Pierre Bourdieu’nun Alan ve Habitus Kavramı Üzerine

Bourdieu, Althusser’in ideolojik aygıtları özerk olarak düşünmememiz gerektiği üzerine yaptığı vurguya karşı çıkar. Ona göre bu ideolojik aygıtların kendilerine has kuralları, ödülleri vardır. Her bir ideolojik aygıt birbirlerinden tarihsellikleriyle, kuralları veya ödülleriyle ayrılırlar ki zaten Bourdieu’ya göre bu ideolojik aygıtlar, aygıt değil ‘oyun alanları’dır.

Pierre Bourdieu’nun Alan ve Habitus Kavramı Üzerine
0

LOUIS ALTHUSSER- DEVLETİN İDEOLOJİK VE BASKI AYGITLARI

Pierre Bourdieu’dan bahsetmeden önce Louis Althusser’in ‘devletin ideolojik ve baskı aygıtları’ kavramlarına değinmek yerinde olacaktır. Althusser’e göre devlet iki türlü aygıtla çalışır. Devletin baskı aygıtları, adından da anlaşılacağı üzere vatandaş veya birey üzerinde baskı kuran ya da baskı kurması beklenen aygıtlardır. Buna polis, mahkeme, askeri ordu örnek olarak verilebilir. Devletin ideolojik aygıtlarına ise eğitim, aile veya sendika gibi örnekler verilebilir. Bu aygıtlar var olmalıdır çünkü bir devlet sadece baskıyla yönetilemez. Diğer taraftan rıza üretebilmesi gerekir ki devlete bir bağlılık söz konusu olabilsin. Bu rıza insanların çabaları sonucu oluşmaktan ziyade daha çok ideolojik aygıtların sürekli çalışmasıyla birlikte meydana gelir. Althusser devletin ideolojik aygıtlarının kendi özgürlükleri olabileceğini düşünmez. Ona göre bu ideolojik aygıtlar bütünle ilişki içerisindedir ve bütünden ayrı olarak onları kavramaya çalışmak doğru değildir. “Her bir devletin ideolojik aygıtlarını oluşturan muhtelif kurumlar bir ‘sistem’ oluştururlar. Bu nedenle, devletin ideolojik aygıtları içindeki bileşenleri birer özerk öğe olarak değil de parçası oldukları bütünlükle ilişkilendirerek anlamak gerekir” (Althusser, 1995’ten aktaran: Subaşı, 2021). 

OYUN ALANLARI  VE ILLUSIO

Bourdieu, Althusser’in ideolojik aygıtları özerk olarak düşünmememiz gerektiği üzerine yaptığı vurguya karşı çıkar. Ona göre bu ideolojik aygıtların kendilerine has kuralları, ödülleri vardır. Her bir ideolojik aygıt birbirlerinden tarihsellikleriyle, kuralları veya ödülleriyle ayrılırlar ki zaten Bourdieu’ya göre bu ideolojik aygıtlar, aygıt değil ‘oyun alanları’dır. Bourdieu’ya göre, bu kurulmuş düzen bir oyun alanıyken bizler ise bu oyunu büyük bir ciddiyetle oynayan aktörleriz fakat burada üzerinde durmamız gereken bir ayrıntı söz konusudur. Bizler tek bir oyunun aktörleri değiliz. Özellikle modern dünyanın da etkisiyle beraber birçok role bürünürüz. Örneğin kendimden yola çıkarsam ben öğrenci, sevgili, dost ve kardeşim. Yani bulunduğum alana göre sahip olduğum rol değişiyor. Bourdie, oyunun kurallarına da dikkat çeker. Her oyunun kuralları olduğunu söyler. Bu Bourdie sosyolojisinin nesnel tarafıdır fakat bir oyun sadece kurallar yığınından da ibaret değildir. Burada bir kavram ortaya atar; ‘oyun duyusu’. “Burada insanın kendisini kandırmasıyla ilgili bir mesele vardır. Biz kendimizi aldatırız, kendimize yalanlar söyleriz. Kendimizi inşaa ederiz, unuturuz çünkü unutmazsak devam edemeyiz” (Öğütle, 2021). Bizler oyun alanlarımızda unutmak istediğimiz birçok kötü olayla karşı karşıya kalırız. Örneğin, aileden bir yakınımızı kaybederiz ve bu yıkımı hiç unutmadan oyuna devam edebilmek mümkün değildir. Oyuna devam edebilmek için unutmamız gerekir. “Oyun, ancak oyuncular oyunda olduklarını unuttukları zaman oyun olarak varlığını devam ettirebilir” (Bourdieu’dan aktaran: Öğütle, 2021).  Kendimizi bu oyuna kaptırmamız gerekir. Burada yeni bir kavram işlenir; ‘illusio’[1]. Bizim illusio içerisinde yani yanılsama içerisinde kendimizi oyuna kaptırmamız söz konusudur. Bu kaptırma durumu ‘çekim’le[2] yaşanır. Oyun oyuncuyu kendine çeker ve böylece oyuncunun, oyunun büyüsüne kapılabilmesini sağlar. Burada dikkate değer bir durumun altını çizmek gerekiyor. Bourdieu bizi rasyonel varlık olarak ele almıyor. Bizi, oyun oynarken oyun oynadığımızı unutan varlıklar olarak ele alıyor. Alan etkisi denilen şey de tam olarak budur. “O balıklar ki denizin içindedir, denizi bilmezler” (Hayali’den aktaran: Öğütle,2021). Balıklar denizin içerisinde yaşar. Balıkların oyun alanı denizdir fakat balıklar denizde yaşadıklarından bihaberdir. Balığı bir insan, denizi ise oyun alanı olarak düşünürsek eğer alan etkisinin ne demek olduğunu anlamamız daha da kolaylaşır.

DOXA KAVRAMI ÜZERİNE

Kendimizi oyuna kaptırmamız dışında değinmemiz gereken bir diğer husus da ‘bahisler’dir. Bir oyun alanı içerisindeysek o halde bir bahisten de bahsedebilmek mümkündür. Oyunlar inanç meselesidir. İnanmayı gerektirir. Tiyatro oyuncusunu düşünün. Bir tiyatro oyuncusu oyuna kendini kaptırabilmek için oyunu ve rolünü özümsemesi ve rolünün inandırıcılığına inanması gerekir ki o oyunu sahnede oynayabilsin. Eğer oyuna olan bir inancı olmazsa enerjisini ve zamanını o oyuna harcamaya değer bulmaz. Bu bizler için de geçerlidir. Diyelim ki ben bir öğrenciyim. Öğrenci olmamın yani bu oyun alanında çaba harcıyor olmamın sebebi inançtır. Mezun olduğumda kayda değer bir şeyler yapabilecek olmamın inancı. Bu inanca sahip olmasaydım öğrenci olmayı istemeyebilirdim. Bourdieu bu inanca ‘doxa’ adını veriyor. Türkçe karşılığı sabit fikir veya kanaatler olan bu doxa kavramı bize kendisini bir şekilde kabul ettirmiştir. Sorgulamadığımız fikirlerdir çünkü her zaman öyle yapılmıştır. Yani düzenin bir parçası olmuş olan sayıltılara doxa adını veriyor Bourdieu. Bourdieu’ya göre her alanın kendi doxası vardır. “Doxa kavramı toplumdaki hakim görüş, mutlak gerçekliktir ancak söylenilmeye bile gerek olmayandır. Yani sembolik sermaye sahiplerinin egemenliğinin sadece bir ilkesidir. P. Bourdieu için doxa, egemenin bakış açısına, hakim olanın görüşüne işaret eder. Bu görüş kendisini evrensel bir ‘görüş’ olarak sunar ve tabii olanlara kendisini devamlı bir biçimde empoze etmeye çalışır” (Palabıyık, 2011:135). Her alanın kendi doxası olduğunu ifade etmiştik. Buradan yola çıkarak bilimin bile kendi doxasına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Biz oyun alanlarımızda büyük bir ciddiyetle ve bağlılıkla oyunlara uyum sağlarız. Bunu yapmamızın en önemli etkeni ‘ödüller’dir. Ödülü istemek bizi oyuna bağlar. Konuyu anlamaya çalışırken aklıma gelen bir örneği burada da dile getirmek istiyorum. Örneğin, insanların dini değerlere bu kadar bağlı olmasının ve dini gerekleri yerine getirmek için çaba sarfetmesinin altında yatan en büyük etken ‘cennet’e yani bir ödülün varlığına inanıyor olmalarıdır. Bourdieu bir oyunu oynamamız için ayrıca ‘yeterince adil’ olduğuna inanmamız gerektiğini ifade eder. Mutlak adillikten değil yeterince adillikten bahsediyorum. Mutlaklıktan söz edebilmek mümkün değildir çünkü mutlak adil olabilecek bir dünya düzenine sahip değiliz. Bizler sadece bu dünyanın yeterince adil olabileceğine olan inancımızı koruyabiliriz. Ben bir işte çalışıyorum ve ileride terfi/maaş ile ödüllendirileceğime inanıyorum. Buna inanmazsam yani oyun alanının yeterince adil olmadığını düşünürsem bu oyunu oynamam.

HABİTUS KAVRAMI ÜZERİNE

Bourdie’nun ‘habitus’ kavramına değinmek yerinde olacaktır. Bourdieu burada bireyin veya aktörün her davranışının rasyonel olamayacağını dile getirir. Birey oyun alanındaki her davranışı bilinçli olarak yapmaz. Yani her davranışı zekasını kullanarak veya alışkanlıklarını kullanarak sergilemez. Aktör bazı durumlarda doğaçlama eğilimi gösterir. Sezgilerini kullanır. Bunu anlatabilmek için habitus kavramını kullanır Bourdieu. “Bourdieu; alandaki aktörlerin hareketlerini etkileyen şeylerin sadece bireysel mantık ya da akli değerlendirmeler olmadığını 

iddia etmektedir. Bununla birlikte toplumsal inanışların, toplumsal zevk ve beğenilerin, bireyin tarihsel süreçte edindiği bilinç dışı zihinsel alışkanlıkların da bireyin habitusunun oluşmasında etkili olduğunu vurgulamaktadır”(Dursun,2018). 

SONUÇ

Buraya kadar anlattıklarımızı özetleyecek olursak; Bourdieu illusionun oluşması için habitusun önemli bir yer tuttuğunu ifade eder ve illusioyu sergilemek için gereken tek şeyin de zeka veya bireysel alışkanlık olmadığının altını çizer. Burada Bourdie’nun ‘pratik ustalık’ dediği kavram devreye girer. Pratik ustalık denilen şey zaman içerisinde ve oyun alanında edinilir. Bu hususta birtakım şemalar oluşturulur. Aktör benzer durumla tekrar karşı karşıya kalınırsa kullanabileceği şemalar inşaa eder. Bourdie’ye göre insan bedeni çok şey anlatır. İyi bir gözle bakar ve görürsek insanın bedeninden sınıfını, psikolojik veya fiziksel şiddet görüp görmediğini vs. anlayabiliriz çünkü “Bireyin bir hareketi sergilerken kendi sınıfsal durumu ve geçmişi etkili olmaktadır” (Aydın,2014:16).  Zengin ve fakir olan iki aileyi ele alalım ve onları lüks bir restauranta götürdüğümüzü varsayalım. Zengin aile o tür mekanlara alışık olduğu için nasıl oturup kalkmasını bilir, çatal bıçak kullanımına hakimdir. Yani adab-ı muaşeretten haberdardır. Konuşması yani diksiyonunda dahi diğerine oranla bir düzgünlük vardır. Fakir bir ailenin o tür mekanda daha önce bulunmuş olma ihtimali oldukça düşüktür. Öyle bir mekanda nasıl oturup kalkacağını bilemez ve her şeyden önce heyecanlanır, gerilir ve belki de üst sınıfa derin bir hayranlık besler. Bu tür bir örnekten sonra değinmemiz gereken bir şiddet türü vardır. Bu şiddet türüne ‘simgesel şiddet’ denilmektedir. “Simgesel şiddet; iktidar olan grupların veya sınıfların düşünme, konuşma, davranma ve benzeri yollarla toplumsal yapıda daha az avantajlı olanlara uyguladığı şiddet türüdür”(Aydın,2014:54). Simgesel şiddet oyun alanlarının her birine nüfuz etmiştir ama ne uygulayan ne de uygulananın bundan çoğu kez haberi yoktur. Toplumun günlük akışına yerleşen bu şiddet türü doğallaştırıldığı için varlığını dikkat çekmeden sürdürebilmektedir. Yukarıdaki örnekteki gibi alt sınıftaki aktör üst sınıftaki aktöre özendiği anda veya üst sınıftaki aktörün tavırlarındaki değişiklikte bu şiddet türü de devreye girmektedir. Günümüzde simgesel şiddetin en çok üretildiği ve doğallaştırıldığı yerler arasında televizyon ve medyayı sayabiliriz. Öğütle (2021)’in verdiği bir örnekten yola çıkarak konuyu derinleştirirsek bizler uzun boyun bir avantaj olduğunu bilerek büyütüldük. Bir insan diğerinden mevki olarak üstte olsa dahi boyu diğerine göre kısaysa uzun olan iki büklüm olma davranışı sergiler. Bireyin karşı tarafın yanında eğilme hareketini sergilemesi bir nevi karşı taraftan üstün olduğunu varsaydığı bir durumu yok etmeye çalışma eğilimidir ki bunun tam tersi de söz konusu olabilir birey uzun boyun avantajlığına inanarak daha dik duruş sergileyip ondan üstün olduğunun altını çizer. Aktör bunu çoğunlukla istemeden yapar çünkü bu uzun boyun bir avantaj olduğu düşüncesi meşrulaştırılmıştır ki zaten doxa dediğimiz şeyler de meşrulaştırılmalardan oluşur. Bu meşrulaştırmalar örneğin toplumdaki cinsiyete göre roller dağılımı bizi rahatsız ediyor olsa da oyun alanından ayrılmak istemeyiz çünkü bunları göz ardı edebilirsek oyunun sonunda ulaşacağımız, arzuladığımız bir ödül var. Biz aktörlerin bu oyun alanları içerisinde pasif olarak yer aldığımızı düşünmez Bourdieu. Ona göre bizler aktif olarak oyun alanlarında yer alırız. Başından beri söylüyoruz ki bir oyunu oynamak için inancımızın olması gerekiyor. Eğer olmazsa o oyunu oynamayız. Bu hususta diyebiliriz ki, oyunun, oyun alanının varlığı inanan insanların varlığına bağlı olduğu için aktörlerin pasif varlıklar olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Habitusa burada tekrar geri dönmek istiyorum. Bourdieu, habitusun farklı bir tanımını daha verir. Ona göre “…habitus içselleştirilmiş yatkınlıklar ve bir dizi yapılaştırma ilkesi olarak pratik bağlamında merkezi bir belirleyicidir”(Palabıyık, 2011:129). Demek istiyorum ki, habitus bir yatkınlıklar sistemidir aslında. Oyun alanında yer alan aktörlerin sadece rasyonel varlıklar değil aynı zamanda bedeni ve yatkınlarıyla da alanda yer alırlar. Alanların ve habitusun arasında bir ontolojik ilişki vardır. Öğütle’nin deyimiyle bir suç ortaklığı vardır. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi varsayamayız çünkü ikisi arasındaki ilişkiden doğan veriler apriori değildir. Alan konusuna değinmişken bahsedeceğimiz diğer kavrama da burada değinmek yerinde olacaktır; ‘Sermaye’. Alanlarda Bourdieu’ya göre sermaye biriktirilir.  Sermayeye ulaşıp ulaşamama durumuyla paralel olarak toplumda hiyerarşi meydana gelir. Bu hususta diyebilirim ki, sermayeler aslında sosyal ayrımın adeta bir turnosoludur. Bourdieu sermayeyi üçe ayırır; ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye. Bu üç farklı sermaye aslında birbirleriyle sürekli yakından bir ilişki içerisindedir. Aralarında bir ilişki söz konusudur. “Anında ve doğrudan paraya çevrilebilir ve mülkiyet hakları biçiminde 

kurumsallaştırılabilir olan ekonomik sermaye; belirli şartlar içinde ekonomi sermayeye çevrilebilir olan ve eğitim vasıfları biçimlerinde kurumsallaştırılabilir olan kültürel sermaye; ve son olarak toplumsal yükümlülüklerden oluşan, belirli şartlar içinde ekonomik sermayeye çevrilebilir ve bir soyluluk unvanı gibi biçimlerde kurumsallaştırılabilir olan sosyal sermaye” (Bourdieu, 2010’dan aktaran: Yarcı,2011: 131).

Biz aktörler olarak oyun alanında birtakım davranışlar içerisinde bulunuruz. Bir amaç doğrultusunda bir eylemde bulunuruz ama sonuçlar tahmin ettiğimiz gibi olmayabilir yani istediğimiz sonucu alamayabiliriz. Sosyoloji de zaten burada devreye giriyor. Her şeyin planlandığı gibi gittiği bir düzenden bahsedebilseydik sosyolojiden bahsetmek pek mümkün olmazdı. “Sosyoloji, niyet edilmemiş insan eylemlerinin niyet edilmemiş sonuçlarıyla ilgilenir”(Weber’den aktaran: Öğütle, 2021). Bizim toplumsal olgu dediğimiz şey de tam olarak budur. Bourdieu’ya göre hem alanların gerçekliğinden söz edebiliriz hem de bireyin zihninde kurduğu zihinsel bir inşaa olduğundan söz edebiliriz.? Bourdieu okurken ve saha araştırmasındayken tercih yapmamız gereken konulardan biridir bu. Durkheim mı yoksa Weber mi?  Bourdieu okurken ve anlamaya çalışırken Bourdieu’nun hangi tarafında yer alacağız? Bu bana göre yapılan araştırmaya ve gidilen oyun alanına göre değişiklik gösteren ve hatta değişiklik göstermesi beklenen bir durumdur. Bourdieu’nun iki tarafını da yani Durkheim ve Weber’i de yanlışlayabilmek mümkün değildir.

[1] İllüzyon kelimesinin köküdür. İllusio kelimesinde lodus kökü vardır. Bu kök oyun anlamına gelmektedir. Yanılsama dediğimiz şey aslında bizim oynadığımız oyunlarla bağlantılıdır.

[2] Bourdie oyun veya toplumsal alanı manyetik alana benzetir. Ona göre toplumsal alanların bir çekim gücü vardır.

KAYNAKÇA

  • Aydın, Özgür. (2014). Pierre Bourdieu Düşünümselliğinde Devlet ve Simgesel Şiddet (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Akdeniz Üniversitesi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Antalya.
  • DURSUN, O., (2018). “Toplumu Pierre Bourdieu İle Düşünmek”, Yeditepe Üniversitesi Global Media Journal – TR Edition , Cilt: 8, sayı:16.
  • Öğütle, Vefa (2021). “PİERRE BOURDİEU VE ALAN-HABİTUS İLİŞKİSİ”, https://youtu.be/3X1Pglx_j9U?si=1SIVL6NCgq0GKs9i (Erişim Tarihi: 04.02.2024).
  • Palabıyık, A., (2011). “Pierre Bourdieu Sosyolojisinde ‘Habitus’, ‘Sermaye’ ve ‘Alan’ Üzerine”, Liberal Düşünce, 16(61-62), 121-141.
  • Subaşı, Erol. (2021). “Louis Althusser: İdeoloji, Devlet Aygıtları ve Eleştirisi”, Alternatif Politika, Cilt: 13, Sayı: 1.
  • Yarcı, Selman. (2011). “Pierre Bourdieu’da Sosyal Sermaye Kavramı”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt:6, Sayı:1.

SOSYOLOG- AİLE DANIŞMANI- EVLİLİK/ İLİŞKİ KOÇU

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir