Hans Freyer’in Sanayi Çağı Adlı Kitabına Sosyoloik Bir Bakış

Hans Freyer'ın "Sanayi Çağı" adlı kitabı özetlenerek sosyolojik bakış açısıyla tartışılmıştır.

Hans Freyer’in Sanayi Çağı Adlı Kitabına Sosyoloik Bir Bakış
0

Sanayi devrimi çoğu kez bir ‘teknik yüzyılı’ olarak anılmaktadır fakat sanayi devriminin tekniği olarak sadece yaygınlığından veya toplum üzerindeki etkisinden konuşmak yetmemektedir ayrıca sanayi devrimi ruhu ve anlamı bakımından da yepyeni bir teknik olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayi devrimiyle beraber biz teknik dediğimizde bir faydadan değil bir güçten bahsediyoruz çünkü insan sanayi devrimiyle birlikte bir şeyi yapabilmek için güç elde edebilmiştir. Sosyoloji Freyer’e göre sanayi devrimi hareketleriyle ortaya çıkmıştır. Bu yüzden sosyolojinin asıl uğraş alanı sanayi devriminin tarihi ve kuramıdır. Bu konuya ayrıntılı olarak değinmeden önce sanayi devrimini Freyer’in gözünden kısaca anlatmak yerinde olacaktır. Freyer İngiltere’yi baz alarak sanayi devrimini 6 başlık altında inceler. Ona göre ilk sanayi dalgası dokuma üzerinde olmuştur. Bu alandaki buluşlar daha çok el işi teknisyenleri tarafından yapılmış yani bilim insanları tarafından değil. Ona göre teknik alanındaki buluşlar çok sonraya ait. İkinci sanayi dalgası ise demir ve çeliktir. Demir ve çelik üzerinden gelişen bu sanayi dalgası organik maddelerin yerini alarak evrensel bir madde halini aldı. Bu açıdan büyük bir öneme sahip olduğunu dile getirir Freyer. Hatta öyle ki birçok tarihçi demir çağının sanayi devrimiyle birlikte çıktığını savunur. Bu ikinci dalganın bu denli önemli olmasının altında yatan sebep, ileride üretilecek olan makinelere ön ayak olacak olmasıdır. Üçüncü dalga olarak ulaştırmadaki gelişmeyi ele alan Freyer, sanayi devrimiyle birlikte üretilecek olan maddelerin ulaşımının kolaylaşmış olduğunu ifade eder ki bu gerçekten de böyledir. Bugün ulaşım konusunda bu denli gelişmemiş olsaydık sanayideki bu gelişmeler dünyanın bir ucuna ulaşmamış olacak ve hatta birçok ülke sanayi devriminin getirdiği yeniliklerden faydalanamamış veya çok geç faydalanmış olacaktı. Ulaşım, sanayi devrimi için bana göre en büyük olaydır. İşlerin daha hızlı ilerlemesi sanayi devrimi için bulunmaz bir nimettir. Sanayi devrimiyle beraber zaman en değerli maden konumuna gelmiş ve zamanı daha iyi kullanabilmek amacıyla birçok buluş ve kuramlar geliştirilmiştir. Bunlardan biri de ulaşımdır. Dördüncü sanayileşme dalgası ise kimyadır. Kimyaya verilen önemin artmasıyla beraber birçok maden, sanayi için kullanılabiliyordu. Bu dalganın diğer önemli yönü ise sanayi devrimine bilimin de eşlik etmesidir. Beşinci dalga elektriktir. Elektrik yardımıyla ulaşımda çığır açılmış ve kimya sanayisi de elektriği kullanarak yeni bir boyut kazanmıştır. Tarih içerisinde sayılacak olan altıncı dalga ise, benzin motoru çağıdır. Benzin motorunun kullanımıyla beraber ulaşımda çığır açılmıştır.  Sanayi devrimiyle beraber zamana ve ulaşıma verilen önemi görebilmek bu maddeler sıralandığında daha da kolaylaşıyor. Freyer ayrıca tarih içerisinde değil şimdi ve gelecek için konuşulacak bir yeni dalgadan daha bahseder. Bu dalga atom gücüdür. Bu eklenen yeni dalgayla beraber sanayi devrimi güç kazanmaya ve şiddetlenmeye devam etmektedir. Bütün bunlara bakıldığında insanlığın yaşadığı bu dünyanın değişimi yadsınamayacak kadar gerçektir. İnsanlık yüzyıllardır bu dünya içerisinde yaşıyor olmasına rağmen, hiç bu kadar büyük ve köklü bir değişime şahit olmamıştır. Bu açıdan sanayi devriminin insanlar üzerinde psikolojik ve sosyolojik etkilerini görebilmek mümkündür.

Nüfus ile sanayi devriminin yakından ilişkisine dikkat çeken Freyer, nüfus artışının ne kadar büyük ve ne kadar hızlı ilerlerse bahsedilen o toplumda sanayi devrimi o kadar hızlı boyutta gerçekleşmiş olur ama bu nüfus patlaması planlı olarak gerçekleşmemişse büyük sorunlara gebe olacağı da söylenebilir bana göre. Sanayi devriminin bir diğer yüzü ise yaşanan iç göçlerdir. Kırdan kente hızlı bir göç hali yaşanmaktadır. Bu durum tarımda makineleşmeyle birlikte çalışacak insana olan ihtiyacın azalması ve buna karşın şehirlerde yeni kurulan fabrikalarda çalışacak insan açığı sebebiyle gerçekleşmiştir. Bu hususta insanların yeni ekmek kapıları araması gayet olağandır ki devletin istediği de tam olarak budur. Bunu tabiki bizim ülkemiz için söylemiyorum. Bizim ülkemizde sanayi devrimi gibi bir olay tam olarak yaşanmış sayılmaz. Tarımda geç de olsa bir makineleşmeye gidildi ve bu yüzden kırlarda insanlar işsiz kaldı. Buraya kadar her şey normal ama şehirlerde bütün köy halkının göçüne yetecek kadar ekmek kapısı yoktu. İstanbul, İzmir gibi büyük şehirler bunları kaldırabilecek bir alt ve üst yapıya sahip değildi. Bunlara sahip olmaması sebebiyle gecekondululaşma, çarpık kentleşme, yoksulluk hızlı bir artışa geçti. Türkiye’yi bırakıp tekrar Avrupa’ya dönelim. Yüzbinlerce insanın iç göçünden söz ediyor Freyer. Kavimler göçü gibi büyük bir topluluğun birlikte hareket etmesi şeklinde değil ama dağınık küçük toplulukların göçü söz konusu. Bu insan selini sadece yaşanan bir iç göç olarak nitelendirmek sanayi devriminin özünü anlamadığımız anlamına gelir. Bu iç göçle birlikte insan yaşamları da değişti. İnsanların meslekleri değişti, kendi kültürleri dışında kültürler içine girdiler, kültür karmaşası yaşandı, toplumsal durum değişti vs. Yaşanan bunca şeyden sonra bu göçü yüzeysel olarak sadece göç diye geçiştirmek sanayi devrimini anlamayı zorlaştıracaktır. Türkiye’de yaşanan durum ise büyük şehirler değil büyük köylerdir insanların göç ettiği yerler. İnsanlar örneğin Erzurum’dan İstanbul’a köylü göçünü gerçekleştirmiştir. Zihniyet köylü olarak kalmıştır. Tabiki her köy birbirinin aynısı değil bu çok ayrı bir konu fakat Türkiye’de sanayi devrimiyle beraber zihniyet anlamında çok fazla değişime uğradığını düşünmüyorum. Türk halkı kapalı bir zihniyete sahip. Kolay kolay yeniliklere açık olamıyor. Sanayi devrimiyle beraber Türkiye’de insanların meslekleri, yeri değişti ama zihniyetleri olduğu yerde kaldı. Bu hususta Türkiye’de sosyolojik bir araştırma yapılamayacağını düşünmek yanlış olur. Türkiye sosyoloji alanı için bir cennet konumundadır. Sanayi devriminin niye tam olarak gerçekleşmediği, insanların zihniyetleri, köylüler, Türkiye’nin niye gelişemediğine kadar birçok araştırma konusu bulabiliriz. Sanayi devrimine geri dönersek insanlığın kaderini yeniden çizen sanayi devrimi bütün yaşamları kendi eliyle tekrar yazmıştır. Bu hususta sanayi devriminin sosyolojik bir olgu olmadığını ifade etmek yanlış olacaktır. İnsanı ilgilendiren, insanların kültürünü, yaşamını, değerlerini değiştiren her şey sosyolojiyi de ilgilendirir. Toplum değişirken sosyolojinin bunu oturup izlemesi onun doğasına aykırı olacaktır. Bu iç göçle birlikte yeni bir sınıf gün yüzüne çıkar; ‘işçi sınıfı’. Bu yeni işçi sınıfı kendi aralarında da sınıflara ayrılıyor nitelikli ve niteliksiz işçi olarak adlandırılıyordu.  İşçi ücretlerindeki farklılıklar bundan ileri gelmektedir. Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan bu sınıf toplumun değişmesindeki en somut örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum değişiyor, sistem değişiyor ve bunlardan en çok zarar gören de onlar oluyordu ki nitekim Freyer, ekonomik bunalıma değinir. Bu hızlı gelişen sanayinin bir çöküşü elbette olacaktı. Bu ekonomik bunalımda birçok yeni ürün kullanılamadı ve satılamadı. Bana göre kapitalizm seri üretime dayanan bir sistemdir. Sürekli üretmeye dayanır. Birinin satın alacağını ya da, elbet pazar bulunacağını iddia eder. Sürekli üretmenin sonucu olarak da büyük buhran meydana geldi zaten. Sistemin son değil ama ilk tökezlemesi burada başladı. Bu bunalımlarda binlerce işçi işsiz kaldı. Köylerini, topraklarını bırakıp gelen bu işçilerin başka vasıfları da yoktu. Sefalet içine düşmemelerini beklemek ütopya olacaktı.  Türkiye’de ise bir işçi sınıfından söz edebilmek bana göre pek mümkün değil yani evet sanayilerde çalışan bir işçi var ama sınıf değiller. Güçleri yok. Avrupa’da olduğu gibi bir güç elde ettiklerini Türkiye için söylemek yanlış olacak.

Ortaya çıkan yeni sınıf sadece işçiler değildi, ayrıca orta sınıfın varlığından da söz edebilmek mümkündür. Bu yeni sınıfın ortaya çıkmasının sebebi sanayileşmenin dur durak bilmeden ilerlemesi ve gelişmesidir. Sürekli gelişen sanayi birçok işi sanayiden bürolara yönlendirebildi. Bugün Türkiye’de devlet dairesinde memur olmak büyük bir önem arz etmektedir. Düşünmeyen ve üretmeyen memurlar bana göre kapitalizmin kötücül bir başarısıdır ve memurluk bana göre övünülecek bir şey de değildir. Memurlukla para kazanan hiç kimseyi yermek değil amacım. Türkiye’de garanti maaşın verilebildiği tek yer devlet dairesinde memur olmak olduğundan ve insanların paraya ihtiyaçları olduğundan dolayı üretmek yerine masa başında oturmayı tercih edebiliyorlar. Bu Türkiye’deki her değil ama çoğu gencin yazgısı. Konumuza dönersek bu sanayi devrimi insanlığın gelişimi ve ilerlemesi hususunda büyük bir önem arz etmektedir fakat bir de durumun arka yüzü vardır. Bu arka yüz toplumsal sorunlardır. Yaşanan göçler, nüfus artışının yarattığı sorunlar, ortaya çıkan yeni işçi sınıfı, buhranlar, işsizlik, yoksulluk ve daha onlarcası… Anlatılacak çok şey olmasına rağmen kitaba sadık kalarak devam etmek istiyorum. Freyer, sanayi sistemi ve kuramının sosyolojinin uğraştığı konulardan biri değil asıl konu olduğunu iddia etmektedir. Hatta öyle ki, sosyolojinin sanayi sistemi ve kuramını incelemesiyle bir bilim olduğunu söylemektedir. Bunu söylemesindeki en büyük etken sosyolojinin en genç bilim olması ve bilim olarak doğuşu sanayi devrimiyle beraber meydana gelmesidir. Freyer bunun tesadüf olmayacağını söyler ki gerçekten de öyledir. Başından beri diyoruz ki, sanayi devrimiyle beraber toplumlar tabiri caizse baştan yaratılmışlardır. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir zaman bu kadar değişiklik yaşamayan toplumların sosyolojik anlamda da sonuçları ortaya çıkması gayet normaldir. Sosyoloji sanayi devriminden önce yok muydu diye bir soru yöneltilirse buna cevap sanayi devriminden önce sosyolojinin var olduğu sadece felsefeye bağlı bir şekilde toplumla ilgilendiği yanıtı verilebilir yani sosyoloji tek başına bir bilim değildi, kendi kuramı yoktu. Toplum felsefenin sorunuydu. Toplum her zaman bir sorundu ve araştırılması gereken en ilginç sahaydı fakat bunu tek başına bilim haline gelen sosyolojiye emanet etmek ancak sanayi devrimiyle beraber ve tabi ki ilk olarak Fransa’da meydana geldi. Ancak buradan sosyolojinin tek ilgi ve konusunun sanayi olduğu düşünülmemelidir. Sosyoloji toplum ile alakalı her şeyle ilgilenmektedir. Toplumun olduğu her alanda sosyoloji de vardır fakat sosyolojinin doğuşu sanayi devrimiyle birlikte olduğu için ilk büyük sistemlerin de ilgi alanını sanayi üzerinde kurar ki bu yüzden sosyoloji sanayi toplumunun kuramı olarak adlandırılır birçok düşünür tarafından. Sanayi devrimiyle beraber bilinen ve doğal görünen toplum düzeni bozulup yerine yenisi kurulunca bu hareketleri incelemek için bir toplum bilimcisine ihtiyaç duyuldu. Bilinen tüm kalıplar yıkılıp yerine kısa sürede yenileri koyulmaya çalışılınca toplumlar üzerinde de birçok etkisi oldu bu etkiler kavimler göçünden veya tarihte yaşanılan diğer tüm olaylardan daha farklıydı. Bunu araştırmak ise sosyolojinin göreviydi. Sosyoloji toplumların ilk kurulduğu günden bu yana varlığını sürdürmektedir, sanayiyle birlikte doğmamıştır sadece sanayi sistemi sosyolojinin özel bir konusu ve hatta kilit konusudur. Bunun asıl nedenini de toplum biliminin özünde aramak gerekir. Bu konuda Freyer’e katıldığımı belirtmek isterim. Sanayi devrimi insanlığın yaşamış olduğu hem yıkıcı hem de yapıcı tüm özellikleri içinde barındıran büyük bir devrimdir. İnsanlığı derinden sarsmıştır. Birçok meslek gruplarını yok etmiş, insanları yerinden yurdundan etmiş, insanları makineleştirmiştir, üretimi aileden çıkarıp ticarete dökmüş, bu dünya için çalışmanın önemini kavratmış bir devrimdir ve özeldir. Bu hususta sosyolojinin kilit konusunun bu olması yadırganacak ve yanlışlanacak bir durum değildir. Sosyoloji toplum neredeyse oradadır, toplum en çok nerede baştan aşağıya değişmişse yönünü o yöne çevirmiştir fakat tarih sayfalarına da yüzünü dönmemiştir. Sanayi devrimiyle beraber sosyolojiye duyulan ihtiyacın daha çok arttığı değil de toplumun sosyolojiye olan ihtiyacının ayırdına varıldığını söylemek daha doğru olabilir bana göre.

Sosyoloji bir bilim olma iddiasıyla yola çıkmıştır ve bilimin özellikleri arasında tarafsız bir göz yani öznel yargılardan arınmış amacı salt gerçekliğe ulaşmaktır. Bilim kendi öznel yargılarını ortadan kaldırmaz sadece paranteze alır. Sosyoloji doğayla değil insanla ilgilenir ve bu hususta bu bilimin değerleri daha çok önem kazanır. Bir toplum bilimci saha araştırmasındayken kendi öznel yargılarını paranteze almayı bilmelidir, araştırdığı konuyu onu yaşayan toplum gibi düşünmeyi bilmeli ve kendi değerlerini araştırdığı topluma dayatmaya çalışmamalıdır. Sosyolojinin görevi bu değildir. Bir toplum bilimci anlamak istediği şeyi kendi öznel yargılarıyla değil anlamak istediği şeyin yargılarıyla algılamalıdır. Bir sosyolog Freyer’in de söylediği gibi, bir toplumu incelerken hiçbir duygu unsuruna yer vermemeli ve bundan kaçınmalıdır fakat bu doğa bilimlerinde olduğu gibi kolay bir iş değildir. Sosyolojinin alanı toplum yani insandır. Bir sosyoloğunda kendi değer yargıları ve sistemleri vardır bu değer yargılarından ve düşüncelerinden kaçınabilmesi mümkün değildir ancak ve ancak paranteze alabilir yani bir müddet görmezden gelebilir fakat sosyolog bir hükme varmadan yani paranteze aldıklarını dışa vurmadan önce toplayabildiği kadar nesnel veri toplamalı daha sonra sorulması gereken soruları sorup öznel yargıları vermelidir ki bu da sosyoloji için önemlidir. Bir sosyoloğun incelediği toplum hakkındaki soruları da cevaplanması gerekir fakat bundan önce değer yargılarını paranteze almayı başarabilirse soyutlama işine girebiliyor demektir ki sosyolojinin günümüzdeki çabası da budur. Sosyolojinin bir bilim olarak görülmesi buna bağlıdır. Hiçbir değer yargısı karıştırılmadan insana teknik değer kazandırılabildi ve böylece insan doğaya egemen olmayı başardı. Toplumsal yaşamı yöneten yasaların kuramsal bilgisinin uygulanmış bir sosyolojinin, topluma biçim verme tekniğinin temelini oluşturabileceği düşüncesi hakimdi bu düşünce çağdaş tekniğin uygulanmış fizik ve uygulanmış kimyadan başka bir şey olmadığı düşüncesiyle ortaya çıktı. Şöyle bir durum da var ki teknik bilgilerle elde edilen sonuçları tüm dünyaya uygulama gibi bir şansa sahibiz fakat toplum biliminden elde edilen bilgiler günlük hayatın ancak belli bir sorununa çözüm bulabilir ve uygulanabilir. Teknik bilimler insanla iletişime geçmez, kağıtlarla ve formüllerle ilgilenirler ve bunu uygularlar. Oysa bu sosyoloji için mümkün değildir. Sosyolojinin sahası toplumdur. Toplumu analiz etmeden ve hatta birkaç kez analiz etmeden kesin yargılara varamayacağı gibi kağıt üzerinde çizim ve formüllerle toplumu çözemez. Teknik bilgiyle sosyolojinin arasındaki asla kapanmayacak o büyük fark burada yatar. Toplumun yasaları kağıtlarda ve çizimlerde değil, toplumun tarihinde yatar. Evde ve bilgisayar başında toplumu öğrenip analiz etmek mümkün değildir.

Sosyoloji, toplumun düzenini inceler. Sosyolojinin asli görevi budur fakat sosyoloji olmakta olanı inceler, olması gerekeni bulmakla ya da söylemekle görevli değildir. Yine de, inceleme esnasında çıkacak olan soruları engelleyemezsiniz. Bir sosyal bilimci de araştırdıkça birtakım sorulara ulaşır veya merak eder; insanın durumunun ne olduğunu, bu sorunları aşıp aşamayacağını veya yolunu kaybedip kaybetmediğini gibi. Sosyoloji bu sorulara incelediği olaya en yakın biçimde ve açık seçik yanıtlar vermeyi bilmelidir. Sosyoloji olmuş olanı bozmakla uğraşmaz ki uğraşsa da bunu yapabilmesi imkansız. İnsanlık sanayi öncesi çağa tekrar geri dönüş yapamaz ancak ve ancak ilerleme söz konusu olabilir. Bu hususta sosyoloji bu olmakta olanı incelemekle yükümlüdür.  Sanayinin nasıl hammaddeye ihtiyacı varsa aynı doğrultuda toplumun da manevi bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç sanayi devrimiyle birlikte yeniden inşaa edilen toplumlar için kullanılmalıdır. Ulusların geleceği buna bağlıdır der Freyer. Özetle; sanayi devriminden çok çok önce de toplumlar vardı ve toplumlar ve insanlar her zaman bir merak konusuydu. Bizler sanayi devrimiyle birlikte toplumu konuşmadık sadece sanayi devrimiyle birlikte sosyoloji felsefeden ayrılarak kendi kuramı ve yöntemiyle bir bilim olma iddiasında bulundu. Adeta hızla değişen dünyayı incelemek için felsefeyle olan dostluğunu bozmadan misafirliğini bitirdi. Sosyolojinin kilit noktası sanayi sistemleri ve kuramıdır çünkü sanayi devrimiyle birlikte insanlığın düşünce sistemi değişti ve yeni düşünce akımları ortaya çıktı. Artık insanlık sanayi devriminden önceki insanlık değil. Sosyoloji olmakta olanı araştırmakla yükümlü ve olmakta olan sanayiyle birlikte yeniden inşaa edilmiş ve teknoloji geliştikçe yeniden inşaa edilen toplum. Toplum hiçbir zaman yerinde saymaz, sosyoloji ona ayak uydurmakla yükümlüdür.

Kaynakça

Freyer, Hans. (2018). Sanayi Çağı. (Çev. Hüseyin Batuhan ve Prof. Dr. Bedia Akarsu). Doğu Batı Yayınları, İstanbul.

SOSYOLOG- AİLE DANIŞMANI- EVLİLİK/ İLİŞKİ KOÇU

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir