Özal’lı yıllar başlıklı kitap 2016 yılında yazılmıştır. Kitap Beta Yayıncılıktan çıkmış olup 392 sayfadan oluşmaktadır. Kitap sunuş ve on yedi makaleden oluşmaktadır. Bu makaleler esas itibariyle Özal’ı siyasal dönüşüm, iktisadi dönüşüm ve zihniyet dönüşümü çerçevesinde ele almıştır. Farklı yazarların elinden çıkan bu makalelerde zaman zaman örnek olaylar, gerçek hayat anekdotları ve tablolardan yararlanılmıştır. Eserde çok fazla makale olmasından dolayı eseri temel başlıklar altında ele alınacaktır.
Kitabın esas konusu olan Turgut Özal’a kısaca değinecek olursak; 13 Ekim 1927 tarihinde Malatya’da doğmuştur. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olmuştur. Daha sonra Amerika’da Texas Tech Üniversitesi’nde ekonomi alanında eğitim almıştır. Nitekim bu eğitim onun siyasi hayatında etkili olmuştur. 1960 darbesinden sonra askere alındı ve ardından Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmıştır. 1965 genel seçimlerinde Süleyman Demirel’in danışmanı olarak siyasette kendini göstermiştir. Bunun yanında Dünya Bankası Sanayi Dairesi’nde danışmanlık, başta Sabancı Holding’de olmak üzere çeşitli şirketlerde yöneticilik yapmıştır. 1977 genel seçimlerinde Milli Selamet Partisi’nin İzmir milletvekili adayı olmuş ama seçilememiştir. 43. Hükümet döneminde Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşar vekili olarak yer almıştır. 1980 askeri darbesiyle ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına getirilmiş fakat 1982’de bu görevinden istifa etmiştir. 20 Mayıs 1983’te Anavatan Partisi’ni kurmuş ve 83 genel seçimlerinde tek başına iktidar olmuştur. Bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olmuştur. 1987 seçimlerinde tekrar çoğunluğu sağlamıştır. 1989’da geldiğimizde cumhurbaşkanlığına aday olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci cumhurbaşkanı olmuştur. 17 Nisan 1993’te yurtdışı gezisi sırasında rahatsızlanarak hayatını kaybetmiştir. Cenazesine yurdun dört bir yanından insanlar akın etmiş ve ülkede üç günlük yas ilan edilmiştir. Ölümünün ardından uzun bir dönem suikasta kurban gitmiş olabileceği tartışılmıştır.
Özal’ı siyasi karakter olarak ele alacak olursak; büyük düşünen, devrimci bir liderdir. Özal siyasi düşüncesi itibariyle gerçekçi idealisttir. Olanlarla değil olması gerekenle ilgilenmiştir. Atatürk’ten sonra en köklü reform yapan, Türkiye’yi dışa açan kişi olarak anılmaktadır (s.137). Ona göre; birey zenginleşirse devlet rahatlar, büyüme olur; büyüme bolluktur, bolluk da demokrasi; mutluluğun sırrı buradadır (s.25).
Özal’ı temelde farklı kılan iki temel özellik vardır.
1- Türk siyasetinde öteden beri kabul gören “Devlet kutsaldır.” anlayışıdır. Devlet topluma değil, toplum devlete aittir. Devletin eylemleri, toplumdan talepleri ve beklentileri tartışılmazdır. Özal ise başbakanken bu anlayışa meydan okuyan girişimlerde bulunmuştur. Söylemlerinde devletin insanlar için bir araç olduğunu ve devletin görevinin bireyin önündeki engelleri kaldırmak, önünü açmak olduğunu belirtmiştir.
2- Tanzimat’la başlayan bürokratik modernleşme, Osmanlı ve cumhuriyet seçkinlerinin devleti modernleştirici araç olarak görmeleri yüzünden nitelik değişikliğine uğrayarak bir tür bürokratik diktatörlüğe neden olmuştur (s.30). Özal ise ne kadar bürokrasinin için içinden gelmiş olsa da halka yakın bir politika izlemiştir. Bu durum Özal’ı demokrat bir konuma itmiş, onu devletin değil halkın temsilci haline getirmiştir.
Özal üç hürriyete çok önem vermiştir. Bunlardan ilki serbest düşünce hürriyetidir. Hiçbir şeyden çekinmeden, bir endişe taşımadan fikirlerini ifade etme hürriyetidir (s.164). Ona göre özgür düşünce ortamının olmadığı yerde düşünce gelişmez, ikiyüzlülükler ortaya çıkar. Batının gelişmesinde en büyük etken düşünce özgürlüğüdür O’na göre.
Bir diğeri ise teşebbüs hürriyetidir. Türkiye’yi dışarıya açan lider olarak anılmaktadır. Devlet mümkün olduğunca müdahale etmemelidir ekonomiye. Ticaretin yumuşatıcı ve insan ilişkileri modernleştirici etkisine inandığı için, gelişmiş batılı ülkelerden yardım istemekten çok onlarla ticaret yapmayı amaçlamıştır ve bu fikrini fırsat buldukça dile getirmiştir.
Son olarak ise din ve vicdan hürriyeti. Özal’a göre din ve vicdan hürriyeti evrensel bir haktır (s.165). Devletin insanların inançlarına karışırsa sadece zaman kaybeder, bir sonuç alamaz. Herkesin bir inancı ve buna bağlı ibadetleri vardır. İnsanlar istedikleri şekilde ibadetlerini yerine getirirlerse huzurlu olabilirler. Bu huzur hissedilmezse kavga, kaos yaşanır. Bu noktada devlete düşen; bireyin ibadetlerini özgürce yerine getirebileceği bir ortam sağlamaktır.
Özal’a göre dini cemaat ve grupların varlığı demokrasinin bir gereğidir. Onun için din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğünden daha önemlidir. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğü anlamsız kalacaktır. Bu noktada Özal dini örgütleri sivil toplum örgütleriyle aynı başlık altında değerlendirmektedir. Hatta buradan hareketle Özal döneminde dini grupların yaygınlaştığını ve gizli olan etkinliklerini artık açıkça yapmaya başladıklarını görülmektedir. Bunun yanında ekonomik, siyasal ve sosyal pek çok alanda daha görünür olmaya başlamışlardır.
Özal’ın dış politika anlayışına gelirsek; O’na göre İslam dünyası Türkiye’nin doğal pazarıdır. Osmanlıcı geleneğini devam ettirerek Türkiye’yi İslam dünyasının lideri yapmaya, söz sahibi yapmaya çalışmıştır. İslam ülkeleriyle ilişkilerini sıkı tutarken Batı’yla da yakın ilişkiler kurmuş ve Doğu-Batı arasında köprü olmayı amaçlanmıştır. Köprü olmak için tüm ülkelerle ilişkilerini iyi tutmalıydı ve hem Doğu hem Batı’da vazgeçilmez ülke olmalıydı. Özal’a göre bu da aktif bir dış politika ile mümkün olabilirdi.
Geldiği toplumsal kesim itibariyle ve inançları bakımından Özal her zaman muhafazakar ve dindar olarak bilindi ve İslam’a yakınlık duymuştur (s.288). Hatta Nakşibendi tarikatına üye olması bunun en somut örneklerindendir. 1967 yılında Devlet Planlama Teşkilatına müsteşar olarak atandığında yeni bir ekip kurmuştur. O ve yakın arkadaşları, dini hassasiyetleri dolayısıyla DPT’de (1967-1971) “takunyalılar” olarak adlandırılmışlardır (Akın.2018;123). İlk siyaset denemesini de dini eğilimi ağır basan bir siyasi parti olan MSP ‘de yapmıştır. Konuşmalarında sürekli olarak Kuran’ı Kerim ve hadisleri referans göstermiştir. Zaman zaman Cuma namazını eda ederken basına yansımış fakat fazla tepki almamak için çok göz önünde olmamaya çalışmıştır. Aynı zamanda başbakanken Hac görevini de yerine getirmiştir. Hatta hac sırasında ihramlı resimlerinin gazetelerde yayınlanması, dindar kimliğiyle cumhurbaşkanı olmasının ne kadar uygun olduğu gibi konular kamuoyunda epey tartışılmıştır (Akın,2018;123).
Özal dönemi ciddi manada kırılmaların yaşandığı dönemdir. Siyasi alanda dört ayrı siyasi kesim (liberal, muhafazakar, İslamcı ve Türk milliyetçileri) Özalizm şemsiyesinde birleşmiştir (s.285). ANAP bu yönüyle ideolojik bölünmelerin ötesinde bir siyasi tip olarak “catch all party” (hepsini yakala) tipine uygun olduğu düşünülebilir (s.128). Bu noktada her kesime hitap eden bir parti olmayı başarmıştır. Ekonomik alanda ise hem ülkenin liberal İstanbul burjuvazisi hem de Özal döneminde ortaya çıkan muhafazakar Anadolu sermayesi Özal’la birlikte dışarıya açılma fırsatı bulmuştur (s.285). Kemalizmi eleştirmiş, Osmanlıcı söylemi vurgulamıştır. Bu durum Kemalizm’in temel ilkelerinin sorgulanmasına zemin hazırlamıştır. Bunların yanında Semra Özal eşinin MSP’ den aday olmasına koyduğu tavrı ANAP döneminde de devam ettirmiştir. Bu noktada Özal’ın eşiyle olan ilişkisi hep tartışma konusu olmuştur. Hatta Özal’ın dini eğilimlerinden dolayı laik devlet anlayışına karşı atacağı bazı adımlarda etkili olduğu söylenmektedir. Nitekim Semra Özal’ın subay eşleriyle iletişiminin, puro içerken ve viski kadehleriyle magazin basınına yansıyan aykırı hayatının, askerler açısından Turgut Özal ve ANAP’a ilişkin “gerici” damgasını önlediğine dikkat çekmiştir (Akın,2018;123).
Anavatan Partisi’ni iktidarda tutan Özal ve beraberinde onu destekleyen muhafazakar kesim olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Özal’ın cumhurbaşkanı olup, Mesut Yılmaz’ın parti başkanı olmasıyla partinin muhafazakar kesimle arası açılmıştır. 2002 yılındaki genel seçimlerde 1980’lerin Anavatan Partisi’ne referansta bulunan AK Parti, tek başına iktidara gelirken muhafazakâr kesimden kopmuş bir Anavatan Partisi, üstelik üye sayısı oldukça fazla olan bir dini cemaatin desteğine rağmen %5 oy alarak aktif siyasetten çekilmiştir (Akın, 2018: 122).
Özal Dönemi demokratikleşme süreci, insan hakları ve Avrupa Birliği serüvenine gelirsek; 1980 askeri darbesi sonrası 1983 genel seçimleriyle Anavatan Partisi galip oldu. Seçimler tam anlamıyla serbest olmasa da iktidarın el değiştirmesi demokrasiye geçiş olarak nitelendirilmiştir. Fakat sivil idareye geçiş, yeni rejimin demokratikliği ve insan hakları konusunda tartışmaların önüne geçememiştir. Seçimler, yeni siyasal partilerin kurucularına ve milletvekili adaylarına yönelik kısıtlamalarla gölgelenmiştir (s.209). MGK eski politikacılara yönelik siyasi faaliyette bulunma yasağı getirmiştir. Bunu yanında generaller yeni siyasi partilerin kurucu üyelerine ve milletvekillerini veto edebilme yetkisiyle donatılmış ve bu yetkiyi kullanmakta sakınca görmemişlerdir (s.209). SODEP ve DYP’nin seçime girmesi engellenmiş, generaller Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Halkı Parti’nin seçine girmesini desteklemişlerdir. ANAP ise bu dönemde kurulmuş ve aktif olacağı beklenmemiştir. Fakat ekonomi üzerinden geliştirilen söylemler, ANAP’ı seçimlerde iyi bir yere taşımıştır.
Askeri yönetim, Özal hükümeti kurulmadan evvel dört ay kadar sıkıyönetimi uzatmıştır. Dolayısıyla 1983’ün sonuna gelindiğinde ülke hala sıkıyönetimle yönetiliyor, askeri mahkemelerde toplu yargılamalar yapılıyor, hapishane koşulları ve işkence konusu hala tartışılıyordu. Şeklen sivil yönetime geçilmiş olsa da demokrasi ve insan hakları sorunları bitmemişti (s.210). MGK 13 Aralık 1983’te dağılmış ve resmi olarak sivil yönetime geçilmiştir. Bu gelişmeyle beraber Türkiye tekrar Batılı demokratik devletler arasına kabul edileceği beklentisine girmiştir. Fakat AB Türkiye ile ilişkilerini yeniden canlandırmak için Türkiye’nin insan hakları konusunu yeniden düzenlemesi şartı koşmuştur. 84’te yapılan seçimlerle beraber Türkiye- AB ilişkilerine olumlu yansıması beklenmiştir. Fakat Avrupa Komisyonu Türkiye’den ithal edilen tekstil ürünlerine ek kota uygulamasına devam ederek bu durumdan etkilenmediğini göstermiştir. Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin demokratik anlayıştan uzak olduğunu, insan haklarına gereken önemi vermediğini ve ilişkilerinin buna göre şekilleneceğini sık sık dile getirmiştir. 1985’lerin sonuna geldiğimizde Balfe Raporu’nde Türkiye’de insan hakları uygulamalarının halen temel standartlardan dahi uzak olduğunu belirtmiş ve işkenceyi, idam cezasını, eski politikacılar ve sendikalar üzerindeki kısıtlamaları, toplu mahkemeleri ve Kürtler üzerindeki baskıyı kınamıştır. Bunun yanında AİHM’ e bireysel başvuru hakkını tanımaya çağırmıştır.
Türkiye’nin birlikle ilişkilerini iyileştiren bir takım gelişmeler de yaşanmıştır bu dönemde. SODEP, DYP gibi parlamento dışında kalan muhalefet partiler TBMM’de yeniden temsil edilerek meclisin meşruluğunu kısmen sağlamıştır. Bunun yanında politika yasağı olan siyasi liderlerin yasağı kaldırılmış, kısmi afla DİSK ve Barış Derneği davası sanıkları serbest bırakılmış ve ölüm cezaları durdurulmuştur. Bu gelişmelere karşın 1986’da Otraklık Konsey toplantısında Yunanistan’ın ısrarla karşı çıkışı ve diğer ülkelerin bu duruma tepkisiz kalması Türkiye için rahatsız edici bir hal almıştır. Bunun üzerine Türkiye resmi başvuruda bulunmaya karar vermiştir. Başvuru öncesinde hükümet Türk vatandaşlarına AİHM’e bireysel başvuru hakkı tanımıştır. 1987’de Türkiye’nin başvurmasıyla beraber birliğin etki alanına girmiş olmuş ve Avrupa kamuoyu Türkiye’nin iç işlerine müdahale hakkı bulmuştur kendinde. Tam üyelik başvurusu ise bu müdahaleleri meşru hale getirmiştir.
Türkiye AB’ye girmeyi Batılılaşmanın nihai sonu olarak görülürken, Avrupa’dan gelen eleştiriler taleplere uyumu da gerektirmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin Batıyla bağlarını koruma gayesi AB’nin Türk siyaseti üzerindeki etkisinin ana eksenini oluşturmuştur. Batı usulü demokrasi işler hale gelmeden, insan hakları etkili bir şekilde korunmadan AB’ye üyeliğin söz konusu olmayacağını gören Özal, siyasal sistemin liberalleşmesi yönünde önemli adımlar atmıştır ( s.222).
Sonuç olarak eser, Turgut Özal döneminin siyasi ve ekonomik açılardan anali¬zinin yanı sıra, anekdot ve anılarla dönemin zihniyet dönüşümünü de ortaya koymaktadır. Bu açıdan literatüre önemli bir katkı sunmaktadır. Dolayısıyla resmi verilerle desteklene¬rek objektif bir perspektif sunması ve akıcı bir dille kaleme alınması bu kitabı, okuyucular için gözden kaçırılmaması gereken bir başucu eser kılmaktadır.
KAYNAKÇA
- AKIN, Mahmut (2018), “Turgut Özal ve Anavatan Partisi Muhafazakarlığı”, Muhafazakar Düşünce, Sayı: 55, Ankara, s. 121-139.
- BARLAS, Mehmet, 2001, Turgut Özal’ın Anıları, İstanbul: Birey Yayıncılık.