İnsan ve toplum tarihinin sürekli tekrarlayan bir öğesi olan göç etme fiili önemli başlangıçları, yenilikleri ve değişimleri beraberinde getiren sosyal bir gerçekliktir. Bu sosyal hareketlilik ulaştığı mekânın toplumsal yapısında derin ve köklü etkilere neden olmuş ve olumsuz bazı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Deneme tarzındaki bu çalışmanın baş aktörlerinden olan kırdan kente göç, Tönnies’in “cemaat” ve “cemiyet” kavramları ile birlikte ele alınmıştır. Kır/cemaat, kent/cemiyet kavramı ile ilişkilendirilip göç sonucunda kentteki karşılaşmalarının yansımaları üzerinde durulmuştur. Bu karşılaşmanın birey ve toplum üzerindeki olumsuz tesirleri “anomi” ve “yabancılaşma” olguları bağlamında değerlendirilmiştir.
Göç, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren var olan bir eylemdir. Farklı nedenlerle, farklı biçimlerde yer değiştirmelere işaret eder. Göçün çeşitlerinden olan kırdan kente yönelme ile birlikte birçok gelişme yaşanmış ve hem göç edenleri hem de göç edilen yer ve orada yaşayanları etkileyen çeşitli sorunlara neden olmuştur. Göç hareketi sonucunda, kır toplumunun, kent toplumuyla karşılaşması ve karşılıklı ilişki/etkileşim yaşamaları bazı olgusal gerçeklikleri de açığa çıkarmıştır. İki farklı yaşam biçimi, değer ve kültürün çatışması kent yaşam formlarının farklı bir hal almasına ve göç eden bireylerin hayata bakışlarında değişiklik yaşamalarına neden olmuştur. Bu çalışmada, kırdan kente göç olgusu, geleneksel kır toplumuyla özdeşleştirilen cemaat ve modern kent toplumuyla birlikte zikredilen cemiyet kavramlarının kente göç ile birlikte karşı karşıya gelmeleri ve çatışmaları üzerinden ele alınarak açıklanacaktır. Ayrıca cemaat-cemiyet toplum yapılarının karşılıklı çatışmaları sonucunda toplumda oluşan durumu anomi ve yabancılaşma kavramlarıyla bağdaştırarak analiz edilmeye çabalanacaktır. Deneme mahiyetinde olan bu çalışmada ilişkilendirmeler kişisel betimleme ve yorumlama ağırlıklı olacaktır. Sadece teori ve kavramların açıklanmasında kaynaklardan faydalanılacaktır. Metnin akışında, önce konu ile ilgili kavramların tanımlanacağı ilk bölüm, sonra birbirleriyle ilişkilerinin ortaya çıkarılmaya çalışılacağı ikinci bölüm yer alacaktır.
Kavramlar
Başlıklar
Göç
Göç, insanların ilk topluluk formlarından başlayıp, günümüzdeki gelişmiş toplum formlarına kadar devam eden, biçimi, türü ve nedenlerinin farklılaşmaya uğradığı insan topluluğu hareketleridir. En basit anlamda, “belirli bir hedef doğrultusunda ya da belirli bir hedef olmaksızın herhangi bir yere yönelen coğrafi insan hareketleridir” şeklinde tanımlanabilir. Bazı kültür bilimciler göçün insanlara has bir hareket olmadığını birçok hayvan türünün de göç ettiğini söylemişlerdir. Göçü sadece hareket olarak düşünmek sosyal hareketlilik ile arasındaki farkın eksik anlaşılmasına neden olabilir. Toplumsal hareket/eylemler, karşılıklı etkileşim ile gerçekleşen ilişkilerle ortaya çıkan sonuçlardır. Nitekim göç hareketi/eylemi de bir yerden başka bir yere giderek yapılan ve biten basit bir olay değildir. Nedenlerinden, gerçekleşmesine ve sonucuna kadar birçok toplumsal faktörü içinde barındıran, hem kendi içeriği ve yapısı değişen, hem de etki ettiği toplumu değiştiren dinamik bir süreçtir ( Bayraktar 2011:85-87).
Göçün olumsuz sonuçları, her toplumda aynı yoğunlukta ve aynı biçimde ortaya çıkmaz. Toplumların ekonomik yapıları, kültür/değer biçimleri, coğrafi koşullar, idari/siyasi yaklaşımlar, yürürlükteki kanunlar vb. birçok faktör tarafından belirlenir. Mesela Amerika’da yasadışılık, suç boyutuyla ele alınırken, Avrupa’da göçmenlerin sosyal dışlanmasıyla ön plandadır. Türkiye’de ise gecekondu mahallelerinin zorlu koşulları ve yaşama tutunma mücadeleleri belirgindir ( Karpat 2019:35-78).
Kırdan kente göç, özellikle sanayileşmeyle kentin imkânlarının artarak cazibe merkezi haline gelmesi nedeniyle ivme kazanan ve sürekli artış göstererek günümüze kadar gelen bir toplumsal hareketliliktir. Sanayileşmeden önce kır toplumları kentten daha çok nüfus yoğunluğuna sahipken, sanayi devriminin getirisiyle kentler hızlı bir şekilde göçe maruz kalmış ve günümüzde kırdan çok daha fazla nüfus yoğunluğuna ulaşmıştır.
Cemaat-Cemiyet
Tönnies’in, sosyolojiye kazandırdığı cemaat-cemiyet kavram ikiliği özellikle köy ve kent toplum yapılarının analizinde kullanılan anahtar kavramlardandır.
Cemaat, topluluk olarak Türkçe’ye çevrilebilen ve geleneksel köy hayatı ile ilişkilendirilen bir sözcüktür. Kesinleşmiş değer ve ahlak kuralları ile düzenlenen toplum yapısında uyum ve istikrar hâkimdir. Sosyal ve coğrafi hareketlilik sınırlıdır. Topluluk içinde yüz yüze, yakın, kişisel, duygusal ve sürekli ilişkiler vardır. Çeşitlilik barındırmayan bir kültür ve örgütlü halde bir din ile kuşatılmıştır.
Cemiyet ise, toplum olarak Türkçe’ye çevrilen, modern kent hayatına karşılık gelen bir kelimedir. Kişisellikten uzak, yapay, sürekli olmayan ilişkileri barındırır. Bu ilişkiler dar, sınırlı, rasyonel, çıkar ve hesaplı yaklaşımlardan oluşur. İletişimde gizli-açık, belli-belirsiz bir sözleşme ya da anlaşma söz konusudur. Toplumsal yapı genel olarak rekabete dayalı statü mücadelesinin olduğu, dinamik bir görünümdedir. Birden fazla farklı kültürün yer aldığı karışık bir sistemi vardır ( Slattery 2017:58-62).
Anomi
Durkheim tarafından oluşturulan bu kavram, kelime olarak kuralsızlık diye bilinen ve birçok faktörü içinde barındıran bir yapıdadır. Durkheim’a göre; bireylerin istekleri doyurulmaya imkan vermeyen sınırsız bir haldedir. Toplum ise, birbirinden ayrı bölümlerden oluşan bir organizmadır. Bu bölümler, değerler sistemi, ahlaki uzlaşım, ortak bilinç ve normlarla bir arada tutulur. Toplumsal düzen, bireyi bu ortak sistemle kontrol altına alır. Bireyin sosyalleşmesinde ve kişisel mutluluğunda ona ahlaki rehberlik eder. Bireyin sınırsız istekleri ve toplumun düzenleme çabası arasındaki bu ilişki sürekli olarak çatışma ve gerilim halindedir. Toplumun bireye rehberliğinin genel kabul gördüğü durumlarda toplumsal dayanışma/bütünleşme gerçekleşmiş olur. Fakat toplumsal normlar ve değerlerin etkisini yitirdiği veya azaldığı zamanlarda toplumda hastalık olarak nitelendirilen bir durum oluşur. Bu durum “anomi” olarak adlandırılır. Geleneksel/mekanik toplumdan, modern/organik topluma geçişte, toplumsal kargaşa ya da dönüşüm dönemlerinde, sosyal kontroller, ahlaki kısıtlamalar ortadan kalktığında anomi kendini gösterir. Yeni bir toplumsal dayanışma ve düzenlemeler olana kadar da toplumda yer etmeye devam eder. Dayanışma duygusunun kaybı, bir yere kendini ait hissetme ihtiyacının yitimini, aynı zamanda kaotik ortamları ve yalnızlaşmayı da beraberinde getirir ( Slatery 2017.33-38)
Yabancılaşma
Karl Marx’ın ortaya attığı Marksist teorinin toplum analizinde kullandığı önemli kavramlardan biri olan yabancılaşma; kelime olarak bir yere, bir şeye ait olmadığını hissetme anlamına gelir. Marx’a göre; geleneksel tarım toplumundan sanayi topluma geçilmesiyle özellikle ekonomik sistemdeki değişim ile beraber kentlerin yapısında ve toplumda yeni bir düzen meydana gelmiştir. Bu düzende, yeni oluşan sosyal sınıfların üretim alanındaki konumları, toplumdaki etkileri; hem kendileriyle hem de birbirleriyle ilişkilerinde olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Geleneksel tarım toplumunda kendi üretim aracı olan toprağa sahip olan birey kentte, farklılaşmış ve ayrışmış işbölümü sonucunda sadece üretim çarkında küçük bir dişli haline gelmiştir. Kendi üretim aracından, kendi emeğiyle ortaya çıkardığı ürünün mülkiyet hakkından yoksun kalmış ve piyasanın rekabet koşulları arasında, çalışma arkadaşları geçilmesi gereken bir rakibe dönüşmüştür. Kendi doğasına uygun bir şekilde bireysel becerilerini açığa çıkararak doyuma ulaşmak yerine iş sadece övünme ve başarı nesnesi hâline gelen bir araç olmuştur. Tüm bunlar, bireyin işe, ürüne, takım arkadaşlarına ve kendisine karşı aitlik hissinin kaybolmasıyla yabancılaşmayı ortaya çıkarmıştır ( Slattery 2017:123-131).
Yabancılaşma kavramı, ilk dönem Marksist teoride ekonomi temelli olarak açıklansa da günümüzde sadece ekonomi ile ilişkili değildir. Düzenin birey ya da grupları; toplumsal, ekonomik, siyasal yönlü her türlü dışlamasının/sömürüsünün ve göç ile birlikte farklı kültürlerin karşılaşmasının birey/toplum eksenli sonuçlarının birlikte değerlendirildiği geniş bir kullanım alanına sahiptir. Kentin topluluk duygusunu yok ettiğine dair görüşler, Marx dışında, Simmel, Wirth ve Weber’de de vardır. Bu düşünürler, kentleşmenin hızlanması ve göçlerle çok sayıda insanın buralara akın etmesinin topluluk duygusu ve mekâna bağlılığı yok ettiğine ve anonimleşme ile yabancılaşmaya yol açtığına, bunun sonucunda da kent yaşam kalitesinin düştüğüne değinmişlerdir ( Güllüpınar 2011:57).
Kavramların Kırdan Kente Göç ile İlişkisi
Sosyal bilimler alanının en önemli kavramlarından biri olan “toplum”, çok sayıda düşünür tarafından incelenip yapısal olarak kategorilere ayrılmıştır. Bu kategoriler arasında yapısal açıdan; geleneksel-modern toplum, kır-kent toplumu gibi ikili ayrımlarla oluşturulanlar da vardır. Ayrımlar yapılırken, toplumların kendilerine özgü biçimsel özellikleri dikkate alınmıştır. İkili toplum yapısı ve bu toplumların özelliklerinden bahseden düşünürlerden biriside Tönnies’tir. O, cemaat ve cemiyet kavramları ile geleneksel köy ve modern kent toplumunu tarif etmiştir. Babası çiftçi olan Tönnies, köy yaşamını da, kent yaşamını da deneyimlemiştir. Tanımlar bölümünde yapısal özelliklerini verdiğimiz cemaat/geleneksel tarım toplumu ve cemiyet/modern kent toplumunu ideal formlar olarak sunan Tönnies, bu iki temel toplum yapısının saf ve ideal bir tip olduğunu gerçekte bu iki yapıdan da bazı özelliklerin birbirlerinin içine girebileceğini söylemiştir. Köyde belli ölçüde bir cemiyet, kentte belli ölçüde bir cemaat izinin olabileceğine değinirken, kentsel sanayi toplumunun rasyonel, sözleşmeci, çıkarcı yapısının ortaya çıkmasında cemaat anlayışının zayıflamasının etkili olduğunu ve bu zayıflama ile birlikte de toplumda suç, intihar ve sapkınlığın arttığını dile getirmiştir. Bu iki tip toplum yapısının bir arada barınamayacağını birinin diğerini zayıflatıp kendini öne çıkaracağını söylerken, cemiyetin hâkim olduğu modern toplumda sınıflar ayrımının olacağını ve çatışmaların gelişeceğini ileri sürmüştür (Slattery 2017:61).
Tönnies’in ideal toplum tiplerini dikkate alarak, farklı tolum yapılarının bir arada yaşayamayacağı, kent toplumunda sınıf mücadeleleri ile çatışmaların olacağı, toplumsal bağların zayıflamasından dolayı suç, intihar ve sapkınlığın artacağı düşüncelerinden yola çıkarsak; kırdan kente göç ile cemaat-cemiyet toplum yapılarının karşılaşmasını ve ortaya çıkacak muhtemel sonuçlara dair düşüncelerimizi dile getirebiliriz. Kırda yaşayan bireyin kente göç etmesi kendisi açısından bireysel bir olaydır. Bu olayın çok sayıda kişi tarafından tekrar edilmesi ve nüfus oranlarının kent lehine artmasıyla toplumsal olaya dönüşür. Bu sosyolojik olayın kır-kent, birey-toplum açısından kalıcı etki ve değişimlere sebebiyet vermesi ise, toplumsal olgu denilen bir durumu ortaya çıkarır. Kırdan kente göç, gerek nedenleri gerekse sonuçları açısından önemli bir sosyolojik olgudur. Cemaat kültürü ile cemiyet kültürünün göç ile karşı karşıya gelmesi her iki kültürün taşıyıcıları ve yerel yönetimler için yeni durumları da beraberinde getirmiştir. Nitekim, göç sonucunda, toplumsal yapıda önemli ölçüde değişimler gerçekleşmiş, göç edenler hem kendi içlerinde topluma uyum sağlama sorunları yaşamış hem de kent sakinleriyle karşılıklı olarak kültürel çatışma içine girmişlerdir. Barınma, geçinme, eğitim, ulaşım, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını sağlama noktasında zora düşen göçmenler, kentin normlarını benimseme ve kent yaşam biçimi/kültürünü içselleştirmede güçlükler yaşamışlardır. Kent sakinleri ise göçmenleri sahiplenme, onların şartlarının iyileştirilmesinde çözümler üretme ve kültürel farklılığı dikkate alarak topluma uyum sağlamaları için çaba göstermede yetersiz kalmışlardır. Kent kültürüne yer etmiş olan rekabete dayalı çıkar ilişkileri ve rasyonel tercihler ile sözleşmeye dayalı iletişim biçimi kültürel uyum ve özümsemeyi engellemiştir. Karşılıklı iyi niyete dayalı bir uzlaşım olmayınca kent sakinlerinin göçmenleri dışlayıcı tutumu ve göçmenlerin çift kültürün arasında kalarak yaşadıkları karmaşa/boşluk nedeniyle sosyal krizler baş göstermiştir. Göçün etkilediği diğer bir taraf olan yerel yönetimler, özellikle göçmenlerin barınma sorununda ara çözüm olarak ortaya çıkan gecekondu mahallelerine yönelik uygulamalar ve imar, altyapı, ulaşım hizmetlerinde kanun boşluklarının getirdiği çıkmazlar ile göçmenlerle karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır. Belediye hizmetlerinin varoşları kapsaması ve yerel yönetim kanunlarının gecekondu gerçeğine yönelik olarak değişmesi uzun yıllar almış, günümüzde kentsel dönüşüm projeleri ile belli bir mesafe kat edilse de tam olarak istenilen düzeye gelememiştir.
Yukarıda genel olarak vermeye çalıştığımız kente göç nedeniyle cemaat-cemiyet kültürünün karşılaşması ve göçmen-kent sakini-yerel yönetimler açısından ortaya çıkan sorunlar yumağı; birey-toplum merkezli yeni olguların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle göçmenlerin iş piyasası içinde yaşadıkları sorunlar ile kendini gösteren “yabancılaşma”, ve kültürel çatışmalar ile toplumsal yapının sarsılıp kaosa dönüşmesi durumuna karşılık gelen “anomi” bu olgulardandır.
Kente göç eden bireylerin, temel gereksinimlerini karşılamaları için iş piyasasının içine girmeleri gerekir. Kır toplumunun geleneksel üretim biçimi olan tarım ve hayvancılık, kent yaşamında uygulanması ve sürdürülmesi hem sermaye hem de mekân uygunluğu isteyen, bu yüzdende uygulanma imkânı olmayan bir ekonomik etkinliktir. En iyi bildiği çiftçiliği kentte icra edemeyen göçmenler geçinmek için kentsel iş piyasası içinde bir arayışa girerler. Kentin uzmanlaşmış işbölümü ile sürdürdüğü iş piyasasında, yeterli vasfa sahip olamadıkları için karşılarına ne çıkarsa o işte çalışmaya ve tutunmaya gayret ederler. Hamallık, seyyar satıcılık, inşaat işçiliği, temizlik işçiliği, fabrika işçiliği vb. birçok vasıfsız işte çalışabilmek için girişimde bulunurlar. Kente ilk göç eden deneyimli göçmenlerin oluşturduğu gecekondu mahalleleri ve hemşerilik ilişkileri gibi kırdan kente göçün ara yapıları olan “tampon mekanizmalar” barınma ve iş bulmada devreye girer. Yeni gelen göçmenler bu mekanizmadan yararlanarak gecekondu kültürüne ve piyasayla bütünleşmeye çalışırlar. Ama hemşerilik tampon mekanizmasından faydalanmak bile belli kurallarla işleyen bir sistemdir. Referansları olan öne çıkarak diğerlerinden önce iş bulma şansı yakalar ya da elinde birikmiş parası olan varsa bunu aracı kişilere vererek kendine iyi bir iş bulunmasını sağlar. Referansı ya da birikmiş parası olmayanlar kentin acımasız yüzüyle baş başa kalırlar. Genel hatlarıyla betimlemeye çalıştığımız kent iş piyasasında yer edinme tablosu, göçmenlerin sistemin çarkında dönüp durdukları, ruh sağlıkları açısından olumlu sinyaller vermeyen bir görüntüyü barındırır. Köy yaşamında genellikle ihtiyaçlarını kendisi üreterek karşılayan, emeğiyle ortaya çıkardığı ürünün tasarruf hakkına sahip olan, yüz yüze ilişkilerle hayatını sürdüren göçmen kentin çekiciliği ya da kır hayatında ortaya çıkan bazı sorunlar ( arazinin miras yoluyla bölünüp üretime yetmemesi, tarımda makineleşme ile işgücüne ihtiyacın azalması vb.) nedeniyle yaşam koşullarını iyileştirmek için kente göç eder. Fakat göçmen, kent yaşamı ve iş piyasası koşullarının sunduğu uzun mesailer, düşük ücret, olumsuz iş ortamı, rekabet ve çıkarın başrolde olduğu karşılıklı iş ilişkileri gibi olumsuz faktörlerle karşı karşıya kalır. İşine, emeğine, takım arkadaşlarına, hayallerine ve hedeflerine olan inancı ve bağlılığı zayıflayan göçmen zamanla “yabancılaşma” dediğimiz aitlik hissinin kaybı ile yüzleşmek zorunda kalır. Yabancılaşma olgusu, bireyde sadece kişisel hüsrana yol açmaz. Topluma, mekâna, kurallara, değerlere olan bağlılığı da derinden yara alır. Bu durum hem bireyin ruh haline hem de toplum yapısına zarar veren bir duruma dönüşebilir. Ayrıca, yabancılaşmanın göçmenlerde görülme sıklığının fazla olması ve bireyde oluşan normsuzluğun topluma yansımasının sonucunda kuralsızlık denilen “anomi” ortamı baş gösterebilir.
Cemaat-cemiyet toplumlarının göç olgusuyla karşı karşıya gelmesi sadece kentleşme sorunları ya da yabancılaşma duygusunun oluşmasına neden olmaz. Birbirleriyle iç içe geçmiş yapıda olan bu sorunlar özellikle toplumda ciddi huzursuzluklara, çatışmalara, kültürel ya da toplumsal değişmelere etki edebilirler. İki farklı kültür ve değerin ortasında kalan bireyler bir seçim yapmak zorunda kalabilirler. Köyden getirdikleri kültürlerine sahip çıkarak varoşlarda içe kapanmak, ya da kent kültürünü benimseyerek özlerine yabancılaşmak arasında bir tercihte bulunmak en azından belli bir grupla birlikte hareket ederek toplumdan dışlanmalarını engelleyebilir. Fakat bunlardan birini seçmek bile aslında toplumsal uyumda çözüm olmayabilir. Yaptıkları seçimin sonucunda hedeflerine ulaşamayabilirler. İki kültür arasında sıkışıp kalarak; boşluk hissinin ve kültüre/düzene/sisteme yabancılaşmanın tesirine maruz kalabilirler. Bu durumda toplumsal kurallar sorgulanmaya başlar ve zamanla etkisini yitirir. Göçmenler kuralsızlık/normsuzluk duygu-durumuyla yanlış kararlar alabilirler. Suça yönelme, yeraltı dünyası ile bağlantıya geçme, çetelere katılma, marjinal grupların arasına girme, kolay yoldan para kazandıracak yasadışı işlerin peşinden koşma gibi tercihlerde bulunarak toplumsal düzende karışıklık, huzursuzluk ve kaosa neden olabilirler. Toplumsal yapıdaki bu karışıklık kent sakinlerinin göç edenleri düzen bozucu, istenmeyen kişiler olarak lanse etmesine ve karşıt tepkiler oluşturmasına yol açabilir. Madalyonun diğer yüzü olan kentlilerin kendi kültür ve düzenlerinin bozulmaması, korunması için ortaya koydukları tepkiler zamanla kırdan göç edenleri günah keçisi ilan ederek dışlamalarına kadar varan çatışma ortamına sürüklenebilir. Buraya kadar yorumlamaya çalıştığımız toplumsal yapıdaki bu çatışma, kaos, bozulma, kutuplaşma ve dışlama/dışlanma Durkheim’in anomi kavramıyla ilişkilidir. Toplumsal dayanışmanın yitimi, sosyal bağların zayıflaması, topluma aidiyetin azalması ya da kaybolması, kuralsızlığın yaygın bir değer haline gelmesi, ahlaki değer sistemlerinin dikkate alınmaması gibi durumlarda Durkheim’a göre,; toplumda hastalık baş gösterir. Hızlı toplumsal değişimlerin doğal sonucu olan anomi, temelde hâkim normların yitimi ve yerine yenisi oluşuncaya dek geçen süredeki kaotik düzen bozukluğuna işaret eder .
Sonuç olarak, bireyin sosyalleşmesinde ve çevresiyle uyumlu bir yaşam sürmesinde başat rol oynayan toplumsal normlar, değerler ve kültür sistemi ortak bilincin hâkim olduğu ve sosyal dayanışmanın öne çıktığı toplumsal yapının temel öğeleridir. Bu sistem, insanlık tarihinin belirli dönemlerinde ve toplumu derinden etkileyen bazı olayların sonucunda işlevselliğini kaybedebilir. Kırdan kente göç hareketleri de, sistemin işlevini bozan, değiştirip dönüştüren bu olayların başında gelmektedir. Geleneksel kır yaşam biçiminin özellikleriyle yakından ilgili olan cemaat/topluluk kültürü ve modern kent yaşamının ilişkili olduğu cemiyet/toplum kültürü köyden kente göç ile beraber kent yaşamında bir arada bulunurlar. Bu durum, beraberinde önemli birçok olguyu açığa çıkarır. Bu deneme çalışmasında yer verilen olgulardan birisi, göç edenlerin iş piyasasına katılımında ortaya çıkan zorluklar/hayal kırıklıkları ve kültürel geçişte yaşanan aidiyet hissinin kaybı sonucunda kendini gösteren yabancılaşmadır. Diğeri ise kültürel çatışmanın, yabancılaşma duygusunun ve norm/değer zayıflamasının etkisiyle oluşan kuralsızlaşma, yani “anomi” olgusudur. Bu olgular, toplumsal bütünleşmeyi sağlayan yeni bir sosyal sistemin oluşmasına kadar geçen süre içerisinde varlıklarını devam ettirirler.
Yararlanılan Kaynaklar
- Bayraktar, U. (2011). “Yerel Yönetimler”, Kent Sosyolojisi, (ed. Fatime Güneş), Bölüm 5, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları
- Güllüpınar, F. (2011). “Kent Kuramları”, Kent Sosyolojisi, (ed. Fatime Güneş), Bölüm. 3, Eskişehir. Anadolu Üniversitesi Yayınları
- Karpat, K. (2019). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, İstanbul: Timaş Yayınları, 3. bs.
- Slattery, M. (2017). Sosyolojide Temel Fikirler, (hzl. Ümit Tatlıcan-Gülhan Demiriz), Ankara: Sentez Yayıncılık, 9. bs.