1936 yılında yayınlanmış olan film, Amerikan Endüstri ilişkilerini anlatan ve kapitalist düzeni net olarak gördüğümüz bir sistem eleştirisidir. Filmin başında gösterilen koyun sürüsü ve ardından aynı yoğunlukta gösterilen insan kalabalığı, yaşam mücadelesi verirken insani özelliklerimizden kopuşumuza da güzel bir örnek teşkil ediyor. Aynı zamanda bu durum içinde bulunduğumuz topluma ayak uydururken kendi değerlerimizden sıyrılıp sürü psikolojisine büründüğümüzü de gösteriyor. Önce Chaplin’in bir fabrikada çalıştığını görüyoruz. Durmaksızın cıvata sıkan Chaplin robotlaşmış gibi davranıyor, ne olursa olsun kart basıyor. Yabancılaşmaya güzel bir örnek olan bu davranışıyla bireylerin kendilerine ve yaptıkları işe yabancılaşmasını gösteriyor. Daha fazla ürün elde edebilmek için süre arttırıldığında ise insanların başını kaşımaya bile izninin olmadığını görüyoruz. Filmdeki saat göstergesi modern zamanlara hızla yaklaşıldığını ve aynı zamanda sürenin insanlar üzerinde baskı kurduğunu bizlere gösteriyor. Bu durum günümüz dünyasında da üstü örtük bir şekilde varlığını sürdürüyor. Kapitalizm’in istenildiği gibi işlenmesi için her şey tam zamanında olmalı, büyük yemek zincirleri olan mağazalara gittiğimizde de bu durumla karşılaşırız. Sıramız gelir, yemeğimizi alırız ve bitirdikten sonra anında orayı terk etmemiz beklenir. Chaplin’in de filmde anlatmaya çalıştığı bu sistem önü durdurulamaz bir şekilde devam ediyor. Fabrikadaki düzen günümüzde de hala görebileceğimiz yönetilme şekli. Gücü yani parayı elinde bulunduran kişinin hobileriyle uğraşırken çalışanlarını yarıştırdığı bir düzen. Fakat filmde Chaplin’in tahliye edilmeyi beklerken, bakanın eşiyle aynı anda midesinin guruldaması aslında bizlere hiçbirimizin birbirimizden farklı olmadığını gösteriyor. Tüm işçilerin erkek oluşu ancak sekreterin kadın oluşu toplumsal cinsiyet rollerine de atıf yapıyor. İşçilerin makinelerin hızı arttırıldıkça birbirleriyle yaptıkları yarış onların sosyal ilişkilerine zarar vermekle kalmıyor aynı zamanda kapitalinde işini kolaylaştırıyor.1929 buhranını gözler önüne seren bu filmde insanların yaşam mücadelesine şahitlik ediyoruz. İnsanlar iş ayırt etmeden buldukları her işe girmeye çalışıyor üstelik işçileri alırken yeteneklerine bakılmıyor. Şimdi ki zamanda da gördüğümüz gibi ya önce gelen ya da referansla gelen işe alınıyor. Taylor da bu konuyla ilgili görüşünü bildirmişti, ”İş beceri gerektirmeyen ve zamanla kontrol edilecek bir iş olacak.” Filmde başka dikkat çekici yer ise yemek yedirme makinesi. Kapitalizmin amaçladığı şey tam da budur, çıkarlarınıza hizmet edebilecek bir ürün üretiliyor ancak bu ürün ihtiyaçlarıyla beraber doğuyor. Örneğin filmde patron daha fazla kar etmek için başka bir ürün olan yemek yedirme makinesini inceliyor ,o ürünü almış olsaydı belki onun aksaklıkları için yeni bir ürün alacak ya da daha fazla para verip ondan daha iyi bir makine alacaktı. Daha fazla ürün, daha fazla işçi ama emeğinin karşılığını alamayan bir sürü mutsuz insan. Fabrikalar insana aynı zamanda şunu sorgulatıyor? Kazandığım parayı yemek için vaktim olacak mı? Emeğin bol bol sömürüldüğü ve haram para kazanmanın normalleştiği günümüzde de bu durumla karşılaşmak mümkün. İnsanlar zamanının büyük çoğunu işe ayırıyor. Daha sonra belki ailesini geçindiriyor, peki hayata geliş amacımız sadece bu mu? Kainatta eşi benzeri olmayan ,aklı ve kalbi olan insan yemeğini yediğinde sahiden yaşamış sayılıyor mu? Kapitalizmde insani özelliklere saygı kesinlikle yok örneğin Chaplin’in tuvalette dahi patronunun emriyle işe dönmesi. Peki kime hizmet ediyor bu kapitalizm? Üst sınıfların yararlandığı bir sistem, o insanları da sahiden memnun ediyor mu? Üst sınıfları memnun ediyor mu bilemeyiz ama işçileri etmediği kesin .Bunu da işçi ayaklanmalarından ve Chaplin’in sinir krizi geçirerek işten atılmasından anlayabiliriz. Ancak işin üzücü yanı bu durumun günümüze kadar törpülenmemiş oluşu, fabrikaları ele alalım, bireyler hasta olduğunda revire bile zor gönderen şefler ve şeflere de emirler yağdıran patronlar. Bu noktada Taylorist-Fordist Modelin Unsurlarına değinmek de yarar olacaktır.
- Standart üretim yapılması
- Üretimde bant kullanılması
- Tek amaçlı makinelerin kullanımı
- Vasıfsız işçi kullanımı
- Düşük iş motivasyonu
- Çatışmacı iş ilişkileri
- Hiyerarşik yönetim anlayışı
- Dikey işbölümü
- Dışsal kontrol
- Yatay işbölümü
- İşçileri iş yerine bağlama
- Tempoyu makinelerin belirlemesi
- Zaman standartları ile çalışma
- Bireysel çalışma alışkanlığı(Orhan,2010)
Filmde bu unsurlara dair örnekler görmek mümkün. Yürüyen bandın hızla hareket edişine yetişmek isteyen Chaplin’in kendisini banda atmasını örnek verebiliriz, işçilerin mutsuz oluşu ve dakiklik de bu unsurlara verilebilecek örnekler arasında.
1936 yılından bu yana bir şeyler hala yolunda değilse yeterince başkaldıramamış olabilir mi insanlar? Ya da kaldırılan başları bilerek mi görmüyorlar? Belki de bu sorulardan hiçbiri değildir. İnsanlar belki de koyun gibi anlamadan bilmeden yaptıklarının olması gereken olduğunu sanıyorlardır. Bunu sessiz bir filmde dahi konuşan patron tiplemesinden anlayabiliriz, işçiler boyun eğmeye alışmış vaziyette. Şimdi de başka bir sahneyi ele alalım. Chaplin yolda yürürken işçi ayaklanmasına denk geliyor ve kamyondan düşüp yetiştirmeye çalıştığı özgürlük bayrağı onda görülünce onu ayaklanmanın öncüsü olarak görüyorlar ve bunun neticesinde hapse atılıyor. Bu bizlere modern zamanlarda herkes bir gün meşhur olacak tezini anımsatıyor.(Orhan,2010)Chaplin kendini yeteri kadar savunamadı ancak savunsaydı da bu durum değişir miydi? Belki bunu bizlerde yapıyoruz, günde kaç kişiye küpesinden ,başındaki örtüden önyargılı yaklaşıyoruz. Bourdieu’nun belirttiği gibi bayraklar belki simgesel sermayelerdir ancak Durkheim’in dediği gibi bu nesnelere anlam yükleyen de insanlardır. Chaplin ne olduğunu dahi bilmediği bir eşya yüzünden hapis yatmak zorunda kaldı.
Filmde limandan muz çalan bir kız görüyoruz, kardeşlerini ve babasını doyurmak için hırsızlık yapıyor. Bu da aslında yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu sorgulatıyor. Yasal olan helal midir? Ya da yasalı helalleştiren bizler miyiz? Konuyu çok dağıtmadan bir örnek vermek isterim. Bir babanın 18 yaşındaki kızını istemediği biriyle evlendirmesi yasal. Peki bu durum doğru mu? Burada yapmak istediğim vurgu şu, kanunlar çoğu zaman bizleri korur ama onların duyguları yoktur. Bu 3 kız, bir baba olan aile babanın ölümüyle dağılıyor. Ancak baba az önce de yukarıda belirttiğim gibi sesinin çıkmasını istemedikleri iş arayan insanlar arasında, ölümü bile sorgulanmıyor sadece yok ediliyor. Bu da hayatın yaşayacak malzemen yoksa yaşamana da gerek yok deme şekli mi? Belki de işçilerin sebepsiz ölümü istihdamdan daha kolay. Chaplin’in bir başka işe giriş hikayesini ele alalım. Gemi işçisi olarak girdiği fabrikada insanı makinelerin nasıl ele geçirdiğini görüyoruz, fakat insanı makineden kurtaran yine insan.(Orhan,2010) Şuan günümüzde de makineler bizi ele geçirmiş durumda, elimizdeki telefonlardan, bilgisayarlardan, her yerde olan kameralardan gözetleniyoruz. Ellerimizle oluşturduğumuz makineler tüm zamanımızı bizden haberimiz olmadan çalıyor. Şimdi de başka bir sahneye göz atalım. Chaplin hapishanede görevlileri kokaincilerden kurtarınca serbest bırakılıyor, ancak hayat hapisten daha beter durumda .Bir mağazada gece bekçisinin ayağının kırıldığını öğrenen Chaplin’in bu duruma sevinmesi ve işe girmesi de bizlere çok şey anlatıyor, başkalarının üzüntüsüne üzülecek duygularımız törpülenmiş gibi. Aynı zamanda bekçilik görevini yaparken eğlenmesi de bizlere işini gerçekten yapmayan pek çok insan tiplerini anımsatıyor. Aslında bu eleştirisi oldukça mantıklı çünkü insanlar iş ararken hayallerinden vazgeçmiş durumda, bu da ortaya işini hakkıyla yapmayan, mutsuz insanlar çıkartıyor. Filmde muz çalan kızla aşk yaşamaya başlayan Chaplin hayata tutunma mücadelesi veriyor. Tahta bir evde hayaller dünyasında yaşayan çift, elindekilerle yetinmeyi biliyor. Hayalinde bir ineğin ona süt verdiğini görüyor, hiçbir baskı uygulamadan emeğin sömürülmediği bir hayal. Kapitalin hep daha fazlası için çabalıyor oluşu ama bir türlü tatmin olamayışı fakat fakir durumda olan insanların mutlu olabilecek nedenlerinin olması da gösteriyor ki kapitalizm mutluluk getirmiyor.
Film gerçek bir başkaldırı. Hayata bir kere geliyoruz ve yaşam mücadelesi uğruna savaşırken yaşamayı unutuyoruz. Üzücü olan ise hiçbir şeyin düzelmemiş olması, filmde başkaldıranı silahla vuruyorlar ancak günümüz dünyasında da başkaldırışlarımız sahiden işe yarıyor mu? Fabrikalarda hala öz kardeşlerin bile cinsiyet farkından görüştürülmediği yerler mevcut. Chaplin tüm gerçekleri bize komedi ve dram tarzında sunmuş ancak o zamanlardan bu zamana değişmek yerine gelişen kurallar silsilesi tüm hayatımızı sarmış bulunmakta. Dev makineler artık daha küçük olabilir ancak yutulan insanlar değişmemiş vaziyette. Filmin sonunda her şeyi geride bırakıp gidiyorlar ,bu da aslında insanın asıl yaşama amacının umut olduğunu bizlere gösteriyor.
Kaynak
Orhan, Kamil.(2010). “Modern Zamanlar” Filmi ve Dönemsel Bir Çalışma İlişkileri Yorumlaması
Bir Önceki Yayın: Kültürel Etkileşim Nedir?