Hafıza kelimesi hem Doğu dillerinde hem de Batı dillerinde farklı şekillerde karşılık bulmaktadır. Karaaslan’ın Develioğlu’ndan aktardığı şekliyle, Osmanlıca bir kelime olan hafıza, Arapça saklama, ezberleme, anlamlarına gelen hıfz sıfatından türemiştir. Kelime anlamı hissedilen, bilinen, görülen şeyleri; işitilen, konuşulan lakırdıları; duyulan, okunan sözleri; ezberlenilen yazıları, kitapları zihinde hıfzeden, saklayan hassa, kuvvettir. “Kelime, İngilizcede memory olarak karşılanırken, öz Türkçede bellek olarak kullanılmaktadır.” (Karaaslan, 2019:29).
Kelimeler ve kavramlar içinde yeşerdikleri fikir dünyası, kültüre ve topluma göre değişmek ve farklı anlamlara gelmektedir ki hafıza kavramı da aynı durumu yaşamaktadır. Antikçağ’dan bugüne kadar birçok düşünür hafıza kavramı ile ilgilendiği görülmekle birlikte genel olarak psikoloji literatüründe yer almaktadır. Hafıza genellikle bireysel yönden düşünülmüştür. Tarihsel olarak yaşadığı serüvene bakıldığında Antikçağ’da karşımıza ilk olarak Platon çıkmaktadır. “Platon, hafızanın bir tür zihinsel ebelik işlevi üstlenen, anlamlı sorular sorarak yanıtlar bulmaya çalışan diyalektik bir sanat olduğunu düşünür.” (Çağla’dan akt. Karaaslan, 2019:30). Platon idealar dünyası üzerinden hafızayı anlamlandırırken Aristoteles, gerçek dünya ile anlamlandırmıştır. “Aristoteles hafızayı, duyular ve algılamayla ilişkili olarak ele alır ve bir süreçten ziyade bedenin bir fonksiyonu olarak görür.” (Karaaslan, 2019:31). Çiçero, geçmişi bu gün yeniden inşa etmede bir araç olarak ele alırken Augustine, hafızanın hakikati nasıl barındırdığı üzerinde durur (Karaaslan, 2019:32).
Rönesans döneminde hafıza felsefi söylemden çıkıp politik bir söyleme bürünmüştür. 17. ve 19. yüzyıl düşünürleri –John Locke, David Hume, J.J. Rousseau, Leibniz- geçmişteki toplumların yaşadıkları düzeni anlamak için hafızaya yönelmişlerdir. Locke, “ ‘tabula rasa’ mottosu ile insanın doğuştan zihninde hiçbir şey taşımadığını ve öğrenme olayının tamamıyla deneyimle gerçekleştiğini belirtir ve ona göre duyularda bulunmayan hiçbir şeyin hafızada var olması mümkün değildir.” (Karaaslan, 2019:32-33). Leibniz, insan zihninde doğuştan verilerin olduğunu ve bunun zamanla açık ve seçik hale geldiğini (Kahveci’den akt. Karaaslan, 2019:33) belirtirken Hegel, hafıza tinin hareket alanına işaret ettiğini ve hatırlama, kendini mutlak anlamda devlette somutlaştıracak olan tinin hareketlerinin içleştirilmesi olarak ifade eder (Karaaslan, 2019:33).
Disiplinler Arasında Hafızanın Yeri
Hafızaya dair birçok söylem bulunmakla birlikte bilimlerinde kendi arasında ayrılması sonucunda hafıza en çok psikoloji alanıyla özdeşleşmiştir. “Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung, toplumsallık ile kişilerin psikolojisi arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusunun cevabını bilinç dışı ve kolektif bilinç dışı kavramlarıyla açıklayarak hafızayı merkezi bir önem vermişlerdir.” (Karaaslan, 2019:35). Whitehead’ın ifadesiyle, Freud, serbest çağrışım yolu ile kişinin gündelik hayatında merkezi bir öneme sahip olduğunu kanıtlamıştır. Jung’a göre herkesin hafızasında tanımlanamayan gölgeler mevcuttur ve kişiliğin oluşmasında bu gölgeler etkilidir (Karaaslan, 2019:35).
Hafıza ile ilişki kuran bir diğer disiplin ise edebiyattır ve edebi unsurlar toplumsal hafızanın taşıyıcılarıdır. Karaaslan’ın aktardığı şekliyle hafızayı edebiyata taşıyan düşünür Marcel Proust’tur. “Proust, Bergson’dan ilhamla iki tür hafızanın varlığına işaret etmiştir. Bunlar arzumuzun dışında hafızamıza giren, hatırlanan ve unutulan hafıza biçimi olarak istem dışı hafıza ve bedensel alışkanlıklarımız sebebiyle hatırladıklarımız ve unuttuklarımız ise istemli hafızadır.” (Karaaslan, 2019:36).
Hafızanın giriş yaptığı bir diğer alan ise sosyolojidir. Psikoloji de ve edebiyatta genel olarak bireysel hafıza olarak var olan hafıza sosyolojide toplumsal boyuta bürünmüştür. Ancak sosyal bilimlerde olan tam olarak açıklanmayana kavramlar denizine hafıza da dâhil olmuştur. Hem hafıza kavramı hem de toplum ve toplumsal kavramının tam olarak açıklanamaması ortak bir söylemin oluşmasını engellemiştir. Yapılan toplum tanımlarına bakıldığında hep bir kesim ya da bir yön eksik kalmıştır. “Hafıza kavramını sosyolojiye Emile Durkheim dâhil etmiş ama Maurice Halbwachs’ın çalışmaları ile sosyal teorinin alanına girmiştir.” (Karaaslan, 2019).
Hafıza bireysel olarak ele alınmıştır ancak bireysel bir olgunun ya da tecrübenin oluşması için sosyal bir ortamın olması gerektiğine değinilmemiştir. Sosyoloji hafızayı bu noktada ele almaktadır. “Hafıza kavramının psikoloji alanındaki kullanışını eleştirerek, kavramın sosyal boyutuna dikkat çeken ve modern sosyoloji literatürüne girmesini sağlayan ilk sosyal bilimci Maurice Halbwachs ‘tır.” (Karaaslan, 2019:63). Halbwachs ilk zamanlarda Bergson’un düşüncelerinden etkilenmekle birlikte daha sonları Durkheim fikir hayatı üzerinde etkili olmuştur ve hafızaya sosyal bir çerçeve eklemeye çalışır. “Durkhem’in sosyolojizminden etkilenen ve kolektif bilinç kavramı üzerine yoğun etütler yapan Halbwachs; bu süreçten sonra hafızayı, bireyden bağımsız ve sosyal koşullarda var olan bir yapı olarak değerlendirir.” (Karaaslan, 2019:64). Yine Karaaslan’ın aktardığı şekliyle Halbwachs, hafızanın sosyal çevreye bağımlılığını ortaya koyduktan sonra zaman ve mekân ile ilişkisi üzerine yoğunlaşır ve ona göre zaman ve mekân, hatırlamanın iki temel figürüdür. Halbwachs’ın hafıza ile ilişki kurduğu diğer bir kavram ise tarihtir. Tarih farklılıkları barındırırken hafıza benzerlikler üzerinde anlam bulduğunu ifade eder karşıtlık içinde ele alır. Genel olarak Halbwachs hafızayı mekân, zaman, tarih, aile, sınıf, dil, kolektif inşa, geçmiş gibi gündelik hayatın boyutlarıyla ele almıştır.
Osmanlı- Türk Modernleşmesinde Toplumsal Hafızanın Yeri ve Yeniden Üretimi
Osmanlı- Türk modernleşmesinde hafızanın yerine bakmadan önce modernleşmenin ne olduğunu ele almak gerekir. Kongar’ın ifadesiyle modernleşme, batılı toplum bilimciler tarafından bütün gelişmekte olan toplumların, batı toplumlarına benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir kavramdır. “Eisenstadt modernleşmeyi tarihsel olarak Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da geliştirilmiş olan toplumsal, ekonomik ve siyasal sistemlere doğru bir değişme süreci olarak tanımlar.” (Kongar, 2000:227). Berger ise modernleşme teriminin ekonomik gelişme ile ortaya çıkan muhtelif sosyo-kültürel süreçlere işaret ettiğini belirtir (Berger, 1985:16). Bu tanımlar ve bunlara benzer daha birçok modernleşme tanımı yapılmaktadır. Ortak yönleri Batı eksenli olması ve ekonomi temelli görülmesidir. Modernleşme Batılı toplumlarda ortaya çıkmakla birlikte tüm dünyaya yayılmıştır ve her toplumun kendine ait bir modernleşme serüveni bulunmaktadır.
Karpat (2006), Osmanlı Devleti’nin on dokuzuncu yüzyı1da modernleşmenin başlamasından önce ve sonra geliştirmiş olduğu bazı güçler olduğu görüşüne tümüyle katılır fakat bu kapasitelerini önce politik engeller, ikinci olarak da sistemin bilimsel ve teknolojik gelişmeleri özümsemesini engelleyen iç sosyal ve politik güçler nedeniyle en üst noktaya kadar geliştirmeyi başaramadığını ifade eder. Osmanlı modernleşmesinde ıslahatlar, yurt dışına giden aydınlar, ulus devlet anlayışı, etkili olmuş ve Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte modernleşme süreci farklı bir boyut almıştır. “Çok etnikli, kozmopolit bir imparatorluğun tebaası, hakiki Türklüğün esaslarını belirleyip sahiplenen bir Cumhuriyet’in yurttaşlarına dönüşüyordu.” (Mardin’den akt. Karaaslan, 2019:172).
Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesi belirli kırılmalar yaşamıştır ve kültürel, dini, siyasi, sosyal ve ekonomik gibi birçok alanda modernleşmenin etkisi açık bir şekilde görülmektedir. “Modernleşme süreci, Osmanlı’daki reform hareketleriyle başlamış olsa da en somut ve en belirgin halini, Cumhuriyet inkılaplarıyla şekillenen ve dönemin muasır medeniyetlerini iktisadi, kültürel ve toplumsal anlamda yakalamayı arzulayan Cumhuriyet modernleşmesi ile birlikte almıştır.” (Karaaslan, 2019:172). Modernleşme ile yaşanan tüm gelişmeler Türk toplumunun hafızasında bir şekilde olarak var olmaktadır. Hafıza tarihten ayrı bir kavramdır ancak yakından ilişkilidir bu nedenle de tarihin nasıl aktarıldığı hafızayı da etkiler ve hafıza anlatılan tarih şekliyle oluşur.
Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinde fark vardır ki bu fark toplumsal hafızayı büyük ölçüde etkilemiştir. Karaaslan’ın ifadesiyle Osmanlı yeniyi arzularken eskiyi yok saymazken, Cumhuriyet ise eskiye dair var olan ne varsa onu kaldırmayı ya da dönüştürmeyi hedefler. Toplumsal hafıza Osmanlı modernleşmesinde canlı bir şekilde durur ve yeni bir hafıza üretme girişiminde bulunmazken Cumhuriyet modernleşmesinde pek fazla izine rastlanmamış ve yeni bir hafıza üretilmeye çalışılmıştır.
Modernleşme sürecinde halkın kullandığı dil, yediği yemek, dinlediği müzik, okuduğu kitap, giydiği kıyafet, yaptığı iş vb. birçok noktada inkılapların etkisi görülmektedir. Bu unsurların hepsi toplumsal hafızanın bir boyutudur. Ayrıca Türk modernleşmesinde yasakların da ayrı bir yer tuttuğu unutulmamalıdır. Örneğin toplumsal hafızanın taşıyıcı unsurlarından olan müzik ve yazı yani edebi eserlere yasak getirilmiştir. Ziya Gökalp ‘Türkçülüğün Esasları’nda ‘bize ait olan türkülerimizdir’ derken Abdulhamit sarayda sürekli ve operacılar bulundururdu. Ayrıca yine müzik alanında yerelliğin bir göstergesi olarak görülen bağlamanın yerini elektro bağlama almaya başlamış, piyano ve keman yavaş yavaş varlığını göstermiştir. Yine müzik ve dil üzerinden yapılan politik müdahaleye örnek olarak Sinan Çetin’in “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir!” isimli kısa filmi verilebilir (Karaaslan, 2019:177).
Filmler ve dizilerde toplumsal hafızada önemlidir. Son yıllarda Osmanlı Devleti konulu film ve dizilerin yapılmasında artış görülmektedir; Elveda Rumeli (2007-2009), Muhteşem Yüzyıl (2011-2014), Muhteşem Yüzyıl Kösem (2015-2017), Diriliş Ertuğrul (2014-2019), Payitaht Abdülhamid (2017-…), Filinta (2014-2016), Bir Zamanlar Osmanlı: Kıyam (2012, yayın hayatı 9 ay sürmüştür), Osmanlı Tokadı (2013-2014). İsmi geçen dizilerin çoğunluğunun TRT’de yayınlanması devletin hafıza oluşturmadaki etkisinin göstergesidir. Bazı yapımlar tarihteki olayları anlatırken farklı ve yanlış anlatımlara neden olmakla birlikte insanların belleklerinde Osmanlı Devleti’ne dair isimler ve anlatılar yer almaktadır. Televizyonun toplumsal hafıza açısından önemine baktığımızda TRT’nin etkisi açık bir şekilde görülmektedir. Örneğin Yedi Güzel Adam (2014-2015) dizisi edebiyat alanında şairlerin şiirleriyle birlikte tanınmasını sağlamıştır; Seksenler (2012-2017 /2019) dizisi ile de Türkiye’nin siyasi, sosyal değişimi ve hikâyesi anlatılmaktadır; yine aynı şekilde Türkiye’nin siyasi geçmişine yönelik bir anlatım olarak Sevda Kuşun Kanadında (2016-2017) dizisi yer almaktadır. Bu örneklerin yanı sıra birçok TRT programı toplumsal hafıza açısından önemlidir. Filmler açısından konuyu ele aldığımızda karşımıza çıkan filmlerden bazıları şunlardır; Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 (2013), Son Umut (2014), Fetih 1453 (2012), Çanakkale Yolun Sonu (2013). Dönem içinde yayınlanan dizi ve filmlerin siyasi bir yönü bulunmakla bir toplumsal hafızanın taşıyıcılarıdır.
Toplumsal hafızanın mihenk taşlarından biri de yer adlarıdır. Yer ve sokak isimleri siyasi yönetime, ideolojiye göre değişmektedir. Yer adlarının değiştirilmesinde dilin ve mekânın toplumsal hafıza açısından önemlidir ve kimlik yönünden de etkilidir. Yeni isimler verilmesi eski isimlerin ve o isimlerinin unutulmasına yol açmakta ve hafızadan silinip gitmektedir. Karaaslan’ın aktardığı şekliyle, 1924 yılında Bursa’nın vilayeti olan Hüdavendigar ismi kaldırılmıştır. Osmanlı padişahı I. Murat’ın unvanı olan Hüdavendigar adlandırılması, geçmişi ve Osmanlı’yı çağrıştırması sebebiyle kullanımdan kaldırılmıştır. Yine benzer şekilde 1926 yılında Kırıkkale, Kırkkilise’nin, Afyon Karahisar, Karahisar’ı Sahip’in, Tunceli, Dersim’in yerine resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır (Karaaslan, 2019:179). Şehit isimlerinin sokaklara, üst geçitlere, köprülere ve okullara verilmesi toplumsal hafızanın yeniden üretilmesine olanak tanımaktadır. Türkiye’de son zamanlarda yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi toplumsal hafızayı büyük ölçüde yeniden dönüştürdü. 2016 yılında gerçekleştirilen darbe girişiminden sonra meydanlara, köprülere, okullara ’15 Temmuz’ ve darbe girişiminde şehit olanların isimleri verilmektedir. Böylelikle toplumun hafızasında bu olay canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
Binalarda toplumsal hafızanın aktarılmasında etkili bir unsurdur. Ancak son yıllarda görülen restorasyon çalışmaları ile toplumsal hafızanın sürdürülmesi pek mümkün görünmemektedir. Restorasyonun amacı bina ve yapıların yıkılmadan kalmasını sağlamaktır ancak son zamanlarda yapılan restorasyon çalışmaları amacına ulaşamamaktadır. Örneğin Şile Ocaklı Ada Kalesi, Süheyl Bey Camii, Tekfur Sarayı, Mersin Mamure Kalesi gibi yapılar restorasyon sonucu tarihi özelliklerini kaybetmişlerdir. Yapılan çalışmaların, tadilatların modern anlamda yapılması tarihi görselliğe zarar vermekte ve toplumsal hafızadan silikleşmesine yol açmaktadır. Benzer bir örnekte Karaaslan’ın (2019) çalışmasında görmekteyiz; İstanbul Üniversitesi Beyazıt tarafındaki kapısının üzerinde Fetih Suresi’nin birinci ve üçüncü ayetlerinin yanı sıra Osmanlı tuğrası yer almaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 28.05.1927 yılında kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde Bulunan Mebani-i Resmiye-i Milliye Üzerinde Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılmasına Dair 1057 Nolu Kanun’una göre tarihi binaların üzerindeki Osmanlı Tuğralarının (arma) ve kitabelerinin sökülmesi ya da gizlenmesi kararlaştırılmıştır. Tüm bu örnekler göstermektedir ki toplumsal değerlerin ve hafızanı aktarıcısı olan yapılar, binalara yapılan müdahaleler toplumsal hafızaya zarar vermekte, değersizleştirmektedir.
Düğün ve çeyiz önemli hafıza taşıyıcılarıdır. Eski düğünler uygun bir ifadeyle ‘üç gün üç gece’ sürerdi. Yemekler evde ve kazanlarda pişirilirdi. Bu gelenek bugün köylerde hala devam etmektedir. Ancak şehre baktığımızda düğünlerin sadece nikâh şeklinde olarak bir ya da iki saatlik bir duruma gelmiştir. İstisnai durumlar elbette bulunmaktadır. Düğün, çeyiz, kına artık söylemlerde eski gelenek olarak yer almaktadır. Ayrıca kına Türk toplumunda büyük bir değere sahiptir. Askere giderken, evlenirken kına yakılır. Ancak son zamanlarda giderek yaygınlaşan ‘kına organizasyonları’ kına geleneğini baltalamaktadır. Organizasyonlarda kullanılan müzikler ve şarkılar Türk toplumsal hafızasına ait olmayıp yabancı, Hint müzikleri kullanılmaktadır. Organizasyon örneği basit bir örnek olabilir ancak Türk geleneklerine uygun değildir ve toplumsal hafızanın silikleşmesine yol açmaktadır. Yeni yetişen eski kına ve düğün gelenekleri bilmeyeceklerdir ve genel olarak modern tarzda düğünlerle daha yakın temasta olacaklardır. Çeyiz hafızası da bir ihtimal silindiği ya da anlam değiştiği söylenebilir. Her yörenin farklı olmakla birlikte anneleri tarafından kız çocuklarına el işlemeleri yapılırdı ki ayrıca kızların kendileri de yapardı. Ancak son zamanlarda işlemelerin artık pek bir önemi kalmadığı en azından çeyiz sandıklarında, görülmektedir. El emeği ürünler son yıllarda daha çok bahsedilir olsa da genel olarak turizm yönünden önem kazanmıştır. Son yıllarda çeyize ola bakış açısı da değişmeye başlamıştır.
Toplumsal yönden hafızaya baktığımızda karşımıza günlük hayattan birçok uygulama, düşünce çıkmaktadır. Hafızanın oluşmasında ve oluşturulmasında politik müdahalelerde söz konusudur. Yukarıda azda olsa değindiğim alanlara uygulanan politik müdahalelerin dışında bir de eğitim alanında müdahaleler söz konusudur. Burada Foucault’un hafızaya yönelik düşüncelerini değinmek gerekir. Karaaslan’ın anlatımıyla, Foucault, hafızayı anlamak için Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramına başvurur. Ona göre iktidar, hegemonya yolu ile insanların rızasını alarak kendi öngördüğü kültür anlayışı topluma empoze eder ve böylelikle popüler kültürün şekillenmesine sebebiyet verir. Yani Foucault, hafızayı yaygın bir şekilde maniple edilmiş bir alan olarak görür. Bu manipülasyon, hegemonya aracılığı ile gerçekleşir. Fakat kısa bir süre sonra popüler hafızadan rahatsız olanlar tarafından karşıt olarak nitelendirebileceğimiz bir karşıt hafıza türü ortaya çıkar. “Karşıt hafıza, yaygın olanın, popüler olanın dışında kalmayı tercih eden kişilerin paylaşımını ifade eder.” (Karaaslan, 2019:44).
Politik hafıza ve karşıt hafıza ikilemi toplumsal yaşamda birçok alanda karşımıza çıkmaktadır ancak burada eğitim üzerinde örneklendireceğim. Bir toplumun eğitim sistemi o toplumun zihinsel yapısını ve fikir dünyasını etkilemektedir. Eğitim de önemli bir unsur olan ders kitaplarında kullanılan dil, resimler ve metinler etkilidir. Ders kitapları “ait oldukları dönemdeki egemen siyaseti ve bu dönemin toplumsal yapısını yansıtabilmek açısından ipuçları taşıyabilmesi gibi bir özelliğe sahiptir” (Tüfekcioğlu’dan aktaran Özkan, 2010). Ülkemizde geçtiğimiz birkaç yıl içinde ders müfredatlarının değişmesi ve Atatürk’ün ders kitaplarında değersizleştirildiği tartışmaları yaşanmıştı. Ortaöğretim için hazırlanan İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde sadece Atatürkçülük ve Türk İnkılabı kitap boyunca sadece bir konuda anlatılmıştır. Türkiye tarihi üzerinde Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet dönemi tartışmaları sık sık yapılmakta birbirine karşı zıt söylemler yer almaktadır. Eğitim alanındaki son düzenlemeler ile din derslerini ağırlık kazanması halkın bazı kesimlerinden tepki almış ve çocuklarına o dersleri seçtirmek istememişlerdir. Burada çok net görünmektedir ki hafıza oluşturma ve hafıza silikleştirme noktasında eğitim önemli bir işleve sahiptir. Bu noktada ele alınması gereken diğer bir olay ise 1 Kasım 1928 tarihinde ilan edilen Harf İnkılabı’dır. Yeni bir hafıza oluşturma noktasında dilin etkisi bu inkılap ile net bir şekilde görülmektedir.
Genel Değerlendirme
Toplumsal hafıza var olan sürekli yeniden üretilen bir olgudur. Her toplumun kendine ait bir hafıza bulunmakta olup bazen kendiliğinden bazen politik müdahalelerle yeniden oluşturur veya şekillendirilir. Hafıza tarih ile yan yana bir ilişki içinde var olmakla beraber ilk olarak psikoloji alanında gelişim göstermiştir. Bireysel olarak ele alınan hafıza özellikle ‘algılama, hafıza, öğrenme, dil ve düşünme gibi konulara odaklanan ve psikolojinin temel inceleme alanın bu konular olması gerektiğini savunan psikolojini bir alt dalı olan ‘kognitif psikoloji’ ilgilenmektedir.’ (Brown’dan aktaran Karaaslan, 2019:47). Ancak psikologlar hafızayı incelerken insanın sosyal yönünü görmezden gelmiştir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve toplumdan ayrı düşünülemez. Bireyde bir etki uyandıran mutlaka bir toplumsal olaylar bulunmaktadır.
Bilimlerin disiplinlere ayrılmasıyla hafıza edebiyat, tarih, sosyoloji disiplinlere kendini göstermiştir. Aslında bir bakıma disipline ayrılmanın bir sonucu olarak hafıza bireysel alandan toplumsal alana geçiş yapmaktadır. Edebiyat eserleri toplumsal hafızanın taşıyıcılarıdır ve bugün hala canlı bir hafızanın olmasında romanların, şiirlerin, öykülerin vd. yeri büyüktür. Yine aynı şekilde Türkiye’de yaşanan son gelişmelerin yeni çıkan romanlara konu olması hafızanın yeniden üretilmesinde etkilidir. Tarih hafıza ile sıklıkla bir arada kullanılmakla birlikte farklı şeylerdir ve hafıza genel olarak geçmişle bağlantılı göründüğü için tarihle böyle ilişki kurması normaldir. Sosyoloji disiplinine dâhil olmasıyla hafıza toplumsal hafıza kavramına bürünmüştür. Toplumsal hafıza topluma yönelik okuma ya da topluma tutulan bir aynadır. Toplumların tarihine, sosyal yaşantılarına, ritüellerine bakıldığında toplumsal hafızanın izlerine rastlanmaktadır. Şiirler, türküler, maniler, atasözleri ve deyişler, mimari, düğün, bayramlar, kandiller, milli günler, vb. toplumsal hafızanın yapıtaşlarıdır.
Türkiye tarihi özelinde konuyu ele aldığımızda toplumsal hafızanın sürekli yeniden üretildiğini görmekteyiz. Modernleşmenin de etkisi ile topluma yapılan müdahaleler, devrimlerle toplumsal hafızanın seyri değişmiştir. Osmanlı döneminde yapılan düzenlemeler daha çok eski yok saymazken Cumhuriyet döneminde eskiden bir kopuş olarak düzenlemeler yapılmıştır. Bu arada ki temel fark toplumsal hafızayı da etkilemektedir.
Türkiye siyasi geçmişi yoğun bir ülkedir. Birçok defa darbe ve ekonomik krizler ve siyasi olaylar yaşanmıştır. Genç Osman Vakası (20 Mayıs 1622), Patrona Halil Ayaklanması (28 Eylül 1730), 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909), Bab-ı Ali Baskını (23 Ocak 1913) Osmanlı döneminde yaşanılan bu olaylar insanların hafızasında yer bulurken aynı şekilde Cumhuriyet döneminde yaşanılan 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 E-Muhtırası, ve en son 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişimi Türk toplumunu hafızasında canlı bir şekilde durmaktadır. Yine aynı şekilde Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan siyasi olaylarda toplumun hafızasında durmaktadır.
Yer isimlerinin değiştirilmesi, kurumlara önemli ve hatırlanılması istenilen şahsiyetlerin isimlerinin verilmesi hafızanın yeniden üretimi açısından önemlidir. Düğünlerin, kutlamaların, cenaze törenlerinin şekil değiştirmesi toplumsal hafızanın değişimine bağlı olarak yeniden oluşturulur.
Sonuç olarak toplumsal hafıza temel olarak varlığını korumakla birlikte içerik olarak değişmekte ve değiştirilmektedir. Ancak yine de toplum açısından önemli bir aktarım aracıdır. Geçmiş nesillerden gelecek nesillere birçok şey toplumsal hafıza aracığı ile aktarılmaktadır. Ayrıca toplumsal hafıza toplumu bir arada tutan tutkal işlevi de görmektedir, aynı ya da benzer toplumsal hafızaya sahip insanlar daha çok yan yana gelmektedir.
KAYNAKÇA
Berger, P, Berger, B. Kellner, H. (1985), “Modernleşme ve Bilinç”, (Çev: Cevdet Cerit), İstanbul: Pınar Yayınevi
Karaaslan, F. (2019), “Toplumsal Hafıza”, İstanbul: Ketebe Yayıncılık
Karpat, K. (2006), “Osmanlı’da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma”, (Çev: Dilek Özdemir), Ankara: İmge Kitabevi
Kongar, E. (2000), “Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği”, 8. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
Özkan, R. (2010), “Türk Eğitim Sisteminde Himayeci Değerler: İlköğretim Ders Kitapları Örneği”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:7, Sayı:1, 1124-1141