SUÇ KURAMLARI AÇISINDAN BİR İNSANLIK ÜTOPYASI: OTOMATİK PORTAKAL

SUÇ KURAMLARI AÇISINDAN BİR İNSANLIK ÜTOPYASI: OTOMATİK PORTAKAL
PORTAKAL
0

     Suç; insanoğlunun varlığından bu yana karşı karşıya kaldığı bir olgudur. Sosyal bilimler başta olmak üzere birçok bilim alanına da konu olmuştur. Toplumların en önemli sosyal problemlerinden biri olarak suça dair farklı bakış açıları ve teoriler geliştirilmiştir. Günümüzde hala çözüm ve cevap bekleyen başlıca sorulardan biri suçun ve suçluluğun nedenidir.

     Suç olgusu zamana, mekâna ve topluma göre farklı anlamlar taşıyabilmektedir. Herhangi bir zamanda suç olarak tanımlanmayan bir davranış farklı bir zaman diliminde suç olarak tanımlanabilmekte veya herhangi bir yerde toplum tarafından suç olarak görülmeyen bir davranış farklı bir toplumda ve mekânda suç olarak nitelendirilebilmektedir. Bu anlamda suçun genel geçer bir tanımını yapmak oldukça güçtür. (Burkay, 2008) Fakat genel bir tabirle norm ve değerlere aykırı, toplumsal düzeni bozan ve diğer bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal eden davranışlar suç ve sapma çerçevesinde değerlendirilebilmektedir. Dolayısıyla suç kavramını bireysel değil; toplumsal bir olgu olarak ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

     Suç mefhumu; sosyal bilimler dışında özellikle II. Dünya Savaşı sonrası bir sanat dalı olarak sinemaya da yoğun bir şekilde konu olmaya başlamıştır. İki dünya savaşının geride bırakıldığı ve Soğuk Savaş etkilerinin neredeyse dünyanın her yerine sirayet ettiği bu dönemde suç temalı filmler başlangıçta ideolojik bir misyon (Gültekin, 2019) üstleniyordu. Devam eden süreçte izleyici bu filmleri beğeniyle takip etmeye başlayınca bu filmler ideolojik boyutları yanı sıra sanatsal izler taşımaya da başlamıştır. Bu izlek aynı şekilde edebiyata da yansımış ve birçok suç temalı roman okuyucuyla buluşmuştur. Bu kitaplardan biri olan Anthony Burgess’in 1962’de kaleme aldığı kült eseri Otomatik Portakal[1] daha sonra 1971 yılında Stanley Kubrick yönetmenliğinde film[2] evrenine dahil olmuştur. Klasik Okul’dan Bentham ve 1990’ların Caydırıcılık Kuramı’na değin birçok sosyolojik suç kuramı üzerinden okunabilmesi ile Otomatik Portakal; suç analistleri açısından oldukça verimli bir film olarak değerlendirilebilir. Tecavüz, hırsızlık, şiddet, haneye taciz gibi birçok suç türünü içermekte ve cezalandırma sürecini de beyaz perdeye taşımaktadır. Bununla birlikte filmde cezalandırma ve rehabiliteden sonra suçlu bireylerin yeniden toplumsal alanlara dönüşü ve yaşadıkları bunalımlar da aktarılarak modern toplumun adalet kavramına eleştiri getirilmiştir. Dolayısıyla suç davranışındaki karar verme, suçu işleme, mahkeme, cezalandırılma, rehabilite edilme süreçleri ve sonrasında yaşananları beyaz perdeye taşımasıyla suç kuramları açısından zengin bir karşılaştırmaya zemin hazırlamaktadır.

     1970’lerde Stanley Kubrick; sansasyonel bir kişilik olmasının yanı sıra en sevilen ve filmleri beğeniyle izlenen yönetmenler arasında yer alıyordu. 1928’de New York’ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Bu kimliği daha sonra mesleki hayatına da yansımış ve filmlerinde “toplama kampları” görüntülerine sıklıkla yer vermiştir. 23 yaşındayken tüm birikimini kullanarak çektiği Dövüş Günü’nden itibaren ölümünden birkaç gün önce çekimlerini tamamladığı 1999 yapımı Gözleri Tamamen Kapalı’ya kadar zengin bir film hayatı olmuştur. Özellikle Otomatik Portakal ve Gözleri Tamamen Kapalı filmleriyle adından bahsettiren Kubrick; çıplaklığı, cinselliği, şiddeti ve suçu beyaz perdeye taşıyarak birçok tartışmaya konu olmuştur. Ele aldığı konuların görünmeyen taraflarını ortaya çıkarmaya çalışan yönetmenin 20. yüzyılın başlarında yoğun takipçi toplayan kübizm akımından etkilendiği açıktır. Bu durum özellikle filmlerinde yer verdiği farklı parçalardan oluşan posterler, kesitler halinde yayınladığı sahnelerden de anlaşılmaktadır.

     Otomatik Portakal ile Kubrick; geleceğin İngilteresi’nde geçen bir konuyu ele alarak distopik bir film evreni yaratmıştır. Filmin analizine geçmeden önce çekildiği dönemin özelliklerini ele almak filmi anlamak açısından fayda sağlayacaktır. Modernizmin insan akıl ve iradesine vurgusu post-modernizmle beraber 20. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle eleştirildi. Bunu takiben 1960’larda toplumsal hareketler yoğunlaştı. Özellikle 68 hareketleri bu sürecin en kırıcı ve yoğun yaşandığı dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Feminist hareketlerden eşcinsel hakları savunucularına; işçi ayaklanmalarından kamusal alanda özgürce dinini yaşamak isteyen gruplara değin devrimsel nitelik taşıyan birçok hadise yaşandı. Dolayısıyla 1970’lerin sonuna kadar suç kuramlarının içeriğini belirleyen en önemli faktör yaşanan sosyal çalkantılar olmuştur. Bu doğrultuda o dönem en sık takip edilen kuram olarak Etiketleme Teorisi karşımıza çıkmaktadır.

      Dünya genelinde ekonomik büyümenin hızla yavaşlaması ve adil olmayan bir ekonomik dağılımın oluşması işçiler başta olmak üzere özellikle alt ve orta sınıfların ayaklanmasına neden oldu. Kubrick de bu filminde post-endüstriyel ilişkilerin bir sonucu olarak yaşanan suç ve sapma davranışlarını ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Keza filmin başrolü Alex’in anne ve babası uzun saatler çalışan ve aile hayatına çok fazla vakit ayıramayan fabrika işçileridir. Alex henüz 17 yaşında bir lise öğrencisi olmasına karşın geceleri tecavüzden hırsızlığa, haneye tacizden şiddete kadar birçok suçu işleyen bir çetenin lideridir. Tamamen kendi hazlarının peşinde koşan, dürtülerine engel olamayan, zorba kişiliğiyle bu karakter akıllara Hirschi ve Gottfredson’un 1990’da geliştirdiği Öz-Kontrol Teorisi’ni getirir. Nitekim bu teori; suçun tek ve en önemli nedeni olarak öz-kontrol kabiliyeti eksiliğine işaret eder. Öz-kontrolü düşük bireylerin de tıpkı Alex ve çete arkadaşları gibi tamamen dürtüsel davranma eğiliminde olduğunu söylerler. Öz-kontrolün de yalnızca 8-10 yaşında geliştiği ve sabit kaldığı iddiasındadırlar. Dolayısıyla suçu önlemek için de ebeveynlere öz-kontrolü yüksek bireyler yetiştirme konusunda eğitim vermeyi tavsiye ederler. Fakat Alex’in anne ve babası olumsuz koşullarda çalışan fabrika işçileri olarak aile hayatına yeterli vakti ayıramayan ebeveynlerdir. Bu durum ise yine Hirschi’nin 1969’da çocuk suçluluğu üzerinden ortaya attığı Sosyal Bağ Teorisi’nin ilk unsurunu haklı çıkarır. Hircshi; “Bağlılık” olarak değerlendirdiği önermesinde ebeveynleriyle duygusal bağı zayıf olan çocuklarda suç eğiliminin fazla olduğunu öne sürmüştür. Öte yandan diğer önermeleri de Alex üzerinden ampirik olarak onaylanabilecek düzeydedir. Zira Alex; toplumsal normlara uygun bir amacı bulunmayan, kabul edilmiş normlar doğrultusunda hiçbir etkinliğe katılmayan ve bu normları da içselleştiremeyen bir çocuktur. Çete arkadaşları da aynı özellikleri göstermektedir. Bununla birlikte Klasik Dönem suç kuramcılarından olan Bentham da insan davranışındaki en önemli motivasyonun haz olduğunu kabul eder. Filmde Alex de sık sık suç işlemenin ona haz verdiğini söyler.

     Alex’in diğer çete arkadaşları aşağı yukarı aynı özellikleri gösterseler de suç işleme noktasında onun kadar cesur değillerdir. Hatta banliyö bölgesindeki eve hırsızlık için gittiklerinde de Alex dışındakiler dışarda kalmış; sonunda da Alex’i ihbar etmişlerdir. Bu da Akers’in suçu olumlayan kişilerle ayırıcı bir birlikteliğin suç ihtimalini arttırdığı önermesini doğrular niteliktedir. Öte yandan Sutherland de suç davranışının diğer insanlarla etkileşim esnasında öğrenildiğinin altını çizer. Alex de sürekli suç işlemek için gerekçeler üreterek, şiddetin insana haz verdiğini savunarak arkadaşlarını suça teşvik etmektedir. Dolayısıyla bu durum; Sutherland’in ortaya attığı kişinin suçu olumlayan tanımlamalara daha çok maruz kalması durumunda suç işlediği ayırıcı birliktelikler ilkesini de ampirik olarak geçerli kılmaktadır. Öte yandan bir suç işlerken karar verme süreçlerini de beyaz perdeye taşıyan film, Rutin Aktiviteler Teorisi’ndeki “mağdur olma ihtimalini belirleyen” 3 unsuru akıllara getirir. Bu teoriye göre motive olmuş suçlu, uygun hedeflerin varlığı, hedefi koruma yetersizliği unsurlarının bir araya gelmesi mağdur olma ihtimalini yani suç işlenmesi ihtimalini arttırır. Alex ve çetesi de hırsızlık yapmak için gidecekleri evleri genelde suçun neredeyse hiç gerçekleşmediği, dolayısıyla resmi merciiler veya kameralarla kontrolün çok sıkı olmadığı banliyö bölgelerinde seçerler. Seçtikleri evler; suçun getireceği kazanımlar açısından oldukça zengindir. Bununla beraber mahalle sakinlerinin şehir/yurt dışına gidecekleri zamanı kollar ve genelde tüm ailenin evde olmadığı zamanlarda hırsızlık yaparlar. Nitekim bu teorinin suç önleme konusundaki en büyük iddiası bu gibi suç fırsatlarını azaltıcı tedbirler alma yönündedir.

     Çete arkadaşlarının kendisini ihbar etmesiyle Alex’in etiketlenme süreci başlar. Filmin çekildiği dönem hakim suç kuramı olarak karşımıza çıkan Etiketlenme Teorisi; bazı davranışların neden suç olarak kabul edildiği ve buna kimin karar verdiği sorusunu sorar. Hatta Alex suçlu değil de bir suç bilimci olsaydı bu teori altında değerlendirmek mümkün olurdu. Daha filmin ilk sahnesinde Alex ve çetesi yaşlı bir adamı gasp ederken Alex’in şu sözleri dikkat çekmektedir;

“Kokuşmuş bir dünya, çünkü artık kanun ve düzen kalmadı. Kokuşmuş çünkü sizin gibi yaşlı ve savunmasızlara saldırılmasına izin veriliyor. Buna da o zibidiler karar veriyor.” (Kubrick, Otomatik Portakal, 1971)

     Bu sözlerinden ve Alex’in film boyunca savunduğu kendi doğrularından yola çıkarak yasa koyucuları eleştirdiğini söyleyebiliriz. Etiketleme Teorisi’ne göre de yasalar, toplumda gücü elinde bulunduran hakim grubun çıkarlarına göre düzenlenir. Dolayısıyla kişinin etiketlenmesinde suç davranışı değil; kim olduğu önem arz eder. Etiketlenme de enformel olarak veya resmi merciiler tarafından gerçekleştirilebilir.

     Alex; hırsızlık yaparken yakalanınca mahkemeye çıkar ve 15 yıl mahkum edilir. Bu cezalandırılma süreci de Beccaria ve sonrasında Post-Klasik Kuramcıların da savunduğu gibi hızlı, çabuk ve şiddetli gerçekleşir. Mahkum olarak girdiği cezaevi koşullarının ağırlığından dolayı yaptıklarından pişmanlık duyar. Caydırıcılık Kuramı da cezalandırmanın temel amacı olarak caydırıcı etkinin oluşmasını öne sürer. Fakat Johnson daha sonra 2010’da yaptığı bir meta-analiz çalışmasında ağır cezaevi koşullarının tekrar suç işleme oranını %15 arttırdığını saptamıştır. Bu durumda film, bu çalışmanın her suç ve her fail için geçerli olmadığını gözler önüne sermektedir. Ağır cezaevi koşullarının en önemli göstergesi gardiyanların mahkumlara uyguladıkları şiddet ve sözlü tacizlerdir. Özellikle başgardiyan bu noktada oldukça sert davranır. Durkheim’a ters düşerek suçun hiç olmaması gereken bir olgu olduğunu savunur. Oysa Durkheim için suç patolojik değil; işlevsel bir olgudur. Suçun hiç olmadığı durumları ilerlemeyi engelleyen baskıcı bir ortam olarak değerlendirir. Filmin ilerleyen sahnelerinde İç İşleri Bakanı’nın cezaevine ziyareti esnasında onun da tıpkı başgardiyan gibi düşündüğünü görürüz. Zira kendisi suçlu insanı hasta insan olarak değerlendirir. Bu açıdan Erken Dönem Biyolojik Teorisyenlerinin sınıflandırmasına göre Alex “akıl hastası suçlu” kategorisine; arkadaşları ise haz ve çoğunlukla çevresel etkenlerden dolayı suç işleyen “kriminaloidler” kategorisine girmektedir. Bu teorilerde suçluluk, çoğunlukla doğuştan gelen bir mefhum olarak değerlendirilirken bunun dışındaki noktalarda fiziksel, psikolojik, anatomik yapılanmalara göndermeler yapılır.

     Bakan ve başgardiyan, suça karşı aynı noktada konumlansalar da suçu önleme konusunda çatışırlar. Çünkü başgardiyan tıpkı Caydırıcılık Kuramı gibi suçu önlemenin en iyi yolu olarak hapis cezasını işaret eder. Bakan ise cezaevinin suçu ortadan kaldırmadığını ve rehabilitasyonun en geçerli çözüm olduğunu savunur. Bu her ne kadar Bilişsel Davranışçı Teorileri akla getirse de Alex’i cezaevinden alarak götürdüğü rehabilitasyon merkezinin programları ağır eleştirilere kapı açacak niteliktedir. Tam da suçu önleme açısından rehabilitasyonun önem kaybetmeye başladığı 1970’lerde böylesine distopik bir film evreni yukarıda da değinildiği gibi ideolojik bir misyon üstlenmiştir. Çünkü Alex’i iyileştirmek adına götürdükleri rehabilitasyon merkezi, Andrews ve Bonta’nın ileri sürdüğü etkili müdahale prensiplerinden oldukça uzaktır. Andrews ve Bonta; etkili bir rehabilitasyon için ilk olarak failin kriminojenik ihtiyaçlarını hedef almak gerektiğinin altını çizer. Fakat filmde yapılan faaliyetler anti-sosyal davranış veya inançların iyileştirilmesinden ziyade bireyin karar alma mekanizmasını neredeyse tamamen ortadan kaldırmaya yöneliktir. Öte yandan verilen hizmetin doğası davranışsal değildir; hiçbir kriminolojik araştırma bulgularını da dikkate almamıştır. Dolayısıyla Bilişsel-Davranışçı Programlardan oldukça uzaktır.

     Alex’in; rehabilite edildikten sonra kamusal alana geri dönüşü çok farklı şekillerde okunabilir. Çünkü kendisi hem cezaevi hem rehabilitasyon deneyimi yaşamış ve “etiketlenmiş” olarak yaşadığı yere dönmüştür. Etiketlenme Teorisi’ne göre etiketlenen kişiler yakınları ve fırsatlara ulaşmada kilit rol oynayan merciiler tarafından dışlandığından sosyal bağları zayıflar. Nitekim Alex, eve geri döndüğünde ailesinin odasını başka birine kiraya verdiğini ve onu kendi çocuklarıymış gibi sevdiklerini görür. Bu onun toplumsal bağlarının ilk çözülme sürecidir. Cezaevine girmeden önce beraber suçlar işlediği çete arkadaşları ise kendileri de Alex gibi azılı birer suçlu olmalarına etiketlendiği için onu tekrar gruplarına dahil etmezler. Alex’in çete arkadaşları cezaevine de girmemiş, rehabilitasyona da dahil olmamışlardır. Bu da onların etiketlenmelerini engellemiştir. Alex rehabilitasyondan sonra büyük bir bunalıma girmiş ve sapkın veya norma uygun hiçbir davranışta bulunmamaya başlamıştır. Artık bir suçlu olmamasına rağmen komşuları ve ailesi hala ondan korkmakta, arkadaşları ise onu dışlamaktadır. Nitekim kurama göre rehabilitasyon da cezaevi gibi etiketleyici bir yöntemdir. Braithwaite; 1989’da ortaya attığı Birleştirici Utandırma Teorisi ile ayrıştırıcı utandırmanın hem davranışı hem de bireyi bütünüyle rencide ettiğini öne sürer. Alex’in cezavine girdikten ve rehabilite edildikten sonra yaşadıkları da bunun en büyük örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Braithwaite; bu teorisiyle “Onarıcı Adalet Programları”na dikkat çekerek sadece davranışın kınanması ve kişiye rencide etmeden telafi şansı verilmesi gerektiğinin altını çizer. Bu sistemde kişi utandırılarak hatasıyla yüzleştirilir. Mağdura da merkezi bir rol verilir; zararının telafi edilmesinde fikri sorulur. Bu programın en yaygın biçimi de mağdur-fail buluşmalarıdır. İlk olarak mağdur, yaşadıklarını anlatır; yapılan davranışın suç olduğu anlatılır ve faile kamuya ve mağdura verdiği zararı telafi etme şansı verilir. Devlet ise bu buluşmaları sağlayan aracı rolündedir. Alex; rehabilitasyondan çıktıktan sonra yaşadığı bunalımdan dolayı kendini sokaklara atar ve sabaha kadar yürüdüğü günlerden birinde baygınlık geçirir. Uyandığında ise cezaevine girmeden önce hırsızlık yaptığı evde bulur kendisini. Karşısında ise darp ederek sakat bıraktığı ve eşini öldürdüğü ev sahibi vardır. Bu sahne ütopik bir Onarıcı Adalet Programı olarak değerlendirilebilir mi? Filmin sonunda ise kentin banliyö bölgesinde yaşayan ve siyasi güç merkezleriyle sıkı bir ilişki içerisinde olan ev sahibine Alex’in götürenin İç İşleri Bakanı olduğu ortaya çıkar. Bu durumu eğer mağdur-fail görüşmesi olarak değerlendireceksek devleti yine aracı konumuna yerleştirebiliriz. Yine Etiketleme Kuramı’nın “yasaları belirleyen şey hakim grupların çıkarlarıdır” önermesini göz önüne alarak filmde en çok eleştirilen şeyin modern devletin adalet anlayışı olduğunu söyleyebiliriz.

     Filmin mekânsal bir değerlendirmesi ise Chicago Okulu çerçevesinde rahatlıkla yapılabilir niteliktedir. Burgess, Eş Merkezli Çemberler Teorisi ile kenti 5 katmana ayırır. Bu çemberlerin bir örüntü izlediğini ve göç aldıkça katmanların dışarıya doğru genişlediğini öne sürer. Beş katmanın merkezinde iş alanı bulunan teorisinde ikinci katmanı geçiş bölgesi oluşturmaktadır. Bu bölge; küçük ölçekli imalatın, iş yerlerinin bulunduğu ve dışarıdan gelen göçmenlerin yaşamak zorunda kaldığı katmandır. Yatay hareketliliğin fazla yoğun olduğu bu bölgede göçmen baskısı nedeniyle hem yerleşik bir kültür yoktur hem de etnik çeşitlilik oldukça fazladır. Shaw ve McKay; Sosyal Düzensizlik adını verdikleri teorisiyle çocuk suçluluğu üzerinden kenti bu beş katmana ayırarak araştırma yaparlar. Chicago’da yapılan üç aşamalı araştırmada çocuk suçluluğunun en belirgin ikinci katmanda olduğunu tespit ederler. Bunun en büyük nedeni olarak da yoksulluk ve etnik farklılık işaret edilmiştir. Alex’in ve diğer çete arkadaşlarının yaşadığı bölge tam da bu geçiş katmanı özellikleri taşımaktadır. Belediyenin hiçbir hizmet vermediği bir çöküntü mahallesinde yaşadığı, çevrenin temizlik ve hijyen problemlerinden açıkça görülmektedir. Öte yandan Alex ve arkadaşlarının geceleri tecavüz ettiği kadınların farklı etnik kökenlere sahip olması göçmenin de yoğun olduğu bir bölge olduğunu açığa çıkarmaktadır. Suçun etnik kökenle alakası oldukça tartışmalı olsa da Sosyal Düzensizlik Teorisi’nin iki ara mekanizması da filmde oldukça net görülmektedir. İlk olarak bölgedeki suç kültürü nedeniyle bir kültürel aktarımın yaşandığını ve mahallede suç işlemeyen bir çocuğun neredeyse kalmadığını söylemek mümkündür. İkinci olarak ise hem Alex’in hem mahalledeki diğer çocukların aşırı yoksulluk dolayısıyla ebeveyn kontrolünde olmadıkları da açıktır.

     Sonuç olarak Otomatik Portakal; tam da rehabilitasyon yöntemine eleştirilerin getirildiği dönemde sinema evrenine girmesiyle ideolojik misyon da taşımaktadır. Çeşitli suç kuramları açısından değerlendirilebilmekte; bazen lehlerine bazen de aleyhlerine karşı sahneleri gözler önüne sermektedir. Suçluluğun nedenleri de suçun önlenmesi de günümüzde hala tartışılan konular arasındadır. Fakat geldiğimiz bu noktada; hem faillerin hem suçların hem mağdur tiplerinin çeşitliliği dolayısıyla tek bir kuramın geçerli olabileceğini düşünmek en büyük yanılgıdır.

[1] Bkz. Anthony Burgess, (1962). A Clockwork Orange.

[2] Bkz. Stanley Kubrick, (1971). Clockwork Orange, https://www.imdb.com/title/tt0066921/.

KAYNAKÇA

Burkay, S. (2008). Teorik Çerçevede Suç. ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, 60-88.

Gültekin, G. (2019). Popüler Suç Filmlerinin İdeolojisi: Kabadayı Örneği. Curr Res Soc Sci , 143-160.

Kubrick, S. (Yöneten). (1971). Clockwork Orange [Sinema Filmi]. https://www.sinemalar.com/film/1056/otomatik-portakal adresinden alındı

Kubrick, S. (Yöneten). (1971). Otomatik Portakal [Sinema Filmi].

Yüksel, M. (2019, 01). Suç Sosyolojisi. Anadolu Üniversitesi, s. 2-31.

Okur, yazar, gezer, bakar.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir