İki dere bir arada kaldık. Ne yardan geçiliyor ne de serden.
Üzüntüyle izliyorum ana akım medyayı. Ekranın üstünde “son dakika“, altında “36 Şehit” yazısı ve buna karşılık sunulan haber; “Suriyeliler sınırda, Suriyeliler Avrupa’ya gidiyor.” Bu acı günlerde bize sunulan yarıştırıcı hap gibi, Suriyelilerin gitmesi. Ayrıca ekranda “siyah kurdele” olmamasına da ayrı bir yanıyorum; ama benim değinmek istediğim mesele bu değil. Ben, iki gündür intikam alırcasına Suriyelilerin savruluşunu ele almak istiyorum. Tabi bu noktada karşımıza pek çok Suriyeli kimliği/algısı çıkıyor. Dolayısıyla ben bu yazıda “genelleştirilmiş Suriyeli olgusu” üzerinden meseleyi ele alacağım. Yani sizlerin öznel Suriyeli algısı/kimliğini dışarda bırakıyorum.
Suriyelilerin ülkemize sığınma sürecini ve gelinen noktayı hepimiz bir şekilde gözlemledik, okuduk ve deneyimledik. İnanılmaz derecede çıktıya maruz kaldık. Herkes meseleye farklı açılardan yaklaştı ve çoğumuz da bu bakış açılarından bazılarını benimsedik. Ama genel itibariyle Suriyeli algısı, toplum nezdinde, sürekli bir konjonktürürel revizyona uğradı. Sürecin ilk yıllarında pek çoğumuz Suriyelilere kucak açtık; kardeşimiz oldu, misafirimiz oldu ama yeri geldi “misafirsen misafirliğini bil!” dedik. Çünkü içinde bulunduğumuz şartlar çok değişti. Zaman gectikte, toplum nezdinde Suriyeliler “şeytanlaştırıldı ve her olumsuz meselede günah keçisi” yapıldı. Bu durum sadece bizim toplumumuza özgü bir şey değil; göçün niteliği ve süresi neticesinde düşünüldüğünde yaşananlar evrensel göç anlayışına uygundur. Yani Almanya’da yaşayan Türkler açısından da bu durum böyle olmuştur.
Görüldüğü gibi göç meselesi çok girift ve dinamik bir meseledir. Son günlerde yaşadığımız üzüntü verici hadiseler sonrasında meselenin tekrar gündeme gelmesi ve izlenen sürecin, “şeytanlaştırma ve günah keçisi” yapmanın da ötesinde; nefretle ve intikam duygusuyla, işlemesi kabul edilebilir değildir. Çünkü pek çok açılardan tutarsızlık doğmaktadır. Örneğin, Suriyelilerin sınır dışı edilmesi “şehitlerimizin intikamı” alınırcasına TV kanallarından sunulması, toplumsal hafıza bağlamında sorgulanabilir.
Sonuç olarak hem içerde hem dışarda, Suriyeli Sığınmacılar üzerinden politik sermaye sağlamak ve bunu toplum-a-lara “koz” olarak kullanmak, sürdürülebilirlik açısından sakıncalıdır.