Karakter Aşınması Kitap Analizi

Richard Sennett Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri başlıklı kitabının Çalışma Sosyolojisi bağlamında değerlendirilmesi

Karakter Aşınması Kitap Analizi
0

GİRİŞ

Kapitalizmin değişen karakteri bireylerden çalışma hayatı özel örneğinde farklı yetenekler, farklı özellikler, farklı bir karakter bekliyor. Zamanın değişen ruhuna bağlı olarak bireylerden beklenen karakterin nasıl değiştiğini ve dolayısıyla bireylerin kendi karakterlerini kurma konusunda yaşadıkları sıkıntıları Sennett, yeni kapitalizmin beklentileriyle açıklıyor.
Sennett, yeni kapitalizmde ‘’iyi bir işin nitelikleriyle iyi bir karakterin nitelikleri artık örtüşmüyor’’ (Sennett,2015:21) temel tespitinden yola çıkarak, yeni kapitalizmin çalışanlardan ve işverenlerin işçiden beklediği karakter özelliklerinin neler olduklarını günlük hayatta tanıdığı kişilerin bizzat yaşam deneyimlerinden yola çıkarak örneklendiriyor.

Kitabın 1.bölümünde Sennet, bir baba (Enrico) ve oğlu (Rico) üzerinden özellikle Amerika’da kapitalizmin değişen karakterinin bir sonucu olarak çalışma ve iş yaşamının teknolojik gelişmelere bağlı olarak nasıl değiştiğini ve bu değişime bağlı olarak çalışma merkezli toplumda çalışma hayatındaki değişimin diğer değişimlere nasıl öncü olduğunu ‘’esneklik’’ kavramını temele alarak inceliyor.
2. bölümde, yine Enrico ve Rico örnekleri üzerinden, çalışma yaşamındaki ve çalışma şeklindeki değişmelerin sosyal yaşantıya etkilerini ‘rutin’ kavramı merkezinde inceliyor.
3. Bölümde, esneklik kavramının çalışma yaşamı başta olmak üzere toplumdaki tüm kurumlara nüfuz etmesiyle birlikte iktidarın nasıl dönüştüğünü ve yeni çalışma şekillerinin yeni kontrol mekanizmalarını nasıl yarattığını ele alıyor.
4.Bölümde, yerel bir fırının yıllar içinde gıda şirketi tarafından satın alınmasıyla çalışanlar, işverenler ve teknolojik gelişmeler bağlamında nelerin değiştiğini ortaya koyuyor.
5. Bölümde, risk almanın kavramsal olarak ve süreç bazında eski ve yeni kapitalizmde nasıl değişiklikler geçirdiği ve kişilerin buna nasıl uyum sağladıkları ve sağlayamadıklarını ele alıyor.
6.Bölümde, değişen ve yeni çalışma şekilleriyle beraber iş etiği anlayışının ve yeni iş etiğinin beklediği karakter özelliklerinin nasıl değiştiğini inceliyor.
7. Bölümde, IBMde işten çıkarılan işçiler örneği üzerinden başarısızlığın anlamının nasıl değiştiği ve bireylerin işten atılma gibi durumlarda sosyal yaşantılarında geçmişte ve günümüzde nasıl değişmelere sebep olduğunu karşılaştırıyor.
8.Bölümde, ‘bana kim ihtiyaç duyuyor?’ sorusu çerçevesinde kişilerin, kendilerini, ilişkilerini ve çalışma ilişkilerini sorgulamasını ve verilen cevapları geçmiş ve bugünle kıyaslayarak inceliyor.

1.BÖLÜM : SÜRÜKLENME

Sennet, 1970lerde hademe olarak çalışan Enrico ve 1990larda net bir iş tanımı olmamasıyla birlikte ‘danışman’ diyebileceğimiz bir pozisyonda çalışan oğlu Rico üzerinden eski ve yeni toplum yapısını, iş ilişkilerini ve bireylerin çalışmaya atfettiği anlamların değişimini sorguluyor ve karşılaştırıyor.
1970lerde çalışmaya ailesine hizmet etmek anlamını yüklenen, her günü neredeyse aynı olan işlerde yıllarca çalışanlardan oluşan bir toplum. Birikimleri yıllarca artıyor, eşi de çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası sendikaların güç kazandığı dönemde, çalışanların işleri sendikaların güvencesinde ve Enrico ne zaman emekli olacağını ve ne kadar para alacağını tam olarak biliyor.
Enrico’nun içinde yaşadığı 1970ler toplumunda Weber’in demir kafes olarak tanımladığı bürokrasi, zamanın kullanımını rasyonalize eden bir yapı olarak işlev görmektedir. Bireyler, günlük yaşamlarını ve zamanlarını çalışma zamanını merkeze alarak organize etmektedir. Enrico, bu sayede hademeler birliği ve göçmen cemaati sayesinde sosyal gruplara zaman ayırabilmiş ve aidiyet geliştirmiştir. Sendikalar ve cemaatler aracılığıyla bireyin aidiyet duygusunu geliştirmesi Durkheim’a göre dayanışmanın olduğu sağlıklı toplumun bir örneğiyken(Slattery,2012:114-122), Rico’nun içinde bulunduğu 1990larda yeni toplum yapısında sendikaların gittikçe azalması, iletişimin elektronikleşmesi ve bireylerin sosyal yaşantılarına ayırabildikleri zamanın da çalışma süresinin artışı ve düzensizliğine bağlı olarak azalmasıyla, yeni toplumda işlerin ve ilişkilerin geçici doğasıyla birleştiğinde bireylerin toplumsal gruplara aidiyet duygusu geliştirmesi pek mümkün görünmüyor.
Enrico biz-onlar ikiliğinde kendisinin karşısına siyahları, ülkeye yasadışı yollarla gelen yabancıları ve hak edilmemiş ayrıcalıkları olan burjuvaziyi koyuyor. Orta sınıfın ona hiçmiş gibi davrandığını ve eğitimsiz olması ve ayak işi yapması sebebiyle buna haklarının olduğunu düşünüyor. Burada Mead’in ‘’me(beni-bana)’’ kavramını görüyoruz. Bireyin başkalarından öğrenmiş olduğu kendisiyle ilgili bakış açılarını, tavır alışları öğrendiğinde birey, toplumsallaşmış ‘’me’yi’’ oluşturur ve davranışlarına kılavuzluk eder. (Wallace&Wolf, 2015:275-285) bu kılavuzdan, toplumun kendisiyle ilgili düşündüklerinden yola çıkarak benliğini oluşturan Enrico, oğlunun da aynı yaşantıyı yaşamasını istememekte, Amerikan Rüyasına inanmış ve birtakım koşulların sağlanmasıyla sınıf atlayabileceği fikrini içselleştirmiş olarak oğlunun sınıf atlamasını istemekte ve eğitimine ayırdığı bütçe ile maddi, dönemin gerektirdiği biçimde disiplinli bir baba olarak manevi yardım etmektedir. Ayrıca, oğlunun eğitim yoluyla daha akıllı daha bilgili olduğu ve bunun sınıf atlama anlamında toplumsal hiyerarşide yükselme anlamında iyi bir şey olduğu inancına sahip olduğundan oğlunun söylediği kelimelerin bir çoğunu anlamamakla övünmektedir.
Rico’nun içinde bulunduğu 1990lar toplumunda ve çalışma hayatında ‘ben şunu yapıyorum’ denilebilecek sabit bir işin olmaması, iş tanımının net sınırlarla çizili olmaması, iş tanımının beraberinde çalışma şeklinin de esnediği, yeni çalışma şekillerinin ortaya çıktığı toplumda zamanın, günün çalışma merkezli olarak planlanması ve organize edilmesi de mümkün olmamakta. Bilgisayarlaşmış işler sebebiyle eve iş getirilen çalışma şekli ve işe ayrılan zamanın uzadığı bir toplumsal düzlemde, aile yaşantısında da esnekliklerin ve geçiciliklerin yansımasının görüldüğü günümüzde Rico, babası Enrico’dan farklı olarak kendi çalışma hayatını ve karakterini çocuklarına bir etik davranış örneği olarak sunamıyor. Babası Enrico’nun yaşadığı dönemde en belirgin olan disiplin-otorite erdemi, yerini esnekliğe bırakmış görünüyor. Rico’ya iş yaşamında başarıyı getiren esneklik, karakterinde aşınmalara sebep oluyor.
İş yaşamında ve şirket bünyesinde değişimler hiyerarşik piramit benzeri yapılardan bürokrasi katmanlarını azaltarak daha düz ve esnek yapılara geçişiyle birlikte yıllar içinde basamak basamak ilerleyen geleneksel kariyerlerde de dönüşüm meydana geliyor. Temel becerilerini sürekli yenilemek ve güncellemek durumunda olan çalışanların farklı şirketlere, farklı pozisyonlara hatta farklı sektörlere geçişleri çok daha kolay gerçekleşiyor. Rico’nun çalıştığı yeni düzende özelde iş yaşamını ve toplumsal yaşamı karakterize eden anahtar kelimeler; belirsizlik, esneklik, ‘’uzun vade yok’’, istikrarsızlık, geçicilik oluyor.

2.BÖLÜM : RUTİN

‘’Diderot işteki rutinin, diğer ezberleyerek öğrenme çeşitlerinde olduğu gibi gerekli bir öğretici olduğuna, Smith ise rutinin insan aklını öldürdüğüne inanıyordu.’’ (Sennett, 2009: 34)
Sennett, zamanın planlanmasındaki değişimi 18.yy ortalarında cep saatlerinin ortaya çıkışı ve artık yakın mesafede kilise olmasa bile zamanın bilinebilmesine bağlıyor. Cep saatleri, zamanın da emek gibi daha küçük parçalara bölünebilmesinin önünü açmış oluyor.

Taylor, zaman hareket çalışmalarıyla birtakım deneyler sonucu, işçilerin bütünün bilgisiyle ne kadar az meşgul olurlarsa o kadar verimli olduklarını belirledi. Ve buradan hareketle işin çok küçük parçalara ayrılmasına karar verilen ‘bilimsel yönetim’ modeli benimsendi, küçük parçalara ayrılmış rutin işlerde çalışan işçilerin Ford fabrikasında bir akan montaj bandı üzerinde çalışmaya başlamasıyla bu yeni üretim şeklini betimleyen kavram ‘fordist üretim sistemi’ oldu. (Slattery,2012: 170-175)
Fordist üretim şeklinin getirdiği, işin parçalara ayrılması ve rutinleşme Enrico’nun neslinde zirvedeydi. Bu rutinleşmenin işçide yarattığı değişimi, Marx yabancılaşma olarak kavramsallaştırır.
‘’Marx için yabancılaşma kavramı farklı ancak karşılıklı ilişkili iki anlama sahiptir ;
Yabancılaşma öznel bir duygu, bir güçsüzlük ve soyutlanmışlık duygusudur,
İnsanları hem emeklerinin ürünlerinden yoksun bırakan, hem de çalışmaları üzerinde kontrol kuran ekonomik sistemlerin yapısal bir analizidir.’’ (Slattery,2012:130)
Marx’ın takipçisi olarak niteleyebileceğimiz Braverman da bu süreci vasıfsızlaşma olarak tanımlamaktadır. İşin küçük parçalara bölünmesini takip eden süreçle ilgili olarak Braverman, zihinsel süreçlerin fiziksel emekten ayrılması, yaratıcılığını kullanmayan işçinin yabancılaşmasını ve işçinin rolünün sadece yazılı talimatları rutin olarak uygulamakla sınırlı olduğunu belirtir. Bütün bunlara bağlı olarak işçinin ‘’yabancılaşmış, güçsüzleştirilmiş ve konumu kolayca değiştirilebilecek bir duruma dönüştürüldüğünü’’ belirtir. (Slattery, 2012: 355)
Enrico’nun döneminde emeği parçalara ayıran ve işçiyi yabancılaştıran, vasıfsızlaştıran ‘rutin’, zamanı ve yaşamın planlanması anlamında sosyal yaşantıyı ve karakteri, kendine ve aileye zaman ayırabilmek, planlı ve disiplinli olmak anlamında olumlu da etkilemektedir.

3.BÖLÜM : ESNEK

Bu bölümde Sennett, esneklik kavramını, değişen koşullara uyum sağlayabilmek anlamında kullanmakta ve günümüz dünyasında değişime açık olmak ve ayak uydurabilmeyi istendik karakter özellikleri olarak tanımlamaktadır. Esneklik, rutinin yerine geçen daha olumlu bir yapı bir tavır olarak görülmektedir. Şirketlerin esnekliği benimsemesiyle birlikte aralarındaki sert rekabet; rekabet ve işbirliği, uzlaşmanın iç içe olduğu bir şekle dönüşmekte ve şirketler, piyasadaki yenilikleri kontrol etme arzusundan vazgeçip yeniliklere uyum sağlamaya çalışmayı hedeflemektedirler.
Bürokratik rutine karşı isyan ve esneklik arayışı, yeni iktidar ve kontrol yapıları üretti.
Evden çalışma şekli yeni kontrol mekanizmalarını doğurdu. Ofiste olmayan kişilerin belli saatlerde ofisi aramasının istenmesi, internet üzerinden gözetim altında tutulması gibi kontrollerle çalışan, çalıştığı mekanı seçebilse de emek süreci üzerinde hala kontrole sahip değildir. Dolayısıyla işçi, iktidara boyun eğmenin yüzyüze olanından elektronik olanına geçmiştir. Bürokrasinin demir kafesinden kurtulmuş olsa da yeni bir denetim ve gözetime tabidir. Bu yeni kontrol ve denetim şekilleri, bireyin kendisini kontrol edebilmesi, denetleyebilmesini merkeze alması bakımından eski denetim mekanizmalarından farklılaşmaktadır. Foucault’nun çözümlediği Panopticon tipi gözetleme mantığıyla benzeşmektedir. Yeni gözetim şeklinde amaç, kişinin kendi davranışlarını kendisinin denetlemesi bir anlamda kendi üzerinde iktidara sahip olmasını sağlamaktır.

Sennett, yeni kapitalizmin beklediği kişilik özelliklerini Bill Gates örneği üzerinden tespit ediyor. Ürünlerin piyasaya hızlıca girip çıkması dolayısıyla hiçbir şeye bağlılığın olmaması, Bill Gates’in iş yaklaşımının temelini oluşturuyor. Piyasanın ve anın gerektirdiği şekilde esneyebilme, vazgeçebilme ve parçalanmaya tahammül edebilme yeteneklerini temel alarak, kişi kendini bir olasılıklar zincirinde konumlandırıyor. Çok fazla olasılık içinde, hepsini değerlendirebilme yeteneğine sahip olduğu ölçüde ayakta kalabiliyor. Fazla olasılıklar günümüz kapitalizmini anlamaya da ışık tutuyor. Baudrillard’ın kavramsallaştırdığı tüketim toplumu, çok fazla seçenek sunarak tüketici bireylerin tercihlerini yönlendirmesini beklerken, yeni kapitalizm de üretici konumundakilerin yine sonsuz olasılıklar içinden en doğru değerlendirmeyi yapıp kendilerini konumlandırmaları bekleniyor. Yeni kapitalizm, en doğru kararı verebilmesi için bireylerden birtakım yeni karakteristik özellikler bekliyor; geçmişi terk edebilme anlamında risk alabilme, düzensizlik içinde yaşayabilme cesareti ve spontane davranışlar. Bu karakteristik özellikler beyaz yakalıya, üst düzey yöneticiye ait olduğunda olumlu sonuçlar verirken, alt katmanlardaki sıradan çalışanlarda kişinin kendisine zarar verecek karakter aşınması yaratıyor.

4.BÖLÜM : OKUNAKSIZ

Sennett’in, toplumsal konumların Amerika’da ırk ve etnisite temelli, Avrupa’da ise sınıfsal ekonomik verilerden oluştuğunu belirttiği bu bölümde, Amerika’da fırında çalışan Yunan işçilerin kendilerini toplumsal hiyerarşide konumlandırmalarını daha sonra fırının dev bir gıda şirketi tarafından satın alınmasıyla işçilerin her anlamda çeşitliliği ve kendilerini konumlandırmalarının nasıl farklılaştığını örneklendiriyor.
Sennett’in örneğinde Yunan işçiler çalıştıkları fırında, işyerinde dayanışmayı sağlamalarının, hata yapmalarını önlemenin ve disiplini sağlamanın aracı olarak etnik kimliklerini kullanıyorlar, bir grup işçi arasında etnik kimlik öne çıkarılıyor ve biz bilinci oluşturuyor. İyi işçi olmakla iyi Yunan olmak arasında güçlü bağlantılar kurarak onurlu davranış, adil ilişkiler ve işbirliğiyle karakterlerini oluşturuyor ve dışavuruyorlardı. Kendi cemaatlerini, dil, kültür ve ‘’iyi Yunan olmak’’ anlatısı üzerinden kuruyorlar, bu da dolaylı yoldan işlerini iyi yapmaya sevk ediyordu. Yunan fırıncılar aynı zamanda kültürel köklerini korumaya çalışırken, beyaz, şehirli Amerikanların kendilerine üstten baktıklarını düşünmekte ve ‘biz-onlar’ ikiliğinde kendilerinin karşısına onları koymakta ve onların kendilerini küçük gören bakışlarını haklı bulmaktaydılar. Yunan olmalarıyla toplumsal hiyerarşinin alt basamaklarında olmaları arasında bağlantı kuruyorlardı. Etnik ve sınıfsal ayrımlar iç içe geçmişti. Yunan fırıncılar aynı zamanda kendilerini toplumsal hiyerarşide konumlandırırken, bir diğer referans noktası olarak ‘siyahları’ alıyorlar, onlar arasında siyah yoksulla ve yoksul da aşağılıkla eşanlama geliyordu. Hiyerarşik olarak hem üstlerden hem altlardan referans alarak kendi kimliklerini ırksal-etnik ve sınıfsal olarak konumlandırıyorlardı.
Fırını dev bir gıda şirketinin satın almasıyla yaşanan değişimler, toplumsal ve teknolojik gelişmelerle birlikte işçilerin, patronun ve çalışma ilişkilerinin yanısıra çalışma şekilleri ve mekanda da değişimlere yol açmıştır. Makinelerdeki teknolojik gelişmelerle, eskiden tek çeşit ekmek çıkaran fırın, piyasadaki günlük talebe bağlı olarak farklı ürünlere ayarlanabilen makinelerle esneklik prensibiyle, talebe göre üretim yapabilen fırına dönüştü. İleri teknolojik makineler sayesinde, işçiler malzemelerle yada ürünlerle direkt temas halinde olmadıkları için ürüne ve üretim sürecine yabancılaşmış, bu çalışma şeklinden dolayı kendilerini vasıfsızlaşmış hissetmektedir. Makineler, eski makinelerden farklı olarak sadece düğmeler ve sembollerle çalışmakta, ürünler düğmelerin üzerinde sadece sembol olarak varolmaktadır. Baudrillard günümüz dünyasını açıklarken şöyle der : ‘’Biz, mal ve hizmetlerden ziyade semboller ve imajlar alıp satıyoruz, gerçek maddi ihtiyaçları doyurmaktan ziyade ihtiyaçlar ve arzuların psikolojik doyumunu sağlamaya çalışıyoruz’’(Slattery, 2012: 470) İşçilerin ürünle temasını tamamen kesen ve ürünleri sadece makineler üzerindeki temsillere dönüştüren bu süreci Baudrillard ‘simulasyon’ olarak adlandırır.
Fırının yeni çalışanları günümüz dünyasının çoksesliliğiyle paralel olarak farklı dillere, kültürlere, etnik kökenlere, cinsiyetlere ve farklı yaş gruplarına ait işçilerden oluşuyor. Benzer şekilde çalışma şekilleri de yarı zamanlı, sözleşmeli, geçici süreyle çalışma gibi esnek çalışma şekillerinden oluşuyor. Çalışma şekillerindeki esneklik ve geçicilik işçilerin meslek kimliklerini edinmelerinin önüne geçiyor, ömrünün sonuna kadar bu işi yapmayacaklarını düşünen işçiler, fırıncılığı meslekten ziyade ‘iş’ olarak görüyorlar ve bu alanda kariyer yapmaktan çok uzaklar. Üretim sürecine ve emeğe yabancılaşmış işçilerin, ürünün nasıl üretildiğini, makinelerin nasıl çalıştığı, makinelerde bir teknik arıza olduğunda bunun nereden kaynaklandığı ve nasıl çözüleceğine dair ilgi ve bilgilerinin olmaması sebebiyle, makinelerdeki en ufak arıza üretimin tamamen durmasına sebep oluyor. Fırın işçilerinin vasıfsızlaşması ve sadece bir düğmeye basma görevlerinin olması, üretim sürecinde kayıplara yol açıyor. Maksist literatürün yabancılaşma dediği bu süreci, günümüz dünyasında Sennett ‘kayıtsızlaşma’ olarak tarif ediyor. Kayıtsızlaşma, yüzeysel bilginin yeterli olduğu algısına yol açıp, bilgiyi ve işi derinleştirmeye engel oluyor.
İşler yüksek teknolojik makinelere, bilgisayarlara devredildiği ve işçinin görevinin artık sadece doğru düğmelere basmak şeklini aldığı günümüz dünyasında, işçiler birkaç farklı düğmeyle her işi yapabileceklerini düşünüyorlar. Düğmelere basmaya indirgenen iş tanımı, herkesin çok kısa sürede öğrenebileceği ve işçi alternatifinin çok fazla olması sebebiyle işçilerin aldığı ücretlerin de çok düşük olmasının önünü açıyor. Smith’in tarifiyle emek, zihni tamamen sürecin dışında bırakıyor. Fırın örneğinde bunun en uç versiyonunu görüyoruz, makinelerin zekası kullanıcının yerini alıyor, kullanıcının görevi makineyi başlatmak kadar basitleşmiş durumda. Dolayısıyla, işçi kimliği, bu örnekte fırın işçisi kimliği geçici karakterinden dolayı, kişilerin kendilerini tanımlarken başvurdukları kimlikler içerisinde görünmüyor. Akışkan, geçici ve istikrarsız dünyada işçi kimliği de yüzeysel ve oldukça basit işler sebebiyle oldukça uçucu durumda.

5. BÖLÜM : RİSK

Bu bölüm, kendi müdavim grubunu oluşturmuş bir barın sahibi ve işletmecisi olan Rose’un risk alarak reklamcılık sektöründe şansını denemesine ve ‘şirkette çalışarak para kazanmanın mümkün olmadığı’ fikriyle beraber bara geri dönmesi sürecine odaklanıyor.
Bar ve reklamcılık sektörlerini, eski ve yeni kapitalizmin beklentileri ve yapısal değişimlerinin örnekleri olarak ele alıyor. Başarı tanımı, yeni kapitalist sektörlerde, sorumluluktan ve başarısızlıktan mümkün olduğu kadar kaçmakla ilişkilendiriliyor. Risk almak ve başarısız olmamak, başarı anlamına geliyor. Çalışanlar düzeyinde başarı tanımı bu şekildeyken, işverenlerin de çalışanlardaki odak noktası başarısızlıklardan ziyade, sahip olduğu bağlantılar ve network kurabilme becerisine kaymış bulunmakta.
Yeni kapitalizmde, işçi, sürekli olarak sınandığını hissettiği ancak hiçbir zaman olumlu yada olumsuz geri dönüş alamayan bir sürecin içerisinde, nesnel bir ölçütü bir yönergesi olmayan işlerle meşgul olurken her gün kendini yeniden ispat etmek zorunda kalıyor. Geçmiş deneyimlerinin, tecrübelerinin ve bunları ifade ettiği varsayılan yaşın, yeni kapitalizmde hiçbir değeri olamaması bir yana, yaş, olumsuz özellik olarak nitelendiriliyor. Gençlerin çalışan olarak tercih edilmelerindeki ilk sebep, tıpkı 19.yydaki gibi, ucuz emek meselesi. Buna ek olarak, zamanın gerektirdiği esnekliği gençlikle bağdaştırıp, yaşlıların görece daha katı oldukları, risk almaktan çekindikleri ve esnek işyerinin koşullarının gerektirdiği fiziksel enerjiden yoksun oldukları sebepleriyle, yaşlılık katılıkla bağdaştırılıp, işten çıkarılacaklar listesinin başında konumlandırılıyor. Yine yaşlıların bilgi birikimi ve tecrübesinin yanında kuruma olan sadakatlerinden dolayı üst konumdakileri eleştirmelerini mümkün kılarken, gençler günümüzün yüzeysel, geçici ve istikrarsız ruhuna paralel olarak işyerinde yaşadıkları problemlerde işyerini terk etmeyi ilk seçenek olarak değerlendiriyorlar. Risk alabilme yetenekleri ve esneklikleri, yaşlılara kıyasla çok daha fazla olması bir yandan onların daha itaatkar olmasına bir yandan da ilişkilerinin daha geçici olmalarına sebep oluyor.
Yeni yapıda her gün kendini en baştan kanıtlama zorunluluğu, başarılı yada başarısız olmanın net tanımlarının olmaması ve her iki ihtimalin de eşit derecede mümkün olmasından dolayı, işçileri sürekli risk almaya zorluyor. Risk almasını bilen kişi, bu belirsiz ortamda ayakta kalabilen kişi oluyor ve başarı da bununla birlikte tanımlanıyor. Risk alma dürtüsünün altında yatan hareketsizliğin başarısızlık olarak görülmesi ve sabit kalmanın ölümcül olarak kodlanması da hareket etmeye hedefe varmaktan daha fazla anlam yüklenmesine sebep oluyor. Risk almak, bir hedeften başkasına gitmek değil, yeni toplumda sadece hareket etmek olarak tanımlanıyor.
Bu hareketleri mümkün kılacak kurumlar, hiyerarşik olarak piramitvari yapılardan daha yatay organizasyonlara dönüşen şirketlerdeki boşluklar oluyor. Bu boşluklar fırsat alanları yaratıyor ve terfi anlayışı, kariyer anlayışı da eskisinden oldukça farklılaşıyor. Geleneksel kariyer, belli sektörde belli kurumlarda yıllar içinde basamak basamak yukarıya ilerleyen kariyerleri ifade ederken, yeni kariyerler organizasyon içinde yatay boşluklara hareket etmek şeklini alıyor ve Sennett bu yeni hareketi ‘’muğlak hareket’’ olarak kavramsallaştırıyor. Yeni pozisyonuyla ilgili pek de fikir sahibi olmayan çalışan, yaptığı hataları ancak yaptıktan sonra fark edebiliyor. Pozisyona dair bilgi, yanlışların doğrulanması üzerinden kuruluyor. Sennett, buna ‘geriye dönük kayıp’ diyor. Esnek organizasyonlar bu şekilde muğlak hareketleri mümkün kılar ve kolaylaştırırken, hata yapma riskini de artırıyor. Hata yapma olasılığını göz ardı eden risk almanın getirdiği anlık heyecan ve yaşam duygusu, başarı olasılığı konusundaki rasyonel bilgiyi unutturuyor. Hiçbir bilginin birbirinden üstün olmadığı ve anlık olarak farklı bilgi türlerinin farklı zamanlarda kullanılmasını, Lyotard’ın postmodern dünyanın meta anlatıların reddinden ve farklı anlatıların biraradalığından oluştuğu fikriyle bağdaştırabiliriz. (Slattery,2012:447-453) Başarısızlığın olasılığı anlamındaki teknik bilgi, bağlama ve eyleme bağlı olarak kişisel anlatıların, hatta hareketsizliğin başarısızlık olduğu anlatısının gerisinde kalabiliyor.
Aşırı vasıflılık sorunu, üniversite mezununun artması, yeni rejimin temel özelliği olan kutuplaşmanın bir göstergesi. Büyüyen eşitsizlik, teknik beceriye verilen değerle açıklanır, vasıflıların ücreti artarken vasıfsızların ücreti düşüyor.
Örnekteki bar işletmecisi Rose’un dobra konuşma tarzı, yeni kapitalizmin benimsediği incelikli iletişim yöntemlerinden farklıydı ve Bourdieucu anlamda Rose’un kültürel sermayesinin farklılığı, bu yeni çalışma şekline, yeni kapitalizmin beklentilerine uyum sağlayamamasına sebep oldu. (Giddens & Sutton, 2014: 259-264)

6.BÖLÜM: İŞ ETİĞİ

Weber’in kavramsallaştırmasında Protestan ahlakı, kişinin kendi eylemlerinden sorumlu olduğunu ve eylemleriyle kendi değerini yarattığı anlayışı üzerinden temellenir. Birey, eylemleriyle kendi değerini olumlu yada olumsuz yönde değiştirebilir. Bunun en önemli örneklerinden biri, çok çalışarak ve biriktirerek iyi insan olma halinin, kapitalizmin karakteriyle bütünleşerek iş etiği anlayışını şekillendirmesi yönünde olmuştur.
Eski iş etiğinde vurgu, bireyin kendisinde ve eylemlerinde, içselleşmiş gönüllü bir disiplindedir. Mükafatları erteleme üzerinden, çok çalışma ve sabretme şeklinde temellenir. Belli bir kuruma yıllarca sadakatle özveride bulunmak iş etiği sınırlarının içerisinde yer alır. Öngörülebilirlik, çalışkanlık ve güvenilirlik aranan karakter özellikleridir. Bireyler kendilerini işleri ve meslekleri aracılığıyla hem kendilerine hem sosyal çevreye ispatlamaya çalıştıkları için, mesleki kimlik kişilerin önemli birer parçası olmaktadır.
Günümüzde iş etiği, bireylerden ziyade takım çalışmalarına ve takıma uyum sağlamaya odaklanır. Karşısındakini dinlemek ve ona duyarlı davranmak, işbirliği yapabilmek ve takımın değişen koşullarına uyum sağlayabilmek yeni iş etiği tanımının kişilerden beklediği özellikler olarak öne çıkmaktadır. Grup bütünlüğünü korumak temel amaç olduğundan, kişiler arası özel meseleler göz ardı edilir. Esnekliğe ve değişime açık olmaya yapılan yoğun vurguyla, takım çalışması kişilerarası ve takıma olan uyum ön plana çıkar. Yüzeysel ilişkiler ve yüzeysel bilgilerle, anlık projeleri gerçekleştirmek üzere bir araya gelen insanlardan oluşan takım çalışması şekli, yöneticiliğin ve liderliğin de değişmesine sebep olmuştur. Yöneticilik, takımla beraber çalışan, aracı ve kolaylaştırıcı rolündeki kişi olmakta, otoritesiz iktidar şeklini almaktadır. Weberci anlamda otorite, başkalarının direncine rağmen kendi isteğini yaptırma gücü ve iktidarının sorumluluğunu almak olarak tanımlandığından, yeni yöneticiler takım çalışmasının yol açtığı iç muhalefeti susturma ve sorumluluk almama davranışları sebebiyle otoritesiz iktidar olarak konumlanıyor. Çalışanların işbirliği yaptığı söylemi, üretkenliğin artırılmasına hizmet ediyor. Patron denetimi, yerini grubun birbirinin davranışlarını denetlemesine ve kişinin kendini denetlemesine dönüşmüş durumda. Ancak bu yeni şekliyle otoritesiz iktidar, çalışanların muhatap alacakları bir üst yönetici bulamamaları, kendi görünümlerini ve diğerleriyle ilişkilerini ‘izlenim yönetimi’ dediğimiz şekilde dışarıdan görünüşünün değiştirilmesi şeklinde idare ettiği ve Mayo’nun kendi çalışmalarında dikkat çektiği bağlamda patronun izlemesinin işçilerin davranışlarında olumlu etkisinin bulunması (Slattery,2012: 268-273) bağlamında bir çok noktada olumsuz bir sonuca yol açıyor.
Yeni düzenin kültürü, işyerindeki esneklikle kişinin etik değerleri arasına net bir sınır çekmiş görünmektedir.

7.BÖLÜM : BAŞARISIZLIK

Günümüz dünyasında başarısızlık en büyük modern tabu halini almış, toplumsal hiyerarşinin en üst basamaklarının giderek daralmasıyla, her türlü başarı daha da ulaşılmaz hale gelmiştir. Eskiden para kazanmak, başarılı olmanın en büyük göstergesiyken, yeni toplumda başarının net bir tanımını yapmak çok zor.
Yeni kapitalizmin esnek ve kısa vadeli zaman anlayışı, kişinin isinden kariyer oluşturmasını engelliyor.
1980lerin ortalarına kadar piyasada tekel konumundaki IBM, 1990larda piyasaya başka üreticilerin girmesiyle rekabetin içine sürüklendi ve yapısal değişiklikler yapmak zorunda kaldı. Güven, sadakat, huzur ve sosyal yardımlar, sigortalar ve yaşam boyu istihdam planı sunan IBM katı, rekabetçi yapıya büründü. Yeni rekabet ortamında tutunmaya çalışırken, piyasaya daha hızlı daha çeşitli ürün sunabilmek adına esnek organizasyon modelini benimsedi ve sosyal kulüpler ve imkanlarda, çalışan sayısında azalmaya, şirketin her alanında küçülmeye gidildi. Bu süreçte işten çıkarılan işçiler, başta kendilerini şirketin kurbanı olarak gördüler, sonra ücret piyasasını düşüren yabancı işçileri suçlu gördüler ve en son kendi başarısızlıklarıyla yüzleşme sorumluluğunu üstlendiler. İleri teknoloji, yeni sistemde gereken beceriler, endüstriyel ve bilimsel ilerlemeye ayak uydurabilme vs. kendilerini başarısız olarak değerlendiren işçilerin, sosyal yaşama ilgileri tamamen kayboldu. Tek sosyal faaliyetleri, diğer insanlarla temas kurma anlamında kilisedeki görevleri oldu, içe döndüler. Daha fazla rıza gösteren, daha az mücadele eden karakterlere büründüler.
İşten atılmalar, atılan işçiler üzerinde stres, aile içi ve diğer sosyal ilişkilerde kopuşa sebep olması bakımından yıkıcı etkileri barındırırken, şirkette işten atılma furyası varken görev yerlerinde sabit kalan işçilerde de sıranın kendilerine ne zaman geleceği düşüncesiyle tedirginlik ve korku hakim oluyor. Şirkette olan ve artık şirkette olmayan işçilerin tamamı üzerinde başarısızlık bir olay ve ihtimal olarak olumsuz hislere sebep oluyor.
Esnek rejim ve esnek çalışma anlayışı, insanlarda sürekli bir toparlanma, postmodern anlamda söylersek sürekli bir oluş halinde bir karaker yapısını üretir. Modern yaşamda karakteristik öğeler, Jameson’a göre durmak bilmez rotasyona sahiptir ve bu bilgisayar pencereleri arasında gezinmeye benzer.

8.BÖLÜM : TEHLİKELİ BİR ZAMİR

Yeni kapitalizmin temek karakteristiklerinden biri de, mekandan bağımsız oluşu. Modern şirketler, küreselleşen network ağında birden fazla merkeze sahip, farklı ulusların farklı mekanlarında yer alabiliyor. Birden fazla mekanda bulunuyor olmakla, hükümet yaptırımlarından kurtulmuş oluyor, bir ülkeden ceza, veto, vergi yiyen şirket o ülkedeki fabrikalarını çekip, diğer ülkelerle yoluna devam edebiliyor. Mekandan bağımsızlık, sonsuz bir varoluşun ihtimallerinin önünü açıyor. İhtimalleri sınırlayan yegane şey, yerel ekonomiye ve kapasiteye bağlı olarak farklı sektörler ve farklı yatırımların değerlendirilmesi oluyor.
Yeni çalışma şeklindeki esnekliğin belirsizliği, köklü bir güven ve bağlılık duygusunun olmayışı, kişinin kendisinden bir şey yapamaması, işi aracılığıyla hayatını çizememesi, kariyer inşa edememesi koşulları insanları bağlılık ve derinlik duygusunu çalışma hayatından farklı yerlerde aramaya iter. Cemaat arzusu genelde göçmenlerin veya diğer yabancıların dışlanması şeklinde kendini gösterir. Bu şekilde oluşan biz duygusu, kafa karışıklığına ve savrulmaya karşı savunmacı bir reflekstir. Biz kelimesi dış dünyaya karşı bir referans noktası olarak konumlanır.
Durkheim’a göre, sosyal bağlar, dayanışma, birbirine karşılıklı bağımlılıktan doğar. (Slattery, 2012: 114-122) Kapitalizmin erken dönemlerinde iş ilişkilerindeki güven, karşılıklı bağımlılığın açıkça dile getirilmesiyle kurulurdu. Kişinin tek başına ayakta duramayacağı açıkça kabul edilirdi.
Ancak günümüz toplumunda tam tersi yönde, bağımlılık utanç verici kabul edilir. Bağımlı olmaktan utanç duymanın bir sonucu olarak, karşılıklı güven ve bağlılığı aşındırır, sosyal bağların yok oluşu da bütün kolektif yapılar için bir tehdit oluşturur. Risk almak, bağlı kalmamak, sabit kalmamak olumlanır. Bu da geçici ilişkiler yaratarak, güçlü bağlar kurulmasına engel olur.
Liberal ekonomilerin yardıma muhtaç insanları sosyal parazitler olarak gördüğü söylem, günümüzde çok güçlenerek işyerlerinde disiplini sağlayıcı bir söylem olarak kullanılıyor. İşçi, başkalarının emeğini hakkını yemediğini ispatlamaya çalışıyor, zorunda hissediyor.
Günümüz insanının ‘bana kim ihtiyaç duyuyor’ sorusu karşısında kafa karışıklığı yaşıyor, ihtiyaç duyulmadığını hisseden kişi çevrede olup bitene kayıtsızlaşıyor tepkisizleşiyor. Hepimizin zamanın kurbanı olduğumuz söylemi de işçiyi harekete geçmesini engelliyor. Sürece müdahil olmasını engelliyor. Öteki yok ortada. Suçlu yok. Marksist anlamda yanlış bilince sebep olan, suçlunun gerçekte kim olduğunun görülmesinin engelleniyor olmasının örneğini görüyoruz. Bana ihtiyaç duyan kim var sorusunun cevabının olmayışı değersizlik hissiyle birlikte karakter aşınması yaratıyor.
SONUÇ
Sennett, 8 farklı bölümde, farklı örnekler üzerinden modern çalışma yaşamıyla postmodern çalışma yaşamını kıyaslıyor. Postmodern dünyanın esnek, muğlak, belirsiz karakteristik özelliklerini çalışma yaşamına ve işçilere nasıl sirayet ettiğini gösteriyor. Yeni çalışma şekilleri, kurumların yapısal olarak geçirdiği dönüşümler, liderliğin ve yöneticiliğin anlamlarındaki değişimler, esnek organizasyonların ortaya çıkışı, çok kültürlülüğün çok uluslu şirketlerin varlığı, esnek üretim modelleri ve iktidarın yoğunlaşmasıyla farklı kontrol mekanizmalarının ortaya çıkışını vurguluyor.
Jameson’ın geç kapitalizmin ruhu olarak kavramsallaştırdığı postmodernite, küresel ekonomik dönüşümlerin kültürel ve toplumsal yaşamdaki pratiklerdeki dönüşümlere öncü olduğunu belirtir. Bu bağlamda, yaşanan karakter aşınmasına sebep olacak bireysel çalışma yaşamı deneyimlerini, ekonomik dönüşümlerden ayrı düşünmek mümkün görünmemektedir.
Braverman’a göre günümüz orta sınıfı proleterleşmektedir. Vasıfsızlaşma, işçiyi kontrol edilebilir güçsüz ve konumu her an kolayca değiştirilebilir hale getirmiştir. Rutinleşmeyle birlikte iş doyumu ve işçinin kendisine biçtiği değer azalır.

KAYNAKÇA

  • Slattery,M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler (çev.Ümit Tatlıcan), Ankara : Sentez Yay.
  • Giddens,A. Sutton,P.W. (2014), Sosyolojide Temel Kavramlar (haz.ve çev. Ali Esgin), Ankara : Phoenix
  • Sennett,R. (2012), Karakter Aşınması (çev. Barış Yıldırım), İstanbul : Ayrıntı yay.
  • Turner,B.S., Elliott,A. (2017), Çağdaş Toplum Kuramından Portreler, İstanbul : İletişim Yay.
thumbnail
Önerilen Yazı
The Platform Filmi Analizi / Sosyolojik Bakış

Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümü mezunuyum. Siyaset, Endüstri ve Medya alt dallarıyla ilgileniyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir