Aile biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün sürekliliğini sağlayan toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir birimdir. Toplumun temelini aile oluşturmaktadır. Toplum içinde birey statü ve role sahip olmasına rağmen gerçek kişiliğini ancak sosyal ilişkilerle sağlar. Bu ilişkileri düzenleyen en önemli faktör de ailedir. Aile ileriki yıllarda bireyin farklı statü kazanmasını sağlama noktasında uygun ortam ve olanak sağlar. Toplumun ortaya koyduğu tavır ve hareket modellerini, örneklerini ve düşünce biçimlerini öğreten ve böylelikle bireyin toplumsal kültürle bütünleşmesini ve içinde yaşadığı toplumla uyum sağlamasını mümkün hale getirir. Ailenin kültürel görevi ise aidiyet duygusu ve bağlılık ihtiyacı gibi toplumsal güdülerin doyurulmasıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında geleneksel geniş ailenin ya da ataerkil geniş ailenin kısmen de geçici geniş ailenin egemen olduğu durumda idi. Nüfus, daha çok kırsal kesimde yoğunlaşmıştı. Kentleşme yaygın değildi. Sanayileşme çok hızlı olmadığı için çekirdek ailenin gelişimi ise yavaş bir seyir takip etmekteydi.
1950’li yıllardan günümüze kadar Türk ailesi ise oldukça farklılaşmış, çeşitlenmiş bir görünüm kazanmıştır. Bununla birlikte yine de kendine özgü yönleri olan bir ailedir. Bu dönemin en önemli özelliği, sanayileşme hareketinin hızlanmasıdır. Buna bağlı olarak kentleşme de gelişmiştir. Böylece yoğun bir iç göç yaşanmıştır. Kırsal nüfus kentlere taşınmıştır. Aynı bağlamda yurtdışı göçler de bir başka göç biçimidir.
Medya Haber ve bilgi verme, Toplumsallaştırma, Eğitim, Eğlendirme, Tanıtım ve Kültürel değerlerin Korunması gibi işlevlere sahiptir. Medya bireye içinde yaşadığı toplumla bütünleşme olanağı sağlayacak, toplumsal birleşmeyi ve kamusal yaşama etkin bir biçimde katılma için zorunlu olan bilinçlenmeyi kolaylaştıracak ortak bir bilgi ve düşünce formu oluşturmaktadır.. Günlük yaşantımızı düzenlemekte, çevreyi algılamamızı sağlamakta ve böylelikle toplumsal yaşama uyum sağlamamızı kolaylaştırmaktadır.
Medya doğru kullanıldığı takdirde geçmiş mirasın savunucusu ve kültürün geliştiricisi olarak rol oynayabilir.
Toplumların belleği olarak işlev görebilen medya, estetik ve kültürel değerlerin yaşatılmasında da öncü rol oynayarak tarihsel ve sanatsal bir görev yüklenir, insanlar resim, edebiyat, müzik, şiir, vs. gibi pek çok sanatsal faaliyete, medya aracılığı ile öğrenirler ve yine medya aracılığıyla katılırlar.
Günümüzde modem kültürün hızla değişmesinden sonra tüm toplumlar gibi Türk Aile Yapısı da değişmiştir Türkiye’de özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra çeşitli nedenlere bağlı olarak artan hızlı sanayileşme ve şehirleşme süreci, toplumsal hayatın bütün boyutlarında önemli değişimlere yol açmıştır. Bu dönemden itibaren gelişen ulaşım ve iletişim imkânları, şehirsel ortamı olduğu kadar kırsal alanları da etkisi altına alarak geleneksel ve kapalı yapıları değiştirmeye başlamıştır (Özen.2013:320-320).Günümüzde nüfusumuzun yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır. Büyük kentlere yaşayanların çoğu kent kökenli değildir. Yapılan araştırmada, köyden kente göç edenler arasında aynı yöreden gelenlerin, kentin belirli yörelerine yerleştikleri gözlenmiştir. Böylece bu insanlarda kentte, gelmiş oldukları yörenin toplumsal atmosferini yeniden yaratmaktadır. Kentte kalış süresi uzadıkça, eğitim düzeyi yükseldikçe, gençlerin eşlerini kendileri seçtikleri, kendi akrabalık ve komşuluk gruplarının dışında kişilerle evlendikleri saptanmaktadır. Kentlerimizde, özellikle de gecekondu bölgelerimizde yaşayan ailelerde değerler ve toplumsal kurallar açısından ikili bir yapı mevcuttur. Biri kır kökenli anne-babalar diğeri ise kentte doğmuş anne-babalardır. Birinci kuşağın temsilcileri kentte doğan çocuk ve torunlarının, geleneksel kurallara göre hareket etmelerini ve yaşamalarını istemektedirler. Kentte doğan ikinci ve üçüncü kuşağın üyeleri ise bu geleneksel değerlerin, kuralların kent koşullarına uymadıklarını, yaşayarak farkına varmaktadırlar.
Daha önce bahsetmiş olduğumuz gibi medya oldukça büyük bir kitleye hitap eden bir araç olarak dikkatleri çekmektedir. Bugün kitle iletişim araçları içerisinde en önemli yeri tutan medya aracı televizyondur. Hemen her evde temel ihtiyaç olarak değerlendirilmekte hatta bazı evlerde iki üç televizyon bulunmaktadır. Televizyon gibi bir alet insanların yaşantılarına girmeden önce insanlar ailece toplanıp zamanlarını sohbet ederek ve farklı uğraşılarda ve paylaşımlarda bulunarak geçirirken televizyon insanların yaşantılarına girdikten sonra bu paylaşımlar yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamış ve televizyonun karşısında geçirilen zamanlar artarak insanların eğlence anlayışları da çok farklı şekillere bürünmüştür. Bunun sonucunda insanlar birbirleri ile daha az konuşur olmuş ve uzaklaşmışlardır (elektroteknoloji.com/blog).
Medya küreselleşen dünya ile birlikte yerelden uluslararası boyuta geçmiştir. Yerel medya ulusun değerlerine hizmet ederken, küresel medya ya da yeni medya düzeni kar ve rekabet mantığıyla çalışmakta kültürel değerlere katkı sağlamaktan ziyade önünde engel olarak görülmektedir. Yeni medya düzeniyle Dünya “Küresel Bir Köy” haline gelmiştir. Medyanın yapısı ve içeriği de bu doğrultuda yapılanmıştır. Yayınlar toplumun değerlerine uygun olmasından ziyade daha çok izlenme oranlarına göre şekillenmektedir.
Medya şiddet içerikli yayınlarla toplumda şiddetin ve suçun artmasına neden olurken, bu yayınları izleyen yeni nesil de suça meyilli olarak yetişmektedir. Aile içerisinde bireyler birbirlerine ayıracakları zamanları ekran başında geçirmekte; komşu ziyaretlerinin yerine evde oturup televizyon izlemek tercih edilmektedir. Çalışmayan ve evde duran kadınlar günün belli bölümünü ekran başında geçirmekte, artan kadın programları da bu durumu körüklemektedir. Bunun sonucunda aile içerisinde iletişim azalmakta; komşuluk, arkadaşlık gibi sosyal ilişkiler zayıflamaktadır. Çocuklar izledikleri çocuk programlarını gerçek hayatta uygulamaya çalışmakta ve oyunlarında bunlara yer vermektedirler. Kitap okumanın yerine televizyon izlemeyi tercih etmektedirler. Çocuklar kendilerine sakıncalı programlara maruz kalmakta ve gelişimlerinde olumsuz etkiler meydana gelmektedir. Medya etiğine dikkat edilmemekte ve çoğunluklu olarak mahremiyet ihlali yapılmaktadır.
Aile üzerine yapılan psikolojik ve sosyolojik çalışmaların Türkiye’de gelişimi oldukça yenidir. Dolayısıyla aile konusunda yapılacak çalışmaların öncelikle Türkiye’nin toplumsal yapısına uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunun için de Türk ailesinin tarihsel gelişimi ve kültürü iyice kavranmalıdır. Batı modellerinden aktarılan aileye ilişkin tipolojilerin Türk toplumuna uygunluğu sorgulanmalı ve toplumumuza en uygun tipolojilerin geliştirilmesine çalışılmalıdır. Batı toplumları ile Türk toplumu arasındaki farklılıklar gözetilerek, Türk toplumunun özgün yapısına, değerlerine, tarihine uygun olarak gerçekleştirilecek araştırmalar Türkiye’de aile gerçekliği, değişimi ve dönüşümü, tarihsel evreleri hakkında daha gerçekçi verilere ulaşmaya yardımcı olacağı düşünülmektedir.
KAYNAKÇA
Serap Kapız Özen, “Îş-Aile Yaşamı Dengesi ve Dengeye Yönelik Yeni Bir Yaklaşım: Sınır Teorisi”, ss. 320-321
‘Televizyonun aileye etkisi’ http://elektroteknoloji.com/blog/televizyonun-aileye- etkisi/ Erişim Tarihi: 23.12.2016
Metnin başlığı oldukça ilgi çekici.Ancak medyanın negatif semptomlarından bahsederken toplumsal dönüşüm sürecinin daha kapsamlı ele alınması gerektiğini düşünüyorum.Örneğin ailenin kurulma aşamaları, ailelerle ve akrabalarla olan ilişkiler, söz, nişan ve benzeri uygulamalara medya tarafından enjekte edilen yeni ritüellerin ne gibi değişikliklere yol açtığından söz ederek ,örnekler vererek medyanın aile kurumuna etkisi tartışılabilir.
Ek olarak dil bilgisi hataları ve cümle yapıları iyileştirilirse yayın daha sağlıklı hale gelecektir.
Emeğinize sağlık :)
Başarılar