Osmanlı’daki millet sistemi, farklılıkları kendi içerisinde barındıran bir yapıdan oluşmaktaydı. Böylece Osmanlı toplum yapısında ırk ve ulus gibi kavramlar yer almamaktaydı. Toplumda bireyin konumunu tayin eden faktör ise o bireyin inanç yapısıydı. Farklı inanç sistemlerini kendi içerisinde barındıran toplum, ait oldukları inanç temelinde çeşitli milletlere ayrılmıştı. “Millet, bir dine ya da mezhebe sahip topluluk demekti. Yani bugünkü anlamıyla millet kelimesi Osmanlı’da “ırk” kelimesinin karşılığı değildi. İnsanlar etnik kimliğiyle değil, inandıkları din üzerine ayrılmıştı” (Telli, 2016: 3). Örneğin Müslüman milleti, Hıristiyan milleti ve Yahudi milleti gibi temelde üç ayrı milletten oluşmaktaydı.
Kendi içerisinde farklı etnik gruplar bulunsa bile, ortak bir dini aidiyeti paylaştıkları için birçok ırk, aynı millet sistemine tabii tutulmuştur. En belirgin örneklerden biri olan Müslüman milleti; Türk, Arap, Kürt, Boşnak gibi farklı etnik grupları kendi içerisinde barındırsa da aynı dini aidiyeti paylaştıkları için Müslüman milleti içerisinde yer almışlardır. Dolayısıyla Osmanlı’daki millet sistemi de dini anlamda kullanıldığı görülmektedir. “Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında bulunan toplulukların din ya da mezhep esasına göre örgütlenip yönetilmesine “millet sistemi” denilmiştir” (Eryılmaz, 1996: 17, akt., Kurtaran, 2011: 59). Böylece Osmanlı toplum yapısı genel anlamda heterojen bir yapıya sahip olup, hem Müslümanları hem de gayrimüslimleri kendi içerisinde barındıran bir özelliğe sahip olmuştur.
Telli’ye (2016: 3) göre Osmanlı toplumu iki temel ayak üzerine temellendirilmiştir. Bu iki ayağın en kuvvetli olanı “millet-i hâkime” olarak bilinen Müslümanlardır. Diğer temel unsur ise ‘cizye’ vergisi vererek Müslümanların etkisi altında bulunan gayrimüslimlerdir. Böylece devlet, çoklu bir yapıyı kendi içerisinde barındırmıştır. Bundan dolayı da Osmanlı’da Türk ulusçuluğu ve ulusal kimliğin oluşumu gecikmiştir. Osmanlı toplumu heterojen bir yapıya sahip olmakla birlikte, halkın çoğunluğu kırsal kesimde yaşamaktaydı.
Karakaş (2015: 157-158) kırsal kesimle ilgili şunları dile getirmiştir: “Kırsal kesimin yaşam biçimi ise cemaat (gemeinschaft) özelliği arz eden bir ilişki ağı tarafından belirlendiği için modern bir olgu olan ve modernleşmeyle eş zamanlı olarak ortaya çıkan ulusçuluğun önünü kesiyordu.” Kırsal kesimlerde yaşayan nüfusun yoğunluğu cemaat özelliği taşıyarak, aynı zamanda farklı kültürlerin de oluşumunu beraberinde getirmiştir. Bu durum kültürel heterojenliği artırarak farklılaşmaya neden olup, Osmanlı Devleti’nde etnik temelli bir ulus kimliğinin oluşumunu da geciktirmiştir. Çünkü ulus ve ulusçuluk birbirleriyle karşılıklı bir belirleyicilik çerçevesinde oluştuğu için kültürel bir homojenlik temelinde oluşması da önemli bir etkendir.
Osmanlı’da Türk ulusçuluğunun gecikmesi sadece tek bir nedene bağlı değildir. Aynı zamanda Osmanlı devlet ve toplum yapısındaki birçok etken de belirleyici faktör olmuştur. Karakaş (2015: 157) bunun nedenini, Osmanlı devlet ve toplum yapısının, modern dönemin bir olgusu olan ulusallığın dışında ve karşısında olduğu şeklinde açıklamıştır. Böylece devlet ve toplum yapısındaki özelliklere bağlı olarak Türk ulusçuluğunun oluşması daha geç dönemlerde görülmüştür. Karakaş (2015: 157-167), devlet ve toplum yapısına bağlı olarak Türk ulusçuluğunun gecikmesini temelde üç ana başlık altında ele almıştır. Birincisi, toplumun geleneksel bir cemaat yapısına sahip olması ve eğitim anlayış tarzının gelenekselliğidir. İkincisi, çeşitli yazılı dillerin hâkimiyetini korumasıdır. Üçüncüsü, kültürel heterojenliğin yoğun olmasıdır. Bunlara bağlı olarak Karakaş, millet sistemini de bir neden olarak belirtmiştir. Aynı zamanda dinsel ve geleneksel simgelerin toplum üzerindeki egemenliği gibi önemli nedenleri de ele almıştır.
Dile getirilen bu nedenleri çevreleyen temel etken ise Türklerin egemenliğinde kurulmuş olan Osmanlı toplumunun bir dünya devletine sahip olmasıdır. Bu özellikleri bünyesinde taşıyan Osmanlı Devleti, on sekizinci yüzyılda ortaya çıkan, Batı tipi ulusçuluk anlayışına karşı mümkün olduğunca direnmesine neden olmuştur. Böylece bu gibi faktörler etnik ve İslam temelinde kazandığı siyasal karakterli Türk kimliğinin, modern karakterli Türk ulusal kimliğine dönüşümüne de engel olmuştur. Fakat bunlara rağmen, modernliğin en belirgin neticelerinden bir olan ulusçuluk, farklı şekillerde de olsa Türk toplumunu da etkisi altına almıştır.
Osmanlı Devleti, kendi içinde barındırdığı millet sistemine tanıdığı çeşitli haklar, kültürel farklılığı yoğunlaştırmakla birlikte, özgürlükçü bir ortamı da meydana getirmiştir. Temeldeki bu kültürel farklılıkla birlikte milletlerin ortak bir kültürü oluşturmasını da geciktirmiştir. Osmanlı, gayrimüslimlere sadece dinlerini yaşama özgürlüğü değil, aynı zamanda kendi yasalarını ve bazı iç meselelerde kendilerini yönetmek gibi daha genel bir özgürlük de tanımıştı. Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere tanıdığı en belirgin haklardan biri de onları öz yönetimli cemaatler olarak kabul etmesidir. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet döneminde, Ortodokslara birçok haklar verilmiştir. Hatta Osmanlı Devleti’nde millet sistemi, Fatih Sultan Mehmet döneminde başlamıştır.
“Osmanlı’da devlet kontrolünde işleyen bir millet sistemi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Ortodoks Patriği ataması ve Ortodokslara iç işlerinde ve dini konularda geniş özerklik vermesiyle başlamıştır” (Özdemir, 1999, akt., Kurtaran, 2011: 60). Dolayısıyla gayrimüslimler, Osmanlı toplumunun içinde uluslaşmalarında millet sistemi içerisinde kültür ve kimliklerini koruyabilmişlerdir. Bunun dışında, Yahudi ve Hıristiyan milletleri kendi iç işlerinde özgür olmakla birlikte, Müslümanlarla olan ilişkilerinde sıkı yasa ve kurallara bağlıydılar. Durum her ne kadar böyle olsa da İmparatorluk çatısı altında yaşayan tüm milletler İslam hukukuna göre yönetilmekteydi.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti, toplumsal yapısının geleneksel olan varlığını uzun bir süre devam ettirerek, çözülmelere karşı çoğulcu yapısını bir süreliğine bile olsa koruyabilmiştir. Bu süreç, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında başlayan Batılılaşma hareketleriyle birlikte modernleşmenin devlet ve toplum yapısını dönüştürecek bir proje olarak, kabul edilmesine kadar devam etmiştir. Osmanlı’nın çoklu bir millet yapısını koruması, aynı zamanda kendi varlığını sürdürülebilirliğini de sağlamıştır. Bu çoklu yapının birleştiği nokta ise Osmanlılık kimliğiydi. Bundan dolayı Osmanlı İmparatorluğu varlığını uzun bir süre devam ettirmek istemiştir. Öte yandan Osmanlı Devleti’nde millet kavramının ulus karşılığında kullanılması, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında görülmektedir. Nitekim on dokuzuncu yüzyılda, millet sistemi devamlılığını sağlayamaz olmuştur. Bunun en önemli nedeni ise Avrupa’dan ithal edilen milliyetçilik akımıdır. Osmanlı’da milliyetçilik akımlarının ortaya çıkması, Tanzimat dönemi ile birlikte şekillenmeye başlamıştır. Sonrasında ise Türkçülük, Cumhuriyetle birlikte siyasi bir proje haline gelerek, ulusçuluk temelinde bir Türk ulusal kimliğinin zeminini oluşturmuştur.
Kaynakça
Telli, Yusuf. (2016), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kimlik ve Kimlik Oluşumu”, Minerva Dergisi, S. 19, ss. 3-11.
Kurtaran, Uğur. (2011), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 8, ss. 57-71.
Karakaş, Mehmet. (2015), Modernlik Küreselleşme ve Türkiye’nin Kimlikler Evreni, 1. Baskı, İstanbul: Küre Yayınları.
Yazar: Hamza ARAL – Afyon Kocatepe Üniversitesi – Yüksek Lisans Öğrencisi