Günümüz modernitesinde İbn-i Haldun’a yer bulmak kolay bir fikir olmayabilir. Ancak onun bazı kavramları günümüzde etkisini hala göstermekte ve belki de değişse de yerini hala korumaktadır. Eğer ki anlatımımızda İbn-i Haldun’a yer vereceksek onun kavramlarından bahsetmeden geçemeyiz. Ve en önemli kavramlarından biri olan ‘asabiyet’ kavramı bugünde hala bizler için etkisini devam ettirmektedir. Asabiyet temelde, kan birliğine dayalı dayanışma duygusu olarak bilinse de bundan daha da öte toplumsal dayanışma, toplumsal bütünlük, birlik, beraberlik, kardeşlik ve deyim yerindeyse birlikten kuvvet doğar ilkesine dayanan bir anlayışı bizlere ifade eder. Ve yine onun anlatımıyla günümüze bakacak olursak bugünün modern toplumu İbn Haldun’un da bahsettiği ‘hadari topluma’ karşılık gelmektedir. Onun hadari toplumunda insanlar medenileşmiş, incelmiş, savaşçı ruhlarını kaybetmiş, nazik ve kibar bir insan topluluğundan oluşuyordu. Ancak İbn-i Haldun bu toplumun incelemesiyle birlikte asabiyetlerini kaybettiğini ve ileri aşamalarda asabiyetin tamamen ortadan kalkacağını savunmaktadır. Bizler de günümüze bu açıdan bakacak olursak aslında bunun böyle olduğunu görebiliyoruz. Bireyciliğin tavan yaptığı bir aşamada bulunduğumuzu ve toplumsal ruhumuzu ve bütünlüğümüzün tehlike altında olduğunu ifade etmek zorundayız. İbn-i Haldun’un dine fazlasıyla yer ve önem verdiğini, dünyevi ve uhrevi ilmini tamamlamış, hem siyasi hem de ilmi bir kişilik olduğunu kavramalı ve toplumu da bu bağlamda incelediği için bizler de günümüze onun gözünden bakacak olursak dine yer vermemiz gerektiğini bilmeliyiz. Bu açıdan incelenmesi gereken ‘İslam coğrafyası’ olmalıdır. Ki eğer onun kavramalarını önemser ve uygularsak belki de aralıklarla gazete başlıklarında gördüğümüz şu cümleyi okumayabiliriz: ‘İslam coğrafyası kan ağlıyor’. Parçalara ayrılmış, birbirinden farklılaşmış hatta uzaklaşmış bir coğrafyadan bahsedersem yalan söylemiş olmam sanırım. Çağdaşlaştığımızı, ilerlediğimizi, geliştiğimizi ifade ediyor olmamıza karşın, İslam coğrafyasında bunun böyle olmadığını görüyoruz çünkü, bunların tam tersine acı, gözyaşı, keder, savaşlar olduğunu izliyoruz. Üstelik her zaman bu coğrafyada olduğunu biliyoruz. Bu büyük bir sorun olmakla birlikte kanayan da bir yaradır aslında. Ve buna İbn-i Haldun’un kavramlarından bakacak olursak karşımıza yine asabiyet duygusunun çıkacağını görüyoruz kan birliğine dayandığını bildiğimiz için islam coğrafyası da birbirinden ne kadar uzaklaşırsa farklılaşırsa ve bütünlüğünü kaybederse o ölçüde de bu kan birliğinden ve dayanışma gücünden uzaklaşarak varlığını sürdürememekte ve kaybetmeye yüz tutmaktadır. Hepimiz aynı çatı altında toplanmadığımız sürece gücümüzü ve dayanışmamızı koruyamayacağımızı görmeliyiz. Ve bu kavramın önemini bilmeli ve bizi ayrıştıranların kimler olduğunu ve hangi ölçüde bu farklılaşmanın kime yaradığını kavrayıp gözümüzü açmalıyız. Bu açıdan bunu her ne kadar günümüze uyarlamak zor olsa da ayrıştırılan bu coğrafyanın bütünlüğünü korumak bir anlamda imkansız gibi görünse de eğer bunu güncelleyecek gücü kendimizde bulursak, işte bu coğrafyaya karşı gelecek bir başka cumhuriyet olduğunu görmüyorum . O yüzden şimdilik bu idealist bir düşünce olarak görülebilir ki İbn-i Haldun’un buna tamamen karşı bir yöntemi olduğunu ve realist olduğunu biliyoruz. Gerçekçi bir akılcılığı benimsemektedir. Yaşanan gelişmeler ve geldiğimiz şu zamanda medeniyetin inşasında yine İbn-i haldun’a başvurabileceğimizi ve özellikle onun düzenlilik fikrini açıklamak için ‘sünnetullah’ kavramından bahsedebiliriz. İnsanın doğası gereği topluluk halinde yaşadığını ve topluluğu oluşturan bu özelliğin topluluğa karakterini kazandırdığını düşünmektedir. İşte İslam coğrafyası da bu bağlamda düşünüp bir arada yaşamak ve yardımlaşmak ifadelerini kaideye alarak önemserse kanayan yara olmaktan kurtulabilir. Birlik beraberlik içinde yaşamını sürdürmeyle ilgili bir diğer kavramı ise ‘insani içtima‘yı (insanların birlikte yaşamalarını) zorunlu görmektedir. Bunu da şu şekilde ifade eder : ‘şüphe yok ki , insani içtima zaruridir ’. İbn-i Haldun’göre ihtiyaçları olan insan birlikte yaşamak zorundadır ve ancak birbiriyle işbirliği içerisinde hareket ettiğinde hayatta kalabilir. Bu kavramını da asabiyet ile bağdaştırarak düşünür ve ifade edersek İslam coğrafyasındaki kan birliğini dikkate almalı ve bu coğrafyanın bir araya gelmesinin gerekli hatta zorunlu olduğunu dile getirmeliyiz. Bir taraftan da menediyetin inşasında bu umranı önemsemeli bireyciliğe doğru giden toplumumuzu bu tekleşme arzusundan kurtarmalıyız.
Kilis 7 Aralık Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji lisans öğrencisiyim. Sosyolojiyle alakam merakla başlayıp aşka doğru bir yol izledi. Amacım bu dalda bir yer edinip topluma yararlı olabilmek. Selver Kekeç 🖊
Yazarın Profili