Öz
Bu çalışmada toplumumuzun büyük sorunlarından olan “Çocuk İstismarı” ve “Suriyeli Mülteciler” adlı konuları ele alınmıştır.
İstismar dünya genelinde görülen bir toplumsal problemdir. Genel olarak duygusal, cinsel ve ihmal olarak değerlendirilir. Göç de tıpkı istismar gibi küresel bir problemdir. Göç, geçmişten günümüze kadar gelen bir olgudur. Her dönemde ve çağda görülmüştür. İnsan doğasında da değişmeyen bir durumdur. İster zorunlu, ister gönüllü fark etmeksizin hep var olmuştur.
Çalışmada göç ve çocuk istismarı konuları Ahmet Ümit’in “Kırlangıç Çığlığı” adlı romanı çerçevesinde ele alınmıştır.
Kırlangıç Çığlığı: Özet
Kırlangıç Çığlığı, Ahmet Ümit’in yazdığı en son romandır. Karakterimiz, Nevzat Baş komiserdir. Diğer zamanlarında da görüldüğü gibi Evgenia, Komiser Zeynep, komiser Ali, Savcı Nadir ve diğerleri de kadronun içerisinde yerlerini almışlardır. Kitabımız kısacası bir polisiye romanı olarak yazılmıştır.
Roman kurgusu daha öncesinde tamamlanamamış “Körebe” davasındaki Seri Katili yakalamak için kurgulanmıştır. Romanda Körebe isimli seri katilin hedeflerinde hep çocuk tacizcileri vardır ve hepsini aynı ritüel de öldürüyor. Daha önce Körebe yine aynı şekilde cinayetlerini işleyip ara veriyor bu yüzden dava tamamlanmamıştır. Bir gün Nevzat Baş komiser ve ekibi cinayet yerine gittiğinde Körebe’nin aynı ritüeli yaptığını görüp yeniden döndüğüne karar veriyorlar. Nevzat Baş komiserin kızı Aysun küçük yaşta tacize uğrayıp ve öldüğü için karakterimiz için daha ilginç bir hale bürünüyor. Körebe adlı seri katilimizin seçtiği kurbanlar hep çocuk tacizcilerindendir. Bu tacizcileri öldürüp, kulağının bir kısmını keserek çocukları ilgilendiren mekanlara bırakıyor. Yanlarına da simgesel olarak bir oyuncak bırakıyor. Öldürdükleri kurbanların gözlerini Kadifeden kırmızı bir göz bandıyla bağlayarak bıraktığı için katilin adını Körebe koyuyorlar. Ritüelleri hep belirgin olduğu için gördüklerinde kör ebenin döndüğünü anlıyor.
Komiser Ali’nin de yetiştirme yurdunda büyümesi ve yurt müdürü tarafından istismara uğrası da kitabın önemli şemalarında yer alıyor.
Gelelim Savcı Nadir’e. Savcı Nadir’in, çocukluğunda yaşadığı travma ile Körebe adlı cinayet aydınlığa kavuşacaktır. Babasının ölümü ile annesi başka biriyle evlenir. Üvey babası tarafından tacize uğrayan ve annesinin gözleri önünde üvey babasını öldürmesiyle savcımız intiham için çocuk tacizcilerini öldürme başlar.
Romanda genel olarak işlenen cinayetlerin çözümleri ve araştırmaları bir biri ile bağlantılı bir şekilde sürüyor.
Romanımızda değinilen bir önemli konu daha Suriyeli Mültecilerin göç hareketleridir. Bu sosyal problem de açıkça yer almaktadır. Gerçekten içinde bulunduğumuz sosyal hayatla bir sorunumuz olan ve hep göz ardı ettiğimiz bir sorundur, Suriyeli mülteciler. Yazarımız romanında onların hayatının bir kısmını ele alıp bakış açısını yansıtmıştır. Göçün doğurduğu yoksulluk yüzünden; hayatlarından, ailelerinden, çocuklarından vazgeçmek zorunda kaldıkları ve başlarına gelen kötü olayları da romanda görmek mümkün. Çocuklarım bu kadar tehlikeli bir çağda ve kötü şartlarda hayatta kalmaya çalışmalarını da yazarımız ele almıştır.
Kitabımıza genel olarak bakacak olursak toplumun görmemek için gözlerini kapadığı, Kırlangıç çığlıklarını aslında eğlence sandıkları fakat acı gerçekleri yansıttığını görüyoruz. Yazar, kitabı ile ilgili bir konuşmasında şöyle demiştir; “ Çocuk tacizcilerini öldüren bir seri katil mi daha tehlikeli yoksa dünya bu halde iken ‘aman bana ne’ diyip kendi keyfine bakan insanlar mı daha tehlikelidir?”
Kırlangıç Çığlığı: Sosyolojik Analiz
Çocuk istismarı tıbbi, hukuki ve ahlaki olarak dünya geleninde gözle görülen bir sorundur. Genel kapsamıyla fiziksel, duygusal, cinsel istismar ve ihmal olarak değerlendirilir.
Çocuk istismarı, bir yetişkinin kendi cinsel, istek ve arzusu için çocuğun araç olarak kullanmasıdır. Bu istismar bedenen de olabilir, bedenine dokunmadan da olabilir. Bedenen istismar, çocuğun özel bölgelerine; göğüs, kalça, dudak gibi bölgelerine dokunma, öpme ve okşama eylemlerini içerir. En ileri aşamada cinsel ilişkiye girmek, tecavüz etmektir. Dokunma olmadan cinsel istismar ise; çocuğa pornografik metaryerler izletmek, çocuk ile açık bir şekilde konuşarak çocuğu tahrik etmeye çalışmak…
Çocuğa bakmakla yükümlü olan ebeveynlerin sorumluluklarını yerine getirememesi ihmallere yol açmaktadır. Bu ihmaller sonucunda da çocuk istismarı artmaktadır.
Romanımızda bahsedilen konulardan biri de budur. Toplumsal olarak üstesinden hala gelemediğimiz büyük bir toplumsal sorunu yazarımız bu romanda kaleme almıştır. Romanda hep aynı ritüel ile çocuk tacizcilerini öldüren Körebe aslında kendince adaleti yerine getirmeye çalışıyor. Nevzat Baş komiser ve ekibi de bu davayı üstlenerek Körebenin kimliğini bulmaya çalışıyorlar. Romanda geçmişte ebeveynleri tarafından terk edilen ve yetiştirme yurtlarına bırakılan çocuklar, bunu hastalık haline getirenler, belki de çocukken yaşamış olduğu travmayı atlatamayıp intikam almak gibi kendince haklı sebepleri olan kişiler yapıyor.
“Belki de yazsaydı yahut yazabilseydim vazgeçerdi çocukları taciz etmekten. Kendisine yapılanlarla, kendisinin yaptıkları ile yüzleşmiş olurdu. Belki affederdi kendini, belki kurbanlarından af dilerdi.
Elbette katılmıyordu Münir bu görüşlere.
Öyle kolay kolay vazgeçmez bu adamlar, diye söylendi. Tedavi olmak isteseler bile kurtulamazlar bu hastalıktan. Zavallı, savunmasız çocukların hayatlarını mah etmeyi sürdürürler. Konuştukça sinirleniyordu. Bilmiyorum, belki tek çare hadım etmek bunları. Ama hangisi yanaşır ki o işe… Belki de yanaşırlar. Adeta azarlarcasına çıkmıştı Zeynep’in sesi. Sapık da olsa, çocuk tacizcisi da olsa karşımızdaki insan var. Sizin gibi, bizim gibi onunda ruhu var. Belki onlarda pişmanlık duyuyorlardır. Belki işin nedenini anlamak lazım. Nedenini anlamadan onları nasıl engelleyebiliriz ki?” (Ümit, 2018: 70)
Toplumumuzda var olan bu problem göz ardı edemeyeceğimiz kadar büyüktür. Bu eylemi yapanları ötekileştirerek değil topluma katmaya çalışarak sağlanmalıdır. Toplumda her bireyin bir işlevi vardır. Onları kaybetmek yerine bir gün topluma faydalı bireyler haline getirmeliyiz ki sorunları ortadan kaldırabilelim. Bu tacizciler, istismar da yapmış olsalar toplumda var olan bireylerdir. Her şeyden önemlisi onlar da insandır. İçlerinde yaşadıkları pişmanlık olabilir, hasta olabilirler, belki onları derinden etkileyen çocukluk travmaları… Her şeyden önce bu böyle bir problemin nedenini bulmamız gerekiyor. Nedenini bulmalıyız ki onları engelleyebilelim. Ötekileştirmeden topluma katabilelim.
“Kimsesizlik korkunç bir şey Baş komiserim. Annen baban yoksa çocukluk korkunç bir şey. Birileri sana ilgi göstersin istiyorsun, birileri seni sevsin istiyorsun, birileri seni takdir etsin. O insanın sana neden sevgi gösterdiğini anlayabilecek tecrüben yok. O gülen gözlerin, o tatlı sözlerin, şefkatli dokunuşların arkasında nasıl bir pis arzu yatıyor, bunu fark edecek tecrübeye sahip değilsin. Sana iyi davranan bir yetişkin hemencecik kazanıyor kalbini.” (Ümit, 2018:183)
İstismarın kaynaklarından biri de ihmal eksikliğidir. Çocuğa karşı olan yükümlülüğünü yerine getiremeyen bireyler tarafından ihmal edilen çocuklarda oluşan eksikliği dışarıda arıyorlar. Bu eksikliği başkalarında arayıp ve karşılığında böyle sonuçlar doğabileceğini bilecek yaşta olmadıkları için hem bedenen, hem de zihnen savunmasızlardır. Bu yüzden toplum olarak tedavi edilmeliyiz. Gerekli bilinçlenmeler yapılmalı, toplumdaki tüm bireyler olarak eğitilmeliyiz.
“Çocukta tacizcilerinin özel bir mesleği olduğunu sanmıyorum Zeynepçim. Bu sapkınlıklar her meslekten insan ele geçirebilir. Ekonomik durumu, eğitim seviyesi ne Olursa olsun herkesi…” (Ümit, 2018:232)
Çocuk tacizcilerinin belli bir özelliği ya da şu sebepten yaptı diyebileceğimiz bir nedeni yoktur. Eğitimli de olsalar, zengin de olsalar bu bilince sahip olmadıkları takdirde toplumdaki her birey yapabilecek potansiyeldedir.
“Bir insan nasıl olurda küçük bir çocuğu taciz eder? Neden bu iğrenç fiili işler? Önemli olan bu sorunun yanıtını bulmak. Belki o zaman bu hastalıkla daha kolay başa çıkabiliriz.
Bana ne hastalıktan Zeynep! Diye karşı çıktı bizim aceleci komiser. O konuyla psikologlar, sosyologlar uğraşsın.”(Ümit, 2018:333)
İster çocuk tacizcisi olarak adlandıralım, ister pedofili… Ülkemizde başta olmak üzere tüm dünyayı, tüm insanlığı saran toplumsal bir sorundur. Bunun için devlet ve devletler olarak gerekli önlem, eğitim ve devler tarafından hazırlanacak olan hukuki yaptırımları sağlamalıyız. Böylesine toplumsal bir sorunu bilinçli toplumlar yaparak ortadan kaldırabiliriz.
“ Önemli olan toplumu iyileştirmek, insanın ruhunu yüceltmek, sapıklığa, suçu ortadan kaldırmak. Bunun içinde, gerekirse psikolog gibi düşünmek, sosyolog gibi davranmak lazım…” (Ümit, 2018:333)
Toplumsal sorunu ele alırken, psikologlar ve biz sosyologlar olarak harekete geçmeliyiz. Psikologlar zihinsel çözümlemeleri, sosyologlar da toplumun derinlerinde olan sorunlara inmelidir. İşin en köküne inilmelidir. Bu sorun ile topyekün mücadele edilmelidir. Tacizciler de toplumda var olan diğer bireyler gibidirler. Hepsinin ailesi, belki taciz ettiği çocuk taşlarında çocukları bulunmaktadır. Neden yapıyorlar? Bu sorun toplum olarak ele alınmalıdır. İnsan neden tacizde bulunur? Bunun derinlemesine inilmesi gerekir. O zaman toplum olarak daha başarılı bir mücadele sürdürülebilir.
“Bir işe yaradı mı bari? Mutlu olabildiniz mi?
Elbette, eğer onları öldürmeseydim, utanç içinde, ezik, kendisine saygısını yitirmiş biri olarak kalacaktım…” (Ümit, 2018:393)
Geçmişte yaşanan bir travma bireyin tüm yaşamını ele geçirebiliyor. Yaşadığı taciz sonrası kendi öz saygısını yitirmiş, utanma duygusu yaşayıp kendini suçlama gibi problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar.
Çocuklar toplumdan göz ardı edilmeyecek bireylerdir. Toplumda söz sahibi olabildikleri gibi yokta sayılabilmektedirler. Çocuklarında bir birey olduğu bilincinden yoksun birçok kişi de vardır. Çocukların toplumdaki ve kurumsal hayattaki varlıkları ikincil bir plana atılarak onların sosyolojide de uzun süre ihmal edilmesine neden olmaktadır. Çocukları ikinci bir plana atarak değil, birey olarak değerlendirmeliyiz. Her birey toplumdaki işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmeli. Bu yüzden çocuklara psikolojik travmalar yaşatmak yerine topluma olan faydalarını gözetilmelidir. Çocukluktan yaşanan bir travma birey olarak çocuğu etkilerken, ileriki zamanlarda toplumu etkiler. Bu da toplumsal hatta küresel büyük problemlere yol açar.
Romanımızda da gördüğümüz gibi; Savcı Nadir, Komiser Ali ve diğerleri yaşadıkları çocukluk travmaları, ileriki yaşantılarını etkilemiştir. Savcı Nadir yaşadığı utançlık, öz saygını yitirerek kendince ve diğer çocukların intikamını almak için katil olmuştur. Toplumun içinde de görülse artık suçunu ortaya çıkarak toplumdan ötekileştirilecektir. Komiser Ali de mesleğinden dolayı çocuklukta yaşadığı problemle sürekli o anı yaşamaktadır. Geçmişte olan olay, karşısına çıkan vakalarda hep geçmişteki travmasını tetiklemektedir.
Toplumumuzda yaşanan; taciz, çocuk istismarı gibi konuların üzeri kapatılmamalıdır. Geleneksel bir toplumda olduğumuz için çocuk yakınları, aileleri belki de utanç duygusu hissederek konunun üzerini kapatıyorlar. Bu konuların üzeri kapatılmamalı ve destek alınmalıdır. Psikologlar ve sosyologlar toplumsal, bireysel sorunları açığa çıkarmalı ki yaşanılacak büyük problemleri ortadan kaldırabilmeliler. Çünkü geçmişte yaşanan bir olay üstü kapandıkça daha büyük problemlere yer açmaktadır. Her birey toplumun vazgeçilmez bir bütünüdür. Onları kendi yaşamlarına iterek değil sorunları ele alarak toplumsal düzen sağlanmalıdır.
Romanda ele alınan bir diğer toplumsal sorunda “Suriyeli Mülteciler” problemidir. Romanda savaş yüzünden göç etmek zorunda kalan mülteciler yaşam şartları ekonomik yoksunluklar yüzünden çalışmak zorunda kalan çocuk işçilerden de söz edilmektedir. Ekonomik sıkıntılardan dolayı çocukların yaşamlarını hiçe sayıp organlarını satan mültecilerden de bahsediliyor.
“Arap halklarının demokrasisi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden dolayı meydana gelen İsyanlar 2010 yılında Tunus’ta başlayarak Orta Doğu’da birçok ülkeyi etkilemiştir. 2011 yılında Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen halk ayaklanmasına karşı Suriye rejiminin sert tutumu ve akabinde başlayan iç savaş sivil halkın göç etmesine yol açmıştır.” (Özdemir, 2017:3)
Suriyeli Mültecilerin içlerinde bulunduğu yoksunluklardan dolayı toplumdan ayrışırlar. Suriyeli mültecilerin farklı dil, kültür ve yaşam tarzına sahip olmaları Türk toplumu ile kaynaşmasını engellediği için toplumlar arası karşılıklı olumsuz algıların oluşmasına yol açmaktadır.
Mülteciler Ülkelerindeki kaybettikleri hayatın yerine, yeni bir hayat kurmak, çalışma, sosyal ilişkiler geliştirebilmek ve topluma kendilerini kabul ettirme ihtiyacı içindedirler. Mülteciler, ülkelerini terk ettikten sonra bazı problemlerle karşılaşmakta ve ülkemizde sorun kaynağı olarak görülmektedirler. Bu sebeple mültecilere olan olumsuz algılar oluşmaktadır.
Toplumsal olarak onları dışlayan, ötekileştiren bizlerizdir. Mülteci de olsa bir bireydir ve toplumun bir parçasıdırlar.
Simmel’in çerçevesinden de bakarsak;
Asla bizden biri olarak kabul etmediğimiz fakat toplumda işlevi olan bireylerdir, yabancılar. Grubun, toplumun bir parçasıdırlar. Yabancıyı yabancı yapan bizleriz. Yabancıları toplumdan ötekileştiren de aslında biziz.
Sonuç
Çocuk istismarı ve göç olguları toplumda var olan olgulardır. Bunları aşmak için toplum olarak bilinçlenmeli ve gerekli sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Bireyleri ötekileştirerek değil, topluma faydalı bireyler haline getirerek toplumsal sorunları aşarız.
Kaynakça
Önal, S.Çağatay, Osman Celbiş, Bora Özdemir, ve Mehtap Yödem Özdemir. “Çocuk İstismarı”.
Özdemir, Erol. 2017. “Suriyeli Mültecilerin Türkiye’deki Algıları”. 16(1): 3.
Tıraşçı, Yaşar, ve Süleyman Gören. 2007. “Çocuk İstismarı ve İhmali”. 34(1).
Ümit, Ahmet. 2018. “Kırlangıç Çığlığı”. Içinde kırlangıç çığlığı, Bayrampaşa/İstanbul.
Tebrik ederim. Ahmet ÜMİT redweed lemiş twitter da