TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM HAREKETİ – 2
“TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM HAREKETİ – 1” yazımda Cumhuriyet Dönemi Siyasal İslam üzerinde kısaca durmuş ve 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti(DP) ile gelişen olayların günümüzde dahi hissedildiği üzerinde durmuştuk.
DP iktidarı yükselişe geçerken ilk yılarda özellikle DP’nin eylem ve söylemleri ile İslamcıların parti içinde yer alınması engellenilse de ikinci iktidar döneminde gerçekleşen ekonomik krizler, DP’nin söylemlerini islamlaştırmıştır. Bu söylem, ayrı kulvarlarda hareket eden ‘Milliyetçi’ kesim ile ‘İslamcı’ kesimin kaynaşmasında önemli rol oynayacaktı. Ve nihayetinde ilk bağımsız islamcı hareket olan Mili Görüş’ün doğması bu nedenler çerçevesinde olacaktı. Her ne kadar DP döneminde, ezanın Arapçaya yeniden döndürülmesi, türbelerin ibadete açılması gibi İslamcı yollara girilse de DP’yi tam anlamıyla bir İslamcı parti olarak adlandıramayız. Zira DP İslamcılığı değil İslami popülizmi, yani İslam’ın araçsallaştırılmasını pratiğe döken, iktisadi olarak liberal, sosyal duruşunda muhafazakâr karakterli bir partiydi.
Her ne kadar sosyal olarak muhafazakar olan DP, popülist İslam söylemini dengelemeye çalışmıştır. Said Nursi’nin yasak olan risalelerini tekrar basılmasının önünü açmış ama Said Nursi’nin Ankara’ya girmesine engel olmuştur. Ticanilerin Atatürk büstlerine saldırmasıyla başlayan ‘ikonoklazmına’ karşı da Atatürk’ün Anısına ve Şahsiyetine Yönelik Koruma Kanunu’nu çıkarması bu popülist İslam söylemine dengeyle yaklaştığının bir göstergesiydi.
Laikliği din düşmanlığı olarak ele almayan DP, inanç hürriyetini savunuyor ve bu söylemiyle toplumdaki dindar kesimin desteğini arkasına alıyordu. DP, iktidarının ilk yıllarında, laiklik alanında yumuşama sürecini devam ettirmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise Atatürk devrimlerine ve laikliğe sahip çıkmıştır. Bu dönemde CHP dinsizlikle suçlanmış ve CHP dönemi şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. DP dini siyasi propaganda yapmış, Nurcularla seçim ittifakına gitmişti. 1958’de ülkenin yaşadığı ekonomik kriz ve CHP’nin şiddetli muhalefeti karşısında DP, halkı sakinleştirmek için Nurcuların anti-laik propagandalarına göz yumarken, radyodaki dini programlar arttırılıyordu. DP, İslam’ın yeniden dirilişiyle özleştirildi. Özellikle Menderes’in Gatwich kazasından kurtuluşuyla bu daha değişik bir hal aldı. Bu kaza sonrası halk arasında Menderes’in “evliya olduğu”, “ilahi dokunulmazlık” kazandığı gibi iddialar dile gelmeye başlar. Hatta Konya milletvekili Himmet Ölçmen “Bu ulusun başında Peygamberin, Allah’ın tayin ettiği bir lider var, o da Menderes’tir.” demektedir. Bazı İslamcı yayın organlarında ise Menderes’in kurtuluşu münasebetiyle anayasaya “Türk Ulusu’nun dini, din-i İslam’dır” maddesinin koyulmasını talep etmektedirler. Ekonomik krizin tam da zorladığı dönemde gerçekleşen bu olayı, Menderes ve arkadaşları iyi bir propaganda olarak kullanacaktır.
Bu dönemde önemli siyasi aktörlerin başında gelen bir diğer isim ise Celal Bayar olmuştur. Cumhurbaşkanı Bayar İslamcı tarafa pek sıcak bakmamış ve “Türkiye’ye ne gelirse irticadan gelir.” sözü ile İslamcı irticanın devlet ve devrimler için tehdit oluşturduğunu dile getirmektedir. Bu yönüyle Menderes’le farklı olan Bayar, Bursa da olay çıkararak kendisini mehdi ilan eden biri için şu sözleri dile getirmiştir, “Basit bir zabıta vakası değildir. Yapanlar meczup dahi olsalar, bir teşkilatın adamıdırlar. Türkiye’ye ne gelirse irticadan gelir. Bir gerici hareketi karşısındayız. Vaka sizin anlattığınız kadar basit bir hadise değildir. Muhakkak arkalarında bir teşkilat vardır. Menemen olayı gibi bir hadise ile karşı karşıyayız. Şimdi iç işleri bakanına, özel bir uçakla Bursa’ya gitme talimatı verdim. Her işinizi bırakınız, bu işin aslını meydana çıkarmaya bakınız.”
Bayar’ın bu olayı bu kadar ciddiye alması bu konu hakkında ki katılığını kanıtlar niteliktedir.
Bu süreç böyle süre gelirken 27 mayıs 1960’da darbe gerçekleşir. Darbe yönetimi yani ‘Milli Birlik Komitesinin(MBK)’ İslami yükselişe karşı bir saldırı başlatacağı tahmin edilirken böyle bir şey olmamıştır. Milli birlik Komitesi, İslam’ın Türkiye karakterinde yaşamsal bir birleşim olduğunu kavrıyordu. 27 Mayıs yönetimi, tek parti dönemindeki militan laiklik politikasına dönmeyi düşünmek yerine, devlet denetimine ve değişime direnmeyecek bir İslam anlayışının oluşturulmasına çalıştı. Askeri yönetim, imam-hatip okullarının ve Kuran kurslarının yeniden düzenlenmesi dışında herhangi bir kurumsal düzenlemeye gitmezken, DP dönemiyle başlayan ‘siyasal olmayan İslam’a hoşgörülü yaklaşımını sürdürdü. 27 Mayıs, yönetiminde din alanında yumuşama politikası sürdürülmüş ve elden geldiğince istismarın önlenmesine çalışılmıştır. Cemal Gürsel, yeni anayasa için her şeyden önce din istismarını önleyecek hükümleri ihtiva etmesi gerektiğini bildirmiştir. Anayasanın 2. maddesinde; laiklik devletin temel niteliklerinden biri olarak kabul edilirken, 19. maddede herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu belirtilerek, devletin temel yapısının belirli bir dinin kurallarına göre düzenlenmesi yasaklanmıştır. Özgürlükçü bir temele dayanan 1961 Anayasası, DP döneminde uyanan İslami hareketi yok etmeye çalışmamış, aksine bu anayasanın sağladığı özgürlük ortamı içinde, bir süre sonra İslamcı düşünceyi savunan siyasi hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Siyasal İslam’ın gerçek gelişme yılları 1961 sonrası olmuştur. Bu süreçte, İslami kesimler Milli Görüş platformunda önce Milli Nizam Partisi, sonra da Milli Selamet Partisi ile siyasal yaşama daha aktif bir şekilde katılma şansı yakalamıştır. 1965 yılında Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesiyle din, yeniden siyasal hayata girmiştir.
KAYNAKLAR:
https://www.mevzuatdergisi.com/2004/11a/02.htm#
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/559534
file:///C:/Users/Real/Downloads/6205%20(2).pdf