(The Mystery Of The Kibbutz- Egalitarian Principles in a Capitalist World)
Bu çalışmanın amacı Ran Abramitzky tarafından yazılan Kibbutz ’un Gizemi, Kapitalist Bir Dünyada Eşitlikçi İlkeler (The Mystery Of The Kibbutz- Egalitarian Principles in a Capitalist World) adlı kitabın analizini yapmaktır. Hala Stanford Üniversitesi Ekonomi bölümünde çalışan Abramitzky, ekonomi tarihi ve göç konularında uzmanlaşmıştır. Çalışmamıza konu olan kitabını ise 2018 yılında Princeton Universty Press (Princeton and Oxford) ile akademik camiaya kazandırmıştır. Israil, Kudüs doğumlu olan yazar hayatını ABD ve İsrail’de sürdürmektedir.
Kitap, konu itibariyle kibbutz hayatını ve ekonomik ilişkilerini incelemektedir. Abramitzky kitabı yazarken salt akademik bilgilerin yanı sıra, doğup büyüdüğü kibbutzların genel özelliklerinden de bahsetmektedir. Zaten kendisinin de belirttiği gibi kitapta cevabı aranan soruların birçoğu çocukluk diyebileceğimiz çağda büyükanne ve büyükbabası ile yaşadığı hatıralar sonrası oluşup temellenmektedir.
Kibbutz İbranice, toplamak, bir araya gelmek demektir. Endüstrileşme ve milliyetçiliğin de etkisiyle bulundukları Rusya ve Avrupa gibi topraklarda öteki ilan edilen ve gettolarda yaşamaya mahkûm edilen Yahudiler, 19. Yüzyıl sonlarına doğru şu anki İsrail topraklarına toplu olarak göç etmeye başlamıştır. Hali hazırda bölgede o dönemde henüz bir devlet olmadığından dolayı kibbutz ya da bir benzeri olan moşavot gibi kırsal yerleşim yerleri kurulmuştur. Devletin de kuruluşunda önemli bir yere sahip olan bu kırsal yerleşim mekanları devlet kurulduktan sonra da hayatına devam etmiştir. Aslında bu yerleşim yerlerini birer koloni olarak düşünmekte de bir beis yoktur. Hem moşavotlar hem de kibbutzlar ortak çalışma ve barınma alanlarına sahiptirler. Her iki sisteminin temel ortak özelliği ikisinin de sosyalist yapılanma ile sahneye çıkmasıdır. Birbirinden ayrıldıkları temel fark ise kibbutzların neredeyse tam sosyalist bir yapıya sahipken moşavotların daha liberal ve özel mülkiyete kısmen de olsa izin vermesidir. Günümüzde çevresi Müslüman ülkelerce çevrili olan ve Küçük Amerika olarak anılan İsrail’in, serbest ticarete izin vermesi ve çevresindeki ülkelere oranla daha kapitalist bir çizgide ilerlemesine rağmen omuriliğinde ki sosyalist yapılanma ilgi çekicidir.
Günümüzde 270’in üzerinde Kibbutz vardır İsrail’de. Özel mülkiyet kavramının kapitalist eksende olduğu gibi gelişmesine izin verilmeyen bu sosyalist yapılar, ülke içerisinde birçok işlevi yerine getirmektedir. Bunlardan ilki ve en önemlisi dışardan gelen Yahudi göçmenlere ülkeye adapte olabilmeleri için olanak sağlamasıdır. Yurtdışından anavatana dönen Yahudiler, parasını, merkezi Amerika’da bulunan Yahudi Ajansının karşıladığı kibbutzlara giderek bir Ortadoğu ülkesi olan İsrail’e adapte olabilme sürecinde gönüllü hizmet yoluyla gündelik işleri yapmaktadırlar. Ayrıca dışardan da katılımcı alan kibbutzlar belli bir süre için para talep ederek ülke ekonomisine de katkı yapmaktadır. Aslında bu tarım turizmi dediğimiz olguya paralellik göstermektedir.
Kitap temel itibari ile 3 kısımdan oluşmaktadır. İlk bölüm yükseliş (rise) olarak anılmakta olup, yazarın kendi hikâyelerine de değindiği kibbutz tarihinden bahsetmektedir. Ailesi Negba kibbutzunun kurucusu olan yazar haliyle övgü dolu bir çerçeve de anlatmaktadır mekanları ve olayları. Aile üyelerinin çoğu hala kibutzlarda yaşamaktadır. Küçüklük anılarında kibbutzların güvenilir ve hoş yerler olduğunun vurgusu sık sık yapılmaktadır. Bu tarz bir hayat yazarı şaşırtmakta çünkü sıkı komşuluk ilişkileri, ortak yenen akşam yemekleri Avrupa’nın tersine çok sık gerçekleşmektedir kibutzlarda. Yazara göre kibbutzlarda yaşanan hayat insanları adalete ve erdeme yöneltecek bir hayat olarak belirtilmektedir.
İkinci bölümde yazar (the survival), devletin kurulmasıyla bir millet oluşturulması gereken devletin, kibbutzları ikinci plana attığını hatta yer yer yok saydığını gösteren örneklere yer vermektedir. Yazara göre bu durum bir hatadır, çünkü toplumun neredeyse tamamı bu yapıya alışkındır. Marksist teori çerçevesinde geliştirilen kibbutzlar bir millet oluşturmaya engel değildir demektedir. Hakeza 1980’lere kadar ülkeyi sol eğilimli partilerin, özelikle işçi partisinin yönetmesini de buna bağlamak mümkündür.
Bu bölümde ki diğer bir başlık ise sosyalist yapıların en temel sorunu olan ve bedavacılık problemi (free rider problem) olarak anılan sorunun çözümüne ayrılmıştır. Aslında bu haklı bir serzeniştir. Ortak koşullar altında aynı işten aynı ücret kazanılacaksa eğer, insan daha çok neden çalışsın ki? Yazar bunu ciddi bir ahlak problemi olarak görmektedir. Ayrıca bu problemin çözümünü de yine ahlak normları üzerine inşa etmeye çalışmaktadır. Bedavacıları hiç kimse sevmez diyen yazara göre kibutz gibi küçük yapılarda bu durum tüm sistemin çöküşüne yol açar vurgusu yapılmaktadır. Bütüncül bir yapının parçası olmaya aykırı olan bedavacılık sorunu, uzun vadede herkesi rahatsız edecek ve kibbutz gibi küçük yapılarda bu sorun kendiliğinden çözülmektedir demekte. Ayrıca yazar grafikler yardımıyla, norm haline getirilen bu durum sayesinde kibutz üyelerinin normal vatandaştan daha çalışkan olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Bu durumu parazitliğe benzeten yazar bedavacılığı anlamanın bir yolu olmadığını vurgulamıştır. Ona göre zaten kibutzlarda yaşayan kimse böyle bir şey düşünmemektedir. Bu durum biraz abartılmış olmakla birlikte iyi normlar oluşturulduğu düşünüldüğünde akla yatkın gelmektedir.
Diğer bir soru ise kibutzların beyin göçünü nasıl engelleyeceği üzerinde durmaktadır. Statü farkları olan insanların, ömür boyu bir arada aynı ücret karşılığında aynı çalışma saatleri içerisinde çalışmalarının gerekçeleri ne olabilir? Yani bir tıp doktoru neden bir bahçıvan ile aynı ücreti almaya ikna olsun sorusu bu meselenin bir örneği olarak sunulmaktadır. Bu sorunun cevabını uzun uzadıya bir refah toplumu oluşturma çabasına bağlamaktadır yazar. Ona göre zenginlik refahla eş anlamlıdır ve gerçek refah devletleri gönüllü sosyalizme sahip diyebileceğimiz İskandinav ülkelerinde gerçekleşmektedir. Birçok devletin refah verilerini örnek olarak gösteren yazar yine de içsel bir soruya cevap verememiştir. Neden insanlar azla yetinsin? Bu soruya cevabı ise gayet liberal bir çerçeveden vermiştir. Yazara göre insanlar doğaları gereği kötü yaratıklar değildir ve isteseler böyle bir toplum oluşturulabilir demektedir. Yazara göre eski komünist ülkeler bu soruya cevap veremezler çünkü onların yaşam hakları gönüllü değil. İdealizm, takım ruhu, kültür gibi ögeleri öne çıkaran yazar ütopyanın yansıması gibi değerlendiriyor kibutzları. Bu durumun, yazarın öznel deneyimlerinin etkisi altında düşünüldüğünü söylemek abesle iştigal etmeyiz sanıyorum.
Abramitzky, kitabın üçüncü bölümünü düşüş (the fall) başlığı ile sunmuştur. Bu bölümün genel konuları gelir eşitliği, eşitlikçi dağılım ve ekonomik değerlendirmeler oluşturmaktadır. Yazar 1977’ye kadar olan kibbutz tarihini tarif eder. Bu döneme dek çocuklar ailelerinden ayrı odalarda kalırlar ve belli bir yaşa ulaşıncaya kadar diğer çocuklarla ikamet ederler. Yazara göre bu durum sıkı ilişkilerin kurulmasının altında yatan temel nedenlerden birisidir.
1980 itibariyle sağa kayan İsrail politikaları kibutzları da etkilemiştir. İlk defa devlet desteğinden mahrum kalan kibutzlarda, ülkeyi dahi etkileyecek krizler meydana geldi. 2011’e gelindiğinde kibutzların %25’inin hala tam eşitlikçi paylaşım içinde olduklarını vurgulayan yazar, şartlar dolayısıyla liberal yeniliklerin yapılması gerektiğini ve yapıldığını kabul etmiştir. Ayrıca küreselleşme eğilimleri ile birlikte tam eşitliğin git gide kısıtlı hale geldiğini söyleyen yazar, refah düzeyi yüksek olanların kibutzları tercih ettiğini belirtmekteyken düşük olanların şehir merkezlerine gittiğini söylemektedir. Ayrıca gelir eşitsizliğinin kibutzlarda yaşam kalitesini de düşürdüğüne vurgu yapan yazar, mutluluk oranlarının düştüğünü ve yalnızca geçici süre için dışardan katılımcılara hizmet veren kibutzların işlevlerini tam olarak yerine getirdiğine değinmektedir. Kibutzları; Amiş ve Hutti gibi toplumlarla kıyaslayan yazar modern dünya da gelir eşitliğinin uzun saatler çalışmak ya da adaletsiz hissettirmesi gibi bedellerinin olduğunu da vurgulamaktadır.
Sonuç bölümü bizim için oldukça kısa ve vurucu olmuştur. Yükseliş, Hayatta Kalma ve Düşüş olarak üçe ayrılan kitapta yazar, günümüzde kibbutzların ve kibbutz üyelerinin kesin olarak ne kadar başarılı ve kalıcı olduğunu söylemenin zor olduğunu belirtmiştir. Gün geçtikçe küreselleşen dünya yaşamımızın her anını olduğu gibi İsrail’de sosyalist bir kabile hayatı yaşayan Kibutz üyelerini de etkilemiştir.
Sonuç yerine birkaç kelam etmek gerekirse, kendisi de İsrail’de doğan ve büyüyen yazar çocukluk hatıralarından başlayarak birkaç hipotez ortaya atmış ve kibutz hayatının dünyayı daha yaşanılır bir hale getireceğine “eğer inanılırsa” diye şerh düşerek örnekler vermiştir. Fakat kibutzlar, 20. Yüzyılın başından itibaren doğup geliştikleri ve İsrail siyasetinin de 70’lerin sonu ile sağ merkeze kaymasıyla, sosyalist bir örgütlenmeye sahip olan bu “sui generis” yapılar kendi toplumunda tutunamaz hale gelmiştir. Sosyalizmin pratikte iki temel sorunu vardır bunlardan ilki bedavacılık problemidir. Bu problem, günümüz küresel ve kapitalist dünyasında, yazarın bahsettiği gibi insanlara güvenerek aşılabilecek bir problem olmadığı kanaatindeyiz.
Toplumsal normların sık olması ise onları ideolojinin bir parçası haline getirebilir. Sosyalizmi komünizme göre modern toplumlara ait gören Durkheim’ın ahlak anlayışına benzer bir yol aransa dahi gündelik hayatta uygulanan normların ideolojinin bir parçası haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bazı İskandinav ve Baltık ülkelerini gönüllü sosyalizme benzer bir yönetim uygulandığını söyleyen yazar, ülkenin refah seviyesini arttırmanın bir yolu olarak benzer sistemlerin uygulanabileceğini söylemiştir. Fakat İsrail’in durmaksızın tehdit altında olan bir Ortadoğu devletidir. Askerlik her iki cinsiyet içinde zorunludur. Ayrıca ülke bir göç devleti olduğundan ülke içerisinde de genel ahlaki normların bütünlüğünden de söz edebilmek rasyonel çerçevede kolay olmayacaktır.
Sosyalist devletlerin ikinci sorunu ise beyin göçü problemidir ki aslında birinci ile da yakından alakalıdır. Fakat her şeye rağmen kibbutzların sosyal alanda pragmatik bazı faydaları olduklarını söylemekte de fayda var; birincisi, kibutzlar ülke kurulmadan önce sosyolojik açıdan birer norm fabrikası olarak çalışmış ve ülkenin kuruluşunda büyük önem taşımıştır. Kibutzların bu bütüncül anlayışı Türkiye’de Köy enstitüleri ile benzerlik göstermektedir. Kapatılış nedenleri de temelde aynıdır. İkincisi ise günümüzde kan gölüne dönmüş Suriye gibi işlevsiz hale gelen devletlerde toplumsal refahın ve güvenliğin yeniden inşasında kullanılabilmesi için ortak çıkara dayalı geçici bir model olarak düşünülebilmektedir.
Yararlı bir yazı olmuş, yazarın ellerine sağlık ☺️💁🏻♀️
Beğenmenize sevindim teşekkür ederim