18. yy, 17. yy ’dan oldukça farklı bir yüzyıl olarak karşımıza çıkmaktadır. 17. yy‘daki düşüncelere göre makine doğa tasarımı ve bununla birlikte hiyerarşik bir konstrüksiyon var olup Tanrı bu sistemin ontolojik garantörü olmuştur. Tanrı kozmosu insan için bilinebilir, egemen olunabilir bir tarzda var etmiş ve böyle bir kozmostan moral-politik sonuçlar çıkmıştır. Mekanizmin olduğu yerde moral zayıflamış, insan da mekanik olarak ele alınarak ahlak kaybolmuştur. Ahlak kaybolunca insan çatışmacı hale gelmiş ve politika çatışma sona ersin diye ortaya çıkmıştır.
17. ve 18. yy. arasındaki bir diğer fark ise akıl ile ilgilidir. 17. yy ‘da akıl ölçen, hesaplayan, kesin doğru sonuç veren bir yeti olmuştur. 17. yy’in bütün tartışması teorik aklın olup olmadığı, varsa da pratik akılla ilişkisinin ne olduğudur. 18. yy ‘da ise “aklın sınırları nedir, insan neyi, ne kadar bilebilir” gibi sorular damgasını vurmuştur. Bu nedenle 18. yy. akıl söz konusu olduğunda aydınlanma yüzyılıdır. Bu yüzyıl ikili bir yapıyı oluşturur. Bir yandan akla güvenilir fakat bu güven pozitivizmle sonuçlanmaktan uzaktır. Öne çıkan aklın eleştirel gücüdür, artık moral, politika hatta tarihte yer alır. Öte yandan ise akıl eleştiri konusudur. Bu eleştiriden akıldan uzaklaşmak çıkar. Bir yanda aydınlanma bir yanda aydınlanma içindeki eleştirel duruşu kendi lehlerine çevirerek ortaya çıkan romantikler olduğundan 18. yy. heterojen bir yüzyıldır diyebiliriz.
Jean-Jacques Rousseau’nun siyasi düşüncelerini anlatmadan önce en önemlisi onun hayatını anlatmanın yararlı bir şey olacağına inandığım için hayatını kısaca anlatarak başlıyorum. Rousseau temel olarak 18.yy. filozofudur. Hiç şüphesiz Aydınlanma Çağı’nın en önemli filozoflarından biridir. Rousseau’nun düşünceleri çok geniş kitleleri etkilemiştir; fakat bunlardan en önemlisi belki de Rousseau’nun görmeyi en çok istediği 1789 yılındaki Fransız İhtilali’dir. Ne yazık ki Rousseau hayatını kaybettikten 27 yıl sonra bu muhteşem olay oldu.
Rousseau’nun temel olarak odaklandığı konu politikadır. Kendi felsefesini oluştururken ansiklopedistlerden etkilenmiştir. Din dışında düşünmeyi ve dini kalıplara başvurmadan özgürce düşünmeyi ansiklopedistlerden öğrenmiştir. Rousseau bireyci bir karakter taşıyan politik liberalizmin ve iktisadi liberalizmin kendi kavramsal dokusunu (doğal durum, doğal hak, doğa yasası…) alıp dönüştürmüştür.
Rousseau’nun siyasi düşüncelerini anlatırken en önemlisi diğer filozoflarda da olduğu gibi doğal durumdan başlamak gerekir peki Rousseau’ya göre insan doğal durumda yalnız, huzurlu ve mutludur. Rousseau bu durumu da şöyle betimler: İnsan ağaçtan meyvesini yiyor, gölden suyunu içer ve meyve yediği ağacın altında uyuyor. İnsan ne ise odur, kendi doğasını gerçekleştirmiş durumdadır, kendi kendisiyle uyumludur. Rousseau’nun bu doğal durum anlayışında zaten toplum diye bir şey bulunmamaktadır. Bu insanın aynı zamanda duyguları var. Bu insanın varoluşsal duygularıdır sezgiye benzer. Bu duyguların amacı iyiyi kötüyü ayırmaktır. Ama buna insan çok ihtiyaç duymaz çünkü insan iyidir. Rousseau şu örneği verir: Bu insanlardan birinin kafasına taş atıp onu yaralasanız size anlamaz bir şekilde bakacaktır, bunu bana neden yaptı diye düşünecektir. Agresyon göstermeyecektir, anlamak isteyecektir. İki insanın doğal durumda, doğal halleriyle karşılaştıklarında, birbirleriyle kurdukları ilişkide baskın gelen duygu merhamettir. Çünkü türün her bir üyesi diğerinin, kendini ve diğerini sevdiğini bilmektedir. Bu nedenle ona daima merhamet eder. Buradaki bahsettiği özgürlük ise pozitif özgürlüktür. Liberal gelenekte bahsedilen özgürlük negatiftir. Negatif özgürlük dış engellerin olmaması anlamına gelirken pozitif özgürlük ise kendini gerçekleştirme ve kendi yasasına uygun davranmaktır. Mutluluksa kendi doğasıyla uyumlu olma halidir. Dolayısıyla pozitif özgürlük ve mutluluk uyumludur ve bir arada bulunabilir. Pozitif özgürlüğün mutlulukla beraber, beraberinde getirdiği kavram öz belirlenimdir (kendi kendini belirleme). Aynı zamanda insanın yalnız olması çatışma durumunu imkânsız hale getirmektedir.
Doğal durumda yaşayan insan ihtiyaçlarını gidermek için başkalarına ihtiyaç duyar. Böylelikle bir araya gelirler. Türün her bir üyesinin belli şeyleri yapabilmek için eğilimleri vardır. Bu ise doğal durumu bozar. Artık bu durum ortaya çıktığında mülkiyet, iş bölümü ve hak kavramı ortaya çıkar. Aramızdan bazıları bazı işlerde yetkinleşir, potansiyeli ona uygundur. Rousseau şöyle demiştir: Bir sabah kalktığınızda, bir bakarsınız ki türün diğer bir üyesi orada bir arazi parçasının etrafını çitle çeviriyor. Bu, mülkiyetin başlangıcıdır. Mülkiyetle beraber hak da ortaya çıkar buradan da şu sonuca varılır; doğal durumda haklar yoktur. Buradan haklı haksız toplumsal yani politik sorun ortaya çıkar. İnsan aklı da dahil tüm yetilerini kullandığı zaman doğal durumdan kopar. İnsan artık araçlar yapan, kültür üreten ve en önemlisi aklını kullanan bir özne haline gelir. Yani doğal durumdan kopan bir varlıktır ki insan bu yüzden yozlaşmıştır bunu da en çok harlayan şey ise eğitim sistemleridir. Rousseau’nun doğal durum anlayışı aslında bir yandan da ideal olan durumdur.
Rousseau’nun doğal durum anlayışı fiktiftir. İyimser ve pozitiftir. Liberallerin öğretileri toplumsal eşitsizliği temellendirirken Rousseau’nun fiktif doğal durumu, toplumsal eşitsizliği aşmaya çalışır. Doğal duruma benzeyen bir duruma geçmek gerekir. Bunun için rıza ve sözleşme yapmak gerekir. Rıza, doğal durumdaki hali istemektir. İnsan, araç yapmak için akla ihtiyaç duyar. İnsan, sahip olduğu yetileri kullanarak doğal durumdan kopar. Doğal halini terk eder. İnsan, araçlar yapan, doğayı işleyen ve kültür yaratan bir özne oluşur. İnsan bu süreçte ahlaki bakımdan yozlaşır. İnsan bütünüyle kendini cumhuriyete devreder ama cumhuriyet asla egemen bir güç değildir. Cumhuriyet yalnız politik güçtür, toplumdur sivil toplum değildir. Cumhuriyette insanlar araçsal varlık olmadıkları için gücü devretmenin bir sakıncası yoktur. Böylece liberalizmin tersine insanlar toplumsal yani politik olarak eşit kabul edilir.
Rousseau karşımıza iki şekilde çıkar: ilki modernite kritiğidir, ikinci ise insanın aslında patetik bir varlık olduğunu söyleyerek ilk romantik olmasıdır. Rousseau’ya göre bu bozulmada aklın gelişiminin en önemli parametrelerinden olan modern bilimin yeri açık ve kesindir. Modern bilim teknik bilimdir. Rousseau modern bilimlerin araçsal akıl olduğunu gören ilk figürdür. Araçsal aklın her şeyi nesneleştirdiğini, tahakkümü amaçladığını, performansa dayalı bir hayatı temel aldığını görmüştür. Artık merhamet yoktur ve insanlar arasında yabancılaşma vardır. İnsan bozulma ile beraber kendi doğasına yabancılaşmıştır. Rousseau’ya göre yabancılaşmanın kırılması için bu durumun düzeltilmesi gerekmektedir. Akıl bozulmanın kaynağıdır, bunu düzeltmek içinse doğal duruma benzer bir durumda olmak gerekmektedir. Geri dönülemeyeceğine göre bu durumu aşmak gerekir. Rousseau’ya göre iyi bir durumda olmamız için geçmişi geleceğe taşımamız gerekir. O halde geçmişe dönmek demek ilerlemek demektir.
Rousseau’ya göre cumhuriyet söz konusu olduğunda insan, kendisinin dışında bir şeye tabii olma fikrine maruz kalmayacaktır çünkü kendisi de onun parçasıdır ve bir egemen yoktur. Böyle bir durumda insan devrettiğinden fazlasını geri alır. Hakları olacak çünkü artık yurttaşlar. Bu haklar kamuya açık tüm haklardır (eğitim, sağlık…) Biricik kamusal kimlik yurttaşlıktır. Cumhuriyet ortaklık üzerinden yürür. Burada toplumsal eşitsizlik yoktur çünkü politik olarak eşittirler. Cumhuriyet ile politik toplum aynı şeydir, yurttaşlık bağı üzerinden homojendir. Liberaller toplumsal eşitsizliği sivil topluma bağlarlar, Rousseau durumun böyle çözülemeyeceğinin farkındadır. Ona göre sorunun çözümü yasa önünde değil politik olarak eşitliği sağlamaktır. Yurttaş olmak politik olarak eşit olmak demektir, oysa liberal gelenekte yurttaş olmak sadece hukuksal bir statüdür. Rousseau’ya göre insanları yasa önünde eşit kılmak saçmadır çünkü bunun tek açıklaması insanların kötü olduğudur.
Rousseau’ya göre güçler ayrılığı tek şeye aittir o da kamu yani halktır Antik Yunan’dakine benzer bir yapıdır bu da. Cumhuriyet fikrinde verilen bütün unvanlar reddedilmelidir çünkü bunlar toplumsal eşitsizliği resmi hala getirir. Rousseau’nun cumhuriyet fikrinde önemli olan liyakat yerine herkesin onurlu olduğudur yani herkes her işi yapabilir. Bu cumhuriyet genel irade ile çalışır yani en üst kısım en alt kısmın olmadığı bölümdür yani orta direk diyebileceğimiz özel çoğunluktur. Genel irade monarşideki gibi bir kişinin idaresi değil herkesin idaresi eşit paylaşıldığından bir bakıma hiç kimsenin idaresi değildir. Yurttaşlar birbirine genel irade ile bağlandığından politik yani toplumsal eşitlik zuhur etmiş olur. İnsan yalnızca kendini topluma bağlar yani hiçbir şeye bağlanmamaktadır. Önemli olarak genel irade asla ve asla azınlık üstünde hakimiyet kuramaz çünkü yine duygularıyla ve özellikle empati burada da devreye girer. Rousseau için yönetim biçiminin ne olduğu tarihi bir sorun haline gelmiştir ancak önemli olan cumhuriyet fikridir yani politik toplum fikridir.
Rousseau din konusunda liberallerden ayrılmıştır. Ona göre dinin akılla işi yoktur, gönül işidir. Dinin işlevi temel olarak yurttaşlar arasındaki bağı güçlendirmektir. Yurttaşlar dinle terbiye edilecek, cumhuriyetle olan bağları güçlendirilecektir. Din bu noktada araçsal ve destekleyici bir kurumdur. Cumhuriyet, din ile yalnızca kamusal alandaki sonuçları ile ilgilenir, özüne bakmaz. Bu durumda bir resmi dinin olması anlaşılırdır, bu dine mensup olmamak suçtur. Ona göre bu din mevcut politik sistemi desteklediği için yurttaşlığa, kamusal alana, yurttaş haklarına asla zarar vermez. Bu nedenle bu din eğitim içinde bir bölüm olarak verilir. Yurttaş hakları ve din organik bir bağa sahip değildir. Politika dinden bütünüyle ayrılır. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Din insanı terbiye eder, politik erdemlerin aşılanmasına yardımcı olur.
Liberallerde moralite politikanın temel taşıdır. Rousseau buna katılmaz. İnsan toplum öncesi durumda kendi başına ahlaki bir varlık olamaz. İyiyi ve kötüyü bilebilmenin yolu deneyimdir. Doğal durumda deneyim yoktur ya da ideal halinde değildir. Deneyim politik toplumda olur. Bu insanın liberallerin iddia ettikleri gibi monolojik değil, diyolojik bir varlık olduğu anlamına gelir. Ona göre insan ancak yurttaş olarak moral bir varlığa dönüşür. Liberallerde moralite politikanın temelindeyken, Rousseau’da politika moralitenin temelidir.
Rousseau’da özgürlük, pozitif özgürlüktü. Çünkü sadece kendi özgürlüğü derdinde olan bireyler arasında ortak bağ olamaz. Liberal gelenekte özgürlük eşitlikten önce gelir bu nedenle sosyal adalet kavramını göremeyiz. Rousseau’da ise görürüz. Sosyal adalet, adalette olduğu gibi haklıyla haksızı ayırt etmenin yanında, anayasadan başlayarak ceza hukukuna kadar her yerde kendini gösterir. Dezavantajlı kesimlere çalışır.
Cumhuriyet, eğitim demektir. Eğitim sistemiyle insanlar iyi hale getirilebilir. Cumhuriyet, insanın özgürleşmesidir ve politik bir projedir. Cumhuriyet genel irade ile işler. Genel irade, orta sınıf ve nitelikli ezici çoğunluktur. Yurttaşlar genel irade ile birbirlerine bağlanırlar. Toplumsal ve politik eşitlik buradan doğar. Din konusunda da dinin cumhuriyet tarafından denetim altına alınıp, eğitimi destekleyecek şekilde olmasını söyler fakat bu düşüncenin sakıncalarından dolayı vazgeçilir. Rousseau’da güçler ayrılığı ilkesi yoktur eğer güçler ayrılığı ilkesi olursa bütün, parçalanmaya başlar. Yasama, yargı ve yürütme kamuya aittir.
İnsanların toplumsal eşitlik içinde yaşamalarının imkânı otonom (kendi yasalarını kendi koyan) varlıklar olmalarıdır. Toplumsal eşitsizliğin giderilmesinin yolu politik toplumun üyesi olmak, yurttaş olmak, kendi kendini belirlemektir. Çünkü toplumsal eşitsizliğin anlamı bir başkasının sizi belirliyor olmasıdır, o halden toplum sorumludur. Rousseau İnsanı insan yapan biricik şey yurttaşlıktır der. Rousseau toplumu ve politikayı yapay olarak aldığından, toplumsal eşitsizliğin çözülebilir olduğunu çünkü insan tarafından yaratıldığını düşünmektedir.
Rousseau’ya göre insan özgürdür fakat zincire vurulmuştur. Bunun anlamı insan özgürleştirilerek devrim ile doğal haline dönmelidir. İnsanın özgür ve kendi olması politik bir proje ile mümkündür İnsan bütün dış bağlardan kurtulacak, kendi koyduğu yaslara göre eğleyen bir varlığa dönüşecektir. Ve devlet yapay bir kurum olduğu için kurulur, yeniden inşa edilir ve devletin yıkılması da devrim yolu ile olur. Buradan bakıldığında Rousseau’nun felsefesinde devrim, insanın kendini değiştirip dönüştürmesi ve bunun için de dünyayı değiştirip dönüştürmesidir. İnsan eyleyerek ve değiştirip dönüştürerek dünyayı daha iyi ve yaşanılabilir bir hale getirir. Devrim isyan ve ayaklanma değil, geleceğe yönelik bir politik projedir. Cumhuriyet de politik bir projedir, politikayla ilgili olarak devrimcidir. Devrim kamusal alan ile ilgilidir
Kaynakça: Ege Üniversitesi Genel Felsefe 2 Ders Kaydı.
Yazarın bir diğer yayını: Berger’in Sosyal İnşa Teorisi