi ayrıştırmak durumunda kalmıştır. Zira bütün bu ‘şeyler’ yalnızca bir ‘uyaran’ mertebesine inmiştir. Uyaran, uyarılanı ‘yok-yere’ çağırır.’ Modern zamanlarda bir yer yoktur, kesin bir yargı ifade etmek güçleşir ve teklikten bahsedilir. Uyaranın olmadığı, herhangi bir şey ile bağınızın olmadığı her yer ‘yok-yer’dir, orası mekân olarak vardır ama insandaki karşılığı yoktur. Belki bilmediğimiz, daha önce hiç gitmediğimiz bir şehre gitmek gibi. Bu bağ olmama hali modern şiirin en önemli belirtilerindendir. Bir kelimeye anlam yükleyip simgeleştirmek şiirin işidir. Bu simgeleştirme işi ise şairin dünyasında oluşur. Mekân ve mimariden şiire uzanan bir analoji yapmıştır şair.
Önsöz kısmında modern kavramı üzerinden bir tartışma açan şair, modernlik kavramının Türk şiiri üzerinden etkisini şu şekilde açıklamıştır; “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrası Türk Şiiri ve yazımı postmodern tekniklerin uygulama alanı olmuştur. Modern olanın kopuşu, postmodern geçişkenlik ve süreksizlikle kendini var etmiştir. Dönüşüm moderndir, teknik ise postmodern.” Modernizm, toplumda bir değişim yaşatmış ve bir süreçtir ancak postmodernizm (kavramın değişik tartışmaları bulunmaktadır) bir uygulama ve teknik ağıdır. Elbette ki şiirde süreç ve tekniklerden nasibini almıştır. Kavramların, anlamların yitip gittiği modern zamanlarda şiiri ele almak içinde bulunduğumuz bu dünyada bizlere bir yol haritası oluşturabilir. Şair bu kitabı yazmasındaki amacını şöyle ifade eder, “Her iyi şair, imkânsızın topraklarına bir şiirden köprübaşı kurar. Amacım o bir şiir üzerinden düşünsel bir diyalog başlatmak, şiirin varlık âleminde bulunan gerçek yerini teyit etmeye çalışmaktır.” Bu amaç doğrultusunda ele aldığı on şiir üzerinden anlam arayışına girişmektedir.
İncelenen ilk şiir Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek şiiridir. Günçe’nin bu şiiri, Türk Şiiri’nde bilincin en somut biçimde nesneleştiği ve görsel olarak yansıtıldığı şiirlerden biridir diye ifade eder şair Çalışkan. Bu şiirde nesne çiçektir. Bütün çağrışımlarıyla çiçek kavramı şiirde yerini almıştır. Bu şiirin müziği halk müziğidir ve bir bağlama unsuru olarak okumaktadır. Günçe’nin “şiiri var olduğu ülkenin hakikatlerini giyinir” yorumu aslında toplumsallığın şiire ve şaire olan etkisinin yorumudur. Ülkenin hakikatlerini giyinmek şiirin meydana geldiği toplumun izlerini taşımaktır ve o eser üzerinden bir toplumu tanımak demektir. Birey toplumdan bağımsız düşünülemez ifadesinin bir göstergesidir, Günçe’nin şiirleri ve Çalışkan’ın yorumu.
Gelse de Trenden şiiri ile Süleyman Çobanoğlu, hece ölçüsünün modernlik dışı olarak görüldüğü bir dönemde hece ölçüsü kullanmıştır. Çalışkan’ın ifadesi ile şair önce kendini gerçekleştirip sonra tekniğe tahakküm kurmasının en iyi örneklerini Çobanoğlu’nun şiirlerinde bulabilmekteyiz. Çobanoğlu’nun yaptığı önemlidir, çünkü akıntının tersine hareket etmek, var olmayı zorlaştırır ve aynı zamanda yeni bir biçimde oluşturmaktadır. Evrensel dünyada yerel kalmak Çobanoğlu’nu ifade edebilir. Tren toplumuzda önemli bir simgedir, ayrılıkların ve kavuşmaların somut halidir. Ancak Çalışkan’ın yorumuyla Çobanoğlu, treni bir metafor olmaktan ve hatta imge olmaktan çıkarır. Bu yüzden bu dizedeki tren kelimesi yenidir. Bu şiirde okuyan da bir özne halindedir ve şiir içinde kendini bulur.
Turgut Uyar’ın Geyikli Gece şiirinde görülür korkunun, güvenin ve isyanın izleri. Modern zamanlarda kaybolan hislere, geleceğe olan endişeye ve bunlara karşı sığınacağımız bir limandır belki de ‘Geyikli Gece’. Çalışkan’a göre Turgut Uyar, modernitenin ‘bir şey kavranmadıkça bir şey değildir’ine de bayrak açar. Herkes ‘Geyikli Gece’deydi ve herkesin bir ‘Geyikli Gecesi’ vardır, sığındığı.
“Osman Konuk’un şiirlerinde, bir başkasının dünyasını izlediğini zanneden okuyucu” aslında aynaya bakmakta olduğunu fark eder diye ifade eder şair Çalışkan. Eserde incelediği dördüncü şiir Osman Konuk’un Melankoli 2012’dir. Konuk’un şiirinde toplumsallığın izlerine pek rastlanmaz. Şair Çalışkan’a göre Osman Konuk toplumsalı ‘ben’e uygular.
Şair Çalışkan’ın hayatında önemli bir yeri olan hiçbir şey anlamadan çok şey anladığı şiir Cahit Zarifoğlu’nun Meç şiiridir. ‘Ağaçlara kılıçlara benzer çocuklar çıkıyor/ erikleri itiyorlar’, dizelerini Çalışkan şöyle yorumlar, “İlk algı çatışmasını ‘erikleri itmek’ ile yaşıyoruz. Niçin itmek? Öncelikle bu bir reaksiyondur, ortada elde edişe veyahut sahip olunana karşı bir sorgulama vardır, üstelik iterek sahip olmak başka bir şeydir. İterek sahip olmak şiire ait bir eylemdir zaten.” Zarifoğlu’nun şiirinde zaman kavramı döngüseldir ve bir sorgulama hâkimdir. Erik kelimesi ve bu kelimenin şiir üzerindeki dönüşümleri ele alınır ve kavramların ayrı ayrı yorumlaması yapılır eserde. Zarifoğlu’nun şiiri incelendiğinde özne ve nesne ilişkisine dair de izler bulunmaktadır.
“Şiir yapmak, toplumla ilgileri kurmaktır en önce” diyen Edip Cansever’in Meduza isimli şiiri bu eserde ele alınan bir başka şiirdir. Çalışkan, Cansever’in şiirini şöyle yorumlamıştır; ‘Cansever, Meduza’yı canlı çekiyor, ‘güz’ kıştan önce yani beyaz ölümden önce bir ön aşama ise erken bir ölümden, geriye bırakılan bir acıdan söz edebiliriz. Bu aynı zamanda modern insanın zaman algısı üzerine de bir reddediştir. ‘Gün ortası alacakaranlık bakışlar’, bir eleştiri ve bir tespit aynı zamanda. Sosyal gerçekliğin tanımlanması açısından insan, oluşan modern dilin insafına kalmıştır, şiir ise bu tür meşrulaştırma gramerine karşıdır.’
Somut sonsuzluğun şairi Ahmet Murat’ın Hayatım şiiri eserde incelenen yedinci şiirdir ve bu şiir ‘hiçbir biyografik arka plana gereksinim duymadan şairin hayatı ve poetikası arasındaki boşluksuz ilişkinin bir örneği’ olarak ifade edilir eserde. Şair Çalışkan Hayatım şiirini şöyle yorumlamaktadır, ‘Statik ve muğlâk olan hiçbir şey bu şiirin konusu değildir. Zira şiirde modern muğlâklıklar dili sözden ayırmak isteyip buna başaramamaktan kaynaklanır. Aslında dilin yetilerini belagatin pragmatizmine feda etmek isteyemeyen şair için bu düşünülmesi gereken poetik bir meseledir. “Mantık dersinde bastıran uyku” işte tam burası şiirin kendi rasyonalitesini kurduğu alandır. Mantığı bastırması fakat bilinci kapatmaması gerekiyor. Ruhun deneyimleri ile maddenin gerçekliği arasında, bilhassa bilginin manipülatif sapmalarını giderebilecek saf bir alan sunuyor şiir bize. ‘Hayatım’ şiiri tam buradan var olan bir şiir.’
Furkan Çalışkan’ın kendi şiir arayışının izini sürdüğü bu eserde Türk şiirinde ayrı olarak Paul Celan’ın Corona isimli şiiri yer almaktadır. Çalışkan ise şu şekilde yorumluyor, ‘ “Güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz”, Celan şiire ön hazırlık ve de dekoratif bir süreçle başlamıyor, velâkin en son da söyleyeceğini en başta söylemesi gibi bir durumda söz konusu değil. Özne çift; ben ve biz. İki dost, modern şiirde sonradan çok sık kullanılacak olan bir kanal. Dize bütününü düşünürsek, kelime çağrışımları ve öznelerin konumu üstünden, anlam direkt olarak zaman ve gerçekliğe dair bir icat olarak karşımıza çıkıyor.’ Genel olarak bir özne- nesne, dış gerçeklik- iç gerçeklik bağlamında bu şiir incelebilir.
İbrahim Tenekeci’nin Terden Bembeyaz şiiri ele alınmıştır. ‘Gündelik hayatın bilgisi genel olarak Tenekeci şiirinin ham maddesidir. Bu bilgiyi varlığın izini sürmek için kullanır: ‘Bir şey geldi bize, bereketi olmayan / ekmeksiz yenilenen yemekler’ dizesinde olduğu gibi. Şairin ulaşmaya çalıştığı anlam ‘bereket’ kavramının oluşturduğu ‘biz’dir. Bereket, emek ve yorgunluğu da sözlükten çağırır. Şiirinin adının ‘Terden Bembeyaz’ olması da bununla ilintilidir. Bir umudu çağrıştırır aynı zamanda büyük bir yorgunluğu. Umut, emeğin ve yorgunluğun gerçeğe sunduğu bir adaktır. Tenekeci bunun şiirini yazar.’ olarak yorumlanır eserde.
Bu eserde ele alınıp yorumlanan son şiir Hakan Arslanbenzer’in Kahramanlık Mümkündür şiiridir. Şiirde hem toplumun tarihin bilincine hem de gündelik yaşamda sıkça kullandığımız kavramlara yönelik izler bulunmakta ve karşıtlıklar yer almaktadır. Çalışkan, bu şiiri şöyle yorumlamıştır, ‘Arslanbenzer’in bu şiiri, bir Neo-Epik eylem amentüsü olarak güvercinin toprak olacak olandan ayrılışına dair ciddi bir okuma deneyimi sunuyor. Karşıtlıklar arasında herhangi bir hiyerarşi yok bilakis bunu reddetmenin poetik motivasyonunun unsurlarından biri olduğunu muhakkak. Mamak ve Dobruca’nın yan yana gelmesi, Anafartalar Çarşısı’nın bir mekan olarak seçilmesiyle zaman-mekan bağlamını şimdiye yaklaştırması ve sonra yüzyılın ilk çeyreğine tekrar gitmesi bütün bunların göstergesi. Bu şiir tarih duygusu taşımaz, tarih kişileşmiş, somutlaşmıştır. Şiirin duygusu ise gündelik hayata aittir.’
Genel olarak esere baktığımızda incelenen her bir şiirde toplumsal bir bağın olduğu ve modernizmin şiiri nasıl etkilediği görülmektedir. Her bir şiirin farklı anlam ve geçmişi vardır. Şiirlere bu yazıda yer verilmemiştir. Genel olarak şiirlere dair Furkan Çalışkan’ın yorumlamasına ve kendisinin şiir anlayışına değinilmiştir. İmkânsızın ihlali olarak şiir olduğu zamandan ve mekândan çok farklı bir anlatıma sahiptir. Şiirin, şairinden ayrıldıktan sonra aldığı mesafenin üzerinden düşünmeye başlayan şair Çalışkan’ın bu düşüncesi bir anlamda bizlere şunu hatırlatmaktadır, toplumsal olan her şey bireyi etkiler, şekillendirir ve böylece bireyin ürünü olan her şey aslında dönüp dolaşıp toplumun bir ürünü olmaktadır. Şiirde şairlerin yaşantısından, fikir dünyasının bir ürünüdür ancak toplumun etkisi de yadsınamaz. Bu bakış açısından şiire baktığımızda şiirin sadece duygulara has bir yazıt olmadığını, toplumdan beslendiğini görmekteyiz.
Şiire ilgi duyanların, modernizm, edebiyat okumaları yapanlar güzel ve dolu dolu bir kaynak. Bir şiirin nasıl okunabileceğini, kelimelerin arkasına saklanan anlamları bulma konusunda yol gösterici. Şiirin hem kendi bakış açımızdan hem da şairin bakış açısından okumak ve iki ayrı okumanın verdiği hazzı yaşamak isteyenlere tavsiye edilir…