Corona sonrası din eğitimi, ”Hayatımız artık corona öncesi ve sonrası ayrılacak” diye son zamanlarda çokça dile getiriliyor. Bunu fırsata çevirip corona sonrası din eğitimini de artık farklı bir statü kazandırılabilir. Corona öncesi hayatta modernite etkisi çok fazlaydı. Modernitenin en büyük etkisi ise insana ölümü unutturuyor ve sadece dünya hayatını yaşaması imkanları veriyor. İslam dini ise ölüm hayatın iki veçhesinden birisi olarak sunuyor. Dinin ana gayelerinden birisi de hayatı anlamlı kılmak, hayatın anlamlı kılınması ise ölümü hatırda tutmak ve hesap duygusuyla hayatı idame ettirmek. Martin Heidegger’e göre ‘Ölüm-için-varlık düşüncesi bizi bilinçlendirmekte ve yönlendirmektedir’ ama modern felsefe ölümü hayatın en derinliklerine bir daha çıkarmamak üzere yerleştirdi. Bu şehir yapılanmasında da etkili oldu. Mezarları şehrin ortasından göz görmeyen en ücra köşelerine taşıdılar. Ölüm şuuru ve zamanı unutuldu. Bu tarz ölümü unutturacak faaliyetlerde bulundular. Corona ölümü hatırlattı ve hayatın anlamını zihinlere yeniden taşıma imkanı oldu. Ölüm artık her alanda olacak sanatta, edebiyatta, roman da, hikaye de, şiir de vs… . Bundan sonra makasıd-ı şeria olarak sayılan şeyler hayatın daha da içerisinde olacak. Din daha da ön planda olacak. Öncelikle şunu belirtelim ki İslam dini dünya ve ahiret mutluluğunu amaçlar. Eğer böyle bir bilince sahip değilsek artık bunun farkında olmalıyız. Yunus Emre’nin deyimiyle: ” Allah’ın adı dillerde sevgisi gönüllerde olmalı”. Kuran-evren-insan ilişkisini gözden geçirmeli. Öncelik insan-Allah ilişkisi olmalı evrene dair ilişki ise yok etmeye değil de imar etme olmalı. Bunu için de tabiata karşı ahlaklı davranılmalı. Değer ağırlıklı kavramlar günlük hayatta artık daha da çok kullanılacak. Zaten tarihte bir göz gezdirdiğimiz de bu tarz kullanımların ya savaş ya da bu tarz salgınlardan sonra kullanımları daha da çok artmıştır. Mesela veba hastalığı sonrası Tanrı’nın buralarda günah işleyenler yüzünden insanları cezalandırmak için vebayı gönderdiğine inanıldığı için kilisenin baskısıyla hamamlar ve tuvaletler kapatılması örnek verilebilir. Tanrı’ya dönüş daha da çok olur. Bundan sonra din eğitimciler biraz daha etkili olmalı ve durumlarını tekrardan gözden geçirmeli. Modern teknolojinin putlaştırılmasını engellenmeli ve teknolojinin ‘yabancılaşıp’ insanın ezmesini izin vermemeli. Çünkü bu dijital teknolojinin putlaştırılması aileyi tehdit ediyor. Aile ortadan kalkarsa din de ortadan kalkar. Artık din eğitimi şekilsel değil de mana ön planda olmalı. Muhammed İkbal’in yaşayışında ve düşüncelerinde dinamik bir Kur’an anlayışı tarzında bir yaşayış örnek alınabilir. Kemmiyyeten ziyade keyfiyete odaklanılmalı. Şiiri, sinemayı, edebiyatı, felsefeyi abesi iştigal olarak görülmemeli. İnsanın ruhuna inip ve insanı tamamlayan bir şey olarak görülmeli ve uğraşıp sevdirilmeli. Yaşanılan çağın imkanları ve araç-amaç dengesi yer değiştirilmeden kullanılmalı. Aynı şekilde Nurettin Topçu’nun eğitim, öğretmen ve okula yüklediği derin manalar hareket felsefesine dayanmaktadır. Hareket felsefesi de Massignon’un “hareketin bulunmadığı yerde Allah yoktur, o nerede görünürse Allah oradadır” metodolojisini örnek alıp geçmişi tamamen almak ya da atmak yerine metodolojik olarak benimsenip yaşanılan çağın teolojik sorunlarını konuşulmalı, öğretilmeli ve öğrenilmeli. Çünkü gelenek kavramı gelen şeye ek olarak devam eden süreçtir. Nitel ve nicel arasındaki bağı iyi kurulmalı. İmam hatip, ilahiyatları ve müfredatlar yeniden gözden geçirilmeli. Bu tarz konuları sorulmalı ve sorgulanmalı.
Sonuç olarak denilebilir ki bu süreçten sonra hocalar, öğrenciler, imamlar, din eğitimi verecek herkes işine ve içine öyle bir sahip çıksın ki bu kısa sürede hasretini çekilen şeyin önce idrakini sonra da kıymeti bilinmeli ve Erol Güngör’ün deyimiyle’ Müslümanlar fikir meselelerini iman meselesi halinden vazgeçmeli ve düşüncesinin doğruluğuna kriter olarak imanı almamalıdırlar’ sözünü izdüşüm olarak hayata ikame etmelidirler.
Yazan: Hüseyin Furkan Çınar | Dokuz Eylül Üniversitesi ( İlahiyat Fakültesi )