İbn Haldun ve Mukaddime’ye Çok Kısa Bir Bakış

Bu çalışmada İbn Haldun ve Mukaddime hakkında genel bilgi sunulmaya çalışılmıştır.

İbn Haldun ve Mukaddime’ye Çok Kısa Bir Bakış
0

Sosyolojinin tarihçesine bakıldığında felsefe, psikoloji gibi diğer bilimlerden ayrılışı ve başlı başına bir disiplin olarak kurulması bakımından A. Comte’un işaret edildiği görülür. Avrupa tarihi seyri açısından bu hüküm doğru sayılabilir ancak yeryüzü ölçeği dikkate alınarak bir araştırma yapıldığında 15. Yüzyılda İbn Haldun’un ‘Umran’ kelimesiyle bunu Mukaddime (Kitabul İber adlı eserinin önsözü olmasına rağmen esas kitaptan daha çok bilinmesinin sebebi yeni bir ilim olan sosyolojiyi anlatmış olmasıdır)adlı kitabında bahsettiği görülür. Ve dahası İbn Haldun ne yaptığının farkındadır kendinden önceki aktarmacı tarih anlayışını eleştirir, bu konuda yapılan hataları tek tek sıralar ve çözüm önerileri getirir bunu yaparken de ‘Beşeri Umran İlmi’kurduğunu ve kendisinden daha önce kimsenin bu alanda herhangi bir çalışma yapmadığını belirtir.Yabancı dil bilmediği ağırlıklı görüş olduğundan ve kendisinin de bir hocası olduğuna dair beyanı bulunmadığından halefi ve selefi olmadığı ifade edilir. Belki de bu minvalde Cemil Meriç: ’Kendi Semasında Tek Yıldız’ nitelendirmesiyle anlatır.

Tunus’un siyasi anlamda istikrarsızlığı ve bu dönemde İbn Haldun’un siyasetle uğraşması, insanları etkileyebilme ve hitap etme gücü çok yüksek bir deha olduğu için her siyasi iktidar değiştiğinde muhaliflere karşı iktidarların yanında olması istenmiş ve hatta bazen bu duruma zorlanmıştır. Gerçi kendisi bir dönem gençliğinin heyecanından dolayı makam ve siyasetle iç içe olmayı arzuladığını itiraf etmiştir. Çok daha sonraları İbn Haldun ile Machiavelli’nin benzer olduğunu ve Machiavalli’nin Hükümdar adlı eserinin çoğu yerinde benzeştiklerini-Machiavalli’nin kimine göre İbn Haldun’dan daha keskin ve çok daha zulümkar bir bakış açısı vardır- ifade ederler. Ancak Mukaddime ve Hükümdar’ı okuyan bir kimse görür ki Hükümdar sadece Mukaddime’nin küçük bir bölümü olabilir zira Mukaddime içerik ve konu başlığı olarak fazlasıyla geniştir-tarih, coğrafya ,antropoloji, mitoloji, din, eğitim, şehirler ve daha bir çok konuda yetkin bir şekilde ve delillerle geldiği görülür-. Zaten kişiliği ve uğraştığı alanlara göz attığımızda da bunları fark edebiliriz. Siyasetçi, kadı, şeyh, sosyolog, müderris işleri ile meşgul olmuştur.

thumbnail
Önerilen Yazı
İbn-i Haldun’un Temel Kavramları ve Devlet Anlayışına Kısa Bir Bakış

İbn Haldun’un en önemli özelliklerinden biri umranı sadece yerleşik/hadari topluluklara mahsus saymamasıdır çünkü ona göre göçebelerin /bedevi- belirli bir süre bedevilerle yaşamını devam ettirmiş ve uzun süre onları gözlemleme imkanı bulmuştur- de bir umranı vardır. Şurayı da belirtelim kim sadece bedevi/hadari diye de umran yoktur; her bedevi ve ya hadari toplumun kendine mahsus bir umranı vardır. Bu da umranı elde edebilmek için tek bir tür umran hegemonyası yerine alternatif yaşam kanalları açar.( Günümüze uyarlayacak olursak medeniyeti elde edebilmek için sadece ve nihai noktada Avrupa şart değildir. Japonya ve belki de ilerleyen yıllarda görünür hal alacak olan Hindistan örneği gibi)Çünkü İbn Haldun’a göre ‘nesepleri, coğrafi şartları ve içtimai şartları’ farklı olan toplumların tek tip değil farklı olması beklenir.

Nazariyesinde ‘illet/sebebiyet’ fikri çok önemlidir. Yani izahları kanunluluk esasına bağlıdır. Çünkü maddi/fiziki tabiatta tabi kanunlar varsa içtimai tabiatta da içtimai kanunlar vardır. Belirli durum ve şartlar belirli sonuçları doğurur.(Her ne kadar bugün determinizmin geçerliliği eski önemini kaybetmiş olsa da İbn Haldun değişim ve dönüşümün de öneminin farkındadır ve bu konuda şöyle söyler İnsan tabiatı itibariyle medenidir, der. Bu da bir çok filozofun ve düşünürün hem fikir olduğu bir konu olasının yanında sosyolojinin de temel prensibidir. Yine de haksızlık yapmak insanın tabiatında vardır birlikte yaşamak için de kuvvetli ve otoriter bir hükümdarın varlığını şart koşar buradaki bakış açı toplum sözleşmesiyle pek bağdaşmamaktadır.)

Fiziki çevrenin insan üzerindeki etkisini önemser ancak fiziki çevrenin değişmesiyle bu durumların da değişeceğini söyler hatta insanların kabiliyet ve donanımlarını çevrenin kısıtlayacağı ve ya ortaya çıkaracağını da belirtir. (Sosyalleşmede çevre faktörü)

Devlet ve siyaset anlayışına baktığımızda organik bir bakış açısı vardır. Genellikle üç nesil sonra devletin çöküş aşamasına geleceğini söyler(böyle düşünmesinin sebeplerinden biri Tunus’ta siyasi birliğin kurulmamış olması ve sürekli iktidar mücadelesi ve değişimi ile toplumun huzursuz bir ortamda olmasıdır./O dönemdeki insan yaş ortalamasını düşünüldüğünde -ortamayı 40 almıştır- 120 yıl biçer devlet ömrü için.) Bu anlamda Hz Musa ve kavminin 40 yıl Tih Çölü’nde dolaşma cezasını da köleleştirilmiş bir toplumdan yeni ve özgür bir neslin çıkabilmesi için 40 yıl gerektiğini söyleyerek buradaki ayete sosyolojik bir yorum ve farklı bir tefsir bakış açısı geliştirmiştir.Yani zillet neslinden asil bir nesle geçiş için şart olan süre.)

Devlet yönetiminde vazi(hakim ve yasakçı) bir hükümdar ve otoriteyi görse de asabiyetin hilafete galip geldiğini ve yönetim için dini kaidelerin şart olmadığını nihayetinde Müslüman olmayan toplumların da devlet kurduğunu örnek göstererek Müslüman fikir adamlarından Gazali, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi bir çok isimden farklı bir nazariye sunmuş ve yönetimde laiklik unsurunu savunmuştur.(Osmanlı Devleti’nin hilafeti –siyasetin içerisinde-ağırlıklı olarak dağılma döneminde kullanmaya çalışması buna örnektir.)

Devletin kurulmasında temel kanun ona göre asabiyettir sonrasında toplum yapısının bedeviden hadariye dönüşmesiyle bu süreç tamamlanır. Ancak bolluk ve refah sonrasında israfı getirir ve temelde devletlerin çöküşü de bu iktisadi amillere bağlı şekilde başlar. Zaten kıtlık zamanlarında insanları öldüren şey yokluk değil bolluk zamanlarında alıştıkları tokluktur.

KAYNAKÇA:

1)Süleyman ULUDAĞ,’Mukaddime I ve II

thumbnail
Önerilen Yazı
Türkiye’de Çocuk Gelinler

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir