Din sosyolojisi dini olguların toplumla bağlantılarını konu almaktadır. Bu anlamda din kavramının ne olduğuna bakmak gerekir. Din çok farklı şekillerde tanımlanmaktadır. En genel ve kapsayıcı anlamıyla din ‘kutsal olanın yaşanmasıdır.’(Freyer)
İnsanlık tarihinden ne kadar ileriye gidersek gidelim din ile mutlaka karşılaşırız. Toplumsal düzen nasıl mümkündür? Sorusu aslında dinin de temel sorularından biridir. Din genelde insanların Tanrı ile ilişki kurma ihtiyacını karşılar. Evrenden anlamlandıramadığımız, açıklayamadığımız birçok şeyi tarih boyunca din olgusu ile açıklamaya çalışmışızdır. Evrenin varlığına, kaynağına dair doğaüstü şeyleri açıklamamızı sağlar. Toplumsal düzen için kitleleri etkileyen, yönlendiren ve birleştirici bir işleve sahiptir. Dinin işlevleri bakıldığı zaman sosyal ve bireysel olarak ikiye ayrılabilir. Kendisini ve çevresini tanımada bireysel anlamda etkilidir. Bizi daha çok ilgilendiren kısım sosyal işlevidir. Toplumlara sosyal kimlik belirler. Kontrol ve denetleme mekanizmasıdır. Din ve toplum birbirini karşılıklı olarak etkiler. Dünden bugüne baktığımızda dinin toplumlar üzerindeki etkisini rahatça görebiliriz. Örneğin Tarımcı toplumlarda ‘ Toprak Ana’ sözü ya da ‘Bereket Tanrısı’ gibi söylemler günümüze kadar gelmiştir.
Marx’a göre din baskının ve sınıfları sömürmenin bir aracıdır. Toplumda üst kesimde olanları baskılayacak, alt sınıfın sömürülmesine kılıf uydurmada yardımcı bir işlev olarak kullanılır. Din halkın afyonudur. Şerif Mardin konu hakkında şöyle diyor: ‘Burada afyonun anlamı vicdansız bir üst sınıfın halkı uyutmak için kullandığı bir araç değil, insanların kendilerini olayların yüzeyinde tutabilmek için kullandıkları bir aldatmacadır.’ Dini toplum üretmektedir. Nasıl ki Tanrının insanı yaratmadığına inanmışsa bu noktada insanın Tanrıyı yarattığına inanmıştır. Yani insanın emek, demokrasi vb gibi kavramları yaratması gibi. Dini inançları, ritüelleri toplumun gözünü bağladığına, düzenin değiştirilmemesi için kullanıldığını savunmuştur.
Durkheim ise dini işlevselci bir bakış açısıyla açıklamıştır. Ortak değerler ve kimlik konularında dinin bütünleştirici bir güç olduğunu söyler. Toplumda dayanışmayı sağlayan en önemli kurum olduğunu, insanları bir araya getirdiğini savunur. Her toplumun farklı dini inanışları vardır. Bu dini inanışlar, ritüeller toplumu yansıtır. Dinin şekli değişse de toplumda etkisinin aynı kalacağını söyler. Din bir toplumun değerlerinin doğrulamasıdır der.
Aile, ekonomi, siyaset gibi diğer birçok kurumu etkiler. Din hem etkileyen hem de etkilenen bir konumdadır.
Aile kurumu; toplumun en temel yapı taşıdır. Dini değerler bir ailenin kurulmasındaki her aşamada yer alır. Düğün, evlilik, çocukların yetiştirilmesine kadar etkilidir ve hakimdir. Evliliğin başlangıcında olduğu gibi bitmesinde ya da bir hayatın son bulmasında da etkilidir. Ölen kişi mensup olduğu dinin inanışlarına göre defnedilir. Boşanmak isteyen bir kişi eşinden dinin gereklerine göre ayrılır. Bazı dinler ailenin bütünlüğüne ve kutsallığına inanır ve bu duruma izin vermez. Dini inanışlarımız, ait olduğumuz mezhep ailemizden bize kalan bir mirastır. Kendimiz seçemeyiz. Bize öğretilen dini inanışların dışına çıkmamız zordur. Çünkü din baskındır, yaptırımları vardır. Sorgulanamaz ve bunun dışına çıkarsak cezalandıracağımız inancı hakimdir. Dinin aile kurumu üzerinde en temel etkisi de ‘Ensest Yasağı’dır. Ensest en yakınlarla evlenme yasağı diye tanımlanabilir. Bu yasak neredeyse evrensel bir boyuttadır.
Ekonomi kurumu; tarihi çağlara baktığımızda Lidyalıların parayı bulmasıyla ekonomi, maddi değerler hayatımızın her alanında etkili olmuştur ve bu etkisini gün geçtikçe arttırmaktadır. Bir toplumun ekonomik yapısında dini etkiler bulunabileceği gibi dinde de ekonomik ögeler bulunabilir. Ekonomik gelişmeler dinin belirleyicilerindendir. Japonya bu duruma örnek verilebilir. Japonyanın hızlı sanayileşmesi ülkedeki dini sistemler belli meslek ahlakına uygun olmamasına karşın dinin değerler hükümdara bağlı olmayla sıkı ve hızlı ilerleyen bir ekonomik yapı oluşturmuştur. Weber bu noktada önemli isimlerden bir tanesidir. Protestan Ahlakı Ve Kapitalizmin Ruhu adlı tezinde değersel boyuttan çok davranışsal ahlaka yansıyan bu oluşuma ‘İktisat Ahlakı’ adını verir. Dinin ekonomi ve toplum üzerinde yaptığı en önemli etki olduğunu söyler. Mensubu fazla olan dinlerde bile ekonomik şartlar dinlerin buyruklarına göre şekillenmiştir.
Siyaset kurumu; Bir birey ailesi tarafından dini anlamda belli bir takım dini değerlerle yetiştirilir. Doğduğu ailenin doğru ve yanlış olarak gördükleri şeyleri öğrenir. Din siyasal otoriterinin kendini meşrulaştırmasındaki en önemli araçlarından birisidir. Siyaset genel anlamıyla kamu düzenini sağlayan bir güçtür. Bu düzeni sağlamak için ise çeşitli araçlara başvurur. Bunlardan bir tanesi de dindir. Yüzyıllar boyunca dini yönetim biçimlerinin hakim olduğu imparatorluklar var olmuştur. Bununla beraber devlet ve dinin ilişkisinin dört formu vardır.
- Dinin devlete egemen olması
- Devletin dine egemen olması
- Din ve devletin birbirinden ayrılmış olması
- Din ve devletin birlikte olması
Literatürde din ve devletin birlikte olması teokrasi olarak adlandırılmaktadır. Dinin devletin dışında tutulması ise laiklik olarak adlandırılmaktadır. Laikliğin en temel düşüncesi siyasal hayatın dünyevi olduğu ve buna bağlı kurallarında böyle olması gerektiğidir. Dinin devlete egemen olması durumunda tek bir grubun egemenliği söz konusudur. Bu durum Tanrı buyruğu adı altında dini anlamda her şeyi yapabilme yetkisi vermektedir. Devletin dine egemenliği ise bireyin kendi alanını sınırlandırıcı bir etkiye sahiptir.
KAYNAKÇA
- Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi, 2011
- Sevinç Güçlü, Kurumlara Sosyolojik Bir Bakış,2011