Prekarya ( Yeni Tehlikeli Sınıf ) Kitap Analizi

Prekarya ( Yeni Tehlikeli Sınıf ) Kitap Analizi
prekarya nedir kitap degerlendirmesi
0

Prekarya kitabı, sosyoloji öğrencilerinin okuması gereken kitapların başında yer alıyor. Haliyle de Prekarya nedir? sorusunun da öğrenilmesi gerekiyor. Var olanın arkasındaki gerçekliği fark etmek istiyorsanız ve vasıflı bir haldeyken ‘vasıfsız işçi’ olmak istemiyorsanız buyurun; Prekarya kitabının analizi

PREKARYA KİTAP ANALİZİ

Rekabeti temel alan ekonomik ve sosyal sistemlerin dünyada siyasi otoriteler ile de birlikte hareketi sonucu neo-liberal dönüşümler gün geçtikçe kamusal alanda hakimiyet ve görünürlük kazanarak devam etmektedir. Prekarya kavramı tam da bu ortamda precarious yani güvencesizlik ve proleterya kavramlarının bileşiminden meydana gelerek özellikle Marksist literatürün tanımladığı ve modern anlamda sınıf kuramlarına temel teşkil eden iki kutuplu burjuva ve proleterya sınıflarnın geçerliliğini yitirmesi ile ortaya çıkmış kompleks bir sınıftır. Bu sınıf yine Marksist anlamda kendi için sınıf olmasından ziyade henüz oluşumunu ve iddiasını tamamlayamamış bir sınıf olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki tarihte sınıf temelli tüm mücadelelerin kaynakların kimin denetiminde olacağı ve kaynakların dağıtımıyla ilgili çatışmalar ile sömürülen grubun kendisini sömürdüğüne inandığı grup ile çatışmaya girmesi ile ortaya çıktığını düşünürsek prekarya; farklılıkları bünyesinde bulunduran bir sınıf olması sebebiyle kaynakların ne olduğu konusunda keskin çizgiler edinememiş bir oluşum olarak tarih sahnesine çıktığını da söyleyebiliriz.

Avrupa 1 Mayıs gösterilerinden doğan Prekarya hareketinin Avrupa merkezli yapısından sıyrılarak beynelmilel bir boyuta ulaşması ile işlerinin olduğu gibi hayatlarının da pek güvencesi olduğu söylenemeyen göçmenlerin de bu sınıf içerisinde yer bulmuştur. İki kutuplu sınıf analizleri döneminden günümüz neo-liberal dönemine doğru geldiğimizde; varlığını ve dünya ekonomisinin çok büyük bir kısmını ellerinde tutan niceliksel anlamda küçük bir grup olduğunu bilsek de toplumsal alanda görünürlüğü olmayan elitler ile işçiler arasında farklı sınıfların türediğini görebiliriz. İçinde bulunduğu sosyal konumdan ve kendisine sağlanan sosyal haklardan hoşnut ve elit sınıfa geçme hayali olan maaşlıların yanı sıra yine yeni bir sınıf olan ve uzun süre bir istihdam gibi bir beklentisi olmayan profisyenler ve işsizler de yeni türeyen sınıflar arasındadır. Prekarya tüm bunların arasında proleteryanın dahi sahip olduğu sosyal sözleşme ilişkilerinin ve karşılığında itaat beklense de emeğin karşılığında bir güvence sahibi olmaktan bile yoksun bir sınıftır. Statünün meslek grupları üzerinden tanımlandığı günümüz düzleminde parçalı bir statüye sahip olan prekarya için sınıfın genelinin gelir dağılımının modern anlamda ki meslek ve sınıf tanımları ile örtüşmediğini de görebiliriz.

Prekarya’nın en belirleyici özelliğini güvencesizlik olduğunu belirtmiştik. Emeğe dair güvenceler salt sosyal sigorta ile sınırlı olmayıp istihdam güvenliğinden çalışma ve iş güvenliğine, işçinin edindiği yetileri kullanabilmesi için geliştirilen fırsatlar olarak vasıfların yeniden üretiminin güvenliği ve kendisini temsil etmesi beklenen sendika gibi kolektif organizasyonlardan yoksunluk göstermesi sebebiyle temsil güvenliği ve sabitliği olmaması sebebiyle gelir güvenliği gibi geniş bir yelpaze içerisinde prekaryanın güvencesizliğinden bahsedebiliriz. Prekarya işsizliğe karşı korunma hakkı bağlamında en tartışmalı güvencesizliğini yaşamaktadır ancak prekaryanın en ayırt edici özelliği maddi güvencesizlikten ziyade manevi anlamda ihtiyaç duyduğu zamanlarda yalnız bırakılmasıdır. Öyle ki özel bir birikime sahip olmayan bu yeni sınıf devlet ve şirket yardımları ve sigortasından da mahrum bırakılmıştır. Bununla birlikte bir meslek aidiyeti de bulundurmayarak davranış kodlarını şekillendirecek bir mesleki dayanışma ağı içerisinde de yer almadıklarından ötürü yabancılaşmıştır.

Prekaryanın daha tarihsel süreçteki diğer işçi sınıflarından farklarından birisi de boş zaman etkinlikleri konusudur. Öyle ki yine pek insancıl amaçlarla olmasa da proleteryanın boş zaman etkinlikleri üretici güçler tarafından desteklenmekteydi. Çünkü işçinin emeğini arz edebilmesi için boş zamanın da uyumak dahil gerçekleştirdiği eylemler bir sonraki iş günü için emeğin yeniden üretimine tekabül ediyordu. Ancak prekarya için böyle bir durum da söz konusu olmamaktadır. Prekarya’dan emeğini karşılıksız arz etmesi beklenerek boş zamanı önemsiz kabul edilmektedir.

Maaşlılar sınıfını bir şirket içerisinde söz hakkı sahibi ve karar alma mekanizması içerisinde stratejik karar alma yetkisine sahip çalışanlar olarak ele aldığımızda prekaryayı yönetime katılma hakkı elinden alınmış bir şekilde şirketin kısmı vatandaşı olarak nitelendirmemiz yanlış olmayacaktır. Yarı zamanlı istihdamın içerisinde bulunan prekarya, güvencesizliğinin vermiş olduğu çok çalışma arzusu ve kendisine belli bir mevki kazanma ihtiyacı ile çalışma saatleri dışında dahi emek sarf eden yarı zamanlı istihdamlı bir sınıf olarak da ele alabiliriz.

Prekarya ile yakından ilişkili bir grup olarak çağrı merkezi çalışanları örneğini vermemiz mümkündür. Nitekim yeni mezunlar ve öğrenciliği devam edenlerin çok az ücret karşılığında bir güvence elde etmeksizin emeğinin sömürüldüğü yeni iş sahasının içerisinde maddi nedenlerden dolayı kendisini bulan gruplar arasındadır. Stajyerlik olarak tanımlanan prekaryaya evrilme potansiyeli taşıyan yeni iş sahası için, çalışana istihdam güvencesi sunmamasına rağmen iş öğrenme gibi gayeler sunarak insanları çok çalışma motivasyonuna eriştiren yeni bir sömürü odağıdır diyebiliriz. Prekaryalaşma sürecinde en önemli motivasyon geleceği olmayan güvencesiz ve aslında vasıfsız bir işe unvan eklenerek insanları hoşnut etmektir. Bu durumda işin güvencesiz tarafının görünürlüğü de azaltılmaktadır. Hijyen danışmanı olarak itham edilen işin aslında tuvalet temizleyicisi olması; Fransızların yüzey teknisyeni diye ürettikleri yeni kavramın aslında bilinen anlamıyla temizlikçi olduğunu göz önünde bulundurursak prekaryalaştırıcı güçlerin unvan verme konusunda başarısı kanıksanamayacak kadar büyüktür. Prekaryanın en üstünden en alttaki üyesine kadar bu unvan patlaması içerisinde kendisini işten çıkarılma riskine karşı cv’sini kabartma trendine kapılmış olarak bulmaktadır. Prekarya kendisini içinde bulduğu yeni piyasa konjonktüründe, bilişsel bir takım süreçler içerisine de girmekte; artık uzun dönemli düşünme yetisini kaybetmeye yüz tutmaktadır. Bunun yanı sıra hayatı anlamlandırma ve kariyer elde ederek hayatına yön verme anlamında duyduğu kaygı patolojik bir seviyede öfke ve dışlanmışlık güdüleri ile prekaryayı yalnız bırakıyor. Korku artık motive kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Mesleki bir kimlik duygusuna da erişemeyen prekarya kendisini sürekli değişen konjonktüre ayak uydurma mecburiyetinde buluyor.

Guy Standing’in 1975 ile 2008 yılları arasını ele aldığı küreselleşme politikalarında neo-liberal iktisatçıların tutumları önemli bir rol oynadı. Öyle ki ekonomiyi insan eylemliliklerinden uzak bir olgu olarak ele alan politikaların esnek emek uygulamaları olarak kavramsallaştırdığı yöntem ile artık ekonominin bütün yükü işçi ve prekaryanın omuzları üzerine bindirildi. Mevcut politikalar dolayınca uygulanan dönüşümler prekaryayı büyüttü, kapsamını genişletti. Toplumsal dayanışma gibi bir iddia ile uygulanan bu politikalar işsizlerin bir türlü istihdama katılması algısını yaygınlaştırarak prekaryalaşmanın önünü açtı. Metalaşma problemi ile karşı karşıya kalan insanların bireysellikle arası açıldığı gibi eğitim, emek, aile gibi değerler artık ekonominin işlerliğini sağlamak için varlık gösteren metalar olarak ele alındığı için insanların tek gayesi esnek piyasa koşullarında emek üretmek olarak algılanmaya başladı.

Metalaşma toplumsal kurumlar yanı sıra kapitalizmin bir parçası olsa da o güne kadar bu şekilde algılanmayan şirketleri de etkisi altına aldı. Şirketler artık alınıp satılan, ayrılıp yeni bir yapılanmaya giden biçimleri ile mülkiyetlerini paylaşıma açtı. Şirketler metalaştıkça şirket sahipleri de kontrolü elinde tutamaz hale gelerek şirketin yönetimsel işleriyle pek ilgisi olmayan kişiler haline geldi. Metalaşan iş piyasasında verimliliği artırmak için işçi çıkarmak meşru bir eylem olarak algılanmaya başladı ve prekaryanın tam da bu alanda standart olmayan güvencesiz bir iş hayatına sürüklendiğini görebilmekteyiz. Sayısal esneklik ilkesine göre ana akım şirketler güvendiği insanları kendi bünyesinde yönetici konumlarında çalıştırırken iş yapmak için gerekli emeğin büyük kısmı olan prekaryayı taşeronlaştırarak gözden çıkardı. Emek sürekliliğini kaybedip böylelikle proje bazlı gereksinim haline geldi. Çünkü geçici işlerin kontrolü daha kolay olarak algılanmaya başladı. Çünkü işten çıkarma korkusunun daha fazla hakim olduğu düzlemde insanların daha fazla çalışması hedeflendi. Metalaşan işçilerin maliyet amaçlı bu şekilde çalıştırılması onların metalaştırılarak adeta iş makinesi olarak algılanmasının önünü açtı diyebiliriz.

Esneklik sadece istihdamda değil ücretlerde de kendisini göstererek prekaryanın yaşam standardını daha da düşürmektedir. Sağlık sigortası, yıllık izin, ikramiye gibi olanaklar kendilerine açılan maaşlı kesim her geçen gün azalıyor ve konumunu koruyorken prekarya için bu imkanlar zaten söz konusu değilken üstüne emeğin yeniden metalaşarak ücretlerinde esneklikler meydana gelmesine neden oldu. Masumane sebepler ile insanların önüne sunulan uygulamalar ile insanların kendi emekliliklerini kendileri planlaması şirketler arasında yeni bir trend gibi gözüküyor. Neo-Liberal anlamda tercihe bağlı bir durum olarak ele alınan işsizlik, insanların güvencesiz bir şekilde prekarya durumunda çalışmamasını bir keyfiyet olarak algılanmakta, kapitalist piyasa tarafından böyle görülmektedir. Devletler de bu konuda kapitalist piyasadan farklı düşünmemekte işsizlik politikalarını bu doktrine göre belirlemektedir.

Özel sektör her ne kadar yüksek gelir elde etme imkanı sunuyor gibi gözükse de insanlar kamu hizmeti artık insanlara daha çekici gelmeye başlamıştı. Geliri her ne kadar yüksek olmasa da bürokratik kurallar ve hizmet etiği ile işleyen; her şeyden önemlisi insanlara bir istihdam güvenliği, emeklilik paketleri sağlık hakları gibi bir çok güvence sağlayan kamu sektörü tercih edilebilir bir hale gelmişti. Ancak 2008 yılından itibaren kamu hizmetlerinin de ticarileşmesi ile prekaryanın kamu aracılığıyla bir güvence elde etme beklentisi de son buldu. Nitekim artık kamu kurumları da özelleştirilmeye ve taşerona verilmeye başladı. Bu uygulamalar kamu sektörünün büyük bir kısmını prekaryaya ayırarak güvencesiz sözleşmeler aracılığı ile prekarya sınıfının genişletilmesine öncülük etti. Gölge ekonomi adı verilen sistem ile prekarya daha çok genişledi ve ekonomi sanayiden hizmet sektörüne büyük bir kayma yaşadı. Yarı zamanlı-geçici işler ve enformel sözleşmeler gölge ekonominin oluşumuna zemin hazırlamıştır demek yanlış olmayacaktır.

Küreselleşme ve neo-liberal uygulamaların görüldüğü yıllarda kadınların esnek işlerde çalışması yüksek oranda artış gösterdi. Ancak bir toplumsal cinsiyet ayrımının ortadan kalkması olarak yorumlayamayacağımız tutumlar çerçevesinde gerçekleştirilen bu istihdamlar emeğin ne denli meta haline geldiğini gözler önüne seriyordu. Öyle ki kadın iş gücünün esnek emek piyasası içerisinde değerlendirilmesi çocuk bakma, hamilelik süreçlerinin işverene külfet getireceği fikri kısmı zamanlı işlerde ortadan kalkıyor ve işveren için kadın işçi artık tehdit olarak algılanmıyordu. Öteki taraftan sanayi toplumunun insanlığa getirdiği bir algı olarak erkek işçinin ailesine yetecek kadar maaş alması gerektiği fikri günümüzde de bir ölçüde devam etmektedir. Hal böyle iken kadın çalışanların bir hane maaşı beklentisi olmadığını düşünürsek işveren için kadın iş gücü daha karlı olarak gözükecektir. Bir diğer bakış açısı ile sanayiden hizmet sektörüne kayan esnek emek piyasası için artık kol gücü gerekmemektedir. Bu durum piyasanın işçinin cinsiyetine odaklanması dönemini sona erdirmektedir. Hizmet sektöründe kadın da erkekte eşit ölçüde üretim sağlayabilmektedir.

Bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda prekaryanın kadınlaşması piyasa ve işveren için oldukça karlı bir iş olarak gözükmektedir diyebiliriz. Öteki taraftan duruma erkeklerin iş sahasındaki yeni rolü bağlamında baktığımızda bir erkeklik krizi ile karşılaşıyoruz. Nitekim günümüz toplumlarında erkek bireylerin ailenin gelirini sağlamak ve aileye yön vermek gibi idealleri ve bu yönde edindikleri (babaları gibi) rol modelleri daha az oranda bulunmakta olduğu için artık iş bulmak erkekler için de kadınlarla aynı oranda önem taşımakta. Hatta iş hayatında giderek artan kadın başarısını göz önünde bulundurduğumuzda prekarya konumlarını dahi kadınların üstlendiğini görebilmekteyiz. Bu durum artık erkeğin elinden evin direği rolünü almaktadır.

Bir diğer taraftan gençlerin iş sahasına girişinin güvencesiz oluşu, gençlerin kendilerini iş sahasında kanıtlama, tecrübe edinme çabaları altında piyasanın onlara işi öğretmek koşuluyla güvencesiz ve düşük maaşlı işler de kullandığı açıktır. Nitekim eğitimin beşeri bir sermaye olarak ele alındığı piyasa düzleminde gençlerin de düşük maaşlı iş gücü olarak görülmesi tabiidir. Esnek piyasa sistemi eğitim sistemi üzerinde de kendisine prekarya yetiştirmesi noktasında tahakküm uyguladığını görebilmekteyiz. Piyasanın yeterliliklerini sağlamayan, piyasa için üretimi öğretmeyen derslerin gereksiz olarak nitelendirilmesi piyasanın eğitim üzerinde kurduğu hegemonya ile tanımlanabilmektedir.

Prekaryanın geniş bir yelpazede ele alınması gerektiğini vurgulamıştık. Etnik azınlıkların toplumda bir takım sorunlar yaşadığını bilmekteyiz. Piyasanın ırkçı normları araç edinerek etnik azınlıklara prekaryalaşma imkanı (!) sunması, bu koşulla onların bir türlü istihdam edilmesini sağladığı iddiası ile piyasanın içine dahil etmesi söz konusudur. Öteki taraftan engelliler için henüz yakın dönemlerde görülen bir piyasa tahakkümünden söz edebildiğimiz için yapım aşamasında sınıf olarak bir tanım getiren Guy Standing önümüzdeki süreçte piyasanın engellileri de işsizlikten kurtarmak adına prekaryalaştırması tehdidi üzerinde durmaktadır. Güvencesiz işlere hapsedilen bu insanlar kapitalist sistemin gözünde sadece bir meta olarak hizmet üretmektedirler, bu nedenle insanların güvenceleri, çalışma şartları piyasa için bir şey ifade etmemektedir. Kriminalize edilen insanlar da görebildiğimiz gibi prekalaştırarak istihdam, ücret gibi konularda güvencesiz bir şekilde çalıştırılabilme potansiyeli taşıyan insanlar piyasa tarafından tahakküm altına alınmaktadırlar diyebiliriz.

Furkan AKSU – Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Merhaba, ben Furkan Aksu.Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Politika ABD. ve Sosyal Hizmet ABD. Aile ve Evlilik Danışmanlığı programlarında yüksek lisansımı tamamladım.Halihazırda Sosyoloji ABD. Doktora öğrencisi ve bir mühendislik firmasının sosyoloğuyum.İnsanı, doğayı, toplumsal olanı ve dinamiklerini ve en başta "kendimi" tanımaya karşı uğraşlarım için buradayım.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir