Toplumlar dinden bütünüyle vazgeçtiklerinde değil, artık bilhassa onun tarafından uyarılmadıklarında sekülerleşir…
Terry EAGLETON
Öz
Modernleşmeyle birlikte beliren klasik sekülerleşme teorisinin temel iddiası, dinin toplumsal yaşamdaki belirleyiciliğinin ve müdahaleci rolünün minimize edileceği yönündeydi. Bu yönelimin beraberinde insanın da dini pratiklere, dini kurumlara ve kutsala olan ilgisinin azalacağı ön görülüyordu. Modernleşmenin parametreleri arasında yer alan şehirleşme de sekülerizmin doğurduğu bir sonuçtur. Klasik sekülerizm hipotezleri arasında dinin kentteki görünümlerinde de azalma olduğu ifade edilir. Tüm bu iddialar birçok sosyal bilimciyi bu alanda çalışmaya sevk etmiştir. Bu çalışmalar ekseninde ise klasik sekülerizm iddialarından olan din ile modernitenin uyuşmayacağı yönündeki görüşlerin reddedilip, toplumsal yaşamda dini ritüellerin varlığını koruduğu ve kutsala olan bağlılığının devam ettiğine dair ifadeler yer almıştır.
Bu çalışma, sekülerleşme paradigmaları ekseninde dinin toplumsal yaşamdaki varlığına dikkat çekerek, şehirleşme sürecinde dinin kentteki görünümlerine değinmeyi amaç edinmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sekülerizm, Modernleşme, Şehirleşme, Kutsal, Din
1.Giriş
Bazı sosyal bilimciler tarafından neredeyse üç asırdır dinin vadesinin dolduğu ileri sürülüyor. Sosyolojinin öncü isimlerinden Auguste Comte modernleşme itibariyle bilimsel gelişmelerin teolojik döneme son vereceğini, Sigmund Frued ise “nevrotik illüzyon” olarak ifade ettiği dinin psikanalistin sandalyesinde yok olacağını söylüyordu. Modernleşmenin tabii sonucu olarak dindarlık yeni biçimlere bürünme eğilimi göstermiştir. Ancak toplumsal hayattaki müdahalesini ve belirleyiciliğini sürdürdüğüne dair bulgular ortaya atılmıştır.
Dinin toplumsal yaşamdaki konumunu sarsacağı düşünülen olgulardan bir tanesi de “şehirleşme” olgusudur. Sekülerizmin seyrinde gelişen kentleşme, toplumsal değerler sisteminde, kültürel ve ekonomik ilişkiler alanında birtakım değişikleri meydana getirmiştir. Bu değişimlerin sonucunda manevi sistemin bir parçası olan dinde de önemli değişimler görülmüştür.
Bu çalışmada, modernliğin getirilerinden olan sekülerleşme tartışmalarına değinilerek şehirleşme olgusu ve dinin kentteki görünümlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç itibariyle önce sekülerleşme paradigmalarına yer verilip daha sonra şehirleşme ve din ilişkisine değinilecektir.
2.SEKÜLERLEŞME PARADİGMALARI
13.yüzyıl itibariyle Batı, farklı bir toplum tipi ve yeni ideal insanlık arayışına sevk eden bir bilimsel ve teknolojik sürece girme eğilimi gösterdi. Bu yeni algının beraberinde Tanrının yeri ve rolü de değişime uğramıştır.
Sekülerleşme, belli bir toplumda belli bir zaman dilimi içerisinde doğaüstü alanın, yani dinin, dinimsi yapıların, halk inançlarının ve diğer tüm doğaüstü öğretilerin bireysel ve toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve gündelik yaşamı şekillendirme güçlerinin azalması demektir (Ertit, 2019:47).
Taylor, sekülarizmin ortaya çıkışının modern ulus-devletin yükselişiyle yakından bağlantılı olduğunu baştan kabul eder ve sekülerizmin kendisini iki şekilde meşrulaştırdığını söyler. Bunlardan birincisi birbiriyle çatışan dini mezheplerin öğretileri arasında en küçük ortak paydayı bulma çabası, ikincisiyse dini kanaatlerden tümüyle bağımsız bir siyasi etik tanımı getirme çabasıdır (2014, Akt. Asad 2007:12).
Köse’nin deyimiyle Sosyoloji literatüründe modernite, sekülerleşme ve din ilişkisi üç tez etrafında inceleniyor. Sekülerleşme tezi adı altında savunulan birince teze göre, modernite mutlak surette sekülerleşmeyi doğuracak ve nihayetinde dinin yok olmasına sebep olacaktır (Köse, 2005:1). Bu savunuya göre, toplum modern olana uyum sağladığı benimsediği oranda din ile ilişkisi zayıflar ve zamanla dinden tamamıyla uzaklaşır.
Diğer bir savunuya göre, klasik sekülerleşme tezi terk edilmeyi hak ediyor. Üç asırdır yok olacağı iddia edilen din hala varlığını korumuş ve toplumsal rolü devam etmektedir. Hatta Köse’nin aktarımıyla, bazılarına göre, modernitenin doruk noktasına ulaştığımız günümüzde din her zamankinden daha kuvvetlidir (Köse, 2005:1).
Üçüncü savunuya değinecek olursak, modernite ile dinin bir ilişki içinde olduğu tezine dayandığını ifade edebiliriz. Din kültürde varlığını sürdürmüş ancak moderniteden de etkilenmiş ve form değiştirmiştir. Bu teze göre modernleşmenin getirileri, teknolojik gelişmeler dışlanmamış ancak dini ritüeller varlığını korumuştur. Mesela, etrafımızda modernleşmenin, teknolojinin ürünü olan ileri özelliklere sahip bir cep telefonundan Kuran-ı Kerim okuyan insanları görebiliriz.
Bu durumda sekürlerleşme tartışmaları etrafında ortaya atılan üç sekülerleşme savunusunu özetlemeye çalıştık. Modernleşmenin ile beliren sekülerleşme tezlerini daha yakından ve ayrıntılı incelemekte fayda vardır.
2.1. Klasik Sekülerleşme
En basit ifadesiyle sekülerleşmenin temel varsayımı modernleşen toplumlarda dinin siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda merkezi önemini kaybedeceği yönündedir (Hervieu Léger, 2005).
Kirman, sekülerleşme tezi, sekülerleşmenin ekonomik ve kültürel modernleşmenin yükselişinin kaçınılmaz bir özelliği olduğunu ileri sürer. Bu teze göre modern bilim, geleneksel inançları akla daha az yatkın bir duruma getirmiş; yaşam dünyalarının çeşitlenmesi dinî sembollerin tekelini kırmış; kentleşme bireyci anomik bir dünya yaratmış; ailenin öneminin aşınması dinî kurumları daha az ihtiyaç duyulan bir konuma düşürmüş; teknoloji her şeye kadir Tanrı fikrini daha az gerekli ve akıl dışı bir kalıba sokarak, insanlara kendi çevreleri üzerinde daha fazla denetim kurma olanağı tanımıştır. Weber’e göre sekülerleşme, “dünyanın büyüden arınması” anlamına gelir. Buradan anlaşılan ‘sekülerlik’ salt bilgi felsefesi içeriği ve sosyolojik bir kavram olmanın ötesinde aslında ontolojik, kozmolojik ve teolojik unsurlar da içermektedir. Sekülerleşme sürecinin başlangıcı doğaya bakışla ilgilidir. Nitekim Weber “dünyanın büyüsünün bozulması” kavramıyla tanrıların, animistik ruhların, büyü ve tılsımın doğadan kovulmasını, kısaca doğanın dinî içerikten arındırılmasını anlamaktadır kirman.
Kirman’ın aktarımıyla sekülerleşme ile ilgili kullanılan farklı kavramlar arasında “dünyanın büyüsünden arınması”, “kurumsal farklılaşma ve ayrımlaşma”, “özerkleşme”, “rasyonelleşme”, “bireyselleşme”, “özelleşme”, “göreceleşme”, “bu dünyaya ait olma”, “inanmama”, “kilise dindarlığının çöküşü”, “kilisesizleşme”, “brikolaj”, “Aydınlanma miti” gibi bazı kavramlar Sekülerleşme kavramının kökeni ve geçirdiği anlam kaymaları hakkında sayılabilir (Hadden, 1989. Akt. Kirman, 2015:283-284). Kirman’a göre her ne kadar farklı kavramlarla birlikte anılsa da sekülerleşme paradigmasının merkezinde üç kavram yer alır. Bunlar “rasyonelleşme”, “farklılaşma” ve “bu dünyaya ait olma” dır.
Sekülerizm, bir düşünce akımı veya bir hayat tarzı olarak Protestan ülkelerde, dinin dünyevilikle olan her türlü aksiyonla bağlantısı kesilerek, dinin özelleştirilmesi, yani dini bireysel hayata havale edip, hayat ile sosyal bağı kalmamış bir ritüeller ve inançlar kompleksi haline getirilmesi olayı olarak görülebilir (Altıntaş, 2005: 44).
2.2. Yeni Sekülerleşme “Kutsalın Vazgeçilmezliği”
Sosyal bilimciler tarafından kabul edilen klasik sekülerleşme tezi 20. yüzyılın sonlarına doğru popülerliğini yitirmeye başladı ve bazı sosyologlar tarafından sorgulandı. Bu sorgulamanın neticesinde kutsal yeniden varlığını hissettirmeye başlıyor hatta bazılarına göre ise; kutsal makamını hiç terk etmemişti. Bu paradigmanın savunucuları arasında Peter Berger, Rodney Stark, Daniel Bell ve Jeffrey Hadden gibi Amerikalı sosyolog yer almaktadır. Bu sosyologlara göre Modernizim ile din düşman olmadığı gibi birbiriyle uyum içinde toplumsal yaşamda varlığını sürdürüyor. Zaten bugün sekülerleşme tezinin sorgulanması “din ve modernitenin hiçbir şekilde uyuşmayacağı” fikrinin sorgulanması anlamına gelmektedir. Ama Teoriyi tenkit edenlerin bir kısmına göre zaten sekülerleşme hiçbir zaman gerçekleşmemiş; modern dünyada din önemini eskiden olduğu gibi korumuştur. Fakat büyük çoğunluk “bir sekülerleşme olduğunu, ama bunun iddia edildiği kadar etkin olmadığını” savunmaktadır (Köse, 2001:5). Öte yandan Stark, (2002) 70 senedir sürüklendikleri sekülerleşme paradigmalarına rağmen Aziz Vladimir, Karl Marx’ı tahtından indirdiğini ifade etmiştir.
Rodnay Stark’ın “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme” adlı makalesinde “inanç çağ”ının gerçekleşmediğine değiniyor. Kiliseye gidiş oranlarındaki düşüşün, dinin varlığının inanç ve davranışlardaki mevcut durumunu düşürmeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca Rodney Stark’ın değimiyle yaklaşık üç asırdır süregelen tamamen başarısız kehanetlerden ve ‘geçmiş’ ile ‘şimdi’nin yanlış sunumundan sonra, artık sekülerleşme doktrinini başarısız teoriler mezarlığına defnederek ona ‘Rahat Uyu!’ demenin zamanı gelmiş gözüküyor (Köse, 2002:67).
O halde, modernleştikçe ya da bilim alanında ilerledikçe din insan hayatından buharlaşmayacak, belki de ona daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Hiçbir zaman dinin hareket alanının daraltılması onun yok edilmesi ya da yok olması anlamına gelmez. Çünkü, ekmek gibi, hava gibi, su gibi inanma da insan doğasının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır (Altınbaş, 2005:8).
2.3. Eklektik Sekülerleşme
Sekülerleşme tartışmalarına eklektik bir yaklaşım sergileyen sosyologlara göre din ve modernite arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Klasik sosyologların iddia ettiği gibi modernleşen toplumlarda dinin yok olması kesin bir gerçeklik değildir. Savunucuları arasında David Yamanc, Jose Casanova, Conrad Ostwalt gibi sosyologların bulunduğu bu iddianın anlatmaya çalıştığı şey sekülerleşme sürecinin dini yapısal olarak bir değişikliğe götürmesidir. Sekülerleşme yaşanmıştır ve ancak din bütünüyle ortadan kalkmamıştır. Modernite ve dinin birbirlerinden etkilendiklerini kanıtlayan bulgular gündelik yaşamda gözlemlenmektedir. Örneğin, son derece dindar olan bazı topluluklarda teknoloji kullanımı önlenememiştir. Avrupa’nın baskısından Amerika’ya kaçmak zorunda kalan Amişler zor durumda kaldıklarında kullanılmak üzere yaşadıkları yerde herkesin kullanımına açık bir telefon bulundurmaktadırlar. Her ne kadar teknolojiden faydalanmaya karşı olsalar da modernleşmenin etkilerini bütünüyle dışlayamamaktadırlar (Ertit ve Kirman, 2019:61-62). Bu paradigma bağlamında bazı sosyologların açıklamalarda bulunmak adına kullandıkları metaforlar vardır. Bu metaforlardan sekürlerleşme sürecinde dinin öneminin azalmayacağını iddia etmek adına “Seküler Çan Kuleleri” Ostwald tarafından ortaya atılmıştır. Ostwald dinlerin ve seküler görüşlerin birbirleriyle etkileşime girdiği ve birbirini zenginleştirdiği yoğun iki yönlü bir görüş ortaya koyarak, sekülerleşmenin dini yok etmediğini ve etmeyeceğini iddia eder. Sekülerleşme sürecinin bir sonucu olarak edebiyat, film, müzik, sanat ve diğer kültürel ürünleri, geleneksel dini yapılar ve yeni dini gruplar ile birlikte, dini özlemlerimizi, ritüellerimizi ve inançlarımızı taşıyan ve nakleden araçlar olarak düşünebiliriz (Ostwald, 2003. Akt. Ertit ve Kirman, 2019:65). Bu nedenle dini kurumların öğretilerini modern izleyici için uygun ve kabul edilebilir hale getirmek için televizyon ve sinema gibi seküler ve popüler kültürel formlar kullanma eğilimi vardır. Bununla birlikte, dini duyarlılık çeşitli kültürel biçimlerde yayılabilir. Dini kurumlar artık kültüre egemen olamadığında, ayrıcalıklı olabilecekleri konusundaki tutkularını yitirirler. Bu ayrıcalık kaybı ile birlikte, dini kaygılar kültürel biçimlerde ifade bulur. Böylece seküler olarak algılanan kültürel ürünler otantik ve anlamlı dini içerik taşıyabilir ve kutsal kaygıları giderebilirler. Ostwald, seküler kültürün sadece dini mesajları daha etkili bir şekilde ifade etmediğini, aynı zamanda resmi dini öğretilerden daha özgün dini içerikler barındırdığını ifade etmektedir (Ostwald, 2003. Akt. Ertit ve Kirman, 2019:66).
Bir başka metafor ise Ertit ve Kirman’ın aktarımıyla Hervieu-Leger (2000) tarafından ortaya atılan ve post modern dönemin dini özelliklerini yansıtan “Dini Brikolaj” dır. Bu metafora göre geleneksel dini ve ruhani havadan mahrum olduğu düşünülen insanların, özellikle gençlerin, dini çoğulculuk ve bireyselleşme gibi post modern niteliklerin sağladığı avantajları kullanarak kendilerine özgü bir din oluşturmalarını ifade etmektedir. Birden fazla inanç öğretisini bünyesinde toplayan yeni oluşumun her inançtan eşit faydalanması ya da özüne aktarması mümkün olmadığından yeni oluşan dini inanca mutlak bir taban sağlayacak başat bir inancın olması gereklidir. Bu temel inanç dışında bütünün kalan parçaları da diğer taşıyıcılardan sağlanarak yeni bir dini anlayış oluşturulmaktadır. Egemen inancın doktrinleri, taşıyıcı inançların doktrinlerini özümseyerek içselleştirebilir. Ancak tam tersi bir durum da her zaman söz konusu olabilir. Taşıyıcı inançlar, egemen inancın egemenliğine zamanla son verebilir (Leger, 2000. Akt. Ertit ve Kirman, 2019:63).
3.TÜRKİYE’DE ŞEHİRLEŞME VE DİN
Türkiye’nin modernleşme deneyimi, Tanzimat döneminde başlayıp Cumhuriyet dönemiyle devam eden bir süreçtir. Modernleşme, beraberinde bir takım sosyoekonomik ve kültürel değişimleri de getirmiştir. Bu değişimler içerisinde önem arz eden kentleşme olgusu ise 1950’li yıllarda kendini göstermiştir.
3.1. Şehirleşme Sürecinde Din
Kentleşme süreci, toplum hayatında köklü değişimler meydana getiren bir tür istenilen insan modeli oluşturma gayreti olduğundan dolayı insana ait bütün değer sisteminde yaşantısında, toplumsal ve ekonomik ilişkilerde değişiklikleri beraberinde getiren kentleşme süreci aynı zamanda kültürel ve manevi bir sistem olan dinde ve dini yaşamda da önemli değişiklikler meydana getirmektedir. Ancak bu değişimin ve etkilemenin tek taraflı olduğu düşünülmemelidir. Çünkü din toplumu etkileyen ve dönüştüren en önemli sosyal kurum olduğu gibi toplum tarafından da etkilenen bir sosyal kurumdur. Kentleşme, sekülerleşme olgusuna koşut olarak dini tavırlar ve tutumlarda değişiklikler meydana getirmekte, zaman zaman dini yaşamda bir zayıflama yaşanmasına neden olmakla birlikte, zaman zaman da dini tutum ve davranışların gerilemesinden çok din anlayışının, dini yorumların değişmesine neden olabilmektedir (Yıldırım, 205-206:2012).
Türkiye’ de özellikle 1970’li yıllardan sonra gelişen ‘dini yeniden canlanma’nın; çok sayıdaki siyasi-dini hareketin, gruplaşma ve dernekleşmenin, sanayileşme, kentleşme ve modernleşme süreçlerinde kendini gösteren yapısal değişim temelinde tezahür ettiğini ya da bu değişim seyrine özgü yeni anlam ve biçimleri altında şekillendiğini belirtmek mümkündür. Sosyo-kültürel yapıyı oluşturan temel kurum ve ilişkilerde köklü değişimlerin yaşandığı bu süreçte, dağılan eski geleneksel anlam haritaları ve dayanışma formlarının yerine yenilerinin ikame edilememesi ya da tatminkâr cevaplar üretilememesi, yeni dini hareket ve grupların meşruluk zeminini oluşturmaktadır. Esasen bu süreçte değişimin yönünün cemaat türü yapılardan cemiyet türü yapılara doğru bir geçişe yönelik olması toplumsal ve kültürel yapının bütün unsurlarında bu geçişe özgü etkileşimin izlerini sürmemize imkân vermektedir. Doğal olarak bu değişim sürecinde kırsal geleneksel yapılara özgü geleneksel halk dindarlığı ile kentsel değerlerle uyumlu kent dindarlığı arasında önemli bir ayrımlaşma ve farklılaşma gelişmektedir. Diğer taraftan gecekondu kültürü içerisinde şehir hayatına transfer olanın, sadece sufilik ve ziyaret dindarlığı gibi karakteristikleriyle Halk İslam’ı ile sınırlı kalmadığı da, yaşanan dinin göstergelerinden anlaşılmaktadır (Çelik, 2013:40-41).
Nur vergin, batılılaşma reformlarını uzun süredir uygulayan Türkiye’de İslam’ın dirilişinin söz konusu olduğunu ifade ediyor. Cumhuriyet döneminde 1925 yılında çıkan kanunla cemaatler, tarikatlar, medrese ve zaviyeler kapatılmıştır. Ancak bunun İslam’ın siyasi hayatla beraber olduğu gibi vicdanlardan kovulamayacağını vurguluyor. Hatta siyasal alandan sürgün edilen İslam’ın kısa sürede ülkenin siyasi rekabet ve kazanım alanlarından biri haline geldiği iddia ediliyor (Vergin, 2000:37).
Görülüyor ki modernleşme ile birlikte kentleşme olgusu tezahür etmiştir. Bu kentleşme olgusu ise sekülerizmi doğurmuştur. Ancak bu mantıksal bir zorunluluk değil tarihsel bir sonuçtur. Aynı tarihsel döngü kentleşmeyi, kentlileşmeyi ve dindarlığı da içinde barındıracak şekilde yeniden üretiyor. Sanayileşmenin sonucunda kentlerin, mekanların yapılarında önemli yenilikler kaydedilmiştir. Toplum ise bu yeniliklere uyum sağlamış ancak “rafa kaldırdığı” eski dinsel tutumlarını barındırarak, dinsel ruhlarını yaşamlarında, mekanlarında korumaya devam etmiştir. Bu durumu Frudyen yaklaşımla açıklamak icap ederse; toplumlar doğaları gereği geleneği önemser ve bağlı kalmayı yeğler. Ancak modernitenin gereği olarak bir takım geleneksel bağlarını modern yaşamda tutunabilmek adına baskılamak durumunda kalır. Bu baskılama süresince benliklerinde “geçmişi” (özü) barındırırlar ve ilk fırsatta açığa çıkarma eğilimi gösterirler.
3.2. Türkiye’de Dinin Kentteki Görünümleri
Türkiye’nin kentleşme serüvenine bakıldığında, modernleşme ile birlikte seküler bir adımın atıldığını ifade edebiliriz. Ancak bu adım, kentleşme ile dindarlık arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu göstermiyor. Toplumların kente göç ettikçe, kentlileştikçe dini tutum ve davranışlarında azalma olmadığını, aksine bazı alanlarda “dini canlanma”nın yaşandığını belirtebiliriz. Bu bağlamda Türkiye’de muhafazakarlığın ve dini değerlerinin kent ile ilişkisine şahit oluyoruz.
Kentler, Weber‘in Rasyonalizasyon kavramıyla ifade ettiği aklın hâkim olduğu mekânlardır. Türkiye’de kentleşme süreciyle birlikte geleneksellikten uzaklaşarak modern kent değerlerinin ve ilinkilerinin yaygınlaşmaya bağladığı yapılan saha araştırması verileriyle de doğrulanmaktadır. Örneğin, Kıray’ın 1960‘larda sanayi ile birlikte kentleşen Ereğli ve çevresinde yaptığı çalınmada bunu destekler bulgulara rastlanmıştır. Buna göre Ereğli’de halk inançları yaygın olmakla birlikte buranın kentsel gelişimi ile birlikte Ereğlilerin inançlarını daha rasyonel bir tabana oturttuğu kaderci bir din görüşünden ziyade aktif, akılcı, realist, bireysel çalışma ve başarıya öncelik veren bir din anlayışını benimsemeye bağladıkları tespit edilmiştir (Yıldırım, 212-213:2012).
Ülkemiz kentlerine bakıldığında, özellikle büyükşehirlerde olmak üzere dindarlığın çeşitli kurumsal kimlikli ifadeleri olan dini cemaat ve tarikat yapılanmalarının oldukça yaygın ve halkın da büyük ilgi göstererek bu tür yapılanmaların içinde çeşitli düzeylerde bulundukları bir gerçektir. Böyle bir parçalı yapının bulunması birçok din yorumunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ancak parçalı görünüm arz eden bu dini yapı ve yorumlar net bir şekilde ayrılmamakta, iç içe geçmiş ortak özellikler taşıyarak melez bir doku ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan kentleşme her koşulda din anlayışının daha rasyonel bir zemine oturmasına, halk dindarlığının gerileyip akılcı bir din anlayışının yaygınlaşmasına neden olmamaktadır. Farklı kentleşme tecrübelerine göre kent hayatına özgü dindarlık tarzları farklı tezahürler gösterebilmektedir. Özellikle Türkiye gibi kısa sürede çok geniş boyutlu değişimlere maruz kalmış ülkelerde geleneksel değerler kentsel değerlere karşı direnmekte oldukça başarılı olabilmektedir. Bu açıdan özellikle gecekondularda yaşayan hurafelere dayalı İslam anlayışı zaman zaman kentte temsil edilen İslam anlayışına baskın hale gelebilmektedir. Örneğin; 1950‘lerden günümüze gelene kadarki süreçte kentlere göçenler dinin merkezi bir yer işgal ettiği, kentin merkezine göre günlük yaşamın Müslüman ritminin çok daha belirgin olduğu kendi özgün yerleşimlerini oluşturmuşlar, bu bölgelerde çoğunlukla yerel destekle camiler inşa etmişler, Kuran kursları açmışlardır (Yıldırım, 213-214:2012).
Kente yeni gelenlerin kentteki bir takım aracı unsurlarla kente aidiyetlerini geliştirmişlerdir. Bunlar arasında siyaset, sendika, dernek, parti ve iş hayatı gibi toplumda dikey yükselme imkânları veren kulvarların dışında kalan yeni kentliler, köyde pek de önem vermedikleri dinî sembollerin, Şehirde bir sosyal parola teşkil edebileceğini fark etmişlerdir. Bu noktada dinsel değerler kente yeni göç edenler için kentte tutunabilmenin, ilk defa karşılattıkları modern hayattaki anlam boşluğunu gidermenin bir aracı olmuştur (Yıldırım, 214:2012).
Türkiye kentlerinde din alanında yaşanan yalnızca dindarlığın kentsel alanda gerilemesi ya da değer kazanması değil, aynı zamanda dinin yorumlanma ve yaşanma biçiminin de kabuk değiştirmesidir. Vergin, dinin kent yaşamındaki bu görünürlüğü ve dönüşümünü; kentleşme sürecinde bulunan bir toplumun sahne olduğu yapısal dönüşümlerin sonucuna bağlamakta; geleneksel kültürel ve toplumsal modellere sığınma isteğini Batı’nın damgasını taşıyan kent ve sanayi uygarlığının yarattığı istikrarsızlıkla, kargaşadan kaçınmanın bir ifadesi olarak görmektedir. Yine Vergin‘in son dönemlerde Türkiye dindarlığın artışıyla ilgili olarak Ereğli ve çevresini kapsayan çalışmasında, dindarlığın yükseliş nedeni olarak; hızla değişen ekonomik yapıya bağlı olarak toplumu istila eden yabancı kültür değerlerinin yarattığı bunalıma bir tepki olarak ortaya çıktığını‖ göstermektedir. Onun Söz konusu çalışmada Ereğli’de sanayileşme ile birlikte batı maddeciliğinin gittikçe artan varlığına karşı geleneksel değerlerin bir sembolü olarak ortaya çıkan tarikatların (özellikle de Nakşibendi Tarikatı) giderek etki alanlarını arttırdığı tespit edilmiştir (Yıldırım, 217:2012).
4.Sonuç
Modernleşme süreci toplumlarda birtakım değişim ve dönüşümlere yer vermiştir. Bu değişimler dini boyutta ve pratiklerde de kendini göstermiştir. Sekülerleşme bağlamında dinin toplumsal yaşamdaki rolüne baktığımızda üç farklı paradigma ile karşılaşıyoruz. Bu paradigmalar ekseninde, dinin modernleşme ile birlikte varlığını yitireceğini, eski canlılığından eser kalmayacağını, hatta ‘Tanrı Öldü’ sloganlarının gündeminden bahsettik. Ancak gelişmelerin takibinde bunun bu yönde ilerlemediğini aksine dinin bir canlılık kazandığını ifade eden görüşlere de değindik. Son olarak ise, din ile modernitenin birbirini etkilediğini ve ilişki içerinde toplumsal hayatta varlığını sürdüğüne dair görüşlere yer verildi. Günümüzde, modernitenin gereklerine ayak uydurmak adına yaşam tarzına bazı dokunuşlar yapan, maddi anlamda bir doyuma ulaşan ancak manevi boşluğu doldurmak adına dini değerlere ihtiyaç duyan kentli insanlara rastlamak mümkündür.
Kentleşme sürecinde ise, toplumların yaşam biçiminde dalgalanmaları görmek görebiliyoruz. Türkiye’den bahsedecek olursak yaşanan çağımız akımlarının (sekülerleşme, modernleşme vb.) ve ideolojilerinin dini kentlerden ve kentlilerin hayatından silip süpürecek ya da din tümüyle kentsel hayata hâkim olacak gibi romantik değerlendirmeler yeri insan doğasını ve sosyal süreçleri dikkate alan kentlerdeki dini hayatın bu iki merkez arasında dalgalanmalarla, zaman içinde değişim, dönüşüm ve çeşitlenmeye neden olacağı gibi dinin kendisi de bu süreçlerden etkilenerek varlığını koruyacaktır (Yıldırım, 219:2012).
KAYNAKÇA
- Altınbaş, R. (2005). Din ve Sekülerleşme. İstanbul: Pınar Yayınları
- Asad, T. (2004). Sekülerliğin Biçimleri Hristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik. (Çev. F. B. Aydar). İstanbul: Metis Yayıncılık
- Çelik, C. (2013). Geleneksel Şehir Dindarlığından Modern Kent Dindarlığına. İstanbul: Hikmetevi Yayınları
- Eagleton, T. (2014). Tanrını Ölümü ve Kültür. (Çev. Selin Dingiloğlu). İstanbul: Yordam Kitapevi
- Ertit, V. (2019). Sekülerleşme Teorisi. Ankara: Liberte Yayınları
- Hervieu-Léger, D. (2005), “Sekülerleşme, Gelenek ve Dindarlığın Yeni Şekilleri: Bazı Teorik Öneriler”, (Çev.H.Aydınalp), Dinî Araştırmalar, 7 (21), 308-318.
- Kirman, M.A. ve Ertit, V. (Ed.). (2019). Sekülerleşme Tartışmaları. Ankara: Kadim Yayınları
- Köse, A. (Haz.) (2002). Sekülerizm Sorgulanıyor. İstanbul: Ufuk Yayınları
- Köse, Ali, ‘Sekülerleşme Teorileri Bağlamında Türkiye’de Din ve Modernleşme’, Parçalanmalar Çağında Yeni Toplumsallıklar, 12-14 Mayıs 2005, Galatasaray Üniversitesi ve AISLF, İstanbul, 2005.
- Stark R. (2002), “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, s.33-74
- Taylor, C. (2014). Seküler Çağ. (Çev. D. Körpe). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
- Vergin, N. (2000). Din, Toplum ve Siyasal Sistem. İstanbul: Bağlam Yayıncılık
- Yıldırım, M. (2012). Şehir(li)leşme ve Din: Kocaeli Örneği. (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul.
- “Sekülerleşme Sürecinde Sekülerleşme ve Dinin Geleceği” Erişim tarihi 13 Mayıs, 2020 Erişim adresi https://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/K%c4%b0RMAN-M.-Ali-K%c3%9cRESELLE%c5%9eME-S%c3%9cREC%c4%b0NDE-SEK%c3%9cLERLE%c5%9eME-VE-D%c4%b0N%c4%b0N-GELECE%c4%9e%c4%b0.pdf