Genel itibariyle çatışma kavramı, farklılaşan amaçları ve taleplerin zıtlıkların içinde çaba sarf etmesi anlamı taşımaktadır. Uzlaşmanın tersine bir rekabetin vazgeçilmez mizacı, birtakım durumlarda da rekabetin doğal bir neticesi ve değişimin itici gücü olan çatışmanın aşaması, sosyolojide, toplumsal dinamiğin temeli olarak görülmektedir. Nitekim kökü itibariyle de yüzyıllar öncesine dayanan bir düşünce hattını belirleyen toplumsal çatışma kuramı, oldukça geniş çaplı bir perspektife sahip olup ve toplumda oluşan birden fazla eylemi içermektedir. Dolayısıyla bu perspektifin temel savı her bir toplumun yapısında çatışmaların barınması ve beraberinde yine toplumların her birinde bir tahakküm sürecinin meydana gelmesindendir. Toplumların tarihi; geniş bir payda da savaşlar, çatışmalar, siyasal hareketler, küçük gruplar arası hareketler ve değişimlerin kaydı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu fikir geleneği sosyolojide en uygun bir biçimde ‘tarihsel çatışma geleneği’ ve ‘tarihsel geleneği’ olarak isimlendirilebilir (Collıns, 2015, s. 55-57). Çatışma yaklaşımı makro düzeyde ele alındığında toplumlarda apaçık ve kesintisiz olarak görülen savaş, devrim ve toplumsal dinamikler odak noktası oldu. Aynı zamanda toplumlarda apaçık bir şekilde görünmeyen egemen ve doğal grupları kapsayan yapısı da ilgi odağı haline geldi (Bingöl, 2022, s. 114). 1950’lerin sonuna doğru Amerika’da hakim olan sosyolojik paradigma, işlevselcilik yaklaşımına karşı gelişim gösteren ve sosyolojik bir kuram olan çatışma kuramı; “dengeye, uyuma, düzene, istikrara ve beraberliğe dikkat çekerek, bir toplum imgesi oluşturan işlevselci kuramı sonlandırmak niyetiyle değil, aksine düzenli olmayan çatışma, değişme gibi olguları da inceleyen, yapısal işlevselciliğin problemlerini hem yapı hem de çatışmayla odaklanarak aşmayı hedefleyen tamamlayıcı, bütüncül bir yaklaşım sergilemektedir (Tatlıcan, 2011, s. 85). Köken olarak baktığımızda klasik sosyologlar tarafından öne sürülmüş olsalar da çağdaş sosyolojik kuramları kapsamında git gide artan bir öneme ve beğeniye sahip olan çatışma kuramı, genel olarak toplumların yapısını çözüme kavuşturan bir yaklaşım, işlevselciliğe karşı bir şekilde geliştirilmiştir. Esas itibariyle çatışma kuramı, Marx’ın “diyalektik yöntem” ve “tarihsel materyalizm” ile temellendirdiği toplumsal sınıflar kuramından ilham alan bir dizi görüşler olarak ifade edilebilir. Toplumsal değişmenin itici gücünün sürekli bir çatışma olduğunu savunan Marx’ın sınıf kuramı, çatışma kuramlarından kaynaklanmaktadır. Çatışma kuramları; toplumun, organik bir ‘bütün’ değil, bir ‘aşama’ olduğunu, toplumsal değişmenin kaynağı olan çatışma durumunun ise, hali hazırdaki yapının bünyesinde doğal bir biçimde yer aldığını; dolayısıyla ‘çatışmanın’ mecburi ve işlevsel bir olgu olduğunu iddia etmektedirler (Arslantürk & Amman, 2017, s. 398-399). Çatışma kuramı, birtakım toplumsal grupların, başkalarının egemenliğini vurgulayarak toplumsal düzenin, egemen grupların yönlendirmesine ve denetimine dayandığını öne sürmektedir. ‘Sosyal teoride çatışma’ ya göre, toplumu eşitsizliklerden ve çatışmanın olduğu alanlardan meydana gelen bir yapı olarak görmektedir. Dolayısıyla toplumda oluşan bu eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin sebeplerini incelemenin merkez odağında yer almaktadır. Yaklaşımın savunduğu durum ise, toplumda meydana gelen eşitsizliklerin bazı grupların lehine olduğunu ve bu grupların sınırlı kaynakların kullanımını kontrolünü sağlayarak, eşitsizliklerin süregeldiğini iddia eder (Zencirkıran, 2015, s. 51-52). İktisadi açıdan ele aldığımızda; ihtiyaçlar sınırlı değildir fakat kaynaklar kıttır, dolayısıyla sınırlı olmayan ihtiyaçların kıt kaynaklarla sağlanması savı ve ihtiyaçların sağlanması noktasındaki durum güce yaslanmaktadır. Böylelikle güçlü olanın kaynaklar üzerindeki eşit olmayacak şekildeki paylaşım hususunda toplumda gücü elinde bulunduranlarla gücü elinde bulundurmayanlar arasında olası bir çatışma durumu meydana gelmektedir. Çatışma kuramına göre; toplumsal sınıf, etniste, cinsiyet gibi farklılıkların toplumdaki sebep yarattığı eşitsizlikleri eğitim, güç, iktidar ve aile ilişkileri gibi taraflarıyla da araştırmaya tabi tutar. Çatışma kuramının odağında “Marxist sınıf kuramı” bulunsa da özellikle gelişen kapitalist düzende farklı sosyal sınıfların yayılması bağlam olarak ele alınmıştır (Zencirkıran, 2015, s. 52-53). Sanayileşmeyle birlikte ilk dönemlerinde sınıflar daha çok ekonomik imgeler üzerinden belirlenmesine dayanırken, kültürel olarak da çeşitliliğin çoğalması çatışmanın alanlarını genişletmiştir. Toplumdaki sınıf belirleyicisi olarak görünüme sahip olan ekonomik sistemin beraberinde; eğitim, siyaset, cinsiyet ve etnik durumlardaki ögelerde toplumda yer alan çatışma alanlarına müdahil olmuştur. Çatışma kuramı, çağdaş sosyolojik yaklaşımlardan olsa dahi, klasik dönem sosyolog, iktisatçı ve felsefeci olan Karl Marx’ın görüşlerinden oldukça farklı şekillerde ve derecelerde yararlanmıştır. Çatışma kuramının temel varsayımlar Karl Marx’ın sınıf teorisinde gelmektedir. İktisat, felsefe ve sosyoloji dünyasına açık bir şekilde damga vuran Marx; toplumun tarihsel olarak ilerleme kaydetmesi, alt ve üst yapı, üretim ilişkileri, değer kuramı, üretim tarzı, ekonomik teori, yabancılaşma ve sınıf kuramı ve benzeri alanlarda farklı bilim disiplinlerinde dolaşıma giren teoriler üretmiştir. Karl Marx, çatışma kuramının tarihsel gelişimi yani kökenleri ‘toplumların tarihi, sınıflar çatışma tarihidir’ fikrinden ilham almıştır. Karl Marx’ın çatışma kuramı, bazen aynı anlama sahip olan Marxizm ile günümüze kadar tartışılmıştır. Dolayısıyla Marx, çağdaş ve tarihsel toplumu, farklı farklı çıkarlar doğrultusunda toplumsal kümeler arasındaki çatışmalar yönünden ele alır. Karl Marx, bir sınıf ile başka bir sınıfla çatışan ilişkilerinin var olabileceğini öne sürer ve ona göre de, insanlar, çatışmanın olduğunu bildiklerinde gerçek anlamda bir sınıf olan kendisi için ‘sınıf’ halini oluştururlar (Ritzer, 2012, s. 173). Karl Marx, çatışmanın sadece devam eden toplumsal yapı içinde ekseriyetle değişen ilişkilere gerek kalmadığını dolayısıyla bütün toplumsal sistemin çatışmayla birlikte dönüşüme uğradığını söylemektedir. Marx’ın öne sürdüğü bir diğer görüş ise, bir insan toplumunun, sınıf çıkarlarını elde etmek için çatışma halinde olan sınıflar arasındaki köklü bir şekilde parçalanmayla varlığını devam ettirdiğini öne sürmektedir.
Merkezin belirleyici unsuru toplumsal ve tarihsel süreç olup, sınıf çıkarları ve bunların uyanışında devreye girdikleri iktidar bocalamalarıdır. Karl Marx’a göre insanların üretim amacıyla birbirleriyle belirli durumlarda ve zamanlarda bağlantıya ve ilişkiye girdiklerini ileri sürerek her bir üretim ilişkisi bandının maddi anlamda üretim güçlerinin gelişim sağlamasındaki belirli bir aşamaya tekabül ettiğini vurgulamaktadır. Bu durumda üretim güçlerini şu şekilde sıralanabilir; emek gücü, hammadde, makine, alet, toprak, bilimsel bilgi ve teknik üretimin örgütlü hale gelmesinden oluşur. Dünya tarihi başlangıcını Marx şu şekilde ifade eder: Herhangi bir özel mülkiyetin bulunmadığı ve beraberinde sınıflar karşıtlığı yer almayan bir çağ vardır. Bu çağda o da ilkel komünizm çağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim özel mülkiyetin uygulanmasıyla beraberinde toplumlarda sınıflar meydana geliyor ve böylelikle sınıflar arasında mücadele başlamış oluyor. Tarihsel çağın her birinde belirli sınıfların karşıtlığı yer almakta ve böylelikle bu karşıtlık o çağın sistemin özelliğini yansıtmaktadır: Eski Yunan’da; köleler ve hürler arasında oluşan karşıtlık; eski Roma’da; imtiyaza sahip yurttaşlar ile imtiyaza sahip olamayan yurttaşların arasında oluşan karşıtlık; Orta Çağ’da; feodal beylerin hakimiyetindeki lonca mensubu ait olanlar ve çiftçiler arasındaki ilişki; Yeni Çağ’ın ilk yüzyıllarında imtiyaza sahip olanlarla bir üçüncü zümre arasında oluşan karşıtlık; çağdaş sanayi toplumları yani günümüzde ise burjuvazi ile proletarya arasındaki karşıtlık bu türden olmaktadır. Tarih olarak ilerlemede bu tür sınıfsal karşıtlıklar ve onun oluşturduğu sınıf mücadeleleri içinde ilerleme kaydetmektedir.
Kaynakça
- Arslantürk, Z., & Amman, M. T. (2017). Sosyoloji, Giriş, Kuramlar, Süreçler, Kurumlar, Teoriler. İstanbul: Çamlıca Yayınları.
- Bingöl, İ. (2022). Toplumsal Teoride Çatışmanın Klasik Kökleri Üzerine Bir Değerlendirme: Karl Marx, Max Weber, Georg Simmel. Akademik MATBUAT, 6(1), 111-136.
- Collıns, R. (2015). Sosyolojide Dört Ana Gelenek. (Ü. Tatlıcan, Çev.) Bursa: Sentez Yayınları.
- Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Ankara: De Ki Yayınları.
- Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazıları. Bursa: Sentez Yayınları.
- Zencirkıran, M. (2015). Sosyoloji. Bursa: Dora Yayınları.