Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Kimlik Krizi: Batıcılık

OSMANLIDAN CUMHURİYETE GEÇİŞ SÜRECİNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLERE VERİLEN REAKSİYONER TEPKİLER HAKKINDA KISA BİR BİLGİLENDİRME ÇALIŞMASI YAPILMAYA ÇALIŞILMIŞTIR.

Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Kimlik Krizi: Batıcılık
baticilik
0

18. yüzyılın sonlarından itibaren batıdaki değişimler Osmanlı tarafından hissedilse de Osmanlı için henüz fark edilecek seviyeye ulaşmamıştır. Osmanlı durumu fark ettiğinde ve artık kabullendiğinde ise aradan geçen süre içerisinde bir zamanalar Felemenk, Nemçeli olan ‘kefere’ toplumlar ‘Batı’ bloğu olarak Osmanlının karşısında meydan okuyor olacaktır. Bu meydan okuyuşa Osmanlı tam ve yeterli cevap verecek donanıma haiz değildir zira yüzyıllardır hakir gördükleri ve belki de bu yüzden gözden kaçırdıkları Avrupa toplumun değişimi ve dönüşümü büyük ölçüde tamamlanmış ve medeniyet neferini meşalesine taşımıştır. Bu gerçek Osmanlıda hızlı dönüşümler değişimler ve Osmanlıyı kurtaracak geçici çözümler aranmasına sebep olmuştur. Tabi ki bu, tarihi seyir ve toplum dinamikleri olarak aşağıdan yukarıya doğru arz-talep döngüsüyle değil ülkeyi yöneten idareciler ve aydınlar tarafından tepeden inmeci bir yaklaşımla gerçekleştirilmek istendiği için başarılı olamamıştır. Bu dönüşüm için oluşturulan projelerden bir tanesi Batıcılıktır. Batıcılık düşüncesinin ekseninde Osmanlı’nın kurum ve toplum olarak dönüşmesi ve her yönüyle batılı olması gerekmektedir. Zira bu dönem düşünürlerinin temel problem olarak gördükleri iki temel husus din ve imparatorluktur. Dinin temsilcisi ve toplum yöneticisi olarak görünen ‘ulema’ ise görevini hakkıyla yerine getirememiş tarihin derinliklerine takılıp kalmıştır. Bu sebeple Osmanlı düşünce serüveninde artık baş aktör ülema değil ‘Aydın’dır. Ve Batıcılık düşünce geleneğini temsil eden Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Şinasi, Namık Kemal, S.Rıfat Paşa, Ali Suavi, Ahmet Rıza gibi Jön Türk aydınları(siyasi yansıması ise İttihat ve Terakki partisi olarak ortaya çıkacaktır) dini Batılı olmaktaki en büyük engellerden biri saymışlardır çünkü Osmanlı devlet yapısı monark ve teolojik özellikleriyle kurumlaşmış bir yapıdır. Haliyle bütün kurumlar dinin etrafında sarmal bir yapıya bürünerek oluşmuştur bu sebeple batıcı aydınların gözünde başta hilafet olmak üzere bütün müesseseler batı tarzı bir değişim yaşamalıdır Osmanlının varoluşu buna bağlıdır. Tanzimat fermanı, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet, Kanuni esasi hep bu varoluş çabalarının neticesidir. Batıcı aydınlar değişimin halk eliyle olamayacağını(İngiltere’yi İngiltere yapan Avam kamarası değil Lordlar kamarasıdır/Abdullah Cevdet) zaten heterojen toplum yapısından Avrupa’daki gibi homojen toplum yapısına yani I. Toplum yapısından II. Toplum yapısına geçilmesi gerektiğini ve bunun da ancak seküler bir yaklaşımla yapılabileceğini savunmuşlardır. Burada önemli olan, birey kendi iç dünyasında inanç değerlerini yaşasa da toplumsal pratik alanda rasyonel davranabilmesidir. Ancak ittihat ve terakki siyaset düzleminde de görüldüğü gibi dine saygılı bir tavır göstermiştir. Peki hem dini değerlere saygılı hem de seküler bir toplum yapısı nasıl oluşturulacaktır? Bilim dışı kabul edilen metafizik unsurlar ‘bidat’ ve ‘hurafe’ kabul edilerek (Kılıçzade Hakkı).Zaten Batıcıların gözünde din muameledir yani bugünkü Müslümanlar hakkıyla değil hurafe ve bidatlarla hareket ettikleri için Osmanlı istenilen durumda değildir. Bu yüzden dini hukuk ile din dışı hukuk birbirinden ayrılmalı ve toplumsal düzen oluşturulmalıdır. Toplumda varlıklar kendilerine has özelliklerine göre değil mutlak bir eşitlik düzleminde varlıklarını sürdürmelidirler bunun başında da kadın- erkek eşitliği gelmektedir. (Bu bağlamda geleneksel toplum ile modern toplum ayrımının eşik noktası kadın-erkek eşitliği olmuştur.)Devamında ise kılık kıyafet, eğitim, sosyal hayattaki işlevi gibi konular takip edecektir. 2.Nitekim İçtihad Mecmuasında da bunlar zikredilir.

KAYNAKÇA:

1) AKGÜL,Mehmet ‘’Türk Modernleşmesi ve Din’’

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir