ÖZ
Çalışmada Sembolik Etkileşimci Yaklaşım’ın temel savunucuları ve onların temel tezleri kısaca ele alınmıştır. Çalışma, “benlik, düzen ve anlam” kavramları çerçevesinde hazırlanmıştır. Toplumsal etkileşimlerin benlik oluşumundaki rolü, yaklaşımın bireyden yola çıkıp bir toplum teorisi haline gelme süreci ve bunun sonucunda yarattığı anlam ve düzen tartışılmaktadır. Belirlenen çerçeve Erving Goffman sosyolojisi üzerinden incelenmiş olup, özellikle “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu” ve “Damga” kitaplarından yararlanılmıştır.
Sembolik Etkileşimci Yaklaşım, Amerikan sosyoloji geleneğinin bir yansıması ve mikro sosyolojik bir akım olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Temel olarak sosyal psikoloji alanındaki çalışmaların etkisinde olan yaklaşım, özellikle George Herbert Mead (1863-1931) ve Herbert Blumer’in (1900- 1987) çalışmaları doğrultusunda şekillenmiştir (Gökulu, 2019, s. 174).
Chicago Okulu’nun alt grubu olan Chicago Etnografi Okulu’nda temelleri atılan bu yaklaşımın kurucu babası olarak George Herbert Mead (1863-1931) görülür. Mead’in öğrencisi olan Herbert Blumer (1900-1987) ise teorinin öncülerinden bir diğeri ve önemli bir geliştiricisidir (Morva, 2017, s. 136). Başta Erving Goffman (1922-1982) ve Charles Cooley (1864-1929) olmak üzere William James, James Baldwin, William Thomas ve Florian Znaniecki bu teorinin düşünsel arka planındaki diğer isimlerdir.
Dönemsel olarak bakmak gerekirse Amerika,19-20. yüzyıllar aralığında bol savaşlı (iç savaş, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş) bir dönem geçirdi (Wikipedia) fakat stratejik ve ekonomik olarak doğru hamleler yapmış olacak ki o dönemde güçlü bir dünya devleti haline geldi.
Avrupa’da, toplumsal yaprağı ve sosyal sınıfı odaklanılırken; Amerika’da daha ziyade bireyle, onun kendi özgürlüğünü ifade etmesiyle; yeni sınırlar, mücadeleler yaratmasıyla ve kontrol kapasitesi ile ilgilenilmiştir.
Teori köklerini Max Weber ve Georg Simmel’den alır. Büyük ölçekli teoriler ile aynı soruları sormadığı için mikro ölçekli “yardımcı bir teori” olarak görülür. Bireyin davranışının toplumsal yönlerini araştırır ve sosyalleşme sürecini sosyal psikolojiye alanlarındaki çalışmalardan etkilenerek inceler (Tatar, 2018, s. 1421). Toplumu tam anlamı ile kavramak için sosyolojiye yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
Sembolik etkileşimcilere göre yapılar ve sistemler sosyologların icadıdır. Bu yüzden Durkheim’cı ve Marx’çı sosyolojiye karşıdırlar.
İnsanın nesnel yapılar tarafından belirlenen pasif bir varlık olarak ele alınmasını reddedip, onu daha özgür ve aktif bir konuma yerleştirirler. İnsanın kendi gelişiminde nasıl yaratıcı olduğunun üzerinde durur, semboller ve iletişim aracılığıyla bireyin nasıl bir düzen ve anlam ürettiği ile ilgilenirler. diğer taraftan sosyolojik çözümlemede ihmal edilen insan davranışının öznel ve yorumlayıcı yönlerini ön plana çıkarmaya çalışırlar. Davranışların, insanın kendisini çevreleyen dünyayı ve kendi yaşamın anlamlandırmada kullandığı birtakım içsel süreçler tarafından yönetildiğini kabul ederler (Tatar, 2018, s. 1421-1422).
Sembolik etkileşimciler için “benlik” kavramı çok önemlidir. Teorinin savunucuları içinde bu kavramı ele alan ilk kişi Mead’dir. “Kimlik” kavramı üzerine onun ders notlarından oluşan -öğrencisi olan Blumer’in derlediği- “Zihin, Benlik ve Toplum” adında bir kitabı bile vardır (Slattery, 2014, s. 333). Ellsworth Faris’in bu kitap üzerine olan incelemesine göre Mead’in önce zihin, sonra toplum anlayışını değil; önce toplum, sonra zihin anlayışını savunduğunu görürüz. yani topluma öncelik verip, toplumun zihinsel içeriye olan etkisini savunur (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 339). Bir başka deyişle toplumsal deneyimi anlayabilmek için toplumsal dünyaya öncelik verir. Mead’in teorilerinin iki önemli entelektüel kökeni pragmatizm felsefesi ve psikolojik davranışçılıktır (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 335).
Mead’in kullandığı temel kavramlar: Edim (davranış), dürtü, algı, manipülasyon ve jesttir. Ona göre benlik, toplumsal ilişkiler ve etkileşim aracılığı ile şekillenir. Zihinle diyalektik bir ilişki içindedir. Benlik, hem zihinsel bir süreçtir hem de zihnin gelişimini sağlar.
Mead, benliğin kökenini iki aşama (oynaşma aşaması ve oyun aşaması) vasıtasıyla çocuk gelişimine dayandırır. Oynaşma aşamasında çocuklar diğerlerinin belirli tutumlarını benimsemeyi öğrenirler. Bu ilk aşamada çocuk ayrık olan ötekinin rolünü alır. Sonraki aşama olan oyun aşamasında ise çocuk oyuna dahil olan başka herkesin rolünü alır. Oyun aşaması Mead’in “genelleşmiş öteki” kavramını beraberinde getirir. Genelleşmiş öteki, tüm topluluğun tutumudur. genelleşmiş öteki kavramı oyun aşaması ile iç içedir ve oyun aşamasını oynaşma aşamasından ayıran temel etkendir. Çünkü birey kendini sırf ayrı olan ötekinin bakış açısından değerlendirmeyi aşıp, genelleşmiş ötekinin yani toplumsalın bakış açısından değerlendirmeyi önemser hale gelir (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 347-348).
Charles Cooley ve Herbert Mead dönemdaştır ve bir süre Michigan Üniversitesi’nde birlikte çalışmışlardır. Mead, teorisini geliştirirken Cooley’ den etkilendiği noktalar olmuştur.
Benlik konusunda Cooley’ in “ayna benlik” kavramı önemlidir. Nasıl ki kendimizi görüp kendimizle ilgileniyorsak, başkaları da dışarıdan bizi görür ve bu başkaları tarafından görülme durumu bizi etkiler. Cooley buna ayna benlik der. Kişi kendini diğer insanların hareketlerinin aynasında görürken, Bu sayede dış görünüşünü diğerlerinin gözüyle kafasında tasarlayabilir, onların yargılarını anlayabilir ve kendisi hakkında dolaylı duygulara sahip olabilir. Bu yüzden insanlar, etkileşim süreci içinde bir benlik bilinci ve kendileri hakkında duygular geliştirirler (Kabakcı, 2015, s. 233).
Sembolik etkileşimin kurucusu sayılan Mead, benliği sübjektiflik üzerinden insanların rol alma sürecinde kendilerini ötekilerin gözünden görebilme imkanıyla (I / Me) açıklarken; Cooley başvurulan bilimsel yapının ötesinde, benliğin sosyal ve psikolojik bir süreç olarak ilk adımının kendini izleme olduğunu varsaymıştır (Bayad, 2016, s. 85).
Blumer ise bu teoriyi açıklamak için üç ilke öne sürmüştür:
- Çevrimize verdiğimiz anlam çerçevesinde hareket ederiz.
- Sosyal etkileşimciler sonucu şeylere anlam yüklüyoruz ve aynı şey farklı insanlar için farklı anlamlar taşıyabilir.
- Yüklediğimiz anlamlar kalıcı değildir ve günlük hayatta yaşadıklarımıza göre değişir.
Benlik konusunda önemli çalışmaları olan bir diğer isim ise Erving Goffman’dır. Bu kavramı özellikle “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu” adlı kitabında derinlemesine tartışmış, konuya dramaturjik yaklaşmış ve literatüre birçok yeni kavram ve bakış açısı kazandırmıştır.
Bahsi geçen kitabında Goffman, temel olarak benlik inşasının ve sosyal izolasyonun kültürler üstü ve neredeyse biyososyal temelli yapısını irdeler ve kendini etkileşimin evrensel sürecini inceleyen bir araştırmacı olarak görür (Bayad, 2016, s. 87).
Kitabın başlarında Goffman, çalışmasında esas olarak yansıtılanların ahlaki karakteri üzerinde yoğunlaşacağını (Goffman, GYBS, 2018, s. 25) ve katılımcıların etkinliği başkalarının önünde sahnelerken karşılaştığı sorunlarla ilgileneceğini (Goffman, GYBS, 2018, s. 28) belirtmiştir.
Dramaturji, oyun kuramı ve tiyatro kuramı anlamına gelir. Goffman, insanları ilişki ve etkileşimlerini oyun veya tiyatroymuş gibi ele alır (Hülür, 2017, s. 156). bunu yaparken de rol, performans, sahne, sahne arkası, vitrin vb.gibi kavramlar kullanılır. Fakat tiyatro sanatını bu “günlük tiyatrodan “ ayırır. Çünkü bir tiyatro gösterisi planlıdır ve izleyicileri de bunun böyle olduğunu bilip ona göre izlerler, aykırı bir durum olsa da garipsenmez. Günlük yaşamda ise bunun aksi söz konusu olup, kişi yaptıklarından sorumlu tutulur.
İlk anlamı maske olan kişi, her zaman, her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynar. İnsanlar birbirini ve kendilerini bu şekilde tanırlar. Goffman çalışmasında bunu şu şekilde özetler: “Bir anlamda, kendimiz hakkında oluşturduğumuz anlayışı -hakkını vermeye çalıştığımız rolü- temsil ettiği sürece bu maske bizim daha hakiki benliğimizdir, olmak istediğimiz halimizdir” (Goffman, GYBS, 2018, s. 31). Yani günlük yaşamda sunduğumuz rol bizim kimliğimizi oluşturur. Bu doğrultuda onun önemli kavramlarından biri de “vitrindir”. “Vitrin, performans sırasında kişi tarafından kasıtlı ya da kasıtsız olarak kullanılan ifade donanımıdır.” (Goffman, GYBS, 2018, s. 33) diyen Goffman vitrini oyuncu ile bağdaşan, farklı zaman ve mekanlarda oyuncunun bir parçası olmayı sürdüren ifade araçları olarak değerlendirir. Kısaca vitrin, görünüş ve tutum olarak ifade edilebilir.
Oyuncu (kişi) kendisinin idealize benliği ile çelişen gerçekleri ve amaçları saklayabilir hatta yakın arkadaşlarına kendini farklı (daha açık) yansıtabilir. Oyuncunun bu “seyirci ayrımını” yapmasının sebebi, seyircinin oyuncuyu yalnızca ve tümüyle üzerindeki “üniformadan” ya da “damgasından” ibaretmişçesine değerlendirmesinden kaynaklıdır.
Goffman benliği sadece performans üzerinden ele almaz. Burada arka bölge (sahne arkası) kavramını incelemek gerekir. Bu kavramla Goffman, kişinin sadece vitrin bölgesinden ibaret olmadığını belirtir. Sahne arkası, performansın geliştirildiği, yanılsamaların ve izlenimlerin inşa edildiği, sahne dekorlarından kişisel vitrine her şeyin içinde bulunduğu bölgedir (Goffman, GYBS, 2018, s. 112). Benlik konusu Goffman’ın bir diğer çalışması olan Damga’da da ele alınmaktadır. Çalışmasında benlik oluşumunu damgalı bireyler üzerinden değerlendirir. Ona göre damga “bozulmuş kimlik” ile ilgilidir. Azınlıklar, mahkumlar, körler, kısa boylular, hastalar damgalı bireyleri oluşturan bazı “bozukluklardır” (Kızılçelik, 2015, s. 105).
Damgalı çocuk damgalanmaya ve damgalı olduğunu hissetmeye genelde ilkokul yıllarında başlar (Goffman, Damga, 2014, s. 65). Bunun nedeni anlaşılacağı üzere belli bir -düzenli- sosyal ortama sahip olmasıdır. Çocuk her gün gittiği okulda özellikle sınıf arkadaşları ile beraber bolca vakit geçirir. Aralarındaki etkileşim dolayısıyla da kendisine yönelik olan farklı tavırları gözlemler ve kendi farklılığını anlar. Çocuk zamanla kendini arkadaş grubundan soyutlayabilir ve belki de ailesi tarafından kendi gibi çocukların olduğu bir okula alınabilir. Çocuğu farklı grubun içine koymak veya kendi gibilerle arkadaşlık etmesini sağlamak, o gruptakilerin anormal olan insanlar olduklarını düşünmesine sebep olabilir. Fakat sonraları onların da kendisi gibi “yaratık olmayan” insanlar olduklarını anlar. Damgalı bireyin çocukluktan başlayan benlik oluşturma serüveni genelde bu doğrultuda şekillenir. Diğer damgalananlarla arasında ortak bir ahlak oluşmaya başlar. Bu süreci Goffman ahlaki kariyerin oluşumu olarak yorumlar (Goffman, Damga, 2014, s. 63-66).
Damga, bir ilişki türüdür. Normal ve damgalı, somut kişiler değildir, ikisi de birer bakış açısıdır.
Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu kitabında bahsedilen kavramlar ve benliğin sunum şekilleri damgalı bireyler için de geçerlidir. Fakat damgalı birey için bu daha spesifik durumlarda gözlenir. Damgalı birey damgasından ötürü kendisine yönelik yapılan belli bir davranışa karşı benliği doğrultusunda tepki verebileceği gibi tersine, beklenmedik veya sahte diyebileceğimiz bir tepki de verebilir. Örneğin kulaklarında problem olan birine “sağır mısın?” denildiğinde sinirlenebilir veya aksine bu siniri bastırıp olumsuz olmayan bir tepki verebilir. Goffman bu durumu çalışmasında itibarsızlaştırıcı bilginin idare edilişi (Goffman, Damga, 2014, s. 79-80) olarak yorumlar.
Goffman, üç damga tipinden (Kızılçelik, 2015, s. 105) söz eder. Bunlar şöyledir:
1) Fiziksel deformasyonlardan kaynaklı damgalar.
2) Zayıf irade, doğal olmayan tutkular, sapkın ve ahlaksızlık olarak nitelenen bireysel karakter bozukluklarından (ruh bozukluğu, hapis yatmak, alkolizm, işsizlik ve radikal siyasi davranışlar) kaynaklanan damgalar.
3) Irk, milliyet ve din gibi etnolojik damgalar.
Damgalı bireylerin yakınları damgalıdan gün geçtikçe daha az rahatsız olurlar ve onu normal eleştirirler. Bu normalleştirme belli bir süreçten ibarettir ve amaç damgalı bireyi var olan toplumsal düzene entegre etmek ister. Çünkü benliği itibariyle damgalı birey düzene ayak uydurmakta zorlanabilir.
Sonuç olarak Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu ve Damga kitaplarında benliği, sergilenen sahneden ibaret olan dramatik bir etki olarak görür (Kızılçelik, 2015, s. 105). Günlük yaşamdaki roller de, damgalar da birer etkileşim biçimidir. Bu etkileşimler, bizim sosyal düzene ayak uydurmamıza ve düzeni oluşturmamıza katkıda bulunur.
Sembolik etkileşimcilere göre, toplum etkileşimlerden ibarettir ve düzeni de anlamı da bu etkileşimler sayesinde yaratırız. Mikro ölçekli bir yaklaşım olması hasebiyle küçük gruplara odaklanan sembolik etkileşimciliğe göre, etkileşimler genişleyip düzen ve anlamı oluşturur. Makro toplum teorisyenleriyle aynı şekilde olmasa da bu yaklaşımın temsilcileri de bireyden yola çıkıp etkileşimler doğrultusunda geniş ve kapsayıcı bir toplum teorisi geliştirmişlerdir.
Blumer, büyük ölçekli yapıların önemli olduğunu kabul eder görünür. Burada Blumer, bu tür yapıların çok önemli olduğunu kabul eden Mead’i takip etti. Bununla birlikte, bu tür yapıların, sembolik etkileşimcilik içinde sınırlı bir rolü vardır. Bir kere, Blumer çok sıklıkla büyük ölçekli yapıların, içinde toplumsal yaşantının, eylemin ve etkileşimin gerçekten önemli olan yönlerinin yer bulduğu “çerçeveler” olduğunu ileri sürdü. Büyük ölçekli yapılar, insan eylemine koşullar ve sınırlılıklar getirir ancak onu belirlemez. Ona göre insanlar toplum gibi yapıların bağlamı içinde hareket etmek yerine durumlar içinde hareket ederler. Büyük ölçekli yapılar, içinde bireylerin eylemde bulunduğu ve eyleyenlere eylemde bulunmalarına olanak veren sembollerin sabit dizisini temin eden durumları şekillendirmeleri açısından önemlidir. Blumer, önceden kurulu bulunan bu tür kalıpları tartışırken bile yönlendirilmemiş edimin alanlarının, tıpkı ortak eylemin önceden kurulu bulunan ve içtenlikle takip edilen yönergelerinin kapsadığı alanlar gibi insanın grup yaşantısı içinde doğal, özgün ve yinelenir olduğuna hızlıca açıklık getirdi. Birçok yönlendirilmemiş alanın olmasının yanında yönlendirilmiş alanlarda bile ortak eylem, durmadan oluşturulmak ve yeniden oluşturulmak zorundadır. Bu oluşturma ve yeniden oluşturmada eyleyenlere genel olarak kabul edilen anlamlar yol gösterir ancak eyleyenler bu anlamlar tarafından belirlenmezler. Eyleyenler, bu anlamları olduğu gibi kabul edebilirler fakat bu anlamları önemsiz bazen de önemli değişikliklere de uğratabilirler. Blumer’in ifadesiyle “Grup yaşamını oluşturan ve sürdüren kurallar değildir, kuralları oluşturan ve sürdüren grup yaşamındaki toplumsal süreçtir” (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 358-359).
Sheldon Stryker (1924), Blumer’in mikro-süreç ile makro-yapılar arasındaki ilişkiyi ele alışından tatmin olmadı ve sembolik etkileşimciliğe yönelik daha tutkulu bütünleştirici bir amaç ileri sürdü: “Tatmin edici kuramsal bir çalışmanın, toplumsal yapı ile kişi arasında köprü kurması gerekir, kişi düzeyinden büyük-ölçekli toplumsal yapıya ve tekrar geriye hareket edebilmesi gerekir . … Örgüt ve kişi düzeyleri arasında hareketi kolaylaştıran kavramsal bir çerçevenin var olması gerekir.” Stryker, yönelimini Mead’ci sembolik etkileşimcilik içinde cisimleştirdi ancak sembolik etkileşimciliği, öncelikle rol kuramının kullanılmasıyla toplumsal düzeyi kapsayacak şekilde genişletmeye çalıştı (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 359).
Stryker, kendi yönelimini sekiz genel ilke (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 360) açısından geliştirdi:
- İnsan eylemi, adlandırılmış ve sınıflandırılmış bir dünyaya bağlıdır, bu dünya içinde adlar ve sınıflamaların eyleyenler için anlamı vardır. İnsanlar, dünyaya yönelik nasıl davranmalarının beklendiğini olduğu gibi dünyayı nasıl sınıflandırmaları gerektiğini, ötekilerle etkileşim içinde öğrenirler.
- İnsanların öğrendikleri en önemli şeyler arasında toplumsal konumları isimlendiren sembollerin kullanımı vardır. Buradaki kritik nokta, Stryker’ın konumları yapısal açıdan kavradığıdır: “toplumsal yapının görece sabit, morfolojik bileşenleri.” Stryker, rolleri toplumsal konumlara atfedilen ortak davranışsal beklentiler olarak kavramasıyla rollere merkezi önemde verdi.
- Stryker, öteki sembolik etkileşimciler gibi büyük toplumsal yapıları, örgütlü davranış kalıpları açısından kavramaya eğilim göstermesine karşın bu yapıların önemini de kabul etti. Buna ek olarak Stryker’ın tartışması, toplumsal yapıyı basitçe, içinde insanların eylemde bulundukları “çerçeve” olarak ele aldı. İnsanlar, bu yapılar içinde birbirini adlandırırlar yani birbirlerini, konumları işgal edenler olarak tanırlar. İnsanlar böyle yaparak her birinin yapması beklenen şey konusunda karşılıklı beklentilere yol açarlar.
- Ayrıca, bu bağlam içinde eylemde bulunan insanlar sadece birbirlerini değil kendilerini de adlandırırlar; yani onlar kendilerini konumsal olarak isimlendirirler. Bu kendi kendini isimlendirmeler, benliğin parçası, kendilerine ait davranış bakımından içselleştirilmiş beklentiler olurlar.
- İnsanlar, etkileşim halindeyken duruma, öteki katılanlara, kendilerine ve durumun belirli özelliklerine uygun adlar koyarak durum tanımı yaparlar. Böylece bu tanımları, eyleyenler kendi davranışlarına düzen vermek için kullanırlar.
- Toplumsal davranış, toplumsal anlamlar tarafından kısıtlandığı halde bu anlamlar tarafından belirlenmez. Stryker’ın rol oluşturma fikrine güçlü bir inancı vardır. İnsanlar basitçe, roller almak yerine kendi rolleri için etkin, yaratıcı bir yönelim benimserler.
- Toplumsal yapılar, rollerin edinilmesinden başka oluşturulmasına da hizmet eder. Bazı yapılar rollerin oluşturulmasına daha fazla izin verir.
- Rol oluşturmanın olanakları, çeşitli toplumsal değişimlere olanak sağlar. Değişimler toplumsal tanımlar içinde -isimler, semboller ve sınıflamalar içinde- ve etkileşimin olanakları içinde meydana gelir. Bu değişimlerin toplam etkisi, daha büyük toplumsal yapıdaki değişiklikler olabilir.
Cooley ise toplumu belirli toplumsal süreçlerin karşılıklı etkinlik ağları yaratacak, bunları sürdürecek ve değiştirecek biçimde işledikleri organik bir bütün olarak görür. O, daha ziyade Mead gibi, toplumun genel dokusunun küçük toplumsal gruplardan büyük ölçekli toplumsal kurumlara kadar farklı toplumsal formlardan oluştuğunu düşünür. Ancak bu farklı formları bir arada tutan şey insanların düşünceler ve kavramları birbirlerine iletebilmeleri ve paylaşabilmeleridir. Bu etkileşim insanların hareketleri ve dili kullanma kapasitelerine bağlıdır.
Son olarak Sembolik Etkileşimci Yaklaşım’ın temel varsayımları (Ritzer & Stepnisky, 2014, s. 352-353) şöyledir:
- İnsanlar, şeylerden hareketle eyleme geçerler, fakat bunu şeylerin onlar için anlamları temelinde yaparlar. Örneğin bir insan kendi ülkesinin bayrağına vatan sevgisine referansla olumlu bir anlam yüklerken, sevmediği bir ülkenin bayrağına olumsuz anlam yükleyebilir. Bu anlam yükleme eylemlere de yansıyabilir.
- Bu anlamlar, diğer insanlarla olan etkileşimlerimizden ortaya çıkar. Bayrak sevgisi genelde ailede ya da okulda süre giden toplumsal etkileşimle öğrenilmektedir. Aynı şekilde olumsuz anlam yüklenen başka bir ülkenin bayrağına değer vermemek de toplumsal etkileşimler yoluyla öğrenilmektedir.
- İnsanlar sadece toplumsal etkileşimden öğrendikleri bilgiyi içselleştirmez, aynı zamanda yorumlayarak değiştirirler. Bayrağı vatan sevgisini yansıtan bir sembol olarak kabul eden birisi zamanla bu fikrini değiştirebilir. Aynı şekilde bir insan saygı duymadığı bir ülkenin bayrağına ilişkin fikirlerini zamanla olumlu yönde değiştirebilir. Ancak bu değişikliklerin yaşanması yine fikirlerin karşılıklı olarak tartışıldığı bir toplumsal etkileşim ortamında mümkündür.
- Hayvanların tersine insanlar sembolleri kullanabilirler ve onlara bağlanabilirler. Hayvanlar gelen uyaranlara içgüdülerine bağlı olarak zorunlu ve dolaysız yoldan tepkiler verirlerken insanlar açısından böyle bir durumdan bahsetmek mümkün değildir. İnsanlar gelen uyaranlara anlam atfederek onları sembollere dönüştürürler ve anlam
temelinde hareket ederler.
- “İnsan hâline gelme”, toplumsallaşmaya bağlı olarak önce ailede sonra okulda gerçekleşen bir süreçtir. İnsanlar, insan olma potansiyeline göre doğarlar ve bu potansiyel insani etkileşim sonucunda gerçekleşir. Bu etkileşim sürecine girmeden insan olmak mümkün değildir.
- İnsanlar bilinç sahibidirler ve kendileri ve eylemleri üzerinde düşünme yetileri vardır. Bu yüzden insanlar, davranışlarını ve etkileşimlerini de şekillendirebilirler. İnsanlar bilinçleri sayesinde etkileşime geçmeden önce kendileriyle etkileşime geçerler.
- İnsanların eylemleri amaçlıdır. İnsanlar, durumları tanımlar, durumlara anlam atfederler ve ona göre davranırlar.
- Toplum, toplumsal etkileşime giren insanlardan oluşmaktadır. Yani toplum, insanlardan bağımsız makro-düzey bir bütün değildir Toplum insanların ortak eylemidir.
KAYNAKÇA
- Bayad, A. (2016). Erving Goffman’ın Benlik Kavramı ve İnsan Doğası Varsayımı. Psikoloji Çalışmaları.
- Goffman, E. (2014). Damga. Ankara: Heretik.
- Goffman, E. (2018). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (Cilt 2.basım). (B. Cezar, Çev.) İstanbul: Metis Yayıncılık.
- Gökulu, G. (2019). Sembolik Etkileşimci Teorinin Gündelik Yaşam Sosyolojisine Katkıları. EKEV Akademi Dergisi(80).
- Hülür, B. (2017). Erving Goffman: Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (Kitap Eleştirisi). Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 2(4).
- Kabakcı, E. (tarih yok). Sosyoloji Tarihi – II. İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi.
- Kızılçelik, S. (2015). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Erzurum: Atarürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi.
- Morva, O. (2017). Chicago Okulunun Etnografik Mirasını Yeniden Okumak: Dijital Etnografi Çağında Sembolik Etkileşimcilik. Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar Dergisi (4).
- Ritzer, G., & Stepnisky, J. (2014). Sosyoloji Kuramları (Cilt 9. edisyon). (H. Hülür, Çev.) Ankara: De Ki Basım Yayım.
- Slattery, M. (2014). Sosyolojide Temel Fikirler (Cilt 6). (Ü. T. Demiriz, Dü.) İstanbul, Türkiye: Sentez Yayınları.
- Tatar, M. (2018). Aziz Nesin’in ”Bizim Hemşeri” Hikayesinin Sembolik Etkileşim Kuramı Açısından Değerlendirilmesi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi(15).
- Wikipedia. (2020, Nisan 30). Haziran 6, 2020 tarihinde www.wikipedia.org: https://tr.wikipedia.org/wiki/Amerika_Birle%C5%9Fik_Devletleri_tarihi adresinden alındı
Hazırlayan: Onur Kıvrak | Akdeniz Üniversitesi