Gecekondu, büyük kentlerin ve kasabaların etrafında çoğunlukla devlet arsası üzerine, yapı izni olmadan gizli ve neredeyse bir gecede yapılan barınaktır. Gecekondu kavramını Türkiye üzerinden açıklayacak olursak, 1950’lerde başlayan göç kentlerde gecekondu alanları oluşturmaya başlamıştır. Gecekondular tampon mekanizma görevi görmüş ve bir süre sonra kullanım değeri yerine değişim değeri haline gelmiştir. Özellikle 1980’lerden sonra daha önceden göç eden kişilerin yaşam alanları, evleri kent merkezlerine kaymıştır. Sonradan göç edenler ise ilk gelenler tarafından yapılan gecekonduları kiralayarak ya da satın alarak kullanmaya başlamıştır. Bu da gecekondu alanlarını rant merkezi haline çevirmiştir. Gecekondu alanlarının rant alanlarına dönüşmesinin üç sebebi bulunmaktadır. Birincisi, gecekondu değerlerinin gitgide artan konumlarıdır. İkincisi ise af yasaları sonucu apartmanlaşmaların ortaya çıkmasıdır. Üçüncüsü, kentlerin pahalılaşan merkezinden kaçan düşük ücretli, alt ve orta sınıfların da gecekondulara ilgi ve talep göstermeye başlamasıdır.
Geçiş bölgesi, kentin içinde belli bir kullanım türünden bir başka kullanım türüne ya da belli bir toplumsal ve ekonomik kümenin elinden bir başkasının eline geçiş süreci içinde olan bölgedir. Hem mekânsal hem de kente alışma süreci bakımından gecekondular kent ve kır arasında bir geçiş bölgesi olmuştur. Dolayısıyla Türkiye üzerinden bahsettiğimiz gecekonduların aslında bir geçiş bölgesi özelliğini taşıdığını söyleyebiliriz.
Gecekondular kronik işsizlerin artık kentin en yoksulu, en düşük gelirli, hatta gelirsiz kesimlerinin yaşam alanlarına dönüşmeye başlar. Bu da gecekonduların dönüşüm biçimlerine üçüncüsü olan varoşlaşmayı ekler. Gecekondulardan varoşluğa geçildiğinde arsalar giderek küçülür, hızla el değiştirir ve hemşerilik ilişkileri azalır. Türkiye’de varoşların durumu ekonomisine bağlı olarak çoğunlukla gelişmiş devletlerin tam tersi şekilde gerçekleşmiştir. Şehirle karşılaştırıldığında kiraların ve diğer giderlerin düşük olduğu varoşlar, alt sosyo-ekonomik düzeyden insanların yaşadığı yerler haline gelmiştir. Bu nedenle varoş ve banliyö sözcükleri bazen hatalı olarak gecekondu mahallesi anlamında kullanılır.
Varoş ve getto kavramı gecekonduya göre daha homojen bir kavramdır. Varoşlar yoksulluğa tutsak olma gibi çeşitli toplumsal hareketlilikler sergiler. Aslında yoksulluk döngüsünü kırıp onun dışına çıkamamasının bir patlama durumudur. Varoşlara yakın olan gönülsüz yoksul gettolardır. Gönülsüz yoksul gettolara, kentin yoksul kesimlerinin istemeden yaşamak zorunda kaldıkları az gelişmiş mahalle bölgelerdir. Gönüllü varlıklı gettoları genellikle kentlerin merkezlerinden çok daha dış bölgelerinde bulunur. Bu yüzden de banliyöleşme süreciyle aslında paralel ilerleyen bir süreçtir. Gönüllü varlıklı gettolarda, orta ve üst gelir gruplarının yaşadığı korunaklı siteler, kendi kendilerini kentin geri kalanından yalıtır.
Örneğin; Amerikan kentlerine baktığımızda orta ve üst gelir gruplarının, yani kentin varlıklı yaşayanlarının Amerikan kentlerin banliyölerinde müstakil konutlarda yaşadığını görürüz. Genelde hepsi otomobil sahibidir ve banliyöleşme süreciyle paraleldir. Banliyöleşme hem ticaretini hem de üst gelir gruplarının kent merkezi alanlarından ayrılarak kentin dış çeperlerine özellikle de korunaklı sitelere yönelmeleridir. Türkiye ve Amerika gibi ülkelerde daha çok müstakil evlerden söz edebiliriz. Banliyöleşme süreci sonucunda aslında kendi merkezlerinin içinin boşaldığını görürüz. Varlıklı kesimler kentin dışına gittiklerinde, kent merkezinde geriye sadece emekçilerin yaşadığı gecekondu bölgeleri ve gitgide yoksullaşan orta sınıf apartmanları kalır.
Kentin gitgide daha da yoksullaşan marjinal kesimlerini çalışan Wacquant, Fransız banliyösü ve Amerikan gettolarını incelemiştir. Fransa’da yoksul kesim kentin kenar mahallerinde, banliyölerde ki toplu konutlarda yaşar. Fransız banliyösinde işçi sınıfının yaşadığı mahallelere Fransızca ‘‘cite’’ denir. Amerika’ da özellikle yoksul ve zenci kesimin yaşadığı yerlere Amerikan büyük kentleri ve metropollerinde getto kavramı kullanılır. Wacquant iki mekan üzerinden getto ve banliyö kavramını açıklayarak karşılaştırmaktadır. Fransız işçi sınıfı toplu konutları yani citeleri ve Amerikan metropolünün siyahi gettosunun birbirinden farklı şeyler olduğu savını ileri sürer. Çünkü bu iki kentteki toplumsal sorunların yaşanma yoğunluğu ve şiddeti farklıdır. Wacquant bu iki mekanı toplumsal yapının benzerliğiyle de ele almaktadır. Azınlık ya da etnik olarak ayırt edilebilir sınıflar içermesi bakımından banliyöler ve gettolar birbirine benzer. Aralarında yoksulluk, eşitsizlik, toplumsal sıkıntılar, kişisel güçlükler anlamında benzerlikler olsa da çok büyük farklılıklar içerirler. Fransız banliyösünde Amerikan gettolarında olduğu gibi birleştirici bir kültürel kimlik, örgütsel özerklik, kendi kurumları, ırk ayrımı gibi özelliklerin bulunmaz. Fransız banliyösünün sorunu genel olarak Fransız toplumuyla bütünleşememekten çok kuşaklar arası kitlesel işsizliği, sanayisizleşme süreçleri gibi kitlesel işsizliğin daha belirleyici bir sorun olduğunu ifade eder.