Toplum araştırmaları yapmak bireylere esasında toplumda görünen şeylerin gerçek manalarını adlandırabilmelerine yardımcı olur. Özellikle bireylerin varlıklarını sürdürdükleri özel alanlarında dahi sergiledikleri hareketlerin özgünlüğü bu anlamlandırma sürecinde sorgulanacak hale gelir. Bu da akıllara insanların bireysel tercihlerinde dahi özgün olup olmadıkları sorusunu getirerek toplumsal normların ve bireysel değerlerin sorgulanmasına sebep olur. Birey elbette yetiştiği toplumdan doğrudan etkilenir ve bu durum onun hayat tercihlerini farkında olmadan etkiler. Kendini hissettirmeden devam eden bu ilişkiler ve sistemsel düzenlerde sosyologların ilgisini çeker ve özellikle çağdaş sosyoloji kuramlarının kurulması ve yaygınlaşması ile bu tür ilişkisel sorgulamalar daha da ön plana çıkmış olur. Bu kapsamda sembolik etkileşimcilik bireylerin toplumsal normlara bağlarını vurgulamaya çalışırken geçmişten günümüze aktarılan sembol ve değerlerin etkileşimini inceler. Fenomonoloji ise öznel manalara ve bireysel çıkarımlara odaklanarak teorisini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu yazımda ben de sizlere sembolik etkileşimcilik ile fenomenolojinin gündelik hayatımızı nasıl açıkladığını aktarmaya çalışarak bireysel anlamlarla toplumsal normlar arasındaki ilişkiyi eleştirel manada inceleyeceğim.
Sembolik etkileşimcilik mikro bir teoridir ve terimi Herbert Blumer ortaya atmıştır. İlgi alanı olarak ise benlik sahibi bireyleri ve toplumsal ilişkilerinin alanlarını ele alarak tüm olguların semboller tarafından yönlendirildiğini iddia eder ve sosyal psikolojik bir bakış açısıdır. Toplumların sahip olduğu semboller bireylerin etkileşimini meydana getirir örneğin kelimelerle iletişim kurarız ve jest ve mimiklere verdiğimiz anlamlarla sembolleri meydana getirerek anlamlandırma sürecimizi inşa ederiz. Sembolik etkileşimciler sosyoloji alanına psikolojinin konusu olan benlik kavramını katmışlardır ve bu da sosyal psikolojinin doğuşuna öncü olmuştur. İnsan bu alanda toplumsal gerçeklik üretme ve gündelik hayata uyum sağlama açısından aktif bir rol oynar. Bu rol oynama sürecinde sembolik etkileşimciler için en önemli faktör insanların etkileşimleridir. İnsanlar hem toplumsal alandan öğrenirler hem de yorumlayarak bilgileri yenilerler ve aynı zamanda sembolleri kullanırlar. Bilinçleri sayesinde de insanoğlu bu süreçleri yönetir ve amaçlı eylemler yaparak durumları analiz eder. Sahip olunan semboller kültürel değişimler yaşamış olabilir. Örneğin el öpmek bazı kültürler için saygı ifadesi iken, bazı toplumlarda bu tarz yakınlaşmalar hoş karşılanmaz. Yani insanlar içinde bulundukları toplumların değer yargılarına alışırlar ve o doğrultuda gelişirler. Toplumsal gerçeklik algısı nesnelere atfedilmiş öznel anlamları taşır ve bu nedenle nesnelerin anlamları etkileşim süreçleri doğrultusunda inşa edilir. Sembolik etkileşimciliğin kurucu ismi Geroge Herbert Mead olarak bilinir ve Mead insan benliğinin hem özne hem nesne olabilmesi sebebiyle ben ve benlik kavramlarıyla inşa edildiğini vurgular. Benlik oynama, oyun ve genelleştirilmiş öteki aşamalarıyla gelişerek toplumsallaştırma meydana getirir. Yani benlik kavramının oluşumunda toplumsal etkileşim çok önemli bir yer tutar ve doğumdan sonra gelişerek devam eder. Zaten insanlar belirli ülkelere ya da bölgelere ayrılarak farklılaşmış ve kendi geleneklerini meydana getirmiştir. Bu da birey için süregelen sembollerin etki ettiği bir benlik sistemi inşa edilmesini sağlar. Çoğu zaman insanların gerçek düşüncelerini gizlemesine sebep olan şey alışılagelmiş bu sembolik ve geleneksel sistem yapısıdır. İnsan kendini hep bir nesne olarak algılayıp kendisinin hal ve hareketlerinin dışarıdan nasıl göründüğüne önem verir ve bu durum onların davranışlarına yansır. Aynı zamanda bir ülkede bulunan mülteci gibi azınlık grupların normal vatandaş statüsünde görülmemesi ve sosyal hayatta ayrımcılığa maruz kalmaları devletlerin inşa ettiği sembolik değerler ağı sebebi ile gerçekleşir. Bu da bize bireysel anlam çıkarmadan çok toplumsal değerlerin ve inşa edilmiş yargıların daha ön planda olduğunu gösterir. Diğer bir düşünür olan Herbert Blumer ise Mead’ın benlik kuramını uyarlamıştır. Sembolik etkileşimcilik üç temel öğeye ayırmıştır. Bunlardan ilki insanların şeylere karşı nasıl davranışta bulunduğu, ikincisi şeylerin anlamının etkileşimden doğduğu ve üçüncüsü ise bu iki süreç sonrası yorumlamalarla değişimin gerçekleştiğidir. Anlam yüklemek Blumer için sosyal etkileşimler sonucu gerçekleşir ve bunu her olayın farklı yorumları bulunması ile örnekler. Bu manada davranışlara yüklenen anlamlar toplumsal hayatı üretir. Sembolik etkileşimciler toplumsal hayatta bireylerin mesajlar ilettiğini savunur en basitinden giyinişimiz bile bizi temsil eden manalar taşıyabilir. Kısaca sembolik etkileşimciler sembollerin manalarıyla doğrudan ilgilenir bu doğrultuda bireylerin olaylara yükledikleri anlamları, deneyimlenen ve değişen gerçeklikleri inceler ve toplumu süregelen bir yapı olarak görür.
Fenomonoloji ise en yeni bakış açılarındandır ve yunanca görünüş anlamına gelir. (Wallace&Wolf, 2020, sf.349) Öğrendiğimiz kavramları sorgulamamızı ister ve bakış açımızın bir sorgulama sürecinden geçmesi gerektiğini savunur. Bize dayatılan anlamları sorgulamak ve bunlar üzerine düşünmekte zaten yeni bir bilginin doğuşunu hızlandırır. Adeta antik çağdan beri süregelen Sokratik soru sorma metodu gibidir ve bizim de olaylara bir filozofun bakış açısı ile bakmamızı ister. Bu sayede de esasında yanlış olan manalar yok edilebilir. Örneğin, birçok dini düşünür şeriatı katı kurallarla dolu geri kalmış bir sistem olarak topluma dayatmaya çalışır. Kadınların baskılanması gerektiğini hatta eğitim görmemesi gerektiğini savunan birçok dini düşünce ortaya atılır. Fakat bunların gerçeklikle ve şeriatın yaşam tarzı olması ile alakası yoktur. Din özellikle cinsiyetler arasında eşitlik sağlamıştır süregelen baskıcı olgular yanlıştır. Geçmiş dönemde araba gibi bir teknolojik alet bile yoktu fakat günümüzde birçok Müslüman toplum kadınların araba sürmesinin yasak olduğunu doğruluğa dayanmamasına rağmen iddia ediyor. Bizler bu durumları fenomenolojinin özünde olduğu gibi sorgulamazsak asla değiştiremeyiz. Bu kapsamda, Edmund Husserl’in fenomonoloji anlayışından nesnel olanı kavramak için öznel bilincin olması gerektiğini vurgulamıştır. Dediğim gibi aslında fenomonoloji bize adeta felsefi bir bakış açısı sunar ve zaten Alfred Schutz’da fenomonolojiyi felsefeden sosyolojiye uyarlamış ve dünyadaki tecrübelerin oluşum süreçlerinin incelenmesini istemiştir. Fenomenolojik sosyolojide bu nedenle hayatın öznel anlamlarının keşfine yardımcı olur. Weber’in öznel anlayış kavramından etkilenen Schutz ortak bilgi stoğu oluşunu reddetmez ve bireylerin bu stoktan kendisine yakın olan şeyleri aldığını vurgular. Yani bireyler kendi özel anlamlandırmalara sahiptir. Fakat maalesef insanların bir çoğu bu sorgulama ve anlamlandırma sürecini geri plana atar ve toplum tarafından ona dayatılan doğru ve yanlışları sorgulamadan kabul eder. Bu da bence insanın öznel benliği açısından bir geri kalmışlıktır, insanları özel kılan en önemli özellik akıllarıdır ve bunu kullanmamak, hayatı sorgulamamak yaratılış şekline itaatsizliktir. Yani fenomonoloji gündelik hayatın gerçekliklerini, kodlanmış davranışları anlamayı hedefler.
Kısaca, sembolik etkileşimcilik fenomenolojiden daha nesnel bir yaklaşımdır ve bireyin içinde bulunduğu toplumdan aldığı değerleri, belirli sembolleri benimsediğini savunmaktadır. Fenomonoloji ise bu sembollere değil bireysel manalara odaklanılması gerektiğini vurgularken her şeyi sorgula prensibi ile çalışır. Bu süreçler içerisinde bireylerin yer aldıkları toplumlar bir takım normlara ve değerlere sahiptir. Fakat bence unutulmaması gereken şey normların bireyler tarafından inşa edildiğidir. Her ne kadar gelenek, görenek, kültür gibi sembolik etkileşimcilerin vurguladıkları gibi bazı değerlere sahip olsak da insanlar bence her zaman bireysel anlamlar çıkarmaya meyillidir. Bazen hayat akışındaki düzenden sorgulama süreci farkında olmadan ertelense de hatta belki de çok geç yaşlara kalsa da bireylerin hayatları boyunca en azından bir seferlik de olsa yaşayışlarını sorgulayacaklarını inanıyorum. Ayrıca bireyler toplumsal normları öğretiler doğrultusundan bir nevi baskıcı bir şekilde öğrendikleri için bunun bir kırılma noktası olduğuna inanıyorum. Bu nedenle bireysel çıkarımlar zamanla normları da değiştirecek. Zaten insanlık gelişim evresini ilerlettikçe değer yargılarını da değiştirmeye başladı, örneğin günümüzde evlilik dışı çocuk sahibi olmak eskisine oranla daha hoş karşılan bir durum oldu ve bu durumda aslında bize bireysel çıkarımların toplumsal normları şekillendirip yeni ahlaki normların oluşumuna katkı sağladığını gösteriyor. Bu nedenle de bence her ne kadar insanlar belirli kurallar içine doğsa da fenomonolojik bir anlayışla her zaman bu durumu değiştirmeye meyilli ve bu sayede de bireysel deneyimlerin birikimi yeni normların ana kaynağı olacaktır.
Kaynakça
- Alison Wolf & RuthA. Wallace. Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin İyileştirilmes. Doğu Batı Yayınları, 2013.
- George Ritzer. Modern Sosyoloji Kuramları. De Ki Yayınları, 2012.