Gündelik yaşamda sıklıkla karşılaştığımız ama alıştığımız için üzerine düşünmediğimiz çoğu şeyden biri de renklere cinsiyetler üzerinden anlamlar yüklenmesi…Pink and Blue’nin yazarı Jo B.Paoletti’ye göre 1940’lara kadar cinsiyetler arası renk ayrımı bulunmamaktadır. 1800’lü yıllarda kız ve oğlan bebeklere günlük yaşam için beyaz, daha resmi durumlar için rastgele renk ayrım olmadan giydiriliyor. Ebeveynlerin çoğunlukla beyaz renk kıyafetler tercih etmelerinin birçok nedeni vardı. Bunlardan ilk neden, 1800’lü yılların başlarında henüz kimyasal endüstri gelişmediği için renkli kıyafetler sıcak suyla yıkandığında renkleri soluyor ve kolayca yıprandığı için renkli kıyafetler tercih edilmiyor. Diğer neden ise, cinsiyetler için alışveriş yapmak ekonomik açıdan bir sorun yaratmaktadır. Mesela, ilk çocuğu kız olan bir anne ona uygun renkler de alışveriş yaptığında ikinci çocuk erkek olursa yeniden ona uygun renklerde alışveriş yapması gerekir ve bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda orta sınıf bir aile için renkli kıyafetler tercih edilmemektedir. Ancak bu durum kapitalizmi olumsuz etkilemektedir. Çünkü; kapitalist sistem için kıyafetlerin daha çabuk eskimesi ve her çocuk için ebeveynlerin tekrardan yeni kıyafetler alması gerekiyor, böylece daha fazla alışveriş demek üreticilere daha fazla satış ve kar sağlanmasıdır. 20. yüzyıla girerken tekstil endüstrisinin gelişmesiyle birlikte bebek giysilerine renk geldi ve ilginç olan şu ki; başta erkek çocuklara pembe, kız çocuklara mavi renkler önerilmiştir. 1918 yılında bir alışveriş dergisi Earnshaw Bebek Mağazası’nın yayınlanan bir gazete reklamında “Erkekler için Pembe, Kadınlar için Mavi” sloganları ortaya attı. Daha kararlı ve daha güçlü bir renk olan pembenin erkek çocuk için daha uygunken, daha narin ve zarif olan mavinin kız için daha güzel olmasıdır. Başka giyim reklamlarında ise cinsiyet ayrımı yapılmadan mavi rengin sarışın bebeklere, pembenin ise kumrallara yakıştığı belirtildi. Böylece cinsiyetler arası ilk kez renk ayrımı bu dönemlerde yapılmış oldu. 1900 ile 1940 yılları arasında yapılan kadınlar için mavi, erkekler için pembe sloganı birden tersine dönmeye başladı. Giyim üreticileri bu kez kızlar için pembe ve erkekler için maviye karar vermesiyle tüm bunlar değişmeye başladı. Yapılan bazı araştırmalar sonucunda erkeklerin mavi rengi, kızların ise pembe rengi daha çok sevdikleri öne sürüldü ancak bunun doğru olup olmadığını görmeye çalışan araştırmalarda ise; insanların büyük çoğunluğunun mavi rengi, pembe renge tercih ettiğini kesin bir şekilde göstermesi dışında karışık sonuçlar verdi. Yapılan bazı çalışmalarda ise bu değişimin nedeninin Naziller olduğu söylenmektedir. 1939’da II. Dünya savaşı başladığında Nazilli askerlerin üniformalarının mavi renk olmasıyla birlikte mavi erkeksi bir renk haline geldi. Ebeveynler, erkek çocuklarına Nazilli askerlerin üniformalarını çağrıştıran mavi renkler de kıyafetler tercih etmeye başladılar. II. Dünya savaşından sonra Avrupa’da renklerin temsil ettiği cinsiyetler böylece farklılaşmaya başladı. 20.yy ortalarına gelindiğinde Amerika’da pembe giderek kadınsı bir renk olmaktadır. Özellikle bir dönem Beyaz Saray’da Amerika’nın 34. Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın eşinin bir davete uzun pembe bir elbise ile gelmesi ve 1952’de ilk kez Funny Face Müzikalinin başrol oyuncusu A.Hepburn’ın tamamen pembe bir posterle boy göstermesi moda dünyasında kadınların ilgisini çekiyor ve pembe renk kadınlar arasında ikonikleşiyor.1985’li yıllar da pembe artık ikonlaşmış ve kadın rengi haline gelmiştir.
Bebeklikten itibaren başlayan renklerin cinsiyeti, küçük yaşlardan itibaren empoze edilmeye başlıyor. Daha anne karnında olan, doğmamış bebekler için hazırlanan odalar, eşyalar toplumun cinsiyetlere uygun bulduğu renklerden oluşuyor. Herhangi bir çocuğa hediye almak için seçilen renkler yine aynı doğrultuda oluyor. Mağazaların kız çocukları için ayrılan bölümünün tamamı pembe renk iken, oğlan çocuklar için ayrılan bölüm mavi renklerden oluşuyor. Özellikle ergenlik çağındaki erkeklerin pembe ve mor gibi renkleri giymeleri toplum tarafından olumsuz karşılanarak bu renklerin kadınlara ait renkler olduğu söyleniyor. Yani herhangi bir renk, tek bir cinsiyete ait oluyor. Reklamlarla insanlar üzerinde renklerin cinsiyeti pekiştiriliyor. Bir kadın pembe bir renk ile bir erkek mavi bir renk ile eşleştiriliyor ve doğru kabul edilen renk eşleştirilmesinin bu olması gerektiği veriliyor. Cinsiyetlerin bu şekilde farklı renkler kullanması elbette kapitalizmin yararına olmuştur ancak renkleri cinsiyetlere nesnel bir düşünceymiş gibi toplumlar ayırmaktadır… Renklerin bir cinsiyeti yoktur, toplumların onlara yükledikleri anlamlar vardır.
YARARLANILAN KAYNAK:
JO B.PAOLETTİ, Pink and Blue, 2012