ÖZ
Bu çalışma iki başlık altında incelenmektedir. Genel kapsamda merkezde kadın yer almaktadır. Ancak bunun ötesinde feminist bir yaklaşım esas alınarak yazılmıştır. İlk olarak taşranın ve kentin cinsiyetler üzerindeki tahakkümü konuşulmuş, ardından da bir mekan ele alınarak o mekanın yine aynı spesifik konu olan cinsiyetlerle arasındaki ilişkinin birbirinden nasıl ve neden farklılaştırıldığını görmeyi amaçlamıştır.
Anahtar kelimeler
Kadın, Taşra Ve Kent, Kamusal Mekan, Cinsiyetlendirme
Kadın ve erkek dikotomisinin yüzyıllardan beri gelerek varlığını sürdürdüğünü bilmekteyiz. Kadına biçilen rollerin ve davranışların oluşturulmuş, olunması gereken makbul sayılan yönündedir. Ancak bir öteki cinsiyet olan erkeğe biçilen roller ve davranışlar ise daha çok olağan olanı temsil eder ve zaten asıl olanı kuşatır. Aslına bakıldığında çok eskilerden süregelen bu cinsiyetlendirme çabasının temel sorunu budur. Olması gerekeni belirleyenin olağan olduğudur. Daha açık anlatımla ataerkil anlayışın sınırları ve sınırdışıları belirlemesidir. Kadını mekanın analizinde ele alacak olursak özel ve kamusal ayrımında iki farklı alan olarak değerlendirebiliriz. Erkeği mekanın analizinde ele aldığımız takdirde ise bu ayrıma gitmeye gerek kalmayacaktır. Çünkü baktığımızda kadın özel ve kendi alanında rahatlığını koruyabilirken, yapabilirliğini genişletirken ve sınırlarını zorlarken gerçek anlamda kadınlığını konuştururken ev dışında yani kamusal alanda baskılanıp ötekileştirilir. Bunun beraberinde rahat olamaz ve sınırlarını bilerek eylemlerini o ölçüde gerçekleştirir. Ancak karşı cins özel alanında da kamusal alanda da erkektir ve yapabilirliği aynı ölçüde eşittir. Baskıdan uzak ve kabul görmüş birçok yanlarıyla toplumun ön safhalarında yer alır. Kadının taşrası kamusal mekandır. Farklı düşünemez, araştıramaz eleştiremez ve sorgulayamaz. Taşra ve kent ayrımında cinsiyetin öneminden ziyade kadının taşrası ve kentine odaklanmalıyız. Kadın başlı başına bir roman bir deniz ve bazen de bir sırdır. Bu bağlamda bakıldığında kendini gizlediği ve aslında kendi olabildiği alanı yani kenti evidir. Evinde özgürdür istediğini yapabilen konumdadır. Peki, bunun aksi olduğu durumlar yok mudur diye sorduğumuzda cevabımız tabi ki vardır olacaktır çünkü neticede kadının bir roman olduğundan bahsettik her roman farklı kalemle ve farklı karakterlerle yazılır. Bu da her kadının aynı olmadığını ve yaşantısının da bu ölçüde farklı olduğunu bize gösterir. Bu açıdan bakıldığında kimi kadınların evi taşrasıdır. Çünkü yaşanılacak bir yer değildir. Özgürlüğü ancak ve ancak o evden çıktığı takdirde mümkün olur. Taşra ve kent ayrımına tekrar dönecek olursak kadın her halukarda karmaşık bir alanın içerinde kendine yer bulmaya çalışır. Taşrada da kentte de kadındır çünkü. Evet neticede taşra hayatı daha baskıcı, muhafazakar, gerici toplulukların yaşadığı mekan olarak bilinse de bu kent hayatını masumlaştırmaz. Kentte özgür olduğumuzu bize sunmaz sadece özgürlük alanımızı genişlettiğimizin bilgisine ve çabasına ulaşırız. Tabi kadın olarak. Çünkü bakıldığında erkek taşrada da kentte de aynıdır. Feminist bir yaklaşımla konuyu ele elacak olursak erkeklerin sırtına yüklenen erkeklik olurluğundan bahsetmeden geçemeyiz. Erkek; evine bakmakla sorumlu(yükümlü), bunun beraberinde işe girmesi zorunlu olan, eve para getirmesi su götürmez bir gerçeklik olarak kabul edilen bir süperkahramandır. Bir süperkahramandan beklenilen ise güç ve otoritedir. Ne kadar güçlü olursa o kadar süper erkektir. Otoritesiyle ise tam bir kahramandır. Bahsettiğim gibi erkek taşra da da kentte de aynıdır. Bu değişmez hatta değiştirilemez. Erkek olmanın mekan üzerindeki etkilerinin daha çok pozittif yanları olsada bu negatif yanlarının da olduğunu bize bariz bir şekilde gösterir ve ispatlar. Toplum tarafından sürdürülegelen bu yegane normlar bizlerin üzerinde bir tahakküm oluşturmaktadır. Buna karşı çıkmak ise oldukça güçtür. İşlevselliğin bozulması devleti ve otoriteyi yıpratacağı gibi mevcut düzenin kazananlarını da etkileyeceğinden değişmesini istemeyen grubun çogunluğu bu sürdürülebilirliği korumaktadır. Ötekileştirilmişlerin azlığı ise mevcut düzene çıkarılan seslerin duyulmasını zorlaştırmakta devamında direniş gücünün giderek tesirini ve ilhamını kaybetmesiyle yaşanılacak güzel günlere olan umut ışığımızı söndürmektedir.
MEKANIN CİNSİYETLENDİRİLMESİ BAĞLAMINDA KAMUSAL ALAN OLARAK HASTANE ÖRNEĞİ
Kamusal alanın cinsiyet üzerine etkilerinin olduğunu hepimiz bilmekteyiz bilmekten öte her birimiz bunu gündelik hayatımızda aktif olarak tecrübe etmekteyiz. Bizler işimiz gereği kamusal alanları teneffüs etmekteyiz. Cinsiyet olarak kadınlığın ve erkekliğin farklılaştığı birçok noktanın olduğu gibi bu alanda da ayrıldığını net olarak görebiliyoruz. Her bir cinsiyetten beklenen roller ve görevler birbirinden başkalaşmıştır. kadının kadın gibi davranıp hanım hanımcık olması öngörülürken erkeğinde erkekliğini konuşturması beklenmektedir. Kamusal alanın cinsiyetleştirilmesine örnek verecek olursam şu anda da bizzat aktif olarak çalışmayı sürdürdüğüm hastaneyi örnek verebilirim. Hastanede bir kadın sağlık personeli olarak hemşirelik görevimi yerine getiriyorum. hastanenin yoğun bakım ünitesinde çalışıyorum. Mesai arkadaşlarım içerinsinde kabul görmüş cinsiyetler ile birlikte işimi olabildiğince temiz yapmaya çalışıyorum. ancak cinsiyetleştirilmiş mekanın azizliğine tabiki hastane de uğramadan geçemiyor. Geçen yaşadığım bir örneği vermek istiyorum. 24 nöbetine kaldığım bir pazartesi günü iş arkadaşlarımdan hemşire M. bir hasta yatışı aldı. Gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra hastanın yoğun bakımda uzun süre yatacağı için ve ayağa kalkma durumunun olamayışından dolayı hastaya üriner katater takılması gerekiyordu. Ancak hastanın cinsiyetinin erkek olmasından dolayı bunu yapmak istemedi ve diğer mesai arkadaşı olan hemşir H. den yardım istedi. Tahmin edileceği gibi yardım istediği şahıs erkekti. Bana oldukça tuhaf gelen bu davranışın sebebini tahmin etmem çokta zor değildi. toplumsal normlarda bu kabul edilemez bir durumdu. Halbuki hemşirelik eğitimi alan her bireyin 4 yılda aldığı eğitim boyunca bunun bir ayıbı olmadığını öğrenmesi gerekirdi. Çünkü neticede konuştuğumuz şey sağlıktı. Ve ‘tıpta ayıp olmazdı’ . Üstelik çalıştığımız yer bunun hiçbir şekilde konuşulamayacağı yer olan yoğun bakım ünitesiydi. Hastalara herhangi bir acil müdahale yapılacağı durumlar olması sebebiyle üzerlerinde sadece örtü bulundurulması gerekiyordu. Tabiki neticede bilinen en önemli şeylerden birtanesi de hasta mahremiyetiydi. Bunun korunması oldukça önem arz ediyordu. Bunun haricinde yapılan her müdahale hastanın sağlığı ve hayatta kalması içindi. Bir başka örneği ise arkadaşımın yaşadığı bir deneyimi anlatarak vermek istiyorum. Arkadaşım acil hemşiresiydi ve cinsiyeti erkek. Acilde daha çok ayakta müdahale yapılır ve adı gereği tüm müdahaleler acil olarak gerçekleştirilir. Bu açıdan sirkülasyonun çok olduğu bir alandır. ağrısı olan hastalar daha sık başvururlar ve damardan iv alırlar yada kalçadan intramuscular dediğimiz iğneyi olurlar. Arkadaşım o gün acilde tüm çalışanların erkek olduğunu ve yoğun bir şekilde çalıştıklarını dile getirdi. Sık sık intramuscular yaptıklarını ve hastaların sürekli değiştiğini söyledi. Gün içerisinde bir kadın hastanın geldiğini ve hastasının tesettürlü olduğunu söyledi. sürekli yaptığı bir şey olduğu için artık klasikleşmiş bir biçimde hastaya hazırlanması gerektiğini ve ilacı çekip geleceğini söylemiş. Ardından içeri girdiğinde hastanın hazırlanmadığını ve kendisine dik dik baktığını ifade etti. Siz mi yapacaksınız diye sorduğunda şaşırmış bir vaziyette evet dediğini ancak bunun karşısında hastasının oldukça sert bir biçimde asla olmaz dediğini söyledi. Hastasına yine de olumlu bir yaklaşım sergilediğini şu an yapacak başka bir hemşirenin olmadığını dile getirmiş. Ancak hastasından olumsuz bir dönüt almış. Bunun sonucunda ilacı yapamamış ve hasta ağrısıyla birlikte hastaneden ayrılmış. Durumun vahimliğinden öte burada sorgulanması gereken o hastanın neden böyle davrandığıydı. Süregelen bu zihniyetin varlığını nasıl koruduğuydu sorun. Kamusal bir mekan olarak hastanede cinsiyetleştirilmesi gereken belkide en son mekandır. Çünkü hastanede çalışan sağlık personelinin nihai tek bir amacı vardır o da sağlıklı bir yaşamın sağlanması. Yaşam kalitesinin yükseltilmesi için verilen çabalar. ki sağlığın kadını ya da erkeği olamaz . Başlı başına yaşama hakkı herkesindir. Ve bu cinsiyetleştirilmemelidir.