İnsan toplulukları sürekli olarak bir değişme döngüsü içerisindedir. Tarih boyunca sosyal, ekonomik, kültürel, teknolojik ve siyasal alanlarda meydana gelen değişme veya gelişmeler hemen her toplumun büyük ya da küçük, hızlı veya yavaş biçimde değişmesine neden olmaktadır (Özdemir, 2011). Sanayi devrimine kadar, insanlık tarımsal faaliyetlerle yaşamını sürdürmüştür. Bu dönemde insanların kullandığı araçlardan, yaşam tarzına kadar pek çok öge değişim geçirerek sonraki nesle aktarılmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte tarım toplumu/tarım çağı sona ermiştir. Bir devrin kapanıp öbürünün başlaması da tabii ki, toplumların pek çok alanda değişim geçirmesine yol açmıştır. Gerek ekonomik, gerek sosyal ve siyasal anlamda değişen toplumlar, günümüze kadar yine bu alanlarda yüzlerce değişim yaşamıştır. Buna göre, en ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumların sürekli değişim içinde olduğu görülmektedir (Özdemir, 2011).
Bu değişimleri anlamak, açıklamak ve geliştirmek adına birçok sosyal bilimci çeşitli kuramlar ve görüşler ileri sürmüştür. Bu kuramlardan, toplumların yaşadığı değişimleri en iyi açıklayanın “Gözetim Toplumu” kuramı olduğunu düşünüyorum.
Gözetim aslında, insanlık tarihi kadar eskidir. Zira her dönemde insanlar birbirlerini gözetlemekteydi. Ancak günümüze kadar bu denli sistematik bir gözetim söz konusu değildi. Gözetim toplumu, modernite, kapitalizm, sanayi devrimi ve enformasyon teknolojileri bağlamında nispeten yeni bir kavram olarak ortaya çıkmıştır (Akt. İsmayılov ve Sunal, 2012). Bilgisayarlarda, e-postalarda, ATM’lerde, alışveriş merkezlerinde ve başka pek çok yerde artık “güvenlik” adı altında kameralar bulunmaktadır. Bunun yanında pek çok şeye erişim için kullandığımız kartlar, numaralar ve kimlikler sayesinde de kişisel bilgiler artık risk altındadır. Özel yaşamımıza ait bilgilerin tümü, her gün çok çeşitli veri tabanlarında toplanmaktadır. Öyle ki, artık bir işe girmeden önce herhangi bir sabıka kaydımızın olup olmadığı, geçmişte herhangi bir hastalık geçirip geçirmediğimiz gibi pek çok bilgiye ulaşmak kolaylaşmaktadır. Bu kolaylığı daha çok gördüğümüz günümüzde, özellikle teknolojinin hızlı ilerlemesi sebebiyle gözetim olanakları giderek daha da artmaktadır. Bu olanaklar da özgür düşünce ve eylemlerin daha fazla ihlal edilmesine sebebiyet vermektedir. Bu sebeple hükümetler, kişisel bilgilerin korunmasına yönelik kararlar almakla ve onları uygulamakla yükümlüdürler.
Bu kuramı anlayabilmek adına, Foucault’nun panoptikon metaforunu ve George Orwell’ın 1984 romanını incelememiz gerekir. İlk olarak Foucault’dan bahsedelim. Jeremy Bentham’ın “Panoptikon” hapishane mimarisinden etkilenen Foucault, görmenin/gözetimin nasıl kontrol aracına dönüştüğünü açıklar. Panoptikonu metaforik olarak ele alan Foucault’ya göre, iktidarlar göz tekniği ile bireyleri ve onların bedenlerini kontrol altında tutmaktadırlar. Zira Panoptikon’da (hapishanede) mahkum gözetim altındadır, yani görülebilmektedir, ancak kendisi görememektedir. Mahkûm bir yandan bilinçli özneyken, öte yandan bilincin yol açtığı pasif özneye dönüşmektedir. Çünkü iktidarın her an kontrolünde yer alan ve bu bilinç ile kendini kontrol eden özneler, artık pasifize olmuş öznelerdir (Tümurtürkan, 2010).
“1984” romanındaki Okyanusya devleti, yurttaşlarının gündelik hayatlarının en küçük ayrıntılarına müdahale etmek üzere dev bürokratik aygıtı, düşünce polisini ve her yere uzanan televizyon ekranında “Büyük Birader” figürünü kullanan bir devlettir (Akt. Tümurtürkan, 2010). “Tele ekran” isimli ekrandan vatandaşlar izlenir ve mikrofonlar aracılığıyla “düşünce polisleri” vatandaşları dinleyebilmektedir. Bu yöntemler sayesinde vatandaşların düşünceleri ve hareketleri tamamen gözlemlenmekte ve kontrol edilebilmektedir. Winston Smith ise, bu sistemi sorgulayan, sistemden memnun olmayan ve uyumsuz yaşayan bir vatandaştır. Bu sebeple Smith ve Julia, düzene karşı gelmiş ve Büyük Birader’e başkaldırmışlardır. Ancak sürekli izlendikleri bir ülkede daha fazla gizlenemeyeceklerini anlayınca kaçmışlardır. Yine de çok geçmeden düşünce polisleri onları bulup başkaldırdıkları için işkenceyle cezalandırırlar. Sonunda Büyük Birader’in egemenliğine boyun eğerler ve “insan ruhunun bekçisi” olarak adlandırılan Smith, sisteme uyum sağlamış/sağlamak zorunda kalmış bir adam haline gelir. Artık tüm öznellikleri yok olmuştur. Lyon’a göre Orwell’in “Büyük Birader”i, tıpkı Foucault’nun Panoptikon çözümlemesindeki gibi gözetimin algılanmazlığını sunar bize. Gözetimin olmadığı bir yerin olup olmadığını bilmeyen kişiler, bu belirsizlik sayesinde, gözetenlere bağımlı hale gelirler (Tümurtürkan, 2010). Günümüz toplumlarında Büyük Birader veya Panoptikon dediğimiz gözetim tekniği sayesinde insanlar izlenmekte ve kontrol altında tutulmaktadır. Ayrıca Lyon’un görüşüne göre teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşması da, bu gözetim tekniğinin uygulanmasını kolaylaştırmaktadır. İki yönlü gözetim vardır. İlki göz önünde ve belirgindir. Zira alışveriş yapma, telefon kullanma ya da ATM kullanma gibi “public” dediğimiz kalabalık yerlerde ve gündelik pratiklerin içerisinde gerçekleşmektedir. İkinci yön ise daha arka plandadır. Çünkü gözetimin büyük kısmı dijital ortamda yürütülmektedir. Kişisel bilgilerimiz ve özel yaşantımız veri tabanlarında toplanmaktadır. Ancak Lyon’a göre gözetim, göz önünde yapılmaktadır. Panoptikon metaforundaki gözlenenler, özne-nesne ilişkisinin bir yansıması olarak tek yönlü olarak görünmeden bütün yönleriyle görebilme iktidarına sahip bir görme eyleminin nesneleri haline gelmiştir (Akt. İsmayılov ve Sunal, 2012). Bu ise kişilerin gözetimin nesnesi olduğunun hem farkındalığını hem de bilinemezliğini getirir. Bu farkındalık, ötekilerin onlar hakkında ne kapsamda bilgi sahip olduğunun farkındalığı değildir (Akt. Tümurtürkan, 2010).
Gözetleyen iktidarlar, gücünü bireyler hakkında mümkün olduğunca ayrıntılı bilgi depolayarak ve bireylerin davranışlarını izleyerek otorite ile doğrudan uygulamaktadır (Sucu, 2011). Daha önce de bahsettiğim gibi, gözetim belki yüzyıllardır uygulanan bir yöntemdir. Ancak gözetim kavramının bu denli güncel olma sebebi, iktidarın gözetleme aracılığıyla bireyleri kolaylıkla kontrol edebildiğinin bireyler tarafından fark edilmiş olmasıdır. Bireyler özgürce yaşandıklarını düşünürken aslında, özgürlüğün yok edildiği ve kısıtlandıkları bir yapı içerisinde yaşamaktadırlar. George Orwell’a göre, büyük biraderin liderliğinde her şeye boyun eğen köleleştirilen bir yapıdır (Sucu, 2011). Enformasyon teknolojileri ve internetin yaygın hale gelmesi; zaman ve mekan ilişkisi, mahremiyet, bedenin yitirilmesi ve kamusal alan/özel alan gibi konuları da gündeme getirmektedir. Lyon’a göre mevcut düzende, enformasyon teknolojileri kullanılarak tüm dünya kontrol altına alınmakta ve dünyayı “küresel panoptikon”a dönüştürmek gayesi vardır. Dolayısıyla iktidarın/Büyük Birader’in/Panoptikon’un gözetimi ve aynı zamanda kontrol gücü, teknolojiden bağımsız şekilde düşünülememektedir. Enformasyon toplumunda gözetimin yüksek teknolojiye ve önceki dönemlere kıyasla daha fazla totaliter bir nitelik kazanan iktidara bağlı olduğu söylenebilir (Akt. İsmayılov ve Sunal, 2012).
Sonuca gelmek gerekirse, gözetimin artması ve iktidarın toplumun gündelik yaşantısını kontrol ederek toplum üzerinde egemenlik kurması, enformasyon teknolojileriyle kurduğu ilişkiyle mümkün hale gelmiştir. Her ne kadar gözetim, insanlığın ilk çağlarından bu yana varlığını korumuş olsa da; toplumların değişmesi, gelişmesi ve teknoloji üzerinde egemenlik kurmasıyla birlikte, hiçbir çağda olmadığı kadar insan üzerindeki denetim ve kontrolün artmasına yol açmıştır. Ayrıca beraberinde kamusal alan ve özel alanı da gözetime tabi tutmaktadır. Zira kamusal refah sebep gösterilerek, bireylerin kendi rızalarıyla bu gözetime, gerek alışveriş yaparken, gerek çalışırken dahil olmaları sağlanmaktadır. Bu da bireylerin mahremiyetinde bazı ihlallere sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla günümüzde gözetimin, teknolojik gelişmelerle beraber daha da arttığını ve bunun bir sonucu olarak kurumsallaştığını görebiliyoruz. Diğer kuramlarla karşılaştırıldığında, gözetim toplumu kuramının, bana göre en büyük farklılığı, tamamen enformasyon teknolojileri üzerinden açıklayabileceğimiz bir kuram olmasıdır. Enformasyon teknolojileri dediğimiz şey, günümüzde vazgeçilmez bir unsur haline gelmiştir. Bu teknoloji üzerinde hakimiyet kurmanın, toplumsal değişme ve gelişmeyi açıklamak için de gerekli olan en önemli unsur olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca gözetilen toplumların genel özelliklerine baktığımızda günümüzde bu gruba girmeyen herhangi bir toplum, zannımca bulunmamaktadır.
KAYNAKÇA
- Boran, B. S. (2017). Sosyal Evrim Meselesi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1(2).
- Dolgun, U. (2004). Gözetim Toplumunun Yükselişi: Enformasyon Toplumundan Gözetim Toplumuna. Yönetim Bilimleri Dergisi 1 (3).
- Dursun, M. (2019). Toplumun McDonaldlaştırılması. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(2), 202-207.
- İsmayılov, E. K., & Sunal, G. (2012). Gözetlenen ve Gözetleyen Bir Toplumda, Beden ve Mahremiyet İlişkisi: Facebook Örneği. Akdeniz İletişim, (18).
- Lyon, D. (2006). Kaybolan Bedenler. Gözetlenen Toplum: Günlük Hayatı Kontrol Etmek (1.baskı) içinde (s.33-57). İstanbul: Kalkedon Yayınevi.
- Özdemir, S. M. (2011). Toplumsal Değişme ve Küreselleşme Bağlamında Eğitim ve Eğitim Programları: Kavramsal Bir Çözümleme. Journal of Kirsehir Education Faculty, 12(1).
- Sucu, İ. (2011). Gözetim Toplumunun Karşı Ütopya Yüzü: İktidar Güçleri ve Ötekiler. Atatürk İletişim Dergisi, (2), 125-139.
- Tümurtürkan, M. (2010). Gündelik Hayatın Gözetimi:“Panoptikon Toplumu”.
Yazarın Diğer Yazısı: Sinekli Bakkal Romanının İncelenmesi