Paradigma, taklit edilebilecek ya da izlenebilecek bir örnek veya modeli ifade eder. Cambridge Sözlüğü’nde de paradigma “belirli bir konunun belirli bir zamanda nasıl anlaşıldığını açıklayan bir dizi teori” anlamına gelmektedir. Paradigmalar ülkelerin, kurumların, toplulukların hangi meseleye nasıl yaklaşması gerektiğini de belirlemekte, başta eğitim ve hukuk olmak üzere tüm yapıları doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla en küçük oluşumlardan en kalabalık milletlere kadar her topluluğun kendine özgü paradigması olduğu söylenebilir.
Bir felsefeci ve bilim tarihçisi olan Kuhn, paradigmanın anlamını, terimin teknik bir kullanımına ve oradan da oldukça geniş kapsamlı olan bir dizi sosyolojik bağlama taşımıştır. Kuhn’a göre paradigma, bilim adamları tarafından kabul görmüş inançlar bütünü veya problemlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda hemfikir olunan gelenekler anlamına gelmektedir (Marshall, 2005: 574).
Başlıklar
Paradigma Örnekleri Nelerdir?
Paradigma örnekleri madde madde verilmiştir;
- Batlamyus’un Yer Merkezli Evren Modeli (dünya merkezde)
- Kopernik’in Güneş Merkezli Astronomisi (güneş merkezde)
- Galileo’nun Mekaniği
- Einstein’un İzafiyet Teorisi
- Charles Darwin’in Evrim Teorisi
- Kuantum Mekaniği
- Newton’un Kütle Çekimi Teorisi
- John Dalton’un Atom Teorisi
Sosyolojide Paradigma Nedir?
Sosyolojinin kuruluş aşamasında, özellikle A.Comte ve Durkheim döneminde, yöntem olarak o dönemin hâkim paradigması olan pozitivist bir bakış açısı benimsenmiştir. Pozitivizm, Aydınlanma geleneğinin bir parçasıdır. Burada bilim ve olgular ön plandayken; metafizik, inanç ve vahiy ikincil plana atılmıştır. 17. yy. bilimsel devrimiyle değişen bilim anlayışı, sosyal olguların da tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi kesin ve evrensel yasalarla açıklanabileceği fikrinin benimsenmesine yol açmıştır. Dolayısıyla sosyolojinin kurucu babaları da bu zihniyet değişiminden etkilenerek, sosyolojiyi, pozitivist felsefe geleneğine dayandırmaya çalışmışlardır. Daha sonraları bu bakış açısına eleştiri getiren Wilhelm Dilthey ve Max Weber, tarihsel ve toplumsal gerçekleri açıklamada bu bakış açısının yetersiz kalacağını, sosyal bilimlerde doğa bilimlerinde olduğu gibi evrensel/genel geçer/nesnel yasalara ulaşılamayacağını söylemiş ve yorumlayıcı sosyal bilim paradigmasına geçilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Dolayısıyla bu yöntem farklılığı, sosyolojide pozitivizm ve hermeneutik ikiliğine yol açmıştır. “Özne-nesne”, “nitel-nicel”, “teori-pratik”, “birey-toplum” gibi dikotomiler de pozitivizm ve hermeneutik ayrımına dayanmaktadır.
Thomas Kuhn ve Bilimsel Devrimlerin Yapısı
Felsefeci, sosyolog ve aslen bir fizikçi olan Kuhn, paradigma kavramını ilk kullanan kişidir. Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında paradigma kavramına dayalı olarak bilimi ve bilim adamı gibi kavramları yeniden tanımlamış ve klasik bilim anlayışına eleştiriler getirmiştir.
Paradigma kavramı, belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı sorgulamak ve doğada bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da örtülü bütün inançları, kuralları, değerleri ve kavramsal/deneysel araçları kapsar. Başlangıçta çok güçsüz, olağan ve sıradan durabilen paradigmalar, zaman içerisinde büyür, gelişir ve kesinlik kazanır. Kuhn, bir paradigmaya kavuşan bilim dallarının biraz dogmatik bir yapıya sahip olduklarını ve kendi bilim yapma yöntemleri dışındaki bilgilere kapalı olduklarını ileri sürer. Ona göre yeniliklerin ortaya çıkması ise, bilimi yönlendiren paradigmayı doğada elde edilen gözlemlere ve olgulara uydurmakta karşılaşılan aykırılıklar sayesinde olmaktadır. Uzun süren aykırılıklar belli bir paradigmada bunalımlar yaratır ve bu bunalımdan kurtulmak için ileri sürülen farklı yaklaşımlar yeni bir paradigmanın yerleşmesine neden olur. Elbette bu değişikliğin gerçekleşmesi için, son tahlilde bilim yapan kişilerin inançlarını değiştirerek yeni bir paradigmaya bağlılık duymaları gerekir. İşte bu süreç, büyük mücadeleler ve tartışmalarla mümkün olabilen, özde devrimci bir süreçtir ve bu süreç Kuhn tarafından Bilimsel devrimler olarak adlandırılır. Bilimin ilerlemesi, işte bu bilimsel devrimlere bağlıdır. Çünkü hiçbir paradigma, ele aldığı sorunların hepsini çözemez ve karşı-örnekler, her paradigmanın en temel saydığı problem çözümlerini ayakta tutmak için birer bulmaca odağı oluşturur. Bu anlamda bilim, bir bulmaca çözme faaliyetidir ve bilimin evrenselliğinden söz edilemez. Çünkü bilim tarihine bakıldığında bir paradigmanın, yerini başka bir paradigmaya bıraktığı görülmektedir. (Kuhn, 2021).
Kuhn, bilimin bu gelişiminin üç evrede gerçekleştiğini söyler (Slattery, 2008: 327-328):
- Paradigma-öncesi Evre: Genel bir konsensüsün olmadığı, uygun araştırma metodolojisi ve çözülmesi gereken problem tipleri konusunda birçok rakip teorinin yer aldığı bir durum.
- Normal Bilim: Özel bir bilimsel topluluğun belirli bir paradigma üzerinde birleştiği, bu paradigmanın başarılarını ve araştırma konusundaki rehberliğini kabul ettiği olgun evredir. Genel amaç, yenilikler yapmaktan ziyade bulmacayı tamamlamak ve düşmanı yenmektir.
- Paradigma Devrimi: egemen paradigma zamanla oluşan sorunlara çözüm üretemez hale gelir ve burada bir kriz durumu oluşur. Ardından yeni bir paradigma ve çözülecek yeni bir bulmaca oluşturma konusunda adımlar atılır. Bu devrimci evrede disiplin gelenekçiler ve radikaller arasında bölünme eğilimi gösterir ve bir güç ve ittifaklar savaşı gelişir.
Kriz dönemi, Kuhn’a göre klasik bilim düşüncesinin anlaması gereken bir olayı açığa çıkarır: bilim, paradigmatik kırılmalarla ilerler; dolayısıyla krizlerle ilerler.
Kaynakça
- Kuhn, T. (2021). Bilimsel Devrimlerin Yapısı. Çev., N. Kuyaş, Kırmızı Yayınları.
- Marshall, G. (2005). Sosyoloji Sözlüğü. Çev., O. Akınhay ve De. Kömürcü, Bilim ve MarsSanat.
- Slattery, M. (2008). Sosyolojide Temel Fikirler. Çev., Ö. Balkız ve G. Demiriz, Sentez Yayıncılık.