Polislik Mesleğinin Değişen Türk Toplumsal Yapısı İçerisindeki Dönüşümü

Polislik Mesleğinin Değişen Türk Toplumsal Yapısı İçerisindeki Dönüşümü
polislik tarihcesi 1
0

Öz

Bu araştırma, 2018 yılında, değişen toplumsal yapıyla birlikte dönüşen birçok meslekten biri olan polislik mesleğinin dönüşümünü incelemek amacıyla, 5 polis memurundan alınan bilgiler ışığında gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veriler yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak toplanmıştır.

GİRİŞ

  İlk insanlar kendi kendilerine yeterli olmak zorunda idiler. Doğaya ve hemcinslerinden olanlara yenik düşenler yok olmaya mahkumdular. Birlikte yaşamaya karar verdikleri zaman, işbölümü, uzmanlaşma ve meslekler ortaya çıkmıştır. Güvenliğin temel ihtiyaçlardan biri olması nedeniyle bu mesleklere güvenlik teşkilatları da eklenmiştir ve o günlerden bu günlere ismi ne olursa olsun birileri hep güvenliği sağlamıştır (Sevindik’ten aktaran Öztürk, 2007).  Polis deyimi çeşitli evrelerden geçmiş, kökeni Yunanca ve Latince’ den gelen bir kelimedir. Yunanca Politeia, Latince Politia kelimelerinden türemiştir. Başlangıçta site ve şehirleri, şehirlerdeki Devlet ve Hükümet faaliyetlerini ve yönetimini ifade etmekteydi. Bu anlamda polis deyimi, sitenin tüm kamu hizmetlerinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Polis deyimi bugün, çeşitli sözlüklerde; kent içinde kamu düzenini, huzur ve güvenliği sağlayan örgüt, kolluk, zabıta, şehirde güvenliği sağlamakla görevli kişiler anlamında kullanılmaktadır (Yılmaz’dan aktaran Öztürk, 2007).

Türk Polis Teşkilatı’nın Tarihçesi

    Tarihi çok eski olan Türk Toplumu’nun güvenlik hizmetlerinin de çok eski geçmişi bulunmaktadır. Bu nedenle Türk Polis Teşkilatı’nın tarihi, Türk Toplumunun tarihine göre; Eski Türklerde, Osmanlılarda ve Cumhuriyet döneminde olmak üzere 3 dönemde incelenmiştir.

Eski Türklerde Polis

    Eski Türklerde kamunun düzen ve güvenliği subaşılar tarafından sağlanmıştır. Subaşı tabirinin bütün Türk lehçelerinde ordu, asker anlamında kullanılan “Su” kelimesinden geldiği anlaşılmaktadır. İlk bakışta ordunun başı, başkomutan olduğu düşünülen subaşının aslında belirli bir bölgenin asayişini sağlayan kuvvettin başı olduğu düşünülmektedir. Zira Eski Türklerde ordunun başında başkomutan olarak daima devletin başında bulanan hakan veya ailesine mensup birisinin olduğu hatırlanacak olursa bu kanaatin doğru olduğu ortaya çıkacaktır,  subaşının ilk zabıta amiri olduğunu söylemek mümkündür (Yılmaz, 1997). Ancak Türk Devleti’nin topraklarının büyümesiyle birlikte subaşılarının görev alanlarının daraldığı ve bir vilayetin mülki ve idari amiri oldukları görülmektedir. Bilinen en eski subaşı 8. asra ait Tonyukuk Kitabesi’nde ismi geçen İnalkağan’dır (Öztürk, 2007).

    Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden itibaren, bugünkü ifadeyle, hakim, savcı ve belediye başkanı sıfatlarını belli bir ölçüde kişiliklerinde toplayan kadılar asayiş hizmetlerinde görülmektedir. Kadılar aynı zamanda zabıta amirliği görevlerini de yapmıştırlar. Kadının bu görevine yardım eden ve asayişi sağlamak için emrinde şurta adı verilen görevliler bulunmaktadır. Şurta kelimesi, gece şehri dolaşan bekçi manasına gelmektedir.

    Devlet teşkilatının büyümesiyle birlikte önceleri bekçi vazifesi gören şurtaların öneminin arttığı ve Emeviler döneminde, bugünkü Emniyet Müdürü’nün yetkilerinden daha fazlasına sahip  “sahibi Şurta”  adı verilen görevlilerin bulunduğu görülmektedir. Sahibi şurtalar, kadılara vekalet ettikleri gibi, kadılar tarafından çıkartılan hükümlerin yerine getirilmesinde hükümetin icra vasıtası görevini de yüklenmişlerdir. Sahibi şurtalara sonraları vali unvanının da verildiği görülmüştür. Özetle, Eski Türklerde Polis Teşkilatı’nın askeri teşkilat içerisinde oluştuğu ve askeri özellikler gösterdiği söylenebilir (Yılmaz’dan aktaran Öztürk, 1997).

    Dünya tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olan Osmanlı Türkleri tıpkı diğer aşiretler gibi Orta Asya’dan Anadolu ya gelmiş, Oğuzlar’ın Kayı boyundandırlar. Polis Teşkilatı, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşundan, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar geçen süre içerisinde, imparatorluğun kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve yıkılış dönemlerinde meydana gelen şartlar nedeniyle çok değişiklikler göstermiştir. Bu nedenle Osmanlı’lar dönemindeki Polis Teşkilatı’nın (Zabıta Teşkilatını) kuruluş ve hizmetlerini,

  1. a) Kuruluşundan İstanbul’un Fethine Kadar Olan Dönem (1299–1453)
  2. b) Yeniçeri Dönemi (1453–1826)
  3. c) Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılmasından Sonraki Dönem (1826–1846)
  4. d) Zaptiye Devri (1846–1879)
  5. e) Zaptiye Nezareti Dönemi (1879–1909)
  6. f) Meşrutiyet Dönemi (1909–1923) başlıkları altında altı döneme ayırarak incelenmiştir.

Kuruluşundan İstanbul’un Fethine Kadar Olan Dönem (1299–1453)

Osmanlı Devleti’nin başında mutlak hakim olan padişah, ülkede kamu düzen ve güvenliğini sağlama işlerini devlet ricali ve halk karşısında kendilerini temsil eden sadrazamlar vasıtası ile yürütmüşlerdir. Bu nedenle sadrazamlar, bütün polis teşkilatının en yüksek amiri olmuştur. Sadrazamın emrinde “Tebdil-i Cuhadar”lar adıyla anılan sivil ve istihbarat toplayan özel memurlar bulunmuştur. Zabıta hizmetlerinin gelişmesiyle sadrazamın yanında yer alan subaşılar yanlarında, yasakçıları ve gece bekçiliği yapan asesleri ve bunların bağlı oldukları asesbaşılarla birlikte düzen ve güveni sağlamışlardır. Subaşı barış zamanında askerleri savaşa hazırlamak ve eğitmekle birlikte, kentin dirlik ve düzeninin sağlanmasından, savaş zamanında da yetiştirdikleri birliklere komuta etmekten sorumlu tutulmuşlardır. Bu dönemde başkent dışında, eyalet ve sancaklar şeklinde mülki taksimatı bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nda taşradaki güvenlik hizmetleri, eyaletlerin başında bulunan “Beyler Beyi”, sancakların başında bulunan “Sancak Beyi” emirlerindeki askerlerle (sipahilerle) kolluk hizmetlerini yerine getirmişlerdir (Yılmaz’dan aktaran Öztürk, 1997).

Yeniçeri Dönemi (1453–1826)

1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’a diğer bölgelerden büyük göçler olmuştur. Bu nedenle de İstanbul’un güvenlik hizmetlerine büyük önem verilmiştir.

Bu dönemde, Yeniçeri Teşkilatı’nın gelişerek, genişlemesi üzerine Osmanlı Devleti’nin başşehri olan İstanbul’un genel olarak güvenlik hizmetleri yeniçerilere verilmiştir. Subaşıların yerini yeniçerilerin başına getirilen “Yeniçeri Ağası” almıştır. Gerek taşrada, gerekse başkentte yeniçeri askerinin komutanı ve başkentin asayişini sağlamakla görevli olan yeniçeri ağaları sadrazamdan sonraki en büyük kolluk amiri durumuna gelmişlerdir. Yeniçeri ağaları yanlarında kendilerine bağlı olan falakacısıyla dolaşmışlardır. Yeniçeri döneminde İstanbul’un zabıta hizmetlerinden sorumlu kişiler bölgelere ve yaptıkları zabıta görevlerine göre değişik isimler almışlardır. Örneğin; suçluları izleme ve yakalama ile görevli olanlara (infaz hizmetlisi) Böcekcibaşı denilmiştir. Böcekcibaşı içerisinde istihbarat hizmetlerini yürüten gruba da “Çuhadar” denilmektedir. Gece zabıtasını idare etmekle görevli olanlara da Asesbaşı adı verilmiştir. Yeniçeriler içerisinden ayrılan ve bir Başkarakullukcu emrinde gece ve gündüz devriye çıkarak şehir içerisinde emniyet ve asayişi temin eden askerlere “Kullukçu ve Karakullukçu” denilirdi. Bunların toplu bulundukları yerler “Karakullukhane” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde, İstanbul’un Ayasofya, Ahırkapı taraflarının emniyet ve asayişinin sağlanmasından “Cebecibaşı” ve “Cebeciler”, Kasımpaşa ve Galata semtinden “Kaptanpaşa”, Tophane ile Beyoğlu taraflarından “Topcubaşı” ile “Topcular” Üsküdar, Eyüp, Kağıthane, Kadıköy ve boğazın iki yakasından “Bostancıbaşı” ve “bostancılar” sorumlu tutulmuşlardır. Bostancıbaşı aynı zamanda padişahın şahsını ve sarayın korunması görevini de üstlenmişlerdir.

    Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bu dönemde İstanbul’un zabıta görevini üstlenen hizmetliler çok çeşitlidir. Taşra teşkilatı da İstanbul’daki zabıta hizmetleri gibi çok çeşitlilik göstermektedir. Bu dönemdeki kolluk hizmetlerinin de genel olarak askeri teşkilatlar içerisinde yürütüldüğü görülmektedir. Bu dönemde dikkati çeken nokta, bugünkü karakol teşkilatına benzer kuruluşların meydana getirilerek önleyici zabıta hizmetlerinin yürütülmesine çalışıldığıdır (Yılmaz’dan aktaran Öztürk, 2007).

Yeniçeri Ocağının Kaldırılmasından Sonraki Dönem (1826–1846)

Yeniçeri Ocağının 1826 yılında kaldırılmasından sonra, İstanbul’da Asakiri Muntazama-i Hassa (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) isimli ve polisiye hizmetleri de yapmak üzere yeni bir Askeri teşkilat kurulmuş, Serasker denilen bu teşkilatın komutanı, iç güvenliğin sağlanmasına ait Yeniçeri Ağası’nın yetkilerine sahip olmuştur. Böylece Yeniçeriler ve Yeniçeri Ağası yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye ve Serasker geçmistir. 1826 yılında çıkarılan İhtisap Ağalığı Nizamnamesi ile, bir İhtisap Nezareti kurulmuş ve bu nezarette çalışanlar, kolgezmez ve güvenlik hizmetlerini yürütmekle görevlendirilmişlerdir. 1834 yılında, Anadolu ve Rumeli’nin bazı eyaletlerinde Asakir-i Redife adıyla bir askeri teşkilat kurulmuş ve bu teşkilatın Serasker denilen komutanı keza Yeniçeri Ağasının İç Güvenlik konusundaki yetkilerine sahip olmuştur. Bu dönemde, gerek başkent İstanbul’da ve kısımlarında, gerekse taşrada, polis hizmetleri birbirinden farklı örgütler, örneğin İstanbul’da İhtisap Nezareti ve eyaletlerde Sipahiler tarafından yürütülmüş, kuvvetlerin emir ve komutasında birlik ve bütünlük sağlanamamıştır. Bu karışıklık 1845 yılına kadar sürmüş, yurdun her tarafı için aynı yapıda ve fonksiyonel bir polis teşkilatı kurulamamıştır. (URL1)

Zaptiye Devri (1846–1879)

Daha önceki dönemlerde zabıta hizmetlerinin çeşitli adlardaki kuruluşlar tarafından yürütüldüğü, çok istenilmesine rağmen güvenlik hizmetlerinin tek elden bağımsız bir zabıta kuruluşu tarafından yürütülemediği, sürekli askeri kuvvetler içinde bulunan makamlar aracılığıyla yerine getirildiği açıklanmıştı.

Bu dönemde, 1846 yılında yayınlanan bir genelge ile zabıta hizmetlerinin tek elde toplanmasını ve askeri görevlerden ayrılmasını sağlamak amacıyla seraskerlikten bağımsız Zaptiye Müşiriyeti kurulmuştur. Zaptiye Müşiriyeti’nin,

  1. a) Divanı Zaptiye
  2. b) Meclisi Tahkik adlarıyla iki komisyonu mevcuttur. Divanı Zaptiye’nin bugünkü sulh ceza mahkemesinin görevini, Meclisi Tahkik’in ise sorgu hakimliği görevini üstlendiği anlaşılmaktadır.

Bu dönemde, İstanbul ve taşranın güvenlik hizmetleri zaptiye alayı şeklinde teşkilatlandırılmıştır. Her sancağın birer tabur zaptiye askeri mevcut olup, bunlar kazalara bölük düzeninde dağıtılmışlardır. Taburun komutanı Tabur Ağası, bölüğün komutanı da Bölük Ağasıdır. Vilayetteki taburların yöneticisi ise, Alay Beyi’dir. Zaptiye askerlerinin hizmet süreleri iki yıldır. Bu seneyi tamamlamadan ayrılmak yoktur. Zaptiye askerliğine en az 21, en çok 50 yaşına kadar olan istekli kişiler seçilmiştir. Bilahare bu uygulamadan vazgeçilerek muvazzaf erlerden kura ile tespit edilenler zaptiye askerliği yapmışlardır.

1869 yılından itibaren Zaptiye Teşkilatı’na, okuma yazma ve azınlık lisanlarını bilen kişiler teftiş memurları adıyla alınmaya başlanmış ise de, 1880 yılında bu uygulamaya son verilerek bunların yerine daha sonraları polis memurları alınmaya başlanmıştır.

Zaptiye Müşirliği’nin kurulmasından sonra askeri niteliğinden ayrılan zabıta görevi mülki makamların emrinde 30 yılı aşkın bir süre görev yapmıştır. Zaptiye Müşiriyeti, diğer başka görevlerinin yanı sıra zabıta hizmetlerinden tek başına sorumlu olan kuruluştur.

Zaptiye Müşiriyeti devresi içerisinde, o mana kadar birçok isimler taşıyan zabıta kuvvetleri basitleştirilmiştir. Zaptiye (asakir-i zaptiye) ve polis adları altında kurulan teşkilatlar Zaptiye Müşiriyeti’nin emrine verilmiştir (Yılmaz, 1997).

Zaptiye Nezareti Dönemi (1879–1909)     

    1876 yılında Tanzimat ve Islahat hareketleri çerçevesinde Avrupa’daki örneklere göre bir polis teşkilatı kurulmasına birinci meşrutiyetin ilanından sonra oluşan hükümet programında yer verilmiş ve 1879 da Zaptiye Nezareti kurulmuştur. Başlangıçta İstanbul ve çevresinde teşkilatlanarak güvenlik işlerini yürüten zaptiye nezareti daha sonra ülke çapında kuruluşları bu nezaret tarafından tek merkezden yönetilmiştir. Bugünkü Emniyet Genel Müdürlüğünün görev ve yetkilerini yürütmüş olan Zaptiye Nezareti 1909 da kaldırılmıştır. 1845 yılında kurulan polis teşkilatı 1867 ve 1879 yıllarından sonra da 1881 – 1886 – 1898 ve 1907 yıllarında yapılan düzenlemelerle sürekli gelişmiş ve genişlemiştir. Bu dönemde; 1881’de İstanbul’da düzen ve güvenliği sağlayan Asakir-I Zaptiye teşkilatı kaldırılmış ve yerine Polis Teşkilatı kurulmuştur. Bu merkez kuruluşu İstanbul, Üsküdar, Beyoğlu Polis Müdürlükleri ve Beşiktaş Polis Memurluğu olarak, dört polis dairesi de merkezlere bölünmüştür. Her polis dairesi bir polis müdürü ile bir başkan ve iki üyeden oluşan bir polis meclisi ve her merkez bir serkomiser tarafından yönetilmiştir. Zamanla, polis meclisinin üye ve her daireye bağlı serkomiserlerinin sayısı çoğalmıştır. 1886 yılından sonra, İstanbul polis müdürlüğü dışındaki diğer müdürlüklere mutasarrıflık adı verilmiş ve polis müdürüne de mutasarrıf denilmiştir. Aynı yılda ve ayrıca, zaptiye nezaretine bağlı bir baştabibin başkanlığında da bir sağlık dairesi, 1898 yılında da İstanbul’da bir sivil polis teşkilatı kurulmuştur.

    Taşra teşkilatı, başlangıçta 15 ilde kurulmuş ve her il polis dairesinin başına bir serkomiser verilmiştir. Zaptiye nezaretinin sonu olan 1909 yılına doğru illerin çoğunda polis teşkilatı kurulmuş, bazılarını polis müdürü bazılarını da serkomiserler yönetmişlerdir. 1881 yılında fiilen kurulmuş olan Polis Teşkilatı’nın görev ve yetkilerini belirleyen ilk hukuksal metin 6 Aralık 1896 da yayınlanmıştır. Bundan sonra 19 Nisan 1907 tarihinde ilk Polis Nizamnamesi yayınlanmıştır. Polis örgütünün ihtiyaçlarını her bakımdan yeterli bir biçimde karşılayan ve 167 maddeden oluşan bu nizamnamenin en belirgin özelliği, içerdiği hükümlerin yabancı etkiler altında kalınmadan hazırlanmasıdır. Daha önce, gerek Tanzimat ve gerekse Abdülhamit döneminde yayınlanmış olan metinlerin çoğu, yabancıları tatmin etmek için, yabancı devletlerin yasalarından aktarılmış hükümleri kapsamaktaydı. Bu nizamnamenin ikinci belirgin özelliği uzun süre başarı ile uygulanmış olmasıdır. Söz konusu nizamname, polisin idari, adli, siyasi görevlerini, merkez ve taşra kuruluşlarını hiyerarşi, polisin Asakir-i Nizamiye ve jandarma ile ilişkileri, polisin yetkileri, izinde iken polisin görev ve yetkileri, polis müfettişlerinin görevleri, polis meclisinin görevleri, polisin seçim ve tayin usulü, polisin cezalandırılması, yargılanması, polisin ödenekleri ve benzeri hususları kapsamaktaydı. Aynı nizamnameye göre polisler, serkomiser, ikinci komiser, üçüncü komiser, komiser muavini ve polis memuru olmak üzere 5 sınıfa ayrılmaktaydı. ( URL1)

Meşrutiyet Dönemi (1909–1923)  

    1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanı üzerine Fransız ve Alman Polis Teşkilatları esas alınarak Polis Teşkilatının yeniden organize edilmesi kararlaştırılmış ve 22 Temmuz 1909 yılında çıkarılan “İstanbul Vilayeti ve Emniyeti Umumiye Müdüriyeti Teşkilatına Dair Kanun” ile 31 Mart ayından sonra artık yaşaması imkansız olan Zaptiye Nezareti kaldırılarak, yerine Dahiliye Nezaretine bağlı ve memlekete şamil polis işlerinin yürütülmesiyle görevli “Emniyet Umumiye Müdürlüğü” ve İstanbul Vilayetine bağlı bir polis müdüriyeti kurulmuştur. Emniyeti Umumiye Müdüriyeti, 1913 yılına kadar polis işlerini 1907 de çıkarılan polis nizamnamesi hükümlerine göre yürütmüş ve hükümleri İstanbul dahil tüm ülke sathında uygulanmıştır. 9 Aralık 1913 tarihinde, Dahiliye Nezareti Teşkilat Nizamnamesi çıkarılmış ve bu Nizamname’de Emniyeti Umumiye Müdüriyetinin görevi “Memleketin Emniyet ve İnzibatına taalluk eden her türlü umum ve muamelatı takip ve o babtaki muhaberatı idare ve polis teşilat ve polis mekteplerini idare etmek” olarak belirlenmiştir. Görevleri bu nizamname ile belirlenen Emniyeti Umumiye Müdürlüğü, Ankara’da Milli Hükümet Emniyeti Umumiyesi kurulana kadar Dahiliye Nezaretine bağlı olarak hizmet görmüştür.

    1913 tarihli Nizamname ile Dahiliye Nezaretine bağlanan Emniyeti Umumiye Müdürlüğü, başlangıçta emniyet, memurin ve levazım, muhasebe ve tahribat şubelerinden oluşmuştur. Daha sonraki tarihlerde bunlara, Heyet-i İstihbariye, polis müfettişliği, siyasi ve idari kısımlara bakan iki umum müdür muavini eklenmiştir. Bu kısımlardan siyası kısım bir müdür yönetiminde 6 şube ile umumi ve hususi kalemden, her şubenin kadrosu ise bir müdür, iki yardımcı ve gerektiği kadar memurdan oluşmuştur. İdari kısım, muhasebe, memurin ve polis mecmua müdürlükleri, ile evrak ve levazım memurlukları, memurin ve mustahdemini müteferrikadan meydana gelmiştir. 1915 yılı başlangıcında bu teşkilat yeniden genişletilerek seyrüsefer, Ecanip, Takibat-ı Adliye Müdürlükleri kurulmuştur. Ayrıca aynı yıl içinde doğrudan Dahiliye Nezareti’ne bağlı Emniyet Müdürlükleri kurulmuş ve bunlar hudut kapılarıyla demiryolu durak yerlerinde görev yapmışlardır. Yolcu trenlerinde görevli olan gezici polis ve komiserler, Emniyet Müfettişlerine bağlı olarak çalışmışlardır. Mondros Mütarekesi sonucunda Emniyeti Umumiye Müdürlüğü Teşkilatı, Emniyeti Umumiye Müdürü, Emniyeti Umumiye Müdür Muavini, Asayiş Seyrüsefer, Ecanip Şubeleriyle, Kalem-i Umumi, Kalem-i Hususi Müdüriyetleri, muhasebe, memurin, levazım, polis mecmuası, evrak müdüriyetleri, memurin ve müstahdemini müteferrikadan oluşmuş bulunmaktaydı. 1911 yılında çıkarılan bir kanunla 1909 yılında yürürlüğe konulan İstanbul Vilayeti ve Emniyeti Umumiye Müdüriyeti Teşkilatına dair kanunun dört ve beşinci maddeleri değiştirilmiş, Emniyeti Umumiye Müdüriyeti ile İstanbul Valiliği arasında çıkan sürtüşmeler sebebiyle, başkentin polis hizmetlerine ilişkin işleri Emniyeti Umumiye Müdürlüğünden alınmış ve doğrudan Dahiliye Nezaretine bağlı olarak oluşturulan İstanbul Polis Umum Müdürlüğüne verilmiştir. Vilayetin Polis Teşkilatları ve Polis Müdürlükleri ise, eskisi gibi valilerin ve bağımsız mutasarrıfların yönetimleri altında Emniyeti Umumiye Müdüriyetine bağlı bırakılmıştır. Böylece kurulmuş olan İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi, kentin polis hizmetlerini, 24 Şubat 1923 de kaldırıp yerine İstanbul Polis Müdürlüğü kuruluncaya kadar yürütmüştür. İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi’nin mütareke dönemindeki teşkilatı; Bir Umum Müdür ve Umum Müdür Muavini, Teftis Heyeti Reisi, Tahrirat Müdürlüğü, Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü Şube Müdürlükleri, Muhasebe Memurluğu, Heyet-i Sıhhiye, Polis Hastanesi’nden olusmustur. Böylece Milli Hükümetin kurulmasına kadar, ülkenin iç güvenliğine ilişkin işler, Umum Jandarma Komutanlığı, Emniyeti Umumiye Müdüriyeti ve İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi olmak üzere üç teşkilat tarafından yürütülmüştür.

     21 Mayıs 1913 tarihli Polis Nizamnamesi, II. Meşrutiyet devrinin koşullarına ve zamanın ihtiyaçlarına göre hazırlanmış ve bu Nizamname ile polisin örgütlenmesi, görev ve yetkileri, personelin dereceleri, sınıfları, mesleğe giriş, yükselme ve diğer tüm özlük işleri, soruşturma, yargılama, istifa, tayin, izin cezalandırma işleri, levazım işleri, polis karakolları ve görevleri, polisin kıyafeti ve davranış biçimleri yeniden düzenlenmiştir. Bu Nizamnamede polis, piyade, süvari ve sivil olmak üzere üç sınıfa ayrılmış, meslek dereceleri, sıralaması, polis adaylığı, polis memurluğu, komiser muavinliği, komiserlik, merkez memurluğu, polis müdürlüğü kısmı, adli ve idari riyaset ve müdüriyetleri emniyet müdürlüğü, Emniyet Umumiye Müdürlüğü, İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi Müdürlüğü, İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi olarak düzenlenmiştir. Başkent Polis Teşkilatı diğer illerden ayrı düşünülmüş, illerde polis müdürlüğü kurulacağı Liva ve Kazalarda birer amirin yönetiminde yeteri kadar polis bulunduracağı belirtilmiş, polis mesleğine alınma ve yükselme şartları aydınlatılarak polisin değişik hizmet yerlerinde görev ve yetkileri tam olarak belirtilmiştir. (URL1)

 Cumhuriyet Dönemi

İstanbul’daki Emniyeti Umumiye Müdürlüğü’nün 1922 de kaldırılmasından sonra, milli mücadelenin kazanılması ve Cumhuriyetin ilanını müteakip 24 Şubat 1923 tarihinde İstanbul Polis Müdüriyeti Umumiyesi de kaldırılarak yerine Ankara’daki Emniyeti Umumiye Müdürlüğü’ne bağlı il teşkilatları düzeyinde İstanbul Polis Müdürlüğü kurulmuştur.

1924 Anayasası’nın idari bölünmede getirdiği düzenlemeye paralel olarak Polis Teşkilatı da genellikle il merkezlerinde kurularak hızlı bir şekilde gelişme devresine girmiştir (Birçok ilçe ve nahiye de jandarmaya görev verilmiştir). Cumhuriyetin ilk yılında 1924 de Emniyeti Umumiye Müdürlüğü’nün Merkez Teşkilatı,

(1) Emniyet Umumiye Müdürü

(1) Emniyeti Umumiye Müdür Muavini

(1) Birinci Şube Müdürü

(1) İkinci Şube

(1) Üçüncü Şube Müdürü

(1) Polis Mecmuası Müdürlüğü ve Evrak Memurluğu’ndan oluşmaktadır.

   Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte idarenin her alanında olduğu gibi Emniyet Teşkilatı’nda da geliştirme ve modernleşme çalışmaları başlatılmıştır. Bu amaçla yurt dışından personel getirilerek hizmetin en iyi bir şekilde verilebilme çareleri aranılmıştır.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında teşkilat kanunu olmadığı için gelişmeler bütçe kanunlarına bağlı kadro cetvelleriyle sağlanmıştır. 30.06.1932 tarihinde çıkarılan 2049 sayılı Polis Teşkilat Kanunu’nun yayınlanmasına kadar geçen dönemde emniyete ilişkin hizmetler 1907 ve 1913 tarihli Polis Nizamnamesi Hükümleri’ne göre yürütülmeye çalışılmıştır. 1930 yılına kadar devamlı gelişim gösteren teşkilatın, merkez kuruluşuna günün ihtiyaçlarına göre yeni şubeler ilave edilmiştir. 14 Mayıs 1930 tarihinde yürürlüğe giren 1624 sayılı Dahiliye Vekaleti Merkez Teşkilatı ve Vazifeleri Hakkında Kanunla Emniyeti Umumiye Müdürlüğü’nün ismi, Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü olarak değiştirilmiştir. Aynı kanunun 5. maddesine göre, Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü’nün Merkez Teşkilatı;

  1. Birinci Şube (genel emniyet ve asayiş işleriyle görevli)
  2. İkinci Şube (idari ve adli zabıta)
  3. Üçüncü Şube (personel ve mali işler)
  4. Dördüncü Şube (yabancılar)
  5. Beşinci Şube (teknik, yayın ve istatistik) olmak üzere 5 şube müdürlüğü ve evrak bürosu ile umum müdüre bağlı müfettişlikten oluşmaktadır.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yukarıda belirtildiği gibi yeni esaslar üzerine kurulmaya çalışılan polis teşkilatının ihtiyaçlarını 1907–1913 tarihli polis nizamnamelerinin karşılamadığı görülmüştür. Bu nedenle de 30 Haziran 1932 tarihinde polis teşkilatının kadro ve derecelerini, atama, yükselme, mesleğe girme, cezalandırma gibi hususları içeren 46 maddelik 2049 sayılı “Polis Teşkilatı Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanuna göre, polis sivil ve üniformalı olarak ikiye, üniformalı polis de atlı ve piyade olarak ikiye ayrılmıştır. 2049 sayılı kanunun en önemli özellikleri arasında polisin özel bir meslek olduğu, eğitim ve öğretimin okullarda yapılmasının gerektiği ve bunun içinde polis okulları açılmasının zaruri olduğu fikrinin ilk defa ortaya koyduğu görüşünü sayabiliriz. Ayrıca bu kanun, Türk kadınının polis hizmetlerine girmesine de yol açmıştır.   30 Haziran 1932 tarihli ve 2050 sayılı ve 23 Haziran 1934 tarih ve 2531 sayılı kanunlarla 1624 Sayılı Dahiliye Vekili Merkez Teşkilatı ve Vazifelerini Düzenleyen Kanun’da değişiklik yapılmak suretiyle Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü’nün merkez teşkilatına asayişten sorumlu olmak üzere 6.Şube ve Hudut işlerine bakan 7.Şube adlarında iki şube ilave edilmek suretiyle Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü’nün şube adedi yediye çıkarılmıştır.

 Daha önceki bölümlerde, 1913 tarihindeki Polis Nizamnamesinin, polisin hem teşkilatını hem de görev ve yetkilerini belirleyen bir “Zabıta Mecellesi” şeklinde hazırlandığını, 1. Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle bu nizamnamenin ancak Polis Teşkilatına dair bölümlerinin çıkarılıp yürürlüğe konulabildiğini, polisin yetki ve görevlerini belirten kısımlarının yayınlanamadığını ve bu kısımların yayımlanmaması nedeniyle de 1907 tarihli Polis Nizamnamesinin bu hususlarla ilgili maddelerinin yürürlükte kaldığı belirtilmiştir.

Zaman içerisinde bu nizamname maddelerinin ihtiyaca cevap veremediği alanlarda çeşitli düzenlemeler yapılmış ve Cumhuriyet’in ilk zamanlarında da polise görev yükleyen bazı kanun ve nizamnameler yürürlüğe konmak suretiyle polisin görevlerini yürütmesine çalışılmıştır. Ancak Cumhuriyet’in getirdiği yenilikler nedeniyle ekonomik, sosyal, kültürel hayatta meydana gelen değişiklik ve ilerlemeler, polisin görevlerinde değişiklikler meydana getirmiş, hizmeti artırmış ve çeşitlendirmiştir. Bu nedenle de polisin görev ve yetkilerini belirleyen mevzuatın günün şartlarına cevap veremediği görülmüş ve bu hususta yeni düzenlemeler yapılmasına karar verilmiştir. Bu amaçla polisin görev ve yetkilerini düzenleyen ve çok uzun yıllar kullanılacak olan 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 4 Temmuz 1934 tarihinde çıkarılarak yürürlüğe konmuştur. 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun uygulanma şeklini gösteren Polis Vazife ve Salahiyet Nizamnamesi Kanunun yayınlanmasından 4 yıl sonra 7 Nisan 1938 tarihinde 2/8501 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konmuştur. Daha önceki yıllarda çıkarılan teşkilat kanunlarının Cumhuriyet Döneminin hızlı gelişimine ayak uyduramadığı ve yetersiz kaldığı görülerek, polisi kemiyet ve keyfiyet bakımından daha iyi seviyeye ulaştırmak amacıyla, Avrupa’nın polis teşkilatları da incelenmek suretiyle 4 Haziran 1937 tarihinde, zaman zaman maddeler veya ek maddeler ilavesi, madde kaldırılması gibi değişikliklerle günün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre değişikliğe tabi tutulan ve bugün de halen yürürlükte olan 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Bu kanun, o zamana kadar yürürlükte olan 1913 tarihli Polis Nizamnamesi ile 2049 sayılı Polis Teşkilatı Kanunu, 30 Haziran 1932 tarihli 2050 ve 23 Haziran 1934 tarihli 2531 sayılı kanunların tümünü yürürlükten kaldırmıştır. Merkez ve taşra kuruluşlarını günün şartlarına göre yeniden düzenleyen 3201 sayılı kanunla polis meslek personelinin nitelik, yönünden geliştirilmesi amacıyla 1937 yılına kadar sadece polis memuru yetiştiren okulların yanı sıra orta ve yüksek kademe amiri yetiştirmek amacıyla Ankara’da 6 Kasım 1937 tarihinde Polis Enstitüsü kurulmuştur. Aynı kanunun bazı maddelerini değiştiren 3452 sayılı kanunla da Ankara’da 1938–1939 ders yılında Polis Koleji açılmıştır.

Daire başkanlıklarına 9 şube müdürlüğü bağlanmıştır. Ayrıca Polis Enstitüsü ile polis okulları da Emniyet Umum Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Her ilde bir emniyet müdürü ve her ilçede bir emniyet amiri veya emniyet komiserleri ve bucak, iskele veya istasyonlarda emniyet komiserleri bulunması öngörülmüştür. Emniyet Teşkilatı’nın 1950’li yıllara gelinceye kadar tüm illerde teşkilatını tamamladığı ve ilçe teşkilatlarını da oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde, ülkenin gelişme süreci içerisinde mevcut kanunların bazı ihtiyaçlara cevap veremediği görülmüş ve bu nedenle de, mevcut yasaların cevap veremediği alanlarda yeni yasal düzenlemelere gidilmiştir. 11 Mayıs 1953 tarihinde 6085 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu çıkarılarak Trafik Polisi kurulmuştur. Bu kanun günün şartlarına göre yeniden düzenlenmiş 13 Ekim 1983 tarihli 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu yürürlüğe girmiştir. 15.071965 tarih ve 654 sayılı “Toplum Zabıtası Kurulması Hakkındaki Kanun” la Toplum Zabıta’sı kurulmuştur. Ancak geçen zaman içerisinde yapılan hatalar ve yetersizlikler sonucu toplum zabıtasının disiplinin bozulduğu ve görev yapamaz hale geldiği görülmüştür. Bu nedenle, 11.08.1982 tarih ve 2696 sayılı “3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa 7 Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun” ile “Toplum Zabıtası Kurulması Hakkındaki Kanun”nun ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılarak Toplum Zabıtası’nın yerine Çevik Kuvvet Birimleri’nin kuruluşuna geçilmiştir. Toplum zabıtasında görevli olan personel de emniyet örgütü içerisinde muhtelif birimlere atanmıştır(Yılmaz, 1997). 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda 16.06.1985 tarih ve 3233 Sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle de Özel Harekat birimleri kurulmuştur.

ANALİZ VE SONUÇ

Polislik mesleğinin ilk zamanlardan bu yana toplumsal yapıdaki yeri, görüşmeler ile elde edilen veriler çerçevesinde ele alınacak olduğunda; 5, 8, 10, 20 ve 26 yıldır bu mesleği yapan, 1 kadın ve 4 erkek olmak üzere toplamda 5 kişiyle görüşülmüştür. Bu bağlamda ilk olarak, çalışma süreleri dikkate alındığında tecrübeye dayalı farklılıklar kendisini göstermiştir. Kolektif bir toplum yapısına sahip olması yönüyle Türk toplumunda Polislik mesleği duygusal olarak içselleştirme ile tercih edilme durumunun gözlemlendiği bir meslektir. Çünkü rasyonel olarak baktığımızda çalışma saatlerinin düzensizliği ve “gerektiğinde her an her yerde olabilme” koşulu bir meslekte tercih edilmeyecek bir özelliktir. Bu sebeple görüşülen kişilerden alınan cevaplar ışığında, vatan sevgisi ve toplumu koruma içgüdüsüyle birlikte duygusal anlamda tercih edilen bir meslek olduğu görülmüştür. Ayrıca mesleğin düzensiz çalışma koşulları, kişilerin kendilerine ayırdıkları vakti kısıtlıyor olmasından dolayı da görüşülen kişilerden yalnızca 20 yıldır ve 26 yıldır bu mesleğin içinde yer alan polis memurları evli olup, 5, 6, 8 ve 10 yıldır bu mesleği yapan polis memurları hiç evlenmemiş bireylerdir. Bu durum onlar tarafından sorun teşkil edecek bir durum olmamakla birlikte evlilik ve polislik arasında bir tercih söz konusu olduğunda da mesleklerini seçeceklerini dile getirmişlerdir. Polislik mesleğinin zaman içindeki değişimi noktasındaki düşüncelere bakıldığında meslekte geçirilen süreye bağlı olarak değişiklik gösterdiği görülmüştür. 5 yıldır bu mesleği yapan Ömer Bey, son 5 yıl içerisinde değişen toplum düzeniyle birlikte polislik mesleğinin zedelendiğini, toplumun polise güvenmediğini belirtirken 20 yıldır bu görevi sürdüren Yekta Bey, halktan ve yakın çevresinden aldığı güven duygusunu ve insanların tek bir polisten yola çıkarak tüm polislere karşı olumsuz tavır sergilediklerini düşünmektedir. 10 yıldır bu mesleği yapan Sema Hanım ise bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir: “Eskiden polise olan saygı daha fazlaydı bizler sokakta ekip aracı gördüğümüzde çekinirdik, benim mesleğe başladığım yıllarda da keza öyleydi ancak gezi olayları olsun, darbe girişimi olsun bu olaylardan sonra ortaya çıkan ihraçlarla birlikte polislere olan güven azaldı.” Ayrıca Sema Hanım bir kadın olarak bu mesleğin içinde yer almayı, çalışma saatlerinin düzensiz olması nedeniyle aileye ayrılan vaktin yetersiz olduğunu dile getirmiştir. Polislik mesleğinde yeni bir gelişme olan 4 aylık eğitim süreci de gündemde olan bir konudur. Polis akademilerinin kapatılmasının ardından polis meslek yüksekokullarının tercih edilip 2 yıllık eğitim süreci sonrasında polis olma hakkı kazanılması ve yeni çıkan bir eğitim süreci olan 4 aylık eğitim süreciyle birlikte polis olmak daha kolay hale getirilmiştir. Bu konu hakkında da Sema Hanım düşüncelerini şu sözleriyle dile getirmiştir. “ Ben polis yüksekokulu mezunuyum ve 2 yıllık bir eğitime tabi tutuldum. 2 yıllık bir eğitimin yeterli olduğunu düşünüyorum. Çünkü okulda öğrenmiş olduğumuz mevzuat ile mesleğe başladığımız andan itibaren öğrendiğimiz mevzuat çok farklı, teorik olarak hâkim olduğu konuları pratiğe dökemeyebiliyor insan. Yeni çıkan sisteme göre üniversite mezunlarının 4 aylık eğitim alarak polis almalarını da yeterli bulmuyorum çünkü en az 1 yıllık bir eğitime tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim süresiyle ilgili bir kıyaslama yapacak olursam kısa süre eğitim alan arkadaşlarda disiplin az oluyor maalesef ki. Biz 2 yıl okurken “devrecilik” sistemi vardı. Benim üst devrem vardı ve biz çok rahat disipline oluyorduk şimdi POMEM’lerde üst devre olmadığı için bu davranışlara yansıyor. Ve bu mesleğe girildiğinde çok rahat ayırt edilebiliyor.” Her meslekte olduğu gibi polislik mesleğinde de bir üst kademeye geçme durumu mümkündür ve tecrübe kazanmak bağlamında çok önemlidir. Eskilerde deneyim büyük çoğunlukla usta-çırak ilişkisinden kazanılmaktaydı. Bu polislikte de böyledir. 2 yıllık polislik eğitimi alan polis memurları son senelerinde staj yaparak okulda öğrenilen teorik bilgiyi pratiğe aktarma imkânı buluyorlardı. Fakat bu süreç, 4 yıllık bir sürece dönüştürülmüş ve staj imkânı ortadan kaldırılmıştır. Bu durum da bilgilerin sadece teori de kalmasına sebep olmuştur.

Polislik mesleğinde bir başka önemli nokta ise kimlik konusudur. Her mesleğin insana aşıladığı birtakım özellikler vardır, genellikle öğretmenlerin şefkatli olmaları gibi. Polisler de yapıları gereği dışarıdan bakıldığında suç işlemeyi önleyecek bir tavır sergilemek durumundadır. Çalışma hayatında takınılması gereken bu tavır polislerin kişisel yaşamına da fazlasıyla etki etmektedir. 8 yıldır polis olan Yusuf Bey bu konuda “Polislik belli mesai saatlerinde yapılan bir meslek olmadığı için insanın ruhuna işleyen bir meslektir. Örnek vermek gerekirse görev istirahatindeyken herhangi bir suç veya suçluyla karşılaşınca arkanı dönüp gidemiyorsun, müdahalede bulunuyorsun. Bu kimliğin tek negatif yanı, insanları tanırken onlara suçlu gözüyle bakıyorsun ve bu bazen olumsuz durumlar yaratabiliyor.” Destekleyecek şekilde Sema Hanım da bu durumun kendileri tarafından fark edilmeyen ancak çevreleri tarafından fark edilen bir durum olduğunu, aldıkları eğitim ile birlikte artık olaylara karşı daha ciddi yaklaştıklarını, uygulanan disiplinin karakterlerine doğrudan etki ettiğini, ayrıca halkı temsil eden bir görevleri olması yönüyle de bunun hem çalışma hayatında hem de özel hayatta devam ettiğini dile getirmiştir.

Teknolojinin hızla ilerlemesi ve Türkiye’nin de bu teknolojiye ayak uydurmaya çalışmasıyla birlikte polislik mesleğinde de mesleği kolaylaştıran ve zorlaştıran etkiler kendisini göstermektedir. Suç karşısında uygulanan yöntemler veya suçu öngörebilme açısından bakıldığında artık her polisin elinde bulunan kontrol cihazlarının olması, olası bir suç işlemeye karşı önleyici bir rol oynamaktadır. Ayrıca eskiden güvenlik kameralarının daha az olması, kişisel duygularla hareket etmeyi yani örneğin bir trafik ihlalini es geçmeyi mümkün kılarken artık her şeyin sistemde kontrol edilebilir olması kişiler arası toleransın da önüne geçmiştir. Ancak bu konunun da olumsuz bir getirisi vardır ki o da suç oranlarının ve suç işleme yollarının da çeşitlenmesi yönündedir. Örneğin artık daha sık karşımıza çıkan “siber suç” kavramı. Bilgisayarın icadı ve her geçen gün internet ortamında illegal yollardan para kazanma oranları daha da artarken bu durum toplum için bir tehdit,  polisler için de ilgilenmeleri gereken yeni bir suç alanı ortaya çıkarmıştır. Yekta Bey, “daha önce (15 yıl önce) sorgulama yaparken telefonla merkezi arıyorduk merkez başka bir yere bağlıyordu bunların hepsi mağduriyetti, zaman aşımı oluyordu şimdi öyle değil herkesin elinde bir tablet var. Tabletlerde programlar var, tek bir numarayla bilgiler elimizin altında oluyor. Yeri geliyor saatte 200 kişiyi sorguya alabiliyoruz.”

 Polislik mesleğini küçük şehir-büyük şehir kapsamında ele alan Hayati Bey, “küçük şehirde ancak küçük kazalar oluyor ve orada toplum, tabiri caizse kendi başının çaresine bakıyor, durumu yatıştırıyor. Orada “ayıp” baskısı var, herkes birbirini tanıyor. Ama burada öyle değil. İnsanlar yan komşusunu tanımıyor. En ufak bir olayda polise başvuruluyor, doğal olarak. Bu yüzden küçük şehirlerde çalışma koşulları çok daha rahat.” şeklinde bir mukayesede bulunmuştur.

Sonuç olarak, insanlar daha çok bir arada ve ortak alanlarda yaşadıkça anlaşmazlıklar çıkacaktır. Toplumda güvenliği sağlamak için de bir güce ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, polislik mesleği insanlık boyunca ihtiyaç duyulmuş ve bundan sonraki zamanlarda da zorunlu olarak ihtiyaç duyulacak olan bir meslektir. Zaman içerisinde değişen toplumsal yapıya bağlı olarak değişebilecek olan ancak her koşulda toplumun güvenliğini sağlayacak bir asayiş olarak varlığını sürdürecektir.

KAYNAKÇA

Öztürk, A. (2007l). Polis halk ilişkisi bağlamında Ankara ilinde karakollarda çalışan rütbeli personelin rolü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

URL1: https://www.egm.gov.tr/Sayfalar/Tarih%C3%A7e.aspx

GÖRÜŞÜLEN KİŞİLER:

Güven TİM Yusuf Bey

Polis memuru Sema Hanım

Polis memuru Yekta Bey

Polis memuru Hayati Bey

Polis memuru Ömer Bey

Merhaba. Ben Tuğçe Ayrıç. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji bölümü mezunuyum “Hayat İçin Sosyoloji” mottosu ışığında ürettiğim çalışmalar ile buradayım.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir