GİRİŞ
Günümüz toplumlarında içinde yaşadığımız toplumsal yapı ve bununla birlikte bu yapı içerisindeki birçok kurum ve ilişkiler de değişime uğrayıp farklı formlarla karşımıza çıkmaktadır. Modernleşme, 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar üç asırlık dönemi kapsayan ve tarihsel süreçte yaşanan en köklü toplumsal değişmelerden biridir. Modernleşmeyle birlikte geleneksel toplumun sosyal biçimleri olan kurumlar, değerler, inanışlar ve üretim biçimleri yeni döneme form değiştirerek giriş yapmışlardır.(Yıldırım, 58 Aile Sosyolojisi Yazıları 2009b: 151; Bkz. Can, 2013a).
Toplumsal değişme bağlamında toplumun en önemli kurumlarından biri olan aile kurumunu oluşturan evliliğin yapısında da farklılıklar gözlemlenmektedir. Türkiye’deki aşk ve evlilik ilişkilerinin toplumsal dönüşümünü anlamamız için öncelikle geleneksel toplumlardaki aşk ve evlilik ilişkilerini anlamamız gerekmektedir. Bu değişimi yansıtma noktasında günümüz modern toplumlarındaki aşk ve evlilik ilişkilerini de değerlendirip karşılaştırma yaparak farklılaşan noktaları öğrenmemiz içinde yaşadığımız toplumu ve bu toplumdaki bütün ilişki biçimlerini fark etmemiz bize katkı sağlayacaktır.
Bu makale de öncelikle toplumsal değişme kavramından bahsedilerek, daha sonra geleneksel ve modern toplumda aşk, cinsellik ve evlilik gibi kavramların anlamlarına değinilecektir. Daha sonra Giddens’ın Modern Toplumda Cinsellik ve Aşk hakkındaki görüşleri ve Bauman’ın İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı görüşlerine değinilerek Türkiye’de değişen aşk ve evlilik ilişkileri değerlendirilecektir.
Başlıklar
Toplumsal Değişme Bağlamında Gelenekselden Modern Topluma Geçiş Süreci: Değişen İlişkiler
İlkel ya da gelişmiş hiçbir toplum durgun veya hareketsiz olarak nitelendirilemez. Her toplumda niteliği ve niceliği farklı olmakla beraber sürekli bir değişme görülür. Toplumsal değişme olarak adlandırılan bu durum; toplumun yapısını oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bunları belirleyen toplumsal kurumların zaman ve mekan içinde farklılaşmasıdır. Toplumsal değişme kapsamında yer alan bazı değişmeler; toplumsal rol ve statülerdeki değişmeler, ekonomik yapıdaki değişmeler, nüfus artış hızındaki değişmeler, üretim ilişkilerindeki değişmeler, dinsel yapıdaki değişmeler, aile ve akrabalık ilişkilerindeki değişmeler, gelenek ve göreneklerdeki değişmeler, çocuk yetiştirme yöntemlerindeki değişmeler olarak ifade edilebilir. Örneklerin çeşitliliği toplumsal değişmenin kapsamının 11genişliğini göstermektedir (Tezcan, 1995: 178).
Geleneksel toplumların yapısı ve özellikleri ise; Feodal toplumlarda evlilik esnek kurallara bağlı olmayan bir yapı içindedir. Evliliklerin genel yapısı grup içi evlenmedir. Töre, gelenek, görenek, örf ve adetlerden oluşan normatif kurallar evliliği belirleyici etkilere sahiptir. Ailelerin tercihleri ve çıkarları doğrultusunda gerçekleşen tercihli evliliklerde duygusal bağ ve romantizm yerine çıkar ilişkili soy devamı, dirlik, uyum, ve mevcut uyumun sürdürülmesi göz önünde bulundurulur. Aynı zamanda geleneksel yaşamda birçok problem yaşamasına rağmen çocuğun varlığı, dini ve örfi kuralların etkisiyle sürdürülen evlilikler söz konusudur. Geleneksel toplumlarda evliliğin daha çok ekonomi temelli olarak görülerek gerçekleşmesinin yanı sıra bireyin tercihlerinin ve isteklerinin değil ailenin kararlarının etkili olduğunu ve buna göre gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Modernleşme, 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar üç asırlık dönemi kapsayan ve tarihsel süreçte yaşanan en köklü toplumsal değişmelerden biridir. Modernleşmeyle birlikte geleneksel toplumun sosyal biçimleri olan kurumlar, değerler, inanışlar ve üretim biçimleri yeni döneme form değiştirerek giriş yapmışlardır. Geleneksel tarım toplumunun insan ve hayvana dayalı üretim biçimi, makine enerjisine dayalı endüstriyel üretim tarzına yerini bırakmıştır. Üretim ilişkileri, içe kapalı ve kendine yeten bir ekonomi anlayışından, kar etmeye ve tüketime endeksli pazar ekonomisine dönüşmüştür. Sanayi devrimi üretim, kentleşme, göç gibi sosyal olguları meydana getirirken, Aydınlanma düşüncesiyle paralel olarak ise, ilerleme, sekülerizm, bireycilik, hümanizm, rasyonalizm ve pozitivizm gibi felsefi düşünce biçimlerinin de popüler hale gelmesine ortam hazırlamıştır. Sanayi devrimi ve aydınlanma hareketiyle birlikte modernizm, yeni bir tarihsel sürecin ve köklü bir toplumsal değişimin habercisi olmuştur (Yıldırım, 58 Aile Sosyolojisi Yazıları 2009b: 151; Bkz. Can, 2013a).
Tüm bu yaşanan süreçte modernleşme ile birlikte aşk ve evlilik ilişkileri farklılaşmıştır. Artık evliliği tercih sebepleri ekonomi temelli olmaktan çıkıp psiko-sosyal doyumun her an yaşanmasının istenildiği evlilikler tercih edilmeye başlanmıştır. Romantizm in sürekli olarak bireylere kendilerini biricik hissettirme ve sürekli doyuma ulaştırma konusundaki iddialar tüketim toplumundaki kapitalist sistemin sürekliliği ve daha fazla kazandırılmasına yönelik kurgulanmaktadır. Bu hızlı tüketimin yaşandığı toplumda, tüketim yalnızca tek bir alanda değil bütün ilişki biçimlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Cinsellik ve aşk sürekli tüketilen ve yenisinin hatta en fazla kendini iyi hissettirenin arandığı bir şey haline gelmiştir. Tüm bunlarla beraber evliliklerdeki beklentilerin başında da romantik aşk hikayesi sürekli olarak kendini sahnede bulmaktadır. Bunların tüketim toplumuna tüketmesi için ulaştırılan ve özendirilen araçlar kitle iletişim araçlarıdır. Bu hızlı tüketim yalnızca aşk ilişkilerinde olmamakla birlikte toplumdaki tüm ilişkilerimize yansımaktadır.
Anthony Giddens: Modern Toplumda Cinsellik ve Aşk
Giddens, toplumsal değişme sürecinde cinselliğin farklılaştığını ve değişmeyenin erkeğin cinselliği erkek gibi yaşayanlardan öğrenmeleri olduğunu vurgular. Günümüzdeki cinselliğin ise eskiye göre değişen noktalarından birininde hem erkeğin hem de kadının cinsellik konusunda bilgi ve deneyim sahibi olarak evliliğe adım atmaları olarak görür. Foucault’ nun mahrem alanın devletin eline geçmesi ile birlikte cinselliğin icat edildiği düşüncesine Giddens’ta katılmaktadır. Foucault’a göre doğal olan toplumsallaşarak iktidarın eline geçmiştir. Fakat toplumsal cinsiyet ve aşk ilişkilerinden bahsetmemesini eleştirir.
İlişkilerde bağımlılığa değinmiştir. Bireyin düşünümsel benliği gelişmemiş ise bağımlı olma ihtimali artacaktır. Birlikte aşk modeline değinerek saf ilişkiye vurgu yapmaktadır. Mahrem ilişkilerin güvenin varlığıyla sağlanacağını söyler. Ötekinin keşfi öz açılımla gerçekleşir. Böylelikle karşı tarafla aramızda sınırlar çizilecek ve mahrem alanlar belirlenecektir. Tüm bunlar için seçim yapabilme ve ilişki kurabilme özgürlüğümüz bulunur. Yalnızca kadın erkek ilişkilerinde değil ebeveyn ve akrabalık ilişkilerinde de seçim yapabilme özgürlüğümüzün bulunduğunu söyler. Giddens’a göre anneliğin icadı ile birlikte ebeveyn –çocuk ilişkisi daha demokratik hale gelmiştir. Çünkü çocukların tüm gelişmeleri önem arz etmeye başlamıştır. Müzakere yolu ile tüm ilişkilerde karşılıklı anlaşmaya gidilebileceğini önemli olanın ilişki kurabilme olduğunu vurgular. Eğer birey öz açılımı rahat bir şekilde gerçekleştirebiliyorsa ne isteyip ne istemediğini ve mahrem alanını belirleyebilmişse bu yönde karşısındaki ile ilişki kurarak müzakere içerisinde olur ve saf ilişki gerçekleşebilir.
Tüm bu öz açılım, özerklik ve kadın erkek ilişkisine dair daha birçok karmaşıklar cinsellik ve aşkı etkilemektedir. Giddens’a göre erkeğin hakim olduğu gelenekler çözülmeye başladıkça erkek cinsel zorlayıcılığın da artış olmuştur. Çünkü erkek, Freud’un bakış açısına göre anneden kopuş evresinde cinsel kimliğini güçlendirip, özgürlüğünü sağlayabilmişse de özerkliğini gerçekleştirememiştir. Kız çocukları için bu kopuş çok daha az hasarla atlatılmaktadır. Kız çocuklarından farklı olarak erkekler kendi kimlik inşa süreçlerini demokratik bir alanda inşa edememektedir.
Giddens’ a göre 20.yy a kadar kadınların cinsel ifade yeteneği sınırlı olduğu gibi erkeklerin yaşamış oldukları cinsel gerilimlere de değinilmemiştir. Erkekliğin modern toplumlardaki çözülmelerle birlikte kırılgan doğasının ortaya çıkması onların süreksiz ilişkiler yaşamasına neden olmaktadır. Mahrem bir ilişki bir erkek için duygusallığının keşfine neden olarak erkekliğini incitecektir. Erkek cinsel şiddetinin altında yatan en büyük sebep ise güç ve tahakküm kurmadır. Erkeklerin zorlama ile yaptıkları şey onların gücünü gösterecek ve erkekliğini güçlendirecektir. Yani Giddens şiddetin varlığını modern toplumda erkeğin iktidarının zayıflamaya ve çözülmeye başladığı noktalarda ortaya çıktığını söyler. Yani günümüzdeki şiddetin sebebi erkek tahakkümünden çok yetersizlik ve güvensizliğinden ortaya çıkmaktadır.
Modern toplumda mahremiyetin dönüşümü ile saf ilişkilerin yerini bağımlılık ilişkileri almıştır. Bağımlı bireyler kendi benliklerini tanımadan karşısındakine sahip olmak ister. Ötekini de tanımamaktadır. Düşünümsel benlik veya ters düşünümsel benliğe sahip olmayanlar bağımlı bireylerdir. Giddens, saf ilişkilerdeki iletişimsel yönün çok fazla olmasının bağımlılığa yol açacağını söylemektedir. Sonsuz güven duymak yerine uygun güven daha doğrudur. Güven duygusu, erkeklerin kadınlara göre daha fazla süreksiz ilişki yaşamasını da açıklamaktadır. Çünkü kadın güven duymak ister. Erkek duygusal bir açık vermemek adına gelip geçici ilişkiler yaşayacaktır.
Saf ilişki olabilmesi için kadın erkek iletişimin artması ve kadınların ekonomik eşitliğinin söz konusu olması gerekmektedir. Giddens’a göre Reich ve Marcuse gibi modern uygarlığın içsel olarak baskıcı olduğunu söyleyenlerin karşısındaki önemli bir güçlük, Foucault’un değindiği kamusal düzeyde yer etmiş seks takıntısıdır. Yani eğer modern uygarlık içsel olarak baskıcı ise seks takıntısının bu kadar fazla olması nasıl açıklanabilir? Marcuse bunun sebebini seksin metalaşması olarak görür. Cinsel serbesti ile özgürleşmeyi ayırır. Daha serbest gibi görünüp daha fazla baskı altında olduğumuz bir toplum tasavvuru yapar.
Giddens, cinsel tavır ve görüşlerdeki betimlenen değişikleri açıklama da hem Reich ve Marcuse’nin düşündükleri gibi bir özgürleşmenin olmadığını, Foucault’un iddia ettiği gibi karmaşık olduğunu düşünmüyor. Çünkü ona göre kadınlar bundan önceki yıllara kıyasla gözle görülür bir şekilde cinsel özgürlük elde ettiler.
Giddens’a göre cinselliğin bu kadar ön planda olmasının sebebi Marcuse’nin seksin metalaşmış olduğu yanıtını da göz önünde bulundurarak tüketiciliğin ve hazcılığın sürekli teşvik edildiği bir kapitalist düzene geçilmesidir. Bu düzende cinselliğin tecrit edilmesi anneliğin icadı ve kadınsal alanın temel bir bileşeni olduğu süreçlerin bir parçası olmasıdır. Cinselliğin tecrit edilmesi psikolojik olmaktan çok toplumsal bir baskının sonucu olarak oluşmuş ve bunun olmasının sebebi; kadının cinsel duyarlılığının hapsedilmesi veya inkarı ve genelde erkek cinselliğinin problematik olmadığının kabulüdür.
Tüm bunların baskı çerçevesinde geliştiği göz önüne alınırsa Giddens’a göre mahrem ilişkilerin kurulması için gerekli olan saf ilişki baskının olduğu bir ortamda değil demokratik bir ortamda gerçekleştiğinden dolayı saf ilişki mümkün olmayacaktır. Baskı üzerine kurulu olan cinsel serbestinin olduğu bir toplumda saf ilişkinin kurulabilmesi için cinsel özgürleşme nasıl gerçekleşecektir? Bu soruya yanıt olarak Gidddens’a göre cinselliğin fazla önem taşımasındaki sebep modernliğin kontrol sistemleri için cinselliğin ön planda olması değildir. Ona göre cinsel özgürleşme cinsel demokrasi anlamına gelmektedir. Burada onun için söz konusu olan yalnızca cinsellik değildir. Kişisel hayatın demokratikleştirilmesi, bir potansiyel olarak arkadaşlık ilişkilerine ve çok önemli bir şekilde ebeveyn çocuk ilişkilerine ve diğer akrabalık ilişkilerine yayılacaktır.
Cinsel özgürleşme Giddens’a göre cinsel demokrasi anlamına gelmektedir. Yani buradaki özgürlük; cinselliğin yaygınlaşıp cinsel serbesti haline gelmesinden çok farklıdır. Cinsel demokrasi, aynı zamanda kişisel hayatında demokratikleşmesi anlamına gelir. Bunun sağlanması içinse cinsel ilişkilerin müzakereye dayalı ve verili olan toplumsal cinsiyet rollerini olduğu gibi kabullenmeyip sorgulayan bir şekilde olması gerekir. Saf ilişkinin olabilmesi için böyle bir demokratik ortam gereklidir. Bu ortamda önce uygun güven sağlanmalıdır. Saf ilişkiyle beraber kişisel olan demokratikleşmiş hale gelir. Düşünümsel benlik başarılı bir şekilde gelişmişse özerk bireyler ortaya çıkar.
Ona göre yalnızca tek bir alandaki demokratikleşme yeterli değildir. Hem kamusal alan hem de özel alan da tahakküm ve şiddetin yer aldığı baskıcı otorite yerine demokratik otorite olmalıdır. Çünkü baskıcı otoritenin var olduğu bir yerde saf ilişkiden bahsedilemez. Demokratik ortamın sağlanabilmesi için ise demokratik otoritenin olması, bireyin yeteneklerine ve gelişimine saygı duyulması, ötekinin fikirlerini akıl doğrultusunda tartışılması ve ekonomik eşitlik sağlanması gerekir. çünkü mahremiyet olanağı demokrasi vaadi anlamına gelmektedir. Yani saf ilişki varsa özel alan demokratikleştirilmiştir.
Zymunt Bauman: İnsan İlişkilerinin Dayanılmazlığı
Bauman moderniteden bağımsız bir aşk tartışması yapıyor. Aşkla ilgili sorulara rasyonel yanıtlar verilmeyeceğini söyler. Modernitenin tersine pozitivist bir yaklaşım yapmaz ve aşkta neden sonuç ilişkisi aramaz. Bauman tamamına ermiş aşkın ölüm olduğunu yani aşkında ölüm gibi kaçınılmaz olduğunu vurgular. Aşkla ilgili bildiğimiz sandığımız şeylerin aşk tekrar başımıza geldiğinde hiçbir şey bilmiyor gibi olacağımızı ve aşkın başa gelen açıklanamaz bir mistik boyut olduğunu söyler. Bauman’a göre aşk ve ölüm kadercidir. Her deneyimin farklı olduğunu ve biz aşkı öğrendiğimizi zannetsek de öyle bir şey olmadığını savunur.
Aşkın öğrenilen bir şey olmadığını ve bizim deneyimlerle aşkı karıştırırsak bunun öğrenilecek bir şey olduğunu düşüneceğimizin üzerinde durur. Fromm’a göre tüketim toplumu kullan at formunda aşkın söz konusu olduğu ve anlık tatminlere dayalı çabasız elde edildiğini söyler. Bu hızlı tüketme aşk vaadini diğer metalara benzer kılma vaadidir. Aşk ve ölümün korkutucu olduğu fakat aşk ve ölümün arzu ve heyecan konusunda farklılaşacağını vurgular. Arzu ve aşk kardeş ama ikiz değildir der. Arzunun tüketme isteği olduğunu yiyip içip sindirmek yutmak ile aynı şey olduğunu söyler. Aşk ise Bauman’a göre iktidar açlığının yapışık ikizidir. Sahip olmak ister ve köleleştirir.
Arzuyu bastırılması için yapılan tek gecelik ilişkinin flört etme ile ciddi ilişki arasındaki akışkanlık üzerinde durur. Günümüzde anlık tatmin olduğunu ve arzunun yeşermesi için zamanın olmadığını söyler. Avm mantığı o anda anlık olarak çıkar hızlı bir şekilde arzulanır ve tüketilir. Satın alan tüketici ile gece kulübü birlikteliğine benzetir. Bu mantığın arzu değil dilek olduğunu söyler. Dileğin peşinden gitmek başka olasılıklara açık kapı bırakmak olur. Dünyamız hızlı olduğu için arzunun beslenmesine zaman yoktur. Tüketim toplumu arzunun yaratılmasına izin vermez onun yerini dilek karşılamaktadır.
Bauman’ın insan ilişkilerinin dayanıksızlığı düşüncesi çerçevesinde bu akıştan toplum içerisindeki ilişkiler ve duygularda üzerinde düşünülmeden tam olarak bilemediğimiz bir hayalet gibidir. Bunun üzerimizdeki etkilerini göremesek de bizim hayatımızı ve ilişkilerimizi etkilemektedir. Her şeyin çok hızlı değişime uğramaktadır. Eskimek varlığın değer kaybetmesi anlamına geldiği için sürekli akışkan bir toplumda yenisini aramaktayız. Aşkın akışkanlığı tek başına bir olgu değildir. Hayatın tüketim çevresinde şekillendirdiği bir toplumda aşk ve ilişkileri şekillendiren şey aşktır. Tüm bu akışkanlıkta ötekine yönelmenin sebebi içsel bir nedenden dolayı değil sunacağı zevk ve eğlenceye bağlıdır. Bu durumda da ortaya çıkan şey aşk değil ilişkidir.
SONUÇ
Türkiye’de hem aşka hem de evliliğe bakıştaki değişmeler yalnızca bu ilişkilerle sınırlı kalmamaktadır. Çünkü değişen bu toplumsal yapı tüm kurumları etkisi altına alarak dönüştürmektedir. Bizim yapmamız gereken şey ise bu süreçlerin toplumsallığı üzerine düşünmektir. Yaşadığımız dünya da evliliklerin ve aşkın ortadan kalktığını düşünmek yerine bunların dönüşümlerini incelememiz gerekmektedir. Hem Giddens’ın hem de Bauman’ın ilişkilere yönelik bakış açıları üzerinde durduk. Giddens, modern toplumlarda hem kamusal alanın hem de özel alanın demokratik olması gerektiği ve bunun için gerekli koşulları söyleyerek saf ilişki biçimini bu şekilde kurabileceğimizi söylemektedir. Bunun gerçekleşmesinin zorluğu ise kadın-erkek ilişkileri başta olmak üzeri cinslerin özgürlüğünün tam dememiş olması ve hem kadın cinselliğinin gizli tutulmuş yapısının değişiminin gerçekleşmesi fakat zaman alması hem de erkek cinselliğinin zorlayıcı ve süreksiz yapısının çözümlenmesi gerekmektedir. Tüm bu değişimler zaman almaktadır. Günümüzde hem kadın erkek ilişkilerinde hem de kadının cinselliğine bakışta değişimler meydana gelmiş ve olumlu yönde dönüşler alındığı kadar tam olarak gerçekleştirilememesi de bir gerçektir. Tüm bu saf ilişkilerin gerçekleşebilmesi sadece kadın erkek değil ebeveyn ve akrabalar içinde geçerlidir. Demokratik bir ortamda kurulan ve düşünümsel benlik ile oluşturulmuş mahrem alanda yaşanan saf ilişkiler müzakereye dayalı olarak var olduğu sürece hem kamusal alamda hem de özel alanda daha az problem yaşanacaktır. Saf ilişkinin olmadığı yerde olan diğer ilişki biçimleri hem bireye hem de topluma daha çok zarar verecektir.
Bauman ise akışkan bir toplumdaki ilişki biçimlerinin de akışkanlığı üzerinde durur. Tüm tüketim nesneleri gibi aşkta hızlı tüketilen bir nesne haline gelmiştir. Yalnızca kadın erkek birlikteliği değil tüm ins5an ilişkilerinde hızlı geçiş ve tüketim söz konusudur. Günümüzde kendi çevremizdeki ilişkilere baktığımızda da aynı tablo ile karşı karşıya kalmaktayız. İlişkilerin bu şekilde yaşandığı bir toplumda gerçek aşktan bahsetmek zor olacaktır. Çünkü aşkın modernitenin icadı ve bireylerin daha fazla tüketmesi için ortaya konulmuş olan bir şey olduğunu göz ardı etmek zordur. Evliliklerde bu süreçte piyasa için etkin rol oynamakta ve romantik aşk hikayesinin pompalanmasıyla sürekli bir arayışa ve beklentiye girerek gerçek olan her şeyden kendilerini mahrum bırakmaktadır.
KAYNAKÇA
- AYDEMİR, M. A. (2007). CİNSİYET ROLÜ TUTUMLARI BAĞLAMINDA AİLE VE EVLİLİK KURUMLARINA BAKIŞLARI (Selçuk Üniversitesi Örneği). Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (18), 43-60.
- Ellialtı, T. (2012). Evlilik öncesi cinsellik, bekaret ve beden disiplini: kadınların “aşk” üzerinden cinsel ahlak mücadelesi. Cogito, 70-71.
- Aydın, O., & Baran, G. (2010). Toplumsal değişme sürecinde evlenme ve boşanma. Toplum ve Sosyal Hizmet, 21(2), 117-126.
- Bauman, Z. (2009). akışkan aşk. Çeviren: Işık Ergüden. İstanbul: Versus Kitap.