Kahramanmaraş Depremi(2023) ve Sosyologların Deprem Sahasında Yapabilecekleri Üzerine

Depremin yarattığı yıkımı can ve mal kaybı olarak basit bir sayıma indirgemek mümkün değildir. Depremin yarattığı sosyolojik ve psikolojik sorunları göz ardı etmek kısa ve uzun vadede birçok problemi de beraberinde getirecektir ki böylesi on bir ili vuran bir depremin yarattığı ve yaratacağı sorunlar şimdi ve gelecek için mühim ve zorlu olacaktır.

Kahramanmaraş Depremi(2023) ve Sosyologların Deprem Sahasında Yapabilecekleri Üzerine
0

GİRİŞ

Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğu gerçeğini 1999 Marmara Depremi ve 2023 Kahramanmaraş Depremiyle beraber kabullenmekle birlikte depremin bir doğa olayı olduğu ancak, yeterli ve yerinde önlemlerin alınmamasıyla bu doğa olayının afete dönüşeceği ve birçok sorunu da beraberinde getireceği kabullenilmelidir.  Doğa olayları olması gereken iken; insana, hayvana zarar verir hale geliyor olması doğallıktan ve olması gerekenden bir hayli uzaktadır. “…kent çalışmalarıyla ilişkisi bakımından afet olgusunda kritik olan ikinci özellik, onun aslında doğal olmadığıdır. Örneğin birinci sınıf tarım alanlarına sanayi inşa edilmişse, kentler taşıyamayacağı büyüklükte nüfusa boğulmuşsa ya da yerleşim yerinin ortasında organize sanayi bölgeleri oluşturulmuşsa…toplumsal olarak inşa edilmiş afet bölgeleri yaratılmış demektir” (Özuğurlu, 2012). Depremin yarattığı yıkımı can ve mal kaybı olarak basit bir sayıma indirgemek mümkün değildir. Depremin yarattığı sosyolojik ve psikolojik sorunları göz ardı etmek kısa ve uzun vadede birçok problemi de beraberinde getirecektir ki böylesi on bir ili vuran bir depremin yarattığı ve yaratacağı sorunlar şimdi ve gelecek için mühim ve zorlu olacaktır.

Depremin yarattığı ve yaratacağı sorunlar çok boyutlu olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğal afetlerin yarattığı sorunlar en çok kapitalizmin meydana getirdiği eşitsizlik düzleminde kendini göstermektedir. Buna ileride daha açıkça değinileceği gibi ayrıca yaşanılan ve yaşanacak bir iç göç sorunumuz da bulunmaktadır. Bu iç göçler sonucunda yaşanacak bir kültür ve adapte sorunundan bahsedebilmek mümkündür. Deprem sadece fiziki sonuçlarıyla değil psikolojik ve sosyolojik sonuçlarıyla da Türkiye’nin belli başlı sorunlarından biri haline gelmiş olduğundan afetlere hazırlıklı olmadığımızı kabullenerek kapsamlı bir dönüşüme ihtiyacımız olduğunun bilincine erişmemiz gerekmektedir. “Sonuçları ve etkileri itibariyle toplumun tüm kesimini farklı şekilde etkileyen bir afet türü olarak deprem fiziksel olay gibi algılansa da aynı zamanda toplumsal bir olaydır. Deprem sonrasında can ve mal kaybı meydana gelebilmekte, depremzedelerin günlük yaşam pratikleri ve rutinleri kesintiye uğrayabilmektedir” (Kişi, 2022).

Bu raporda kentlerin durumu kapitalizmin yarattığı eşitsizlik üzerinden değerlendirilmiş, deprem sonucu yaşanan ve yaşanacak olan iç göç detaylıca tartışılmış, din-toplum ilişkisi deprem başlığı altında irdelenmiş olup dinin bütünleştirici ve yıkıcı etkilerine odaklanılmış, doğal afetlerin aile ve toplum üzerindeki yarattığı ve yaratabileceği sorunlar yorumlanmış, deprem ile intihar olgusu ilişkisine odaklanılmış ve son olarak deprem bölgesinde yaşanılan sorunlar başlık altında kısaca değinilmiştir. Bu raporun amacı sorunları belirlemek ve belirlenen sorunların ışığında sosyologların sahada neler yapabileceği üzerine öneriler sunmaktır.

TARTIŞMA 

Sanayi devrimiyle beraber kentler; bir ülkenin büyümesi ve kalkınması için önemli bir konum elde etmiştir. Bu hususta kentlerin gelişimine büyük önem verilmiş gerek kamu gerekse özel sektör alanlarında çeşitli yatırımlar gerçekleştirilerek kentlerin bu yeni düzene ayak uydurması sağlanmıştır. “…kentler ekonomik büyümenin motoru, dolayısıyla uluslararası rekabetin temel aktörleri olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım kentsel mekanların birer yatırım aracı olarak özellikle büyük sermaye gruplarına peşkeş çekilmesinin yolunu açmaktadır” (Özuğurlu, 2012). Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler sanayi devrimini tabiri caizse kuyruğundan yakalayarak hızlı bir gelişme göstermek istemiş ve bunun sonucunda kentlerde belli başlı alt ve üst yapı problemleri çözülmeden kırdan kente göçler yaşanmıştır. Bunun sonucunda kentlerde çarpık kentleşme, gecekondulaşma görülmüş ve işsizlik oranı bir hayli artmıştır. Kentler kapitalizmin nefes aldığı ve eşitsizliğin görünür kılındığı yerlerdir. Kentlerde bir yanda denetimden uzak yerlerde kurulan yaşam alanları bir yanda bu yaşam alanlarından uzak denetimli ve lüks yaşam alanları konumlanmıştır. Yıllar geçtikçe bu eşitsizliğin görünürlüğü daha da artmış fakat tartışmaya her zaman kapalı olmuştur ta ki toplumsal düzeni, gündelik yaşamı, ekonomiyi yerle bir eden depremlere kadar. Depremler var olan eşitsizliği daha da görünür kılmakta ve denetimsiz, eski binalarda yaşayanlar ile daha fazla kar elde edebilmek amacıyla malzemeden çalıp bireyin ve toplumun canını hiçe sayanların yaptığı binalara birikimlerini yatıranlar enkaz altlarında bir sayıdan ibaret olmamak adına mücadele vermişlerdir. Deprem bir bölgede meydana geldiği andan itibaren herkes tarafından hissedilir fakat sonuçlarının herkes tarafından aynı olması mümkün değildir. Deprem kimileri için bir doğa olayıyken kimileri için bir doğal afettir. “Kapitalizm adı altında mekanlar birer eşitsizlik alanları olarak yükseldiği için, afetler aynı zamanda ayrımcıdır; sonuçları itibariyle de yansız değildir” (Özuğurlu, 2012).

kahraman maras deprem

Yaşanan depremin ardından gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam edecek olan bir iç göç sorunu da bulunmaktadır. Bir toplumda yaşanan felaket sonrası gündelik yaşamın sekteye uğraması ve ekonomik gerekçelerle hayata yeniden tutunabilmek amacıyla bireyler yaşadıkları yeri terk etme istenci ile karşılaşmaktadır. Bu iç göçler ne bireyler nezdinde ne devlette ne de diğer kentlerde planlı bir şekilde gerçekleşmediği için birçok sorunu da beraberinde getirecektir.  Bu sorunlar arasında göç alan kentlerde meydana gelecek işsizlik sorunuyla beraber ekonomik anlamda meydana gelen dalgalanmalar, göç alan kentlerde alt ve üst yapı sorunu nedeniyle kentin yetersizliği, nüfusun dengesiz dağılımı, göç eden bireylerin yeni yaşam alanlarına adapte sorunları, kültür çatışmaları sayılabilmektedir. Bütün bunlarla ilişkili olarak ve ayrıca ailedeki can ve mal kayıpları nedeniyle de yaşanan kırılmalar sonucu aile kavramı yeniden şekillenecektir. Bir toplumun en temel birimi ailedir. “Aile var olduğu ilk gününden bu güne çocuğun sosyal normları ilk öğrendiği ve sosyalleştiği vazgeçilmez bir toplumsal kurumdur. Bazı kurumlar ailenin işlevlerini yerine getirmeye çalışmışlar ancak hiçbir zaman hiçbir kurum ailenin yerini tutmamıştır” (Bilgili,1993: 8-9; Köksal,2008:9-10’dan akt. Kır, 2011: 389). (Ogburn, 1963’ten akt. Kır, 2011)’in görüşlerinden de yola çıkarak bir ailenin belli birtakım işlevleri bulunmakta bu işlevler salt neslin devamını sağlamaktan öte bireylerin ilk eğitim gördüğü, sevgi ve cinsel doyumun sağlandığı, dini inançların yerine getirildiği alanlardır bunlar yerine getirilmediği taktirde toplum da kısa ve uzun vadede sonuçların yansımasını görecektir. Yaşanan felaket sonrası bireylerin tek derdi hayatta kalabilmek ve ekonomik kazanç sağlayabileceği kapılar yaratabilmektir ve bu olguların ailenin diğer tüm işlevlerinin önüne geçmesi sebebiyle aile kavramının anlamı yeniden şekillenecek ve toplumun temel birimi olan ailenin bir tehditle karşı karşıya kalabilme olasılığı ortaya çıkacaktır. Bir toplumda aile düzeninde meydana gelen kırılmalar genel ölçekte toplumun da zarar görmesine sebebiyet verecektir. Aile içi şiddet ve boşanmalar ise öngörülen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aile içi huzursuzluk, şiddet olaylarının artışı bireylerdeki ve toplumdaki huzura ket vuracağı gibi boşanmaların artışı da sosyolojik anlamda toplumsal düzeni bozacaktır. Bir toplumda şiddetin önü alınamadığı taktirde toplumun diğer kurumları ve değerleri de tehlike altında olacaktır.

thumbnail
Önerilen Yazı
Risk Toplumu Nedir? Madde Madde Anlatım

Türkiye, İslam dinini benimseyen insanların yoğunlukta bulunduğu ülkelerden biridir. Din bir ülke için bütünleştirici unsurlara sahip iken aynı zamanda yıkıcı etkileriyle de göze çarpmaktadır. Meydana gelen her türlü iyi veya kötü olayı sosyolojik olarak incelerken din olgusunu geri planda tutmak veya hiç ele almamak olayın özünü anlamayı zorlaştıracaktır. Türkiye’de yaşayan bireylerin gündelik yaşantılarını, kültürel normlarını bir din düşüncesi etrafında oluşturduğunu görebilmek mümkün gözükmektedir. Bu hususta bir toplumda meydana gelen bir doğal afetin toplum tarafından kabullenilme sürecinde dini söylemlere sıkça rastlanılmaktadır. Türkiye’de din tabiri caizse bir ruhun doktoru olarak kabul görmektedir. Kahramanmaraş depreminin ardından yaşananları incelediğimizde bireylerin can ve mal kayıpları karşısında verecek bir cevabı, üzüntüsünü tasvir edebilecek birkaç cümlesi olmadığından dini ifadelerle üzerini kapatmaya çalışmış ve yaşanılan olay henüz çok tazeyken İslam’ın isyana karşı olan ifadeleri nedeniyle kabullenilme sürecine hızlı bir geçiş yaşanmış ve yas süreci ertelenmiştir. “Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa Allah onu da ebedî kalacağı cehennem ateşine koyar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır” (Kuran-ı Kerim, 4:14). Din, bir toplumun kontrol mekanizması olarak görülebilmektedir. Bütünleşmeye ve ortak bir fikirle hareket edebilmeye olanak sağlamaktadır. “Tarihi materyalizmin önde gelen isimlerinden Marx, dinin tamamen insan ve toplum ilişkilerinden doğduğunu düşünerek şöyle der: Din bunalan insanların rahatlamasıdır; kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir çağın ruhudur, halkın afyonudur.” (Güneş,2014). Deprem bölgesinde, bireyleri enkaz altlarından kurtarabildiklerinde duyulan dini söylemler oldukça dikkat çekicidir. Bütün dini öğütler kolektif bir düzeni, yardımseverliği, cömertliği içerir. Yapılan yardımların dinsel pencerede anlam kazandığını görmek bu anlamda yadırganacak bir durum değildir. Deprem bölgesinde büyük bir çabayla kurtarılan insanları ‘melek’ kurtardı veya korudu olarak nitelendirmek, yıkılan evleri ve alın(a)mayan önlemleri takdir-i ilahi olarak görmek ise dünyevilikten tamamen uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Bu da bana göre dünyevi olayların bireye ve topluma artık ağır gelmesinden, yaşanan acıların kaldırılamamasından kaynaklanmaktadır. Oysa hiçbir din savaşmayan bir topluma zafer vaat etmez.

Yaşanan bu felaketle birlikte bireylerde intihar düşüncesinin artacağı gerçeğiyle de yüzleşmek zorundayız. İntihar olgusu psikolojik olarak her dönemde gerçekleşebileceği gibi belli kriz dönemlerinde intiharı salt psikolojik gerekçelerle açıklamak kriz dönemini yönetebilmeyi engelleyebilmektedir ki nitekim Durkheim intihar üzerinde yaptığı çalışmalarla soruna sosyolojik perspektiften bakan başlıca isimlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşadığımız bu dönemde intiharların artabileceği ve bir toplumsal olay haline gelebileceği gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. “Durkheim intiharı sosyal bir olay olarak ele aldığı çalışmasında sosyal yapı çöküntüsü ile intihar sosyal olay oranı: sosyal etki/bağımsız değişken-sosyal tepki/bağımlı değişken) arasında bir nedensel ilişki kurmuştur. Toplumsal çöküntü devrelerinde intihar olaylarının sayısının arttığını gösteren bu modelde, sosyal yapı çöküntüsü, bağımsız değişken (sebep); intihar (sosyal olay) da, bağımlı değişken (sonuç) olarak nitelendirilebilir” (Şeker, 2019). İntihar insanlık tarihinin hemen her döneminde bir problem olarak karşımıza çıkmakta ve toplumsal olaylarla birlikte belli birtakım dalgalanmalarla artış veya azalış göstermektedir bu durumda intiharı sadece psikolojik olarak değerlendirmek yaşanan toplumsal olaylar göz önüne alındığında yeterli değildir.

Deprem bölgesinde kalan ve yaşama tutunmaya çalışan bireylerin sağlık, eğitim, barınma, ekonomik, psikososyal destek gibi birçok ihtiyacı ve sorunu bulunmaktadır. Depremler fiziksel bir olay gibi görünebilir fakat yarattığı sonuçlar göz önüne alındığında o toplumu ekonomik, sosyolojik, psikolojik anlamda binlerce yıl geriye götürebilmektedir.

Sağlık

Deprem bölgesinde yeterli sağlık hizmeti bulunmadığı, düzenli ilaç kullanmak zorunda kalan bireylerin ilaç temininde geri kalındığı gözlemlenmektedir. Taşınabilir tuvaletlerin yetersizliği ve birçok insan tarafından kullanılır olması sebebiyle hijyen eksikliği bulunduğundan kısa vadede sağlık sorunlarını beraberinde getireceği öngörülmektedir.

Eğitim

Bireylerin yaşanan felaket sonrası öncelikleri ve ihtiyaçları değiştiğinden eğitimin geri plana atıldığı görülmektedir. Bu gelecek nesillerin belli bir eğitimden geçemediği ve bu sebeple gelecekte meydana gelebilecek olası kötü senaryoların önüne geçebilmek için elimizdeki tek güç olan çocuklarımızın eğitimde geri kalması diğer kötü senaryoların da önünü açacaktır. Ayrıca okullar sadece matematik ve fizikten ibaret binalar olmadığı gibi çocuğun sosyalleşebileceği ve aynı zamanda psikolojik destek alabileceği unsurları barındıran yerlerdir.

Barınma

Deprem bölgesinde yaşanan en büyük sorunlardan biri insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma ihtiyacının karşılanamaması durumudur. Bireylerin en temel ihtiyacı olan barınmanın eksikliği birçok soruna doğrudan olmasa da dolaylı yoldan ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Geride kalan bireylerin verdiği yaşam mücadelesi, yaşanması gereken yas sürecini ve alması gereken eğitimi geri plana atmakta bu da bireyin yaşaması gereken psikolojik ve sosyolojik süreçlerin önüne geçtiğinden ileride travmalara sebebiyet vereceği öngörülmektedir.

SONUÇ ve ÖNERİLER

Belirlenen eşitsizlik, iç göç sorunu, intihar, şiddet, boşanma gibi sorunlar ve tartışma düzlemine alınmayan diğer sorunlar toplumun geneli ve özelinde düzeni ve refahı sağlayabilmesi için olabilecek en hızlı düzeyde sonuçlandırılmalıdır. Toplum olarak doğa olaylarına hazırlıklı olmadığımızı kabullenip yola koyulmak yapılması gereken ilk adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Kapsamlı bir dönüşüme ihtiyacımız var ve bu dönüşümün hızlı ve özenli olması gerekmektedir.  Yaşanan toplumsal olaylar ve krizlerde salt görünenle ilgilenip olayın veya krizin sosyolojik ve psikolojik unsurlarını ikinci plana atmak yaşanan krizi tam anlamıyla yok etmeyeceği gibi toplumsal krizin çığ gibi büyümesine sebebiyet verecektir. Bu hususta deprem bölgesinde ve toplumun genelinde kent dönüşümü ve yapılanması dışında alınabilecek belli başlı çalışmalar ve önlemler vardır;

Sadece deprem bölgesinde değil toplumun genelinde uygulamalı eğitimler ve ilk yardım eğitimleri büyük bir önem taşımaktadır. Deprem ve diğer doğa olayları/ afetleri için kapsamlı bir eğitim ve gönüllü organizasyonların önemi açıkça göze çarpmaktadır.

Yapılan yardım ve desteklerin depremin yaşandığı yerin kültürel ve sosyal durumlarına uygun olması büyük bir önem arz etmektedir.

Deprem nedeniyle meydana gelen zorunlu iç göçte bireylerin adaptasyon sorunları göz ardı edilmemeli ve bu hususta sosyologlara görevler verilmelidir. Kültür sorunu depremin görünmeyen yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Depremler bir toplumsal kriz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu toplumsal krizler bireylerde intihar düşüncesini artıracağı varsayılmaktadır. Bu hususta sosyologlara, sosyal hizmet çalışanlarına, aile danışmanlarına gibi konuyla alakalı meslek gruplarına büyük görevler düşmektedir.

Psikososyal destek ücretsiz ve uzun süreli olarak can ve mal kayıpları olsun olmasın tüm depremzedelere verilmelidir. Bu psikososyal destek psikologlar veya sosyologlar tarafından verilebilmektedir. Geniş bir alanı etkileyen Kahramanmaraş depremi sonrasında tüm bireylere psikososyal desteğin ulaşabilmesi zorlu olacaktır. Bu hususta geniş kitlelere ulaşabilmek adına devlet destekli bir proje ile çalışmaların hızlı bir şekilde gerçekleşmesinin sağlanması gerekmektedir.

Depremin sonuçları düşünüldüğünde büyük bir ekonomik buhranla karşılaşacağımız öngörülmektedir. Bu hususta ekonomik gerekçelerle aile içi şiddet ve boşanmaların artabileceği varsayılmaktadır. Bu da özelde aile genelde ise tüm toplum için büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Depremzedelere sosyologların, aile danışmanları ve terapistlerin desteği önemli unsur olarak değerlendirilmektedir.

Deprem sonrası bireylerin yaşama tekrar tutunabilmesi için can ve mal kayıplarını kabullenebilmesi gerekmektedir. Bu kabullenilme süreci özellikle bu tür toplumsal krizlerde tek başına gerçekleşmeyebilmekte ve bir profesyonelin desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu desteği psikologlar, yas danışmanları ve aile danışmanları verebilmektedir.

Sonuç olarak; bu tür doğal afetlerin yaşanmasının ardından çok boyutlu düşünebilmek oldukça önemlidir. Doğal afet sonrası toplumun genelinde bir değişim yaşanacağı aşikardır. Bu değişimin analizinin iyi yapılması gerekmektedir. Deprem için alınamayan önlemler binlerce canı yaktı. Bundan dolayı deprem sonrası alınacak önlemlerin geçiştirilmemesi ve önem sırasıyla beraber önce deprem bölgesinde ardından toplumun genelinde gerekli tüm önlemlerin yerine getirilmesi büyük bir önem arz etmektedir. Depremin manevi ve kültürel sorunları göz ardı edilmemelidir. Bu toplumsal krizde sosyologlar da sahada olmalı ve yaşanmış sorunları belirlemeli veya yaşanabilecek sorunlarda danışman rolünü üstlenmelidir.

 KAYNAKÇA

  • Güneş, Abdurrahman. (2014). “Sosyolojik Olarak Din ve Toplum İlişkileri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 24 (1).
  • Kır, İbrahim. (2011). “Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (36).
  • Kişi, Gülsüm. (2022). Depremin Sosyolojik Boyutu: 2020 Elazığ Depremzedeleriyle Yapılan Niteliksel Bir Araştırma (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Maltepe Üniversitesi Sosyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul.
  • Özuğurlu, Aynur. (2015). “Afetler ve Kentleşmenin Neoliberal Dönüşümü”, Mülkiye Dergisi, 36 (1).
  • Şeker, Aziz. (2019). “Durkheim’in Sosyolojisinde İntihar ve İntiharla Mücadelede Sosyal Hizmetin İşlevi”, Mavi Atlas Dergisi, 7(1).
thumbnail
Önerilen Yazı
Gündelik Hayat Sosyolojisi Nedir? Temsilcileri Kimlerdir?

SOSYOLOG- AİLE DANIŞMANI- EVLİLİK/ İLİŞKİ KOÇU

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir