George Simmel’in ve Sosyolojisinin Biyografik/Entelektüel Etkileri Bağlamında İncelenmesi

George Simmel’in ve Sosyolojisinin Biyografik/Entelektüel Etkileri Bağlamında İncelenmesi
george simmel
0

ÖZET

George Simmel yaşadığı dönemin ve aldığı eğitimin de etkisiyle döneminde sosyoloji adına çalışmalar yapmış fakat diğer düşünürlere oranla başarılı olamamıştır. Simmel çalışmalarında toplumsal yaşamı bir bütün olarak değil daha çok gündelik yaşam kesitleri üzerinden açıklamaya çalışmıştır. ‘’Yaşadığı yüzyılda sosyal bilimler geneli ve sosyoloji disiplini özelinde doğa bilimleri ve onun felsefesi olan pozitivizmin baskın karakteri içerisinde sosyolojinin tıpkı doğa bilimleri gibi ele alınmasına karşı çıkmış ve sosyolojinin kendi formlarını oluşturabilme çabasını savunmuştur’’ (KAHRAMAN, 2018, s. 81-99). Simmel sosyolojisinin kaynakları da onun sosyolojiye odaklı çalışmaları sonucunda ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, Simmel sosyolojisi ve sosyolojiye katkıları incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Simmel, Toplum, Çatışma, Etkileşim, Para Felsefesi

GİRİŞ

‘’George Simmel (1858-1918) ortaya koyduğu sayısız eser ile sosyolojinin ‘neliği’ sorusu üzerine düşünülmesini sağlamış, sosyolojinin holistik ve farklı doğa bilimleri ile ilişkilendirilme ve özümlenme çabalarının dışında, toplumsal fragmanlar/kesitlerin incelenmesi gerekliliği üzerine düşünmüş klasik isimler arasındadır’’ (KAHRAMAN, 2018, s. 81-99).

Simmel’in entelektüel çerçevesinin oluşması aşamasında Kant, Schopenhaur, Spencer, Dilthey, Nietzsche gibi birçok düşünürün görüşleri ve çalışmalarının etkili olduğu söylenebilir. Simmel etkilendiği düşünürlerin yanı sıra bazı düşünürleri de etkilemiştir. Hem dostu hem de entelektüel anlamda çalışma arkadaşı olan Max Weber onun düşüncelerinin gelişmesinde etkili olmuş isimlerdendir. Simmel aynı zamanda yaşadığı dönemde akademi tarafından dışlanmıştır. Bu durum onun çalışmalarının diğer düşünürlere oranla daha az kabul görmesinin sebeplerindendir.
‘’Simmel’in 1890’larda sosyolojiyle ilgilenmesini önemli kılan nokta, Weber’in ilgisinin hukuk ve tarihten sosyolojiye dönüşünden önceki döneme gelmesiyle birlikte, Simmel’in verdiği derslerin Alman toplumsal düşüncesine on yıllar boyunca farklı açılardan hükmedecek ve yön verecek entelektüeller grubu üzerinde kalıcı ve oldukça büyük etkisinin olmasıdır’’ (KAHRAMAN, 2018, s. 81-89).
Simmel’in toplum üzerine getirmiş olduğu geniş çaplı düzenlemeler onun sosyoloji anlayışının anlamlandırılmasını zorlaştırmıştır. Simmel’in yaşadığı dönemde, sosyal bilimlerin doğa bilimlerine karşı olan durumu ve akabinde dönemin akademisine hâkim olan pozitist anlayış geçerliliğini belli bir oranda kaybetmeye başlamıştır. ‘’Bu anlamda 19. yüzyılın sonlarına doğru sosyoloji kendi ‘neliği’ üzerine sorgulamasını gerçekleştirirken, diğer disiplinlerden bağımsız bir şekilde var olabilme mücadelesini destekleyen isimlerin başında Simmel gelmektedir. Ona göre sosyoloji diğer sosyal bilim disiplinlerinden farklı olduğu gibi diğer disiplinlerin içerisinde eklektik bir bilim olamayacak kadar geniş bir araştırma alanını kapsamaktaydı. Bu alan psikoloji ya da ekonominin içerisinde eritilmemeliydi’’ (KAHRAMAN, 2018, s. 81-89).

1.GEORGE SİMMEL’İN HAYATI VE AKADEMİK KARİYERİ

1.1.George Simmel’in Hayatı

Simmel 1 Mart 1918 yıllında Berlin’de doğmuştur. Yahudi kökenli bir ailenin yedi çocuğunun en küçük olanıdır. Babası başarılı bir tüccardır ve Simmel çok gençken ölmüştür. Simmel 1876’da Berlin Üniversitesi’ne kaydolmuş ve burada tarih, felsefe gibi birçok dersin eğitimini almıştır.
1881 yılında ‘’Kant’ın Fiziksel Metodolojisine Göre Maddenin Özü’’ isimli tezi ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Simmel 1885’de privat doçent olarak görev yapmaya başlamıştır. Simmel 1890’da bir demiryolu mühendisinin kızı ve aynı zamanfa felsefi yazarı olarak da bilinen ‘’Gerturd Kinel’’ ile evlenmiştir. Evliliğinden Hans adında bir oğlu olmuştur.
‘’Simmel, tarihten felsefeye, psikolojiden sosyal bilimlere uzanan geniş ve tutarlı bilgileriyle tanınır. Simmel, kendi çalışmaları ve kariyeri boyunca bir üniversiteden diğer üniversitelere sürekli geçen Alman akademisyenleri izlememiştir. Onun çalışmaları hep mantıktan ve felsefe tarihinden ahlaka, sosyal psikolojiye ve sosyolojiye yöneliktir’’ ( (BİNGÖL, 2016, s. 6-21).
Simmel; Kant, Schopenhaur, Darwin, Spenecer gibi birçok düşünürün felsefi anlayışınlarına derslerinde yer vermiştir. O geleneksel kültüre nazaran daha çok modern bir kent insanıdır. O birçok çalışması olmasına rağmen ne sosyolog ne de bir filozof olarak okul kurma girişiminde bulunmamıştır. ‘’ Eserlerinde başkalarının yaratılışlarına pek az değindiği bir başkaları da onu, kendi başına yürüyen bir bilimsel görüş tezahürü olarak kabul ve telaki etmek mecburiyetinde kalmışlardır’’ (BİNGÖL, 2016, s. 6-21). Simmel, düşüncede birçok teori üretmiş olsa da hayata geçiremiştir. Bu durum da onun başarısızlığının sebebi olarak gösterilebilir.
1.2.Simmel’in Entelektüel Kariyeri ve Tıkanma Nedenleri
Simmel, lise eğitimini tamamladıktan sonra Berlin Üniversitesi’nde felsefe eğitimine başladı ve 1881’de doktorasını tamamladı. Simmel’in mezun olduğu dönemde genel çerçevede Almanya özel alanda ise Berlin bir geçiş dönemi yaşıyordu. Ülke bir bütün olarak sanayileşmekteydi ve Simmel’in yetişkinlik döneminde de Almanya, İngiltere ve Fransa’yı gibi ülkeler üretkenliğini arttırmış, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin gerisinde kalmıştı. ‘’Ancak bu hızlı sanayileşme kritik bir ayrışmayı beraberinde getirdi. Burjuvazi hızlı bir ekonomik gelişme sağlamasına rağmen eski feodal seçkinlerin gücünü eline geçiremedi. Eski ve yeni arasındaki bu gerilim Birinci Dünya Savaşı’na götüren ve nihayetinde Hitler ve Nazizm’in ortaya çıkış koşullarını yaratan yıkıcı politikalar üretti’’ (BİNGÖL, 2016, s. 6-21).

‘’Simmel, Alman ve hatta Avrupa sosyolojisinde önemli bir yere sahiptir, çünkü bu yeni bilimin kurucularından biri olurken bunu kendi yöntemiyle, felsefeden ayrılmaksızın gerçekleştirmişti. Aslında sosyoloji onun için felsefe yapabilmenin yeni bir aracı olmuştu, çünkü yeni metafizik düşünme yolları açmıştı. Dahası estetik, onun çalışmalarını kaplamıştı, zira o, zamanın hatta zamanımızın, toplumsal ilişkilerin incelikli, yani nezaket, çekingenlik, giyim-kuşam, bağlılık ya da şükran gibi ince, kaypak ve kavranması güç alanlarına dikkat çeken nadir sosyologlardandı’’ (BİNGÖL, 2016, s. 6-21).
Simmel’in bütün bu çalışmalarına rağmen akademik hayatı bir fiyaskodur. Onun başarısızlığının ilk nedeni ‘’anti-Semitizmin yaygın olduğu on dokuzuncu yüzyıl Almanya’sında bir Yahudi olmasıydı’’ (BİNGÖL, 2016, s. 6-21). Diğer bir nedeni ise çalışmalarını yürütme biçimidir. Simmel’in aynı zamanda akademik görevinin de sabit ve düzenli olmamasını onu meslektaşlarından geri kalmaya mecbur etmiştir.
‘’Ancak Simmel, geniş bir aydınlar ve sanatçılar topluluğu arasındaki popülerliğine ek olarak, birçok akademik başarı elde etti. Weber ve Tönnies ile birlikte Alman Sosyoloji Derneği’nin ortak kurucusu oldu ve çalışmaları ilk kuşaktan sosyologlar tarafından geniş ölçüde okundu, onlardan alıntılar yapıldı ve saygı gördü’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Özetle Simmel’in etkilendiği düşünürler çerçevesinde sayabileceğimiz isimlerin en önemlileri kuşkusuz Kant, Durheim, Weber ve Spencer’dır.

1.2.1.Simmel ve Weber

Simmel sosyoloji çalışmalarını Alman çalışma arkadaşı ve dostu olan Max Weber ile 1890-1920 yılları arasında yayınlamıştır. Benzer bir toplumsal dönemde yaşamış olmalarının yanı sıra aldıkları eğitimin farklı olmasından dolayı sosyolojiye bakış açıları belli oranda farklıdır. Hukuk ve ekonomi eğitimi gören Weber Almanya’daki metodoloji tartışmasına tepki koymuş ve soyut yasalar geliştirmekten uzak duran özel bir sosyoloji geliştirmek için çabalamıştır. Simmel ise ahlak, etik, estetik ve diğer birçok konuyu felsefi bir bakış açısıyla ele alıp incelemiştir.

Ancak o, ‘’Weber’den farklı olarak, sosyolojinin toplumsal düzenle ilgili zamandan-bağımsız geçerli yasalar geliştirmeye yönelmesi gerektiğine inanır: bu bakış açısının kaynağı onun Kant’çı yönelimidir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bütün bunların nazarında Simmel ve Weber’in en azından bir noktada hemfikir olduğunu söylemek mümkündür. İkisi de Marksizim’in ideolojik ve teorik açıklamalarını reddetmektedir.

1.2.2. Spencer, Sosyal Darwinizm ve Simmel

‘’Simmel, diğer çoğu klasik teorisyen gibi, modern sanayi toplumlarının doğasını anlamaya çalışır. Simmel’in 1890’da yayınlanan ilk sosyolojik incelemesi Toplumsal Farklılaşma’nın başlığı onun gözlemlediği temel bir toplumsal değişmeyi anlatır: modern toplumlar geçmiştekilere göre çok daha fazla farklılaşma içindedir. Spencer gibi Simmel de bu değişimi evrimci terimler içinde ve insani ilerlemenin bir göstergesi olarak değerlendirir. Gerçekte Simmel bu süreci ‘dikey gelişme’ olarak niteler. Ayrıca, tıpkı Spencer gibi, iddialarını kanıtlamak için çoğu kez organizmacı analojilere başvurur’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Ancak Simmel, Spencer’ın aksine çalışmalarında analojileri toplumsal olgularla bütünleştiremez. Daha sonraki çalışmalarında evrim sürecini ele alarak insanlar üzerindeki etkilerini göstermeye çalışmıştır.
Toplumsal Farklılaşma’daki evrimci tartışma, Simmel’in aynı zamanda ilgi çekici olmayan yanına örnektir. ‘’Bu tartışmada Sosyal Darwinizm’in 19.yüzyıl sonundaki revaçta olan ancak daha sorgulanabilir bazı yanlarını benimser’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bütün bu tartışmalar çerçevesinde onun modern toplumlardaki farklılaşmalara yaklaşımının genel düzeyde ele alındığı söylenebilir.

1.2.3. Immanuel Kant ve Simmel Düşüncesi

Kant ve Simmel arasındaki bağlantının onun ‘‘Toplum Nasıl Mümkündür?’’ yazısında yer aldığını söyleyebiliriz. Bu yazı ilk olarak ‘’Sosyoloji: Toplumlaşma Biçimleri Üzerine Araştırma’’larda karşımıza çıkmaktadır. ‘’Simmel’e göre, Kant’ın felsefesinde temel soru ‘doğa nasıl mümkündür?’, daha doğrusu ‘insanın doğa (dış dünya) hakkındaki bilgisi nasıl mümkündür?’ sorusudur’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Kant bu sorunun cevabını açıklarken gözlemcilerin, gözlemleri sonucunda ulaştıkları sonuçların kavramsal olarak dönüştürülmesinde kullandıkları apriori kategoriler olduğunu söylemiştir. Yani doğadaki elementlerin kavramsallaştırılması belli bir gözlemci ile mümkündür. Ancak Simmel’e göre bu durum yalnızca gözlemcilerin araştırması ile mümkün değildir. Simmel’in sözleriyle ‘’toplumun birliği hiçbir gözlemciyi gerektirmez. O doğrudan kendi elementleri [yani, inşalar] tarafından algılanır, zira bu elementler bilinçli ve sentezler yapan varlıklarıdır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel, bunlara ek olarak sosyolojik teorinin gelişimi açısından farklı bir görüşü de benimsemiştir. Kant üzerine olan araştırmasının da etkisiyle toplumsal yapıların insan davranışlarının etkisi üzerinde önceden ve onlardan bağımsız olarak sistematik bir şekilde etkilendiğini vurgulamıştır. ‘’Bu argümanı, insanların deneyimlerinin araştırma- nesneleri olmasından kaynaklanan güçlüklere rağmen, toplumsal eylemin teorik ilkelerinin ortaya konulabileceğini göstermek için kullanır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Özetle Simmel’in sosyolojisinde, ‘’katılımcıların niyetleri dikkate alınmadan, temel toplumsal formlar- çatışma, grup ilişkileri, alışveriş, büyüklük, eşitsizlik ve mekân- belirlenmeye çalışılır. Bu formlar insanların içinde amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştıkları yapıyı (veya Kant’ın ifadesiyle ‘kategoriler’i) oluşturdukları için, onların toplumsal davranışları nasıl etkiledikleri hakkındaki bilgiler bizi teoriye götürebilir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bu anlamda Simmel’in sosyolojisinin Kant’çı bir eğilimde olduğunu söylemek mümkündür. Simmel’in Weber ile beraber Marksçı yönelime karşı olması ve eleştirmesi de buradaki felsefi anlayışından kaynaklanmaktadır.

1.2.4. Karl Marx ve Simmel

Simmel’in sosyolojisinin bir bölümünün Marx’ın temel eseri olan Kapital’in eleştiri ve akabinde onun temel devrimci hedefinin reddini içerdiğini söylemek mümkündür. ‘’Kapital metaların (bunlara insanlar da dahildir) değerinin bu metaları üretmek için gerekli emek-gücünden kaynaklandığını gösterme girişimidir; Marx bunu ‘emek-değer teorisi’ olarak adlandırır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel, Para Felsefesi’nde, Marx’ın emek-değer teorisine, insanların maddeleri arzulama biçimleri açısından ele alarak itiraz eder. ‘’Hegel’den ziyade Kant’ı izleyen Simmel’e göre, bireylerin farklı (gerek kapitalist gerek sosyalist) toplumlarda metalara yükledikleri değer en iyi şekilde, kültürel ve yapısal olguların hem kıt hem de arzulanır şeyleri sistematik olarak nasıl etkiledikleri gösterilerek açıklanabilir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel akabinde Marx’ın tezini bir değişim aracı olması sebebiyle de reddetmektedir. ‘’Marx, Kapital’de, kapitalizmin zorunlu sonuçlarından birinin insanların birbirlerine ve ürettikleri metalara yabancılaşması olduğunu göstermeye çalışır. Marx’a göre, bireyler bu konuda insanlar olarak kendilerini hayvanlardan ayıran etkinlikler üzerinde hiçbir kontrole sahip değillerdir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel, Marx’ın bu yabancılaşma kuramını büyük oranda farklılaşmış bir toplumda insanların kaçınılmaz olarak yabancılaşacağını söyleyerek açıklamaktadır. Simmel, bireylerin gündelik hayattaki yaşantıları üzerinde herhangi bir kontrol gücüne sahip olmadığını vurgulamaktadır. Ona göre, bu kontrol gücünün yetersizliği bir değişim aracı olan paranın varlığı ile bütünleşince yabancılaşma azalacaktır. Özetle ‘’Simmel, Marx’a karşı çıkarak, paranın yaygın kullanımının mekân olarak birbirinden uzak insanlar arasında alışverişi mümkün kıldığını ve böylece birçok farklı toplumsal bağ yaratıp yabancılaşma düzeyini düşürdüğünü öne sürer’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel son olarak da Marx’ın yabancılaşma problemini ele alış şeklini de eleştirir. Buradan hareketle Simmel, bireylerin gelişmelerinin iş birliğine dayalı bir toplumdan ziyade rekabetçi bir toplumda gelişebileceğini söylemektedir. ‘’Simmel, rekabetin ‘zehirli, bölücü, yıkıcı etkiler’e sahip olabileceğini kesinlikle yadsımaz; daha ziyade, bu engellerin rekabetin olumlu sonuçları ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtir. Para gibi rekabetin de insanlara ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla özgürlük sağladığını ve bu anlamda, tamamen örgütlü bir toplumda yurttaşların yabancılaşma ihtimalinin daha düşük olduğunu öne sürer’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Buradan hareketle Simmel’in rekabetçi bir ortamda bireyler arası ilişkilerin güçlendiğini ve değer yaratmanın önemli bir aracı olduğunu söylemektedir. Özetle Simmel’in Marksist düşüncenin komünist ve sosyalist rejimlerini reddettiğini söyleyebiliriz.

1.3. George Simmel’in Eserlerine Dair

Simmel’in eserleri geleneksel olarak üç evrede ele alınmaktadır. Bunlar;
1) Pragmatizm (Spencer) ve evrim kuramının (Darwin) etkisi altındaki bir erken dönem Simmel
2) Para Felsefesi (1900) ile birlikte Kant’a dayanan ve sosyolojik problematiğin çekim alanı içine girmiş olan bir orta dönem Simmel
3) Yaşama felsefesine yönelen ve yeni bir metafizikten söz eden bir geç dönem Simmel, şeklinde sıralanabilir (YILDIZ, 2012, s. 6-67).
‘’Simmel çok verimli bir yazardı. Yaşamı boyunca iki yüzden fazla makalesi geniş bir çeşitlilikteki dergi, gazete ve magazinlerde belirdi ve çok daha fazlası ölümünden sonra yayınlandı. Felsefe, etik, sosyoloji ve kültürel eleştiri alanında on beş önemli eser ve bunlardan ayrı daha az önemli sayılabilecek beş ya da altı eser yazdı’’ (YILDIZ, 2012, s. 6-67).
Simmel’in doktora tezinden sonra yayınlanan ilk yazısı ‘’Toplumsal Farklılaşma’’dır. Bu esrinde farklı bir özellik ortaya koymuştur. 1894’de ‘’Toplumbilimin Sorunları’’ adlı yazısında toplumbilimin deneysel bir eğilimle kurulması gerektiğini vurgulamıştır. 1900 yılında en önemli eseri olan ‘’Para Felsefesi’’ni yayınlamış ve bu eseri için ‘’bu gerçekten benim kitabım’’ demektedir. 1908’de yazmış olduğu ‘’Sosyoloji: Toplumlaşma Biçimleri Üzerine’’ adlı eseri onun sosyoloji camiasında tanınmasını vesile olmuştur ve en büyük eserleri arasında yerini almaktadır.

2.GEORGE SİMMEL’İN SOSYOLOJİSİ

George Simmel meslek hayatı boyunca düzenli bir akademik konuma sahip olamamıştır. Yahudi kökenli olmasından kaynaklanan ayrımcılığını dostu Weber’in ücretli olarak özel ders vermesi kapsamında ayarladığı işler sayesinde gidermeye çalışmıştır. Simmel kendini sürekli geliştiren bir düşünür olsa bile yaşadığı ve bulunduğu mekanların etkisi, bunların nazarında da açıklamalarının yetersiz olması sebebiyle ilerleme kaydedememiştir. Yine de onun sosyolojisinin 1950’lerden sonra rağbet görmeye başladığını söyleyebiliriz.

2.1. Simmel’in Metodolojisi

Simmel, 1894 yılının ilk zamanlarında ‘’Sosyolojinin Problemi’’ başlıklı makalesinde, temel etkileşim biçimlerinin sosyolojisinin gelişmesi için gerekli olduğunu söylemektedir. 1908 yılında ‘’Sosyoloji. Toplumlaşma Biçimi Üzerine Araştırmalar’’ adlı kitabının ilk bölümünde yeniden değerlendirir. Son olarak 1918 tarihli ‘’Sosyoloji’nin Temel Problemleri’’ adlı eserinde olgunlaştırarak ortaya koymaktadır.
Simmel’e göre ‘’sosyolojiye akademik bir araştırma alanı olarak meşruluk kazandırmak için, kendine has ve ‘net bir içeriğe sahip, metodolojik bakımdan belirli bir problem etrafında’ gelişen yeni bir disipline ihtiyaç olduğunu öne sürer’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Onun bu tartışması üç soru etrafında şekillenmektedir. Bu sorular:
1) Toplum Nedir?
2) Sosyoloji Toplumu Nasıl Araştırmalıdır?
3) Sosyolojinin Problem Alanları Nelerdir?

Toplum Nedir?

Simmel’in ilk soruya cevabı oldukça açıktır: ‘toplum’ ‘’insanlar arasındaki etkileşim’’- bu insanlar birbirlerine karşılıklı olarak etkileyecek ve gruplar veya diğer toplumsal birimler içinde organize olacak tarzda- yeterince sıklık ve yoğunlukta ortaya çıktığında var olur’’. Onun ifade biçimiyle ‘nispeten kalıcı etkileşimleri anlatır. Daha özelde ise çıkar ve dayanışmalar çerçevesinde örgütlenen yapılar ve benzeri etkileşimlerdir.
‘’Toplumun bu şekilde tanımlanmasının önemi, toplumsal organizasyon örüntülerinin temel etkileşim süreçlerinden oluştuklarının kabul edilmesidir. Bu yüzden, etkileşim önemli bir araştırma alanıdır. Sosyoloji, onun sözleriyle, ‘’insanın tüm doğası ve tezahürleri içinde, diğer insanlarla etkileşim sırasında yaşadığı koşullar tarafından belirlendiği kabulü ’dür’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Özetle; akademik bir disiplin olarak sosyoloji bireyin toplum içinde kendi halindeyken değil, gruplar ve grupsal düzenlemeler sayesinde etkileşim içinde olduğunu vurgulamaktadır.

Sosyoloji Toplumu Nasıl Araştırmalıdır?

Simmel’in ikinci soruya cevabı sosyoloğun toplum üzerine olan araştırmalarına biçim ve içerik ayrımı yaparak başlaması gerektiği şeklindedir. Örneğin; ‘’Geometri maddi nesnelerin uzaysal formlarını inceler; bu uzaysal formlar aslında açıkça farklı türden maddi içeriklere sahip olabilseler de geometrideki soyutlama süreci incelene nesnelerin özel içeriklerinin ortak özellikleri veya formlarına vurgu lehine dikkate alınmamasını gerektirir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel de bu geometri üzerinden açıklanan biçim ve içerik ayrımını sosyolojinin nasıl araştırılması gerektiği noktasında uygulamaktadır. Etkileşim biçimleri ve içerikleri ayrımı da Simmel’e göre ‘’özel bir toplum bilim imkânı’’ sunmaktadır.
‘’Simmel’e göre, toplumsal formlara ilgi sosyolojiyi, özellikle kendi döneminde Almanya’da, diğer sosyal bilim disiplinlerinden temelde farklı hedeflere yöneltmiştir. Örneğin, sosyoloji belirli aileler veya evlilikleri betimlemekten ziyade, küçük gruplar içindeki etkileşimleri etkileyen yasaları ortaya çıkarmaya çalışır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Oldukça farklı amaçlara sahip bu gruplar her şeye rağmen üyelerinin karşılıklı ilişkileri çerçevesinde özdeş davranışlar sergileyebilirler. Yöneten-yönetilen ilişkisinde, rekabette ve iş bölümünde dahi bulunabilen bu özdeşlik çıkarlar farklı olsa dahi aynı olabilir.
Özetle Simmel’in toplumsal etkileşim biçimleri için ‘’zamandan ve mekândan bağımsız yasalar’’ geliştirmenin mümkün olduğuna inandığını söyleyebiliriz.

​Sosyolojinin Problem Alanları Nelerdir?

Simmel’in bu soruya cevabı önceki iki soruya nazaran kalıcı bir etkide bulunamamıştır. Ona göre sosyolojinin incelenmesi noktasında ‘’metodolojik bir güçlük’’le karşılaşmaktayız. Bu noktada da sosyoloji ancak toplumun tam olarak kavranması ve araştırma noktalarında da bir rehber olabilmesi durumunda mümkün olacaktır. Bu temelden hareketle ‘’Sosyolojinin Temel Problemleri’’ başlıklı çalışmasında sosyolojinin temel problemi olarak gördüğü üç alandan söz etmektedir.

Bunların ‘’ilki, tarihsel gelişmenin sosyolojik olarak araştırılmasını ifade eden genel sosyolojidir. İkincisi, etkileşim biçimlerinin tarihten bağımsız olarak araştırılmasını ifade den ‘saf’ veya formel sosyolojidir.. Üçüncüsü ise toplumun epistemolojik ve metafizik yanlarının sosyolojik olarak araştırılmasını ifade eden felsefi sosyolojidir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

1. Genel Sosyoloji

Simmel genel sosyoloji için olarak ‘’makro düzeyde toplumsal olarak biçimlenen tüm tarihsel hayatı araştırır demektedir. Fakat tarihsel gelişim süreci de farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. ‘’Simmel, sosyolojik yaklaşımı sosyolojik olmayan yaklaşımdan ayırmak gerektiğine inanır. Örneğin Simmel’e göre, Emile Durkheim tarihsel gelişmeyi ‘organik basitlikten mekanik eşanlılığa doğru ilerleyen bir süreç’ olarak görürken, Comte bu sürecin üç bağımsız evre -teolojik, metafizik ve pozitif evreler- aracılığıyla geliştiğini düşünür’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel hem Durkheim’ın hem de Comte’un fikirlerini mantıklı bulsa da sosyolojiye belirli bir katkılarının olmadığını söylemektedir. Ona göre, gözlenebilen yapıların gelişimi sosyoloji için önemlidir. Simmel’ göre bireylerin içinde bulunduğu toplumların bütünüyle incelenmesi sonucunda geçerli sonuçlara ulaşılabileceği görüşü hakimdir. Ancak bütün bu görüşlerine rağmen Simmel genel sosyolojinin içeriği ile ilgili somut bir çözüm yoluna ulaşamamıştır.

2. Saf veya Formel Sosyoloji

Simmel’e göre ‘’saf veya formel sosyoloji’’ genel olan toplumsal formaları incelemeyi gerektirir. Nitekim ‘’Toplum bireyler arasındaki etkileşim olarak kavrandığında da bu etkileşimin betimlenmesi en kesin ve en temel anlamda toplum biliminin görevidir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Buradan hareketle Simmel’in probleminin de toplumsal etkileşim biçimlerinin temel niteliklerini ortaya koymak olduğunu söyleyebiliriz.
Simmel neticede saf veya formel sosyoloji üzerine iki temel form geliştirmiştir. Bunlar:
– Farklılaşma, çatışma ve alışveriş gibi genel toplumsal süreçlerden ve,
– Yapısal rol ilişkilerinden bahsetmektedir.
Simmel’in ‘’Sosyoloji: Toplumlaşma Biçimleri Üzerine Araştırmalar’’ın içeriğine bakıldığında ‘Grubun nicel belirlenmişliği’, ‘Çatışma’, ‘Sır ve sır toplumu’, ‘Grubun kendini idamesi’, ‘Grup ilişkileri ağı’ vb. birçok konunun yer aldığını görmekteyiz. Ancak Simmel ‘’saf ve formel sosyoloji’’si üzerine de kesin bir çözüme ulaşamamıştır.

3. Felsefi Sosyoloji

Simmel’in ‘’Felsefi Sosyoloji’’ girişiminin bir bilim olan Sosyoloji’nin gelişiminde felsefi sorunlarının ne derece önemli olduğu üzerine olduğunu söylemek mümkündür. ‘’Empirik olguların doğası konusundaki modern bilimsel tutum, onun ifadesiyle, ‘toplum olgusuyla ilgili bir sorunlar yumağı’ yaratır. Bu sorunlar felsefidir ve epistemoloji ve metafizik konularında yoğunlaşır. Epistemolojik problem sosyal araştırmanın temelini oluşturan ana bilişsel kabullerden biriyle ilişkilidir: insanın varoluş amacı toplum mudur, yoksa toplum sadece bireysel hedeflerin bir aracı mıdır?’’ (TURNER, 2017, s. 273-314)
Simmel söz ettiği felsefi sosyoloji üzerine de yeterli ve somut açıklamalarda bulunamamıştır. Toplumun ve bireyin varoluşunun nedenlerinin bilimsel bir metot dışında açıklanamayacağını vurgulamıştır. Simmel bu noktada da açıklamalarında yetersiz kalmış ve bunun eleştirisini yaparak kabul etmiştir. Bu başarısızlığının sebebinin de Simmel’in genel geçer yapıları ortaya koyamamasından dolayı kaynaklandığını söylemek mümkündür.

2.2. Grup İlişkileri Ağı

‘’Grup İlişkileri Ağı’nda gruba katılma örüntülerinin toplumsal farklılaşmayla nasıl değiştiği ve bu değişikliklerin insanların gündelik hayattaki davranışları açısından sonuçları sosyolojik açıdan analiz edilir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel Grup İlişkileri Ağı ile ilgili görüşlerini ilk kez ‘Toplumsal Farklılaşma’ adlı eserinde ele alır. Simmel de diğer klasik düşünürler gibi modern tarihsel ilerlemenin tarih bir düreçte ilerlediğini söylemektedir. Ona göre söz konusu gelişmeyi kronolojik olarak incelemektense daha özel bir biçimde ele almak faydalıdır. Simmel’in bu yöntemle özel bir toplumsal form belirlediğini söylemek mümkündür.

2.2.1.Bir Toplumsal Form Olarak Grup İlişkileri Ağı

Toplumsal formların insanların amaçlarına ulaştıkları etkileşim biçimleri olduğunu söylemek mümkündür. Simmel ‘’Grup İlişkleri Ağı’nda, toplumu oluşturan sosyal yapılar ağındaki değişimlerin insanları etkileme derecesiyle ilgilenir. Gerçekte, ona göre, bir kişinin ait olduğu grupların miktarı ve onları şekillendiren temel etkileşimleri grupların karşılamayı amaçladıkları çıkarlardan bağımsız olarak etkiler’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Örneğin, avcı ve toplayıcı toplumda bireylerin aile içindeki görevleri bellidir ve herkes bu görevler neticesinde hareket etmektedir. Bu nedenle de farklılaşmamış toplumlarda bireylerin rolleri sınırlıdır. Sanayi toplumunda ise bu durum bireylerin kurdukları ilişkilerin artması neticesinde etkileşimi de arttıracaktır. Özetle; avcı ve toplayıcı toplumda ilişkiler sınırlı, sanayi toplumunda ise üstlenilen roller çeşitlilik göstermektedir. Simmel’de ‘’bu sayede, sosyolojik bir analizin insanlar ‘gruplar oluştururken ve grupların mevcudiyeti etkileşim sayesinde belirlenirken’ yaşananları nasıl ortaya çıkartabileceğini gösterir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.2.2. Toplumsal Farklılaşmaya Eşlik Eden Yapısal Değişimler

‘’Simmel, toplumsal farklılaşma sürecinin etkileşim örüntülerinde iki temel değişiklik yarattığını gözler. İlk olarak, grup oluşumunun temel ilkesi, kendi değimiyle, organik kriterden rasyonel kritere doğru kayar. Simmel ‘organik terimini bir biyolojik benzetme olarak kullanır: bir aile veya köy, parçaları doğaları gereği karşılıklı bağlantı içinde olan canlı organizmalardır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bireyler bu canlı organizmalara sahip olması neticesinde de kendi kimliklerinin bulunduğu grup dışında yeni bir kimlik geliştiremezler.
İkinci sebep ise toplumsal farklılaşma neticesinde bireylerin katılabilecekleri grupların sayısı artacaktır. ‘’Gruplar ‘organik’ bir temele dayandıklarında, insanlar sadece çok az bir gruba ait olabilirler: aileleri, köylerine, ancak daha fazlasına değil. Aksine gruplar ‘rasyonel’ temele dayandıklarında, insanlar becerileri, karşılıklı çıkarları, paraları ve diğer ortak yönleri temelinde birçok farklı gruba katılabilirler’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel de buradan hareketle grupların artması ve bireylerin ilişkilerin çoğalması onların kendi tercihlerinin bir sonucudur demektedir. Bu gruplar büyük ve formeldir bu nedenle de ‘’ikincil grup’’lar olarak adlandırılmaktadır. Bu özgürlüğe sahip bireyler kendilerini herhangi bir ulusun yurttaşı olarak da görebilmektedirler.

2.2.3.Farklılaşmanın Sonuçları

‘’Birey birincil grup içindeki yerleşik konumunu terk ederken birçok grubun ‘örtüştüğü’ bir noktaya geçer. Sonuç, dış ve iç çatışmaların, bireyi psikolojik gerilimler ve hatta şizofren bir rahatsızlıkla tehdit eden birçok grup bağlantısı aracılığıyla ortaya çıkmasıdır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bu noktada Simmel, bireyin yükümlülüklerinin arması derecesinde onların bir tercih yapmak durumunda kalacakları ve bunun neticesinde de psikolojik problemlerinin ortaya çıkabileceğini söylemektedir.
Söz konusu ‘rol çatışması’ cinsiyet temelli problemleri de beraberinde getirmektedir. Örneğin hem evli hem de çalışan bir kadını düşünülelim. Artan iş yükü ve evine karşı olan sorumluluklarının artması sonucunda bir tercih yapmak zorunda kalacaktır. Evli kadının bu noktada çözüm yolu olarak düşünebileceği şeyler beklentisini düşünmek ya da boşanmak olacaktır. Bu noktada cinsiyet temelli olarak karşımıza çıkan ‘rol çatışması’nın modern toplumun bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.
‘’Neticede, kompleks bir toplumda roller sorgulanmaya, müzakereye açıktır; bu yüzden, insanlar hem kendi durumlarını hem de başkalarınınkileri dikkate almak ve yaratıcı davranmak zorundadır. Ayrıca, insanlar problemlerle karşılaştıklarında hayatın tüm alanlarını zihinlerinde tasarlayabilme yeteneği kazanırlar. Nitekim, modern toplumlarda ‘zihinsel yeteneğin gelişmesi toplumsal rollerin kompleksliğini kavramayı da gerektirir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.3.Çatışma

‘’Simmel, Alman meslektaşları Karl Marx ve Max Weber’den farklı olarak çatışmanın genel toplumsal bütünleşme açısından olumlu sonuçları veya işlevlerine odaklanma eğilimindedir. Bütünleşme iki düzeyde ortaya çıkabilir: çatışmanın tarafları arasında ve toplum genelinde Simmel’in çatışma ve bütünleşmenin bu iki model ana hatlarıyla aktarılmaktadır, ancak modelde belirtilen güçler daha ziyade genel toplumsal çatışmaya vurgulamaktadır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.3.1.Bir Toplumsal Form Olarak Çatışma

Simmel’ göre bireyler karşısındakilere kolaylıkla düşmanlık besleyebilirler. Bu içgüdü Simmel’e göre çatışmanın unsurudur. Fakat buna rağmen insanlar, diğer canlı türlerine nazaran çatışmayı ‘’amaca ulaşmak için bir araç’’ olarak kullanmaktadırlar. Simmel çatışmanın bir araç olduğuna ek olarak bir iş birliği etkileşimine dayandığını da söylemektedir. ‘’Simmel’in ifadesiyle ‘muhtemelen, üyeleri arasında yaklaşma ve uzaklaşma eğilimlerinin ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmediği hiçbir toplumsal birim yoktur’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Özetle çatışma amaca giden yolda bir araçtır. Simmel’in amacı da insanların bu çatışma durumu karşısında değişe bilirliklerini açıklamaktır. Simmel bunu çatışmayı iki gruba ayırarak yapmaktadır.

2.3.1.1 Grup-İçi Çatışma

2.3.1.1.1 Ortak Kişisel Çıkarlara Sahip Olanlar Arasındaki Çatışma

‘’Simmel’e göre, ‘birçok ortak özelliğe sahip insanlar çoğu kez birbirlerine karşı tüm yabancılara yaptıklarından daha kötü davranışlar sergileyebilirler; bunun esas nedeni onların en hafif bir çatışmada bile çatışmanın önemini abartma konusunda oldukça az farklılık içinde olmalarıdır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel ‘ortak kişisel çıkarlara sahip olanlar arasındaki çatışma ’ya örnek olarak evlilikte karı-koca ilişkisi ve dinden dönen biri ile arkadaşları arasındaki ilişkiyi vermektedir. Bu noktada çıkarlar değiştiği sürece çatışmanın artacağı ve farklı olanın grubu tehdit simgesi haline getireceğini söylemek mümkündür.’’Simmel, birçok kez, karşıt güçlerin çatışmaları düzenlenebilir sınırlar içinde tutmaya hizmet eden örtük veya açık formlar geliştirdiklerini vurgular’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.3.1.1.2 Gruba Bir Tehdit Olarak Çatışma

‘’Simmel bu çatışma tipinin özel bir çatışma biçimi olarak algılanması gerektiğini öne sürer, zira bir grup çatışan unsurlara bölündüğünde, uzlaşmaz taraflar ‘birbirlerine sadece çatışmayı üreten somut zeminde değil, bizzat grubun düşmanına nefret temelinde tepki vereceklerdir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel’e göre bu çatışma biçimi oldukça şiddetlenebilir ve diğer gruba düşmanca duygular beslenebilir.

2.3.1.1.3 Kabul Gören ve Karşıtlar Arasındaki Çatışmalar

Kabul gören ve karşıtlar arası çatışma birbirini tanıyan gruplar arasındaki çatışma biçimidir. Simmel, ‘kabul gören ve karşıtlar arasındaki çatışma’ biçimini ‘’doğrudan’’ ve ‘’rekabet’’ biçimi şeklinde olacağını söylemektedir. Bu çatışma biçiminde rekabetten kaynaklı olarak bireyler daha çok sahip olduklarını düşündükleri durumlarını kaybetmemek için çalışırlar. Düşmanlık duygusu ve şiddete yer yoktur. Taraflar en son aşamada ortak bir yol bulurlar. ‘’Doğrudan çatışmanın en saf örnekleri ilkeler temelinde yürütülen uzlaşmaz oyunlar ve çatışmalardır. Oyun oynarken, ‘kişi mücadele etmek için birleşir ve mücadeleyi karşılıklı olarak kabul gören normlar ve kuralların gözetiminde sürdürür’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel’in rekabete dair düşünceleri Marx ve akabinde diğer düşünürlerin işaret ettiği şeklinde yakıcı ve zarar verici olmasının yanı sıra aynı zamanda bireylerin birbirleriyle ilişki kurmasına olanak sağlamasından dolayı ilişkileri güçlendirdiği yönündedir.
Özetle; ‘’Simmel, modern büyük ölçüde farklılaşmış bir toplumda rekabetçi bir ortamı rekabetçi olmayan bir ortamdan daha faydalı ele alır görünür; rekabet sadece ekonomik açıdan değil, diğer çoğu toplumsal hayat alanı açsısından da faydalıdır. O, böyle bir ortamın, insanların ortak iyiye vesile olan ‘mücadeleci içgüdüleri’ni açığa çıkarmanın yanı sıra, ortak iyiye katkıda bulunan düzenleyici fikir birliği sağladığına inanır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.3.1.2 Gruplar Arası Çatışma

2.3.1.2.1 Çatışma ve Merkezileşme

‘’Simmel’in tespitine göre, çatışmaya giren bireylerin psikolojik olarak ‘biirlikte hareket etmeleri’ gerekmesi gibi, bir grup da başka grupla çatışmaya girdiğinde birlikte hareket etmek zorundadır. Onların ‘belirli bir anda ihtiyaç duyulan şeyleri enerji ve zaman kaybı olmadan kullanmalarını sağlayan bütün unsurların sıkıca bir arada tutmaları gerektiği’ için ‘merkezileşme’ zorunludur’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel’ göre söz konusu merkezileşme savaş sırasında daha yoğundur ve bu merkeziyetçilik en iyi ihtimalle ‘despotizmle’ sağlanır. Sonuç olarak merkezileşme biçiminde çatışmanın bireylerin sınırlarının net çizgilerle belirlendiği aşamada daha ‘iyi’ hale geldiğini söyleyebiliriz.

thumbnail
Önerilen Yazı
George Simmel’e Göre Yabancı

2.3.1.2.2 Çatışma, Dayanışma ve Hoşgörüsüzlük

‘’Simmel’e göre, çatışma çoğu kez karşıt gruplar içindeki dayanışmayı artırır. Onun sözleriyle, [grup] üyeleri arasındaki ilişkilerin sıklığı ve birliğinin güçlenmesi bilinçte ve eylem içinde ortaya çıkar. Bu durum ona göre, özellikle savaşlar ve diğer şiddetli çatışmalarda söz konusudur’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bu noktada hoşgörüsüzlüğün artması dayanışmayı beraberinde getirecektir. Fakat bu hoşgörünün mümkün olmadığını söylemek kuşkusuz yanlış olmayacaktır.
Ayrıca çatışma halindeki bu gruplar Simmel’ göre sapmalara karşı olan hoşgörüsüzlükleri nedeniyle giderek küçüleceklerdir. Karşıt grupların birbirlerine olan hoşgörü reddinin de buradan kaynaklandığını söyleyebiliriz.

2.3.1.2.3 Çatışma, Koalisyonlar ve Grup Oluşumu

‘’Simmel, gruplar arasındaki çatışmanın, belirli koşullarda koalisyonların oluşumuna ve nihayetinde daha önce var olmayan yeni dayanışma gruplarına yol açabileceğini belirtir. Onun sözleriyle, ‘bir çoğulluk içindeki her unsur kendi karşıtına sahip olabilir, ancak bu karşıtlık, tüm unsurlar açısından aynı olduğu için, onların tümünü birleştirirler’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel bu noktada koalisyonların bireyleri savaş ve benzeri çatışma hallerinde bir araya getirdiğini söylemektedir.
Özetle, toplumlar farklılaşma içine girdiklerinde çatışma potansiyelleri artacaktır. Bu artış sonucunda da toplumsal ilişkiler, gücün merkezileşmesi, yasalar gibi birimlerle tekrar düzenlenir. Çatışma, toplumsal birimleri ideolojik olarak da güçlendirmektedir. Çatışmanın sık veya düşük yoğunlukta olduğu durumlarda gerilim azalır ve buna paralel olarak yapıların gelişimi artacaktır.

2.4. Para Felsefesi

‘’Para Felsefesi, paranın soyut bir değer ölçüsü olarak kullanıldığı alışveriş biçimlerine özel vurguda bulunarak insanlar arasındaki alışveriş ilişkilerinin toplumsal sonuçlarını araştıran bir çalışmadır. Simmel’in diğer tüm çalışmalarında olduğu gibi, Para Felsefe de etkileşim biçimlerinin toplumsal ilişkilerin doğasını nasıl etkilediğini içeriklerinden bağımsız olarak açıklama girişimidir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel, Para Felsefesi ile ilgili örüşlerini ilk kez ‘’Para Psikolojisi’’ başlıklı makalesinde ele almış olsa da bu konu ile ilgili ilgili düşüncelerini ayrıntılı olarak ‘’Para Felsefesi’’ adlı eserinin ikinci baskısında ortaya koymuştur.
Para özü itibariyle ekonomik yapı içinde üç temel fonksiyona sahiptir. Bunlar:
– Değişim aracı olma
– Hesap birimi olma
– Değer muhafazası aracı olma şeklinde karşımıza çıkmaktadır (BİNGÖL, 2016, s. 99-113).
Bunların yanında paranın çağdaş olarak kabul edilen üç fonksiyonu daha vardır:
– Ekonomik faaliyetleri teşvik edici veya engelleyici bir faktör olma fonksiyonu,
– Gelirleri yeniden dağıtma aracı olma fonksiyonu,
– Kişilerin bir toplumda güç sahibi olma fonksiyonu (BİNGÖL, 2016, s. 99-113)

2.4.1. Bir Toplumsal Form Olarak Alışveriş

‘’Simmel, toplumsal alışverişi analiz ederken genelde ekonomik alışverişe, özelde parasal alışverişlere odaklanır. Bütün ekonomik alışverişler paranın kullanılmasını gerektirmese de para bir alışveriş aracı olarak zamanla giderek daha fazla kullanılmaya başlanmıştır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel, paranın toplumsal formlar üzerindeki etkilerini açıklarken döneminde bulunan diğer düşünürlerin aksine tarihsel gelişmeler üzerinden açıklamalarda bulunmamıştır. Ona göre para, toplumsal ilişkileri arttıran bir araçtır ve bu etkileşimler sonucunda da toplumlar arası ilişkileri güçlenecektir.

2.4.2. Simmel’in İnsan Doğası Üzerine Kabulleri

Simmel, ‘’Para Felsefesi’’ adlı eserinde paranın insan doğası üzerine ilişkili açıklarken daha önce az gözlemlenmiş bir açıklama da bulunmuştur. Çalışmasında ilk olarak insanların amaçları olan bireyeler olduklarını vurgulamış ve bu maçlara ulaşma aşamasında birbirlerini etkilediğini söylemektedir.
‘’Simmel, Para Felsefesinde şu yaklaşımı benimser: insanların hedefleri biyolojik dürtülerine ve toplumsal ihtiyaçlarına göre farklılık sergilese de, her eylem insanın hedeflerine ulaşma girişimlerinde çevresini yönlendirebilme yeteneğini yansıtır. Bireyler bunu yaparken çeşitli ‘araçlar’ kullanırlar, ancak bunlar maddi araçlardan ibaret değildir’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). İnsanlar tam aksine daha sembolik etkileşim araçları kullanırlar. Simmel’e göre daha fazla araca sahip olan bireylerin etkileşim oranları ve söz söyleme hakları diğerlerine göre fazladır. Örneğin, satıcının ücreti parayla ödenir, para sanayicinin karı haline gelir ve işçi ücretlerine dönüşür. Bu nedenler Simmel’e göre her eylem birbirini bir şekilde etkilemektedir. Simmel için para toplumun nihai bir aracıdır. İnsanlar hedeflerine ulaşma aşamasında paraya ihtiyaç duymakta ve parayı farklı biçimlerde kullanabilmektedir.
Simmel’e göre paranın toplum üzerindeki nihai etkisi ‘değer’e bağlı olarak oluşmaktadır. ‘’Simmel, Marx’ın aksine, bir nesnenin değerinin, onu üretmek için gerekli ‘emek gücü’nde değil, arzulanma ve ulaşılamama derecesinde yattığını vurgular’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Simmel’e göre para, değerin artması noktasında temel araçtır. Çünkü para, elde etmek istediğimiz nesnelere ulaşmamamızı kolaylaştıracak ve alınan hizmetin değerini arttıracaktır. Özetle para insan hayatının temel nesnesidir. Amaca ulaşmada noktasında bir araç niteliği gösterirken insanalar arası ilişkilerin düzenlenmesinde de önemli bir konuma sahiptir. Alışveriş için bu noktada, ‘’itici bir güç’’ ve ‘’birini elde etmek için gerekli bir değer nesnesi’’dir demek yanlış olmayacaktır.

thumbnail
Önerilen Yazı
Georg Simmel Ve Max Weber’in Yöntem Anlayışı

2.4.3. Toplumsal Alışverişte Para

Simmel’e göre toplumsal alışveriş şunları gerektirir:
– Kişinin sahip olmadığı değerli bir nesneyi arzulaması,
– Bir başka kişinin bu değerli nesneye sahip olması,
– Arzulanan nesneyi elde etmek için karşılığında diğer bir değer nesnesi sunulması,
– Değerli nesnenin sahibinin bu teklifi kabul etmesi (TURNER, 2017, s. 273-314).
Simmel bu toplumsal alışveriş tasvirine bazı hususları da eklemektedir. Bunlar: İlk olarak değer durumlarla bağlantılıdır. İkinci olarak çoğu alışveriş bir nesneye duyulan ihtiyacın şiddetinin gizlendiği durumları yönlendirme çabalarını içerir.
Üçüncü olarak bir nesneye sahip olmak onun değerini azaltırken, kişinin sahip olmadığı nesnelerin değeri artacaktır. Dördüncü olarak alışveriş sadece her iki taraf verilen nesnenin alınandan daha az değerli olduğu duygusu taşıdığında ortaya çıkacaktır. Beşinci olarak, bireyler kadar kolektif birimler de alışveriş ilişkileri içinde yer alırlar. Altıncı olarak, bir aktörün elindeki kaynaklar daha kolay değiştirilebilir hâle geldikçe -yani birçok alışveriş biçiminde kullanılabildiğinde- aktörün seçenekleri ve gücü artacaktır.
Özetle paranın alışverişi kolaylaştırmak ve insanın temel ihtiyaçlarını elde etme noktasında değer kazandığını ve ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak paranın toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisinin artmasına bağlı olarak gücü eline alacağını vurgulamak yanlış olmayacaktır. Bu noktada Para Felsefesi sosyolojik bir tartışmayı da beraberinde getirmektedir.

2.4.4. Para ve Toplumsal İlişkiler Açısından Sonuçları

Simmel paranın toplumsal ilişkiler açısından sonuçlarını iki şekilde ele almıştır. Paranın toplum üzerindeki etkileri ve paranın birey üzerindeki etkileri şeklinde ikili bir ayrıma gitmiştir.
‘’Simmel’in tüm çalışmalarında egemen bir tema, bireylerin gruplara bağlılıkları ile bu gruplar karşısındaki bağımsızlıkları arasındaki diyalektiktir. Simmel bir yandan bireylere farklı seçenekler arasında tercih yapmaları imkânı tanıyan toplumsal ilişkilere övgüler düzerken, öte yandan bireylerin toplumun kolektif karakterine yabancılaşmaları karşısında dehşete kapılır’’ (TURNER, 2017, s. 273-314). Bu durumun sebebinin onun toplumun ‘nesnelleşmesi’ üzerinden açıkladığı kabul biçiminde ifade etmek mümkündür. Para ilişkileri rasyonelleştirecek ve geleneklere bağlı olarak ortaya çıkmış olan duygu durumlarını bozacaktır.

2.4.4.1. Para ve Toplumsal Bütün

Simmel, Weber’in aksine toplumsal ilişkilerin nesnelleşmesi aşamasındaki tarihsel eğilimle ilgilenmiştir. Para bir değer aracıdır ve bir nesnenin başka bir nesneyle ilişkisini ifade etmek için kullanılmaktadır. Para, orta çıktığı ilk dönemlerde bilinç içerikli bir değere sahipken, evrimleşmesi sonucunda kredi ve kâğıt para haline dönüşmüştür.
Söz konusu kâğıt para ve kredinin önemli bir aşamaya gelmesi neticesinde toplumsal ilişkiler de belli düzeyde artış gösterecektir.
– Paranın kullanılması aktörlerin karşılıklı değerleri hızlı hesaplamalarını mümkün kılar.
– Para, toplumsal etkileşim ve alışveriş oranını artırdığı için, ayrıca değeri de artırır.
– Para toplumsal ilişkilerde, çoğu kez insanların mübadele etmek için sadece gıda ürünleri veya değerli taşlar gibi mallara sahip olmalarında yaşanan boşlukların oluşmasını engeller.
– İlişkili bir eğilim içinde, para ayrıca çeşitli toplumsal bağların yaratılmasını mümkün kılar.
– Para, ayrıca, uzak mesafelerdeki insanlar arasında alışverişlerin gelişimine katkıda bulunur.
– Paranın gelecekteki ihtiyaçları karşılayacağına bu üstü örtülü güven insanların topluma inançları ve bağlılıklarını pekiştirir.
– Para merkezî otoritenin gücünü artırır; zira para kullanımı, toplumsal istikrarı ve merkezi otoritenin paranın güvenirliğini teminat altına almasını gerektirir.
– Paranın vergilendirilmesiyle yeni bir toplumsal dayanışma temeli gelişir. Merkezî hükümetin dayattığı vergilerin kontrolü ve düzenlemesi.
– Para kullanımı çoğu kez fiilen tüm etkileşim alanlarına yayılır. Değerleri karşılaştırmanın etkin bir aracı olarak para başka, daha az etkili hesaplama biçimlerinin yerini alır.
– Etkileşimler, değerleri para olarak ifade edilirken nicelleştirilirler. Sonuç olarak ahlaki kısıtlamalar azalır, zira bazı şeyler kişi sadece para sahibi olduğunda mümkün hâle gelir. Para böylece, Durkheim’ın ifadesiyle ‘anomi’yi artırır (TURNER, 2017, s. 273-314).

2.4.4.2. Para ve Birey

Simmel’ göre para toplumsal ilişkiler üzerindeki etkilerinin yanı sıra bireyler üzerinde de belli başlı etkilere sahiptir. Para, bireyin seçim hakkını arttıracak ve toplumsal ilişkileri aşamasında değer nesnesi olmalarını sağlayacaktır.

Paranın bireyler açısından sonuçlarına bakacak olursak;
– Bir araç olarak para, belirli faaliyetlerle sınırlı değildir; bu yüzden insanlara oldukça farklı etkinlikleri sürdürme fırsatı sağlar.
– Benzer bir eğilim içinde, para insanlara kendilerini ifade etmeleri için birçok seçenek sunar.
– Ayrıca parayla nesneler kolayca elde edilir, bir kenara atılır ve bu yüzden, nesnelere uzun süreli bağlılıklar gelişmez.
– Para kişinin çok farklı tipte toplumsal ilişki biçimlerine girmesine yardımcı olur.
– Para ayrıca, insanları kişisel olarak tanıma gerekliliğini büyük ölçüde ortadan kaldırır; çünkü onlar adına paraları ‘konuşmaktadır’. (TURNER, 2017, s. 273-314)
Özetle Simmel’in paranın sonuçları analizinde, parayı hem birey hem de toplum açısından karışık bir değer olarak gördüğünü söylemek mümkündür. Para hem toplum hem de birey açısından daha fazla özgürlük imkânı yaratacak, bireyleri ilişkilendirecek yeni yollar sağlayacak ancak ayrıca tecrit de edecek ve hatta bireyleri kendi toplumsal ortamlarındaki kişiler ve nesnelere yabancılaştıracaktır demek mümkündür.

SONUÇ

Simmel’in toplumun ‘neliği’ üzerine olan problemlerin üzerinde durduğu ve topluma ait etkileşim biçimlerini, eserlerinde sıklıkla anlattığını söyleyebiliriz. Söz ettiğimiz etkileşim biçimlerine bu denli önem vermesinin sebebi yaşadığı toplumun koşulları da göz önünde bulundurulduğunda, hâkim olan bütünsel yaklaşımların sosyoloji biliminin özgün bir dil olması aşamasında etkili olduğunu vurgulamaktır.
Simmel’in toplumu gündelik hayat eleştirilerinin yanı sıra daha genel bir biçimde ele alması onun öznel yönüne örnek olarak verilebilir. Para Felsefesi’nde sıklıkla söylediğimiz paranın ilişkileri düzenleme aşamasında önemli bir araç olduğu vurgusu nesnel bir değer taşımaktadır. Simmel’in geniş düzeyde olan düşünce dünyası geleneksellikten moderniteye kadar farklı ilişkisel yapıları, içinde bulunduğu dönemin de koşullarıyla günümüze kadar gelebilme aşamasında önem teşkil etmektedir.

Kaynakça

  • BİNGÖL, İ. (2016). Gündelik Yaşamın Sosyoloğu: George Simmel. Bingöl, Türkiye: Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • KAHRAMAN, F. (2018). Kesitlerden Topluma Bakabilmek: George Simmel Sosyolojisi Üzerine Bir İnceleme. Sosyoloji Dergisi(37), 81-89.
  • TURNER, B. P. (2017). George Simmel Düşüncesinin Kaynakları ve Bağlamı. Ü. TATLICAN (Dü.) içinde, Sosyolojik Teorinin Oluşumu (s. 273-283). İstanbul, Topkapı, Türkiye: Sentez Yayıncılık.
  • YILDIZ, H. (2012). SOSYOLOJİK KURAMA KATKILARI AÇISINDAN GEORGE SİMMEL. Elazığ: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Merhaba. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji bölümü yüksek lisans öğrencisiyim. Aile danışmanı ve eğitim koçu olma yolunda emin adımlarla yürüyor ve ülkeye yararlı bir sosyolog olabilmek için burdayım.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir