GİRİŞ
İnsanın varoluş sürecinden günümüze kadar geçirmiş olduğu evrede, hatta insanın var olmaya devam edeceği gelecek yıllardaki evrelere baktığımızda, bireyin sürekli olarak yaşam koşullarının gidişatları hakkında düşündüklerini söyleyebiliriz. Söz konusu düşüncelerin ekonomi, din, siyaset ve hatta dünyanın durumu ile ilgili olduğu ve akabinde de insanın davranışı, var olan düzenin algılanışı ve bireyler arası ilişkiler sonucunda sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkmasında etkili etmenler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Söz ettiğimiz sosyoloji biliminin ortaya çıkış koşullarının yalnızca bireylerin birbiri ile ilgili uzantıları sonucu değil aynı zamanda ilk olarak ortaya çıktığı Avrupa kentlerinin durumunun ve Rönesans’ın (yeniden doğuş) sonuçları ile ilişkili olduğu söylenebilir. Sosyoloji ilk olarak 19.yy’ın ortalarına doğru adından söz ettirmeye başlamış ve birçok bilimin en başta da felsefesinin uzantısı olduğu düşünceleriyle eleştirilere maruz kalmış fakat bütün bunlara rağmen günümüzde hala adından söz ettirmeye devam eden bir bilimdir. Sosyolojinin incelenme alanını makro ve mikro sosyoloji olarak iki aşamalı ele almak mümkündür. Makro sosyoloji, sosyolojiyi daha geniş bir bakış açısı ile inceleme yoluna giderken, mikro sosyoloji ise toplumu daha dar bir bakış açısı çerçevesinde incelemektedir. Bizler de bu çalışmada sosyolojiyi pozitivizm, hermeneotik, yapısalcılık ve Frankfurt Okulu çerçevesinde ve söz konusu anlayışların ve dönemlerin düşünürlerinin bakı açılarıyla incelemeye çalışacağız.
Başlıklar
SOSYOLOJİ BİLİMİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
1.Pozitivizm, Auguste Comte ve Emile Durheim
Sosyolojinin temel kuram ve kuramcıları bağlamında gelişiminden söz etmek gerekirse; ilk olarak, daha öncede bahsettiğimiz gibi aydınlanma düşüncesi ve dönemin koşullarının iyileştirilmesi için ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Yeni bir disiplin olarak diğer bilimleri nazaran yalnızca insanı değil aynı zamanda toplum üzerine de söz söyleme noktasında önemli bir yere sahiptir. 19.yy. da ortaya çıkmış olması onun için en uygun zamandır. Söz konusu disiplinin isim babası Auguste Comte’dur. İsim babası olduğu için de genellikle sosyolojinin kurucusu olarak da bilinmektedir. Comte sosyolojisinin kaynağına bakacak olursak devrimden sonra Fransa’nın durumu önemi bir yere sahiptir. Onun düşüncesinin temelinde 18.yy’ın Aydınlanma düşüncesinin görüşleri yer almaktadır. Comte’un sosyoloji iki evrede incelenebilir. Bu evreler 1820-1842 arası erken dönem bilimsel evre ve 1851-1854 arası ahlakçı olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun erken dönem çalışmalarını Saint Simon yazılara benzetebiliriz.
Onun amacı temel noktada pozitif bir bilim yaratmaktır. ‘’Pozitif bir din kurar ve bunun bir ‘’insanlık dini’’ olduğunu söylemiştir. Hatta bu amaç uğrunda Rus Çarına ve Osmanlı Sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eder. Comte artık bir nevi bu dinin peygamberi olarak görür kendini ve bu dinin esaslarını kendisi belirler’’ (Mega News Haber Merkezi , 2016) Auguste Comte’a göre toplumsal düzen ‘’üç hal yasası’’ adını verdiği evrelerden geçmelidir. Bu evreler ilk olarak teolojik aşama adını verdiğimiz ve dini mülahazaların önemli olduğu, metafizik aşama dediğimiz ve soyut fikirlerin ortaya çıktığı ve son olarak pozitif aşamada dediğimiz ve bilimsel olguların ortaya çıktığı evrelerdir. Görüldüğü üzere Comte’un sosyolojinin ortaya çıkmasında önem teşkil ettiği, pozitivizmin ortaya çıkışında ve birçok eleştiriye maruz kalan sosyoloji biliminin en büyük savunucularından biri olduğu, söz ettiği üç temel evrenden geçmesi gereken toplumların gelişiminde önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Toplumlar söz konusu evrelerden farklı düzeylerde geçeceklerdir.
‘’Comte’u, dönemin düşünürlerinden ayıran en önemli özelliği, toplum teşkilatlanmasını ‘bilim ve felsefeye’ sormasıdır’’ (BALLIKAYA, 2015). O, kendinden önce ‘’toplumsal fizik’’ olarak anılan sosyolojiyi pozitif bir bilim olarak ileri sürmüştür. Ona göre ilk olarak bakılması gerek ve önemli olan nokta düzen aşamasıdır. İlk bakılması gereken düzendir.
Auguste Comte pozitivist bir düşünürdür. Pozitivizm terimini ilk olarak öne süren Saint Simon’dur. Fakat pozitivist felsefeyi sistemleştiren Auguste Comte’dur. ‘’Pozitivizm sadece olgular üzerinden hareket eder. Bilgi kaynağı olarak olguları görür ve kendini olgular üzerinden geliştirir. Olgulara dahil olmayan her şeyi fizikötesi tabirle metafizik olarak algılayıp deneye girmeyenler olarak olgulardan ayırır’’ (Mega News Haber Merkezi , 2016).
Görüldüğü üzere Auguste Comte’un pozitivisist bir düşünür olduğu ve sosyoloji biliminin en önemli isimlerinden hatta kurucu isimlerinden olduğunu söyledik. Onun öneminin en önemli noktası da öncelikle sosyolojiyi doğal bir bilim olarak aktarmaya çalışması, yönteminin farklı metotlar taşıması, toplumsal bilimlerde düşüncelerini matematiksel ve fiziksel yani sayısal verilere dayandırması önemlidir. Bütün bunlara ek olarak sosyolojik görüşlerinde devlet, özellikle de aile kurumlarının üzerinde yoğunlaşmıştır. Sosyolojiyi bu yöntemlerle toplumsalcılıktan çok bireyciliğe doğru itmesi ona yöneltebileceğimiz bir eleştiri niteliği taşımaktadır.
Comte’un akabinde yine sosyolojinin ortaya çıkmasının ilk dönemlerinde yer alan diğer bir düşünür Emile Durkheim’dır. Durkheim, Comte sosyolojisinin üzerinden geçen altmış yılın üzerine Fransız toplumsal düşüncesinin teorisi bir araya getirmiş bir isimdir. ‘’Durkheim’ın teorik çalışması etkili kariyeri boyunca temel bir soru etrafına gelişir: insan toplumlarında bütünleşmenin ve düzenin temelini oluşturan nedir?’’ (Jonathan H.Turner, Leonard Beeghley, Charles H. Power, 2017) Durkheim, görüldüğü üzere sosyolojiyi bir bütün etrafında ele almış ve 21. yy’da hala adından söz ettiren ve genç nesil düşünürlere öncülük eden bir düşünür olma niteliği taşımaktadır. Durkheim’ın sosyolojiye katkı sağlayan ilk çalışması ‘’toplumsal işbölümü’’dür. Söz konusu çalışma günümüzde hala etkisini sürdürmeye devam eden genl bir toplumsal düzen teorisi olma niteliğindedir. O, iş bölümünde bahsederken toplumsal dayanışmaya da yer vermiştir.
‘’Toplum ’da iş bölümü, toplumlar farklılaşmamış ve basit yapılardan kompleks ve farklılaşmış yapılara doğru evrimleşirken toplumsal dayanışmanın temelinde yaşanan değişmeyle ilgili bir çalışmadır’’ (Jonathan H.Turner, Leonard Beeghley, Charles H. Power, 2017). Söz konusu sornun cevabını da toplumsal bütünleşme olarak terimleştirmektedir. Onun en önem verdiği nokta ahlak ve ahlaki olgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Durkheim’a göre iş bölümünün oluşmasında ahlaki olguların önemi çok büyüktür.
Onun terminolojisinde bireyler içinde yer aldıkları toplumun ‘’dışsal’’lık ve ‘’baskı’’ adını verdiği iki aşamasında sembolik yapılar oluşturur. Söz konusu dışsalığa baskı yani zorlayıcılık etki etmektedir. Durhkeim’ın bütün bunların aksine sosyolojiye ve topluma diğer bir önemli katkısı da toplum sınıflandırmasıdır. Sınıflandırmayı iki şekilde yapan Durheim ‘’mekanik dayanışmaya dayalı toplum’’ ve ‘’organik dayanışmaya dayalı toplum’’ adını verdiği sınıflandırmasını sosyolojisinde önemli bir yere koymaktadır. ‘’Mekanik dayanışmanın olduğu toplumlarda iş bölümü basit düzeydedir ve farklılaşmamıştır; yani o toplumun bireyleri özelleştirilmiş görevlere veya rollere sahip değildirler. Yapılması gereken işlerin bölümünde yaş ve cinsiyetle ilgili geleneksel beklentiler belirleyicidir; örneğin erkeklerin ava gitmesi ve kadınların evde kalarak ev işleri yapması gibi’’ (Yükselbaba, 2017).
Diğer bir sınıflandırma çeşidi olan; ‘’Organik dayanışmanın görüldüğü modern toplumlarda uzmanlaşma artmıştır ve iş küçük parçalara bölünmüştür. Uzmanlaşma sadece bireyler düzeyinde değildir; aynı zamanda gruplar, yapılar ve kurumlar da uzmanlaşırlar. Bunun sonucu olarak bireyler ihtiyaçları dolayısıyla topluma daha bağımlı hale gelirler ve aynı zamanda her birinin faaliyeti farklılaştığı için bireysellik de artar’’ (Yükselbaba, 2017). Durheim’ın toplumsal düzenin sağlanması aşamasında önemli aşamalara sahip olduğu ve toplumsal düzen sistemlerinin varlıklarını sürdürmesi noktasında ek teoriler geliştirdiğini söyleyebiliriz.
Durkheim’ı Durkheim yapan ve sosyolojik yönteminin de temelini oluşturan çalışması ‘’İntihar’’ sosyoloji tarihinde önemli bir konuma sahiptir. ‘’Durkheim, intihar çalışmasının genelinde, intihar oranı ile özgül sosyokültürel ögeler ve değerler arasında çeşitli ilişkiler kurmuştu.
Daha genel manada Durkheim bu çalışmasında karşılaştırmalı bir yönteme odaklanmış, sosyoloji tarihinin en büyük teorisyenlerinden biri olarak, teorik şemasını keskinleştirmek ve iyileştirmek için bu geniş karşılaştırmalı farklılıkları kullanmıştır. İntihar, belki de Durkheim’in en önemli çalışması olarak güç ve bağlılığın, sosyal entegrasyonun temel boyutları olduğunu kuvvetle ima etmiştir’’ (SAĞLIK, 2019). Ona göre intihar, toplumsal bir olgudur ve bütün toplum tiplerinde görülebilmektedir. ‘’Durkheim, intiharın toplumsal nedenlerine inerek bireysel bir edimin sosyal olanla ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Bunu açıklarken teori ve istatistiği birleştirmiş ve savını kanıtlamaya çalışmıştır’’ (BALLIKAYA, 2015).
Onun sosyoloji biliminde yer edinmesine ve sosyoloji biliminin de bugünlere taşınmasında toplumsal düzen üzerine söylediği sözler ve eserleri önem taşımaktadır. Bugün hala Durkheim’ın eserlerinin okunuyor olması da söz konusu değerinin sosyoloji bilimi var oldukça devam edeceğinin göstergesidir.
2.Hermeneutik, George Simmel ve Max Weber
Çalışmanın ilk aşamasında sosyoloji biliminin ortaya çıkış koşullarının 19.yy’a ve döneminin koşullarına dayandığını söylemiştik. Söz konusu dönemde pozitivist bir düşünür olan Auguste Comte ve akabinde de bir nevi Comte’dan aldığı fikirlerle bir diğer önemli düşünürün Emile Durkheim olduğunu söyledik. Pozitivizimden sonra sosyoloji için önem taşıyan bir diğer yaklaşım, kaynağı Alman düşünce geleneğine de dayanan yorumsayıcı yaklaşımdır.
‘’Hermeneutik 19. Yüzyıldan itibaren metinlerle ilgili bir yorumlama metodolojisi olarak ortaya çıktı ve hem felsefede hem edebî metinlerde sıklıkla kullanılan bir yöntem oldu. Bilhassa beşerî kültürün ve insan davranışlarını inceleyen bilimlerin tamamında kullanılmaya başlandı. Martin Heidegger’in erken dönem çalışmalarıyla birlikte Hermeneutik beşerî dilin yorumlanmasıyla ilgili olan hemen her sahada kullanılmaya başlandı’’ (Wikipedia, tarih yok). Hermeneutik yaklaşımın önemli temsilcisi olan Dilthey’ e göre doğanın var oluşu açıklansa dahi var olan sosyal olgular da anlaşılmaya ihtiyaç duyacaktır. Söz konusu yaklaşımın diğer bir temsilcisi olan Gadamer, Dilthey yaklaşımını ele almış ancak daha geniş bir perspektiften inceleme alanı oluşturmuştur.
‘’Hermeneutiğin, dünyanın deneyimlendiği her yerde iş başında olduğuna dikkat çeken Gadamer’e göre, anlamak için kendisine yöneldiğimiz her türlü metinde, farklı geleneklerle diyalog içine girer ve bu diyalog aracılığıyla kendi durumumuzdan çok farklı bir durumla karşı karşıya geliriz. Biz bir şeyin anlamına ulaşmaya çalıştığımız anda, farklı bir geleneğin taşıyıcısı olarak karşımızda bulunan nesneyle aramızda bir diyalog sürecini başlatmış oluruz. Bu süreç içerisinde farklı bir geleneğin temsilcisi olarak karşıda bulunan nesne de bu nesneyi anlamaya çalışan özne de karşılıklı olarak birbirlerini etkiler, değiştirip dönüştürürler’’ (ÇELİK, 2013). Görüldüğü üzere yorumsayıcı yaklaşım insan ve toplumları açıklamak için yine bireyi esas almaktadır. Çünkü insanın doğadan bağımsız ele alınması mümkün değildir ve bu etkileşim sürekli olarak devam eder.
Yorumsayıcı yaklaşımının akabinde sosyolojiye önemli katkıları olan ancak klasik teorisyenlerden farklı olarak katkı sunan bir diğer düşünür George Simmel’dir. ‘’Georg Simmel mikro-sosyoloji alanında ‘alışveriş teorisi’, ‘sembolik etkileşim’ ve ‘küçük grup araştırmalarının geliştirilmesinde oynadığı önemli rolün etkisiyle tanınmaktadır. Simmel’in çalışmaları çağdaş Amerikan sosyolojisinde etkili olmuştur. Simmel; Spencer, Darwin ve Marx’tan etkilenmiştir. Politik, ekonomik ve endüstriyel gelişme üzerinde durmuştur’’ (YILDIRIM, tarih yok). Simmel’e göre toplumsal olaylar ekonomi, din ve hukuk gibi alanların ve bu alanları kapsayan diğer bilimlerin akabinde çeşitlenmekte ve sosyalleşme meydana gelmektedir. Onun sosyolojisi bu yaklaşım sebebiyle ‘’formel sosyoloji’’ olarak anılmaktadır.
Simmel, formel sosyoloji adını verdiğimiz yaklaşımın kurucu düşünürüdür. ‘’Simmel öncelikle bireylerin toplum içindeki davranışlarını 3 grup altında toplamıştır: İlki insanların farklı güdülerle; çıkar, ihtiras, otorite isteği gibi. Davrandığını bu olguların incelemesinin psikoloji tarafından yapılması gerektiğini belirtir. İkinci olarak bireyin kendisi incelenmelidir, ancak birey burada onun diğerlerine etkisi ya da diğerlerinin onun üzerindeki etkisi bağlamında yani bireyin diğerleri ile etkileşimleri doğrultusunda davranışlarının incelenmesidir. Bu tür olguları ise sosyal psikoloji incelemelidir. Üçüncüsü ise, bireylerin taklit, rekabet, hiyerarşik yapılar ya da okul, kilise, devlet gibi toplumsal gruplanmalarda ortaya çıkan davranış biçimlerinin incelemesidir, bu tür olguları ise sosyoloji incelemelidir’’ (YILDIRIM, tarih yok).
Ona göre toplumda meydana gelen çatışmalar, toplumu bir arada tutan unsurdur. Düzen ve ilişkileri meydana getiren de çatışmadır. BU noktada Simmel’in en önemli eseri ve sosyolojiye en önemli katkısı olan ‘’para felsefesi’’nden bahsetmek gerekmektedir. Para Felsefesi onun bir şeyi değerli kabul etmede aktif aracıdır. Ona göre para en önemli değer kaynağıdır. İnsanların birbirleriyle etkileşimlerini düzenleyen, birbirleri ile olan çatışmaların dahi sebebi olan söz konusu paradır. Ancak para onun nezdinde aynı zamanda bireyin söz sahibi olabilmesi noktasında da önemli bir değere sahiptir.
Özetle Simmel için söyleyebileceğimiz en önemli şeyin çatışmanın insan yaşamı için gerekli olduğu, sembolik etkileşimlerin, alışveriş teorilerinin ve paranın insanın değerli olması aşamasında en belirgin etken olduğu düşüncesidir.
Sosyoloji için en önemli bir diğer isim Max Weber’dir. Weber, sosyoloji biliminin kurucu babalarında arasında yer alan ve en ilgi çekici isimlerden bir tanesidir. O, hem klasik hem de çağdaş sosyoloji için usta bir isimdir. O, Karl Marx ile kıyaslanan ve eserlerinin Marx çerçevesinde olduğu düşünülen bir sosyologtur.
‘’Weber, yirminci yüzyılda sosyal bilimlerin inşasının en önde gelen mimarıdır. Weber, kendi metodunu inşa etmeden evvel tarihsel materyalizmi ve pozitivizmi eleştiri süzgecinden geçiriştir. Weber, sosyolojinin metodu olarak hermeneutiği detaylı bir biçimde irdelemiş ve metodunda önemli bir yer kaplayan ‘ideal tip’ten söz etmiştir’’ (KIZILÇELİK, 2017). Daha öncede söylediğimiz gibi Weber sosyolojisi hermeneutik sosyolojidir. O, hermeneutik sosyolojiyi, anlayıcı, anlamacı, yorumcu ve yorumlayıcı sosyoloji olarak ele alıp incelemiştir. Ona göre bütün insan davranışları toplumsal ilişki niteliği taşımaz. Sosyolojinin amacı onun deyimiyle ‘’anlamlı sosyal eylem’’dir. Sosyal eylemde başkalarının davranışlarına göre hareket etme olarak tanımlanabilir.
Weber’in sosyolojiye önemli bir diğer katkısı sınıf ve statü kavramlarıdır. Ona göre sınıf, var olduğumuz alan içinde bir yer edinebilme ve statü de itibar için hak elde etme anlamı taşımaktadır. Statü ilk olarak meslek nitelikleri çerçevesinde ortaya çıkmış ve daha sonra da siyasal güçlerin desteğiyle devamlılığını sağlamıştır. Onun sosyolojisi otorite biçiminde ele alınır. Bu aşamada da karşımıza ‘’güç’’ sözcüğü çıkmaktadır.
‘’Weber, gücü bireyler açısından ele almış ve onu bir kimsenin isteklerini diğer insanların davranışları üzerinde dayatabilme imkânı olarak tanımlamıştır’’ (KIZILÇELİK, 2017). O, aslında güç kavramını açıklarken otoriteden bahsetmektedir. Bu noktada da onun otorite tipleri ile karşılaşmaktayız. Weber, otorite tiplerini; geleneksel, karizmatik ve yasal otorite olarak sınıflandırmıştır. Görüldüğü üzere onun için en önemli nokta yine güç ve otoritedir.
Son olarak Weber için söylenecek en önemli bir diğer nokta da onun kapitalizmin savunucusu olmasıdır. En önemli eseri olan ‘’Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’’ adlı eserinde de yer verdiği gibi din olgusu kaptalizmin oluşumunda ekili bir unsurdur. O, kapitalizmi din temelli çözümlemiş ve modern dünyanın sorunlarını algılamaya çalışmıştır.
‘’Weber’e göre modern kapitalist girişimin temel önkoşulu parasal kazançlar ve kayıpların rasyonel muhasebesinin yapılabilmesidir. Weber’in modern kapitalizmin temel ön gerekleri olarak gördüğü ve İstikrarlı üretici girişimlerde sermaye muhasebesinin varlığı için gerekli olduğunu belirttiği koşullar Marks’ın büyük ölçüde vurguladığı koşullardır’’ (ÖZ, 2013). Ona göre kapitalizmi doğuran en önemli etken rasyonelleşmedir. Kapitalistleşme asıl olarak Protestanlığın sonucunda meydana gelmiştir. Bugünde adından hala söz ettiğimiz ve Dünya ekonomisi açısından önemli bir yere sahip olan Kapitalizmin, Weber döneminde söz edilmeye başlandığı ve daha sonra Karl Marx’ın ‘’Kapitalist Toplum’’ anlayışında devam ettirildiği söylenebilir.
3.Yapısalcılık, Parsons ve Karl Marx
‘’Yapısal işlevselcilik sosyal bilimlerde özellikle de sosyoloji ve antropolojide en önemli teorik yaklaşımlardan biridir. Bir toplum canlı bir organizma olarak varlığını nasıl sürdürür sorusu sorulduğunda bu soruya en kapsamlı yanıt yapısal-işlevselci (fonksiyonalizm) ekolden gelmektedir’’ (AYDIN, 2014). Yapısal işlevselcilik ilk olarak Emile Durkheim tarafından ortaya atılmış daha sonra ise Merton ve Parsons tarafından geliştirilmiştir. Sosyolojinin kurucusu olarak kabul ettiğimiz Comte, sosyolojiyi ‘sosyal statik’ ve ‘sosyal dinamik’ olarak ikiye ayırıp incelemişti. Daha sonraki dönemde Emile Durkheim çağdaş işlevselciliğin önemli temsilcisidir. Parsons, Dukheim’ı kendine rol model almış fakat Durkheim işlevselciliğin ötesinde çalışmalar yapmıştır.
Parsons, sosyolojisinde ilk olarak karşımıza çıkan kavram’’sistem’’dir. Bu noktada da ‘genel eylem kuramı’nı ortaya atmıştır. Genel eylem kuramı ‘’tek bir kişi veya bir topluluk olabilen bir rol oyuncusu ya da aktör ile başlar. Aktör ‘Ann Doe’dur’’ (Ruth A. Wallace, Alison Wolf, 2013). Ann Doe’nun bir amaca ulaşmak için sarf ettiği çaba lisans derecesidir. Bu çaba için gerekli yetenek ve mali gereksinimlere sahiptir. Fakat bütün bunlae olurken onun sahip olması gereken en önemli şey boş zamandır. Özetle Ann Doe lisans derecesi alabilmek için bütün aşamaları yani eğitimini tamamlamış olmalıdır. Daha sonraki aşamada Parsons, kalıp değişkenlerden bahsetmiştir.
Kalıp değişkenleri ‘etkili değişkenler’ ve ‘araçsal değişkenler’ olarak ikiye ayırmıştır. Söz konusu ayrımda ilk tercih doğuştan getirilmiş başarı ile yetenek arasındadır. İlk aşamayı takip eden ikinci durum yaygınlığa karşı özgüllüktür. Daa sonra duygusallık ve tarafsızlığı takip ettiği üçüncü aşamanın ardından özellik ve evrensellik gelmektedir. Parsons’ın kalıp değişkenleri sınıflandırmasının son aşaması da birliktelik ve benlik yönetimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Daha sonraki aşamada Parsons, kalıp değişkenler şemasını geliştirerek bütün eylem kuramlarını dört büyük sorun etrafında toplamıştır. Söz konusu değerlendirmesine ‘’AGIL’’ adını vermiştir. Ona göre toplum dört eşit parçaya bölünmüş geniş bir dörtgen niteliğindedir. ‘’Parsons bu kurgusal paradigmayı tasarlamaya çalıştığı genel eylem sistemiyle içselleştirir. Buna göre uyum (A) olgusunu davranış biçimleriyle, amaca ulaşma (G) olgusunu kişilik kategorileriyle, bütünleşme (I) olgusunu toplumsal sistemle ve düzeni koruma (L) olgusunu kültürel sistemle özdeşleştirir’’ (Çamlı, 2020). Görüldüğü üzere Parsons bütün çalışmalarını en son haliyle böyle özetlemiştir. Bu aşamada onun dört işlevinin birbirine belli başlı etmenlerle bağlı olan ve kesin çizgilerle de birbirinden ayıramayacağımız ekonomi, siyaset, eğitim-aile ve hukuk kurumları çerçevesinde değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Sosyolojinin ortaya çıktığı 19. Yüzyıl toplum düşüncesinin en önemli isimlerinden bir diğeri de Karl Marx olarak karşımıza çıkmaktadır. Marx, ilk aşamada kapitalizm olmak üzere birçok toplumsal sürecin ve söz konusu süreçlerin oluşumlarla ilgili açıklamalarıyla döneminin önemli bir düşünürü olmayı ve günümüzde de halen adından söz ettirmeye devam eden bir sosyolog olmayı başarmıştır.
Marx’ın önemli bir yer edinmesinde ve hayatının şekillenmesinde başta Genç Hegelciler ve Hegel diyalektiğinin yer aldığını daha sonra ise amarx’ın toplum sınıflamaları ve bu toplum sınıflamalarında en büyük önemi kapitalist toplum anlayışına verdiğini görmekteyiz. Bu sınıflamalarını tarihsel ve kronolojik olarak ele almıştır ve en son aşamasına komünist toplum adını veriştir. Komünist toplum onun açıklamalarıyla sınıfsız bir toplum düzeninde olacak ve kapitalist toplumda olduğu gibi burjuva ve proletarya ayrımı, en önemlisi de sömürü yani işçinin emeğinin satılmayacağı bir toplum düzeni olacaktır.
Bütün bunlara ek olarak Marx’ın sosyoloji adına yaptığı bir diğer önemli katkının yabancılaşma kavramı olduğunu söyleyebiliriz. ‘’Marx’a göre yabancılaşma, öncelikle emekçinin arzu ve isteklerinin dikkate alınmadığı kapitalist üretim ilişkileri içinde, emekçiye ‘zorla’ dayatılan iş bölümüyle ortaya çıkar. Çünkü bu düzende üretim süreci kılı kırk yaracak bir biçimde mühendislik bilgisine dayanılarak hesaplanır. İşçiler, temel işgücü niteliklerine göre sınıflandırılarak oluşturulmasına hiçbir katkılarının olmadıkları bir iş bölümü içinde ‘zorla’ işe koşulurlar. Marx’a göre, modern sanayi yeni bir iş bölümü oluşturmaktadır. Artık işçi makinenin canlı bir parçası haline dönüşmektedir. Çağdaş üretim sürecinde emeğin yabancılaşması, üretimin ağırlıkla elle gerçekleştirildiği geleneksel imalathanelere oranla çok daha yüksek orandadır’’ (DEMİR, 2018). Marx’a göre yabancılaşma bu durumun dışında bir de insanın kendi emeğinin ürünüdür. Ancak söz konusu ürünün ve bireyin kendi ürününe yabancılaşması kapitalist toplum adını verdiği toplum tipiyle gelişimini durağanlaştırmaktadır. O, bu aşamada üretim ilişkilerinden de söz etmektedir.
Üretim ilişkilerini ‘’alt yapı’’ ve ‘’üst yapı’’ olarak iki şekilde inceleyen Marx’a göre bireylerin nesnelere olan ilişkisi mülkiyete dayanmaktadır. ‘’Şeyler, onlara sahip olduğumuz takdirde ancak güvenli bir anlama sahip olurlar. İhtiyacın nesnelerin insanlar tarafından kontrol edilmediği, fakat ihtiyacın insanlara hâkim olduğu bir Pazar ekonomisinde, ihtiyacın karşılanmasını garanti ya da temin etmenin en aşikâr veya bildik yolu nesneye sahip olmaktır’’ (CEVİZCİ, 2017). Ona göre üretici güçler üretim araçlarından meydana gelir. Toplumdaki üretim ilişkilerini de insanlar arası ilişkilerin bütünü olarak değerlendirmektedir. Marx’a göre bir toplumdaki üretim ilişkileri o toplumu meydana getiren unsurdur. O alt yapı ve üst yapı ayrımında da daha çok alt yapıya değer vermiş ve üst yapıyı da alt yapının belirlediğini söylemiştir.
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki onun tarihsel materyalizm adını verdiği ve insanın gelişim sürecini kapsayan bu metodun sosyoloji için önemi ortadadır. O, insanın varoluş tarihi boyunca meydana gelen oluşumları farklı toplum tipleri ve ekonomik etkenler çerçevesinde açıklamıştır. Ona göre insanlar en son aşama olan komünist toplum tipine geldiğinde var olan sorunların çözüme ulaşacak ve daha önceki dönemlere nazaran bireyin refah seviyesi artacaktır.
4.Frankfurt Okulu, Jürgen Habermas, Pierre Bourdiou ve Anthony Giddens
1922 yılında Marxizmdeki farklı eğilimleri bir araya getirmek için ortaya atılmış düşüncenin 1923 yılında Frankfurt Üniversitesinin vasıtasıyla yasal bir kimlik kazanmış olan okulun ilk yöneticisi ‘’Carl Grünberg’’dir. Grünberg ve diğer düşünürlerin öncülüğünde sosyoloji tarihinde önemli bir yere sahip olan Frankfurt Okulu en parlak dönemini ‘Horkheimer’ ile yaşamıştır.
‘‘Frankfurt Okulu kuramsal çalışmalarını şu çerçevede belirlemişti: Toplumdaki karşıt güçler ana hatlarıyla açıkça belirlenmeli ve bilinçlilik düzeyine çıkarılmalıdır, bu yolla, toplumsal gerilim devrimci sınıf savaşımı olarak en uç ifadeye ulaştırılabilir; başarılı toplumsal praxis, burjuva toplumu içindeki nesnel çelişkileri ancak bu toplumu alaşağı ederek çözümleyebilir. Eleştirel toplum kuramının rolü, temelde, bu önemli eylemi gerçekleştirmeye yönelen toplumsal güçleri ideolojik olarak aydınlatmak olacaktı. Bu kuram-praxis bağında yaşamsal önemi olan halkadır’’ (BEKALP, 2019). Frankfurt okulunun temelini eleştiri kavramı oluşturmaktadır. Yani ‘baskıya karşı eleştiri’ onun temel silahıdır. Okulda sol eğilimli birçok bilim bir arada bulunmaktadır.
Son tahlilde, ‘’Frankfurt Okulu hem bir grup entelektüeli hem de özgür bir toplum teorisini işaret etmektedir’’ (KIZILÇELİK S. , 2018). Daha öncede de ifade ettiğimiz gibi birçok eleştirinin kaynağı olan okul esasen Marx’ın eleştirel teorisine bir karşı görüş olarak ortaya çıkmıştır. Marx eleştirisinden sonra Aydınlanma, Pozitivizm, Modernlik, Kültür ve Sosyoloji eleştirileri onu günümüz sosyolojisinde önemli bir noktaya koymaktadır.
Bizim için önemli aşama olan sosyolojiye dair eleştirisine bakacak olursak; ‘’Eleştirel Kuram, pozitivist sosyolojinin kutsadığı ‘toplum’ sözcüğüne eleştirel bakmıştır. Eleştirel Teori, toplumun bir eleştirisi üzerine şekillenmiştir. Çünkü toplum, insanları benzer görür, onların farklı özelliklerine tahammül edemez. Toplum, farklı düşünen ve yaşayan bireyi bir sorun olarak değerlendirir’’ (KIZILÇELİK S. , 2018). Özetle Eleştirel Teorisyenlerin pozitivist sosyolojiyi statükonun çıkarına hizmet etmesi yönünden eleştirdiğini ve bireyi yok sayarak onu pasifleştirmesi noktasında eleştirel teoriyi ortaya attıklarını söyleyebiliriz.
Frankfurt Okulu’nun ardından önemli bir yere sahip olan bir diğer isim ‘’Jürgen Habermas’’tır. Habermas, en iyi bilinen çağdaş Alman kuramcısıdır. O, siyasetle ve toplum biliminin siyasetle olan ilişkisi üzerine yoğunlaşmıştır. Habermas da birçok Frankfurt Okulu temsilcisi gibi Marx’tan ekilenmiş bir düşünürdür. ‘’Habermas toplumsal değişmenin sürdürülmesinde ve gerçekleştirilmesinde bireysel algılamaların rolüne her zaman çok dikkat etmiştir. Bu ağırlık, fenomenolojinin etkisinin açıkça gördüğü büyük eseri ‘İletişimsel Eylem Kuramı’nda giderek artmıştır’’ (Ruth A. Wallace, 2018).
Görüldüğü üzere Habermas’ın sosyolojiye en önemli katkısı ‘İletişimsel Eylem Kuramı’dır. Söz konusu kuramın içeriğine bakacak olursak; ona göre iletişimsel eylem farklı bir etkileşim türüdür. Çünkü amacı, başarmaya odaklı değil daha çok karşılıklı olarak anlayışa dayanmaktadır. Bu noktada bir sonuca varmanın karşılıklı olarak anlaşmadan geçtiğini, bilgi paylaşımı ve karşılıklı güvenin önemli olduğu ve bunun sonucunda da adaletin sağlanacağını söyleyebiliriz.
‘’Habermas, modern toplumda aklın araçsallaştırılmasının ve bilimin ideolojik bir çerçeve kazandırılarak insan düşüncesi, daha da önemlisi yaşantısı üzerinde hegemonya kurulmasının yarattığı problemlere işaret etmektedir. Özellikle bilimsellik ideolojisinin tesis ettiği baskının ve demokratik olmayan ilişki biçimlerinin, toplumsal yapıyı da ciddi olarak etkilediğini ileri sürmektedir. Sözü edilen sıkıntıların giderilmesi konusunda çaba harcayan Habermas, özgürleşimci bir toplum tasarımına yönelmekte, özellikle demokratik bir temelde kurulacak olan ilişkinin iletişimsel eylemden geçtiğini iddia etmektedir’’ (ŞEN, 2011).
Özetle, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramının sözsel ifadelerle uyuşması değil, sözlerle düzenlenmiş bir eylem türü olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda iletişimsel eylemin düşünebilme potansiyeli; diğer eylem modellemelerinde daha az yer verilmiş olan daha rasyonel ve daha simetrik bir biçimde süregelen siyasal faaliyetleri içermektedir. O, bunalımlar üzerine düşündüğü zamanlarda ortaya attığı söz konusu kuramıyla sosyoloji camiasında önemli bir yere sahip olmayı başarmıştır.
Fransız aydınlanmasının bir diğer önemli ismi de ‘Pierre Bourdieu’dur. Bourdieu, döneminin çalkantılı haline rağmen analizleri ile önemli bir yer edinmiş düşünürümüzdür. Onun yaklaşımı yalnızca tek bir etkene değil bütüncül bir bakış açısı ile hareket etmesinden dolayı önemlidir. Marksist tahakkümü temel alan Bourdieu’ya göre sınıfsal ayrımlar yapısalcılığı meydana getirmektedir.
‘’Bourdieu, sosyolojinin ne “taraflı” ne de “tarafsız” olduğunu belirtir. Sosyolojinin amacı, toplumun yapısını iktidar ilişkilerinden başlayarak açıklamaktadır. Böylece iktidar, açık ve gizli tüm mekanizmaları ile anlaşılacaktır’’ (Palabıyık, 2011). Ona göre sosyoloji özerk bir bilim olmalıdır ve bu özerkliği de üniversiteler sağlamaktadır. O, sosyologları dahi ikiye ayırır ve bu ayrım akademide çalışan sosyologlar ve özel sektörde çalışan sosyologlardır. Söz konusu ayrımda Bourdieu akademideki sosyologların daha şanslı olduğuna vurgu yapmaktadır.
‘’Bourdieu toplumun, sınıflar ve sınıfa dayalı çıkarlar ve ideolojiler bağlamında çözümlenebileceğine dair Marksçı görüşe şiddetle karşı çıkmıştır. Bourdieu, toplumları sınıflar esasında çözümlemek yerine bir alan kavramı kullanır: yani, tıpkı bir oyunda olduğu gibi, insanların manevra yaptıkları, stratejiler geliştirdikleri ve arzu edilen kaynaklar için mücadele ettikleri toplumsal bir alan’’ (Ruth A. Wallace, Alison Wolf, 2013). O, Marx’ın ünlü eseri kapitalden de etkilenerek üç tür sermaye tipi geliştirir. Bunlara ekonomik, toplumsal ve kültürel sermaye adını verir. Onun için önemli olan kültürel sermayedir ve ailelerin de çocuklarına kültürel sermaye vermeleri gerektiğini savunur. Onun kuramı esasında bir sınıfın kendini yeniden üretmesidir. Ona göre eğitimsel başarı için kültür şarttır. Bourdieu gördüğümüz gibi hep kültür kavramından bahsetmiş ve akademik başarının dahi toplumsal köken ile bağlantılı olduğuna vurgu yağmıştır. O, söz ettiğimiz kültürel sermaye kavramından bahsederken ‘’habitus’’ adını verdiği bir diğer kavramı daha geliştirir.
‘’Habitus (alışkanlık/yatkınlık) nesnel şartlar tarafından oluşturulan, ama bu şartların değişmesinden sonra bile devam etme eğiliminde olan, kazanılmış devamlı bir algılama, düşünce ve eylem şemaları sistemidir’’ (Ruth A. Wallace, Alison Wolf, 2013). Özetle onun sosyoloji için savunduğu olgunun kültürel birikim olduğu ve her türlü başarının, başta eğitim olmak üzere kültürel aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz.
Yeni dönem sosyologları arasında yer vereceğimiz son isim de ‘’Anthony Giddens’’dır. ‘’Giddens, toplum kuramında değişen çağ bağlamında sosyolojik yöntemin yeni kurallarına değinmiş ve genel sosyolojisini de bu temeller üzerine inşa etmiştir. O, sosyolojinin yaşamımıza pratikte kattıklarını ifade ederken en başta kültürel farklılıkların bilincinde olma temelinden hareket etmektedir’’ (Çötok, 2017).
Giddens, modernliğin çözümleyicilerinden biridir. Onun fikirleri en geniş kapsamlı olarak ‘yapılaşma kuramı’nı açıkladığı eserinde karşımıza çıkmaktadır. Onun ana görüşü, yapıp eden insanın kendi eyleminin sonradan toplumsal uygulamalar tarafından yeniden yaratılmasıdır. O, ilk önce toplumları kabilelere daha sonra da sınıflara ayırmıştır. Kabile toplumlarındaki geleneksel yapının öneminden söz etmiştir.
Onun yüksek modernlik adını verdiği toplumlar daha öncekilerden farklıdır. ‘’Modernliğin en önemli yönlerinden biri, geleneğin yerini uzmanlaşmanın almış olmasıdır. Bunun etkileri giderek küreseldir ve kimse bununla birlikte olan ‘ayrılma’ mekanizmasından tamamen kaçınamaz’’ (Ruth A. Wallace, Alison Wolf, 2013). Bu noktada onun da deyimiyle modernliğin ilk aşamada gelenekselliği yok ettiğini fakat ilerleyen süreçte onu yeniden inşa ettiğini söyleyebiliriz. Söz konusu geleneğin yerine alan uzmanlaşma ‘ayrılma’ olarak karşımıza çıkmaktadır.Buradan hareketle Giddens için modernliğin önemli bir ismi olduğu, zayıflayan meşruluğun modernlik noktasında değer taşıdığı ve yüksek modernliğin dünyanın dahi kimyasını değiştireceği görüşlerinde olduğunu söyleyebiliriz. O, postmodern görüşü benimseyenlerin aksine modernlik döneminin tamamlanmadığı görüşü taşımaktadır. Bunun nedeni olarak modernliğin süreksiz oluşu örnek verilebilir. Bu noktada Giddens, postmodernliği, modernizmin devamı niteliğinde değerlendirmektedir. Ona göre modern dünya asla bir denetim altına girmeyecektir. Buna sebep vermeyecek olan durum da toplumsal bilginin dönüşüme sahip olma niteliğidir.
SONUÇ
Çalışmanın en başında da söylediğimiz gibi sosyoloji biliminin ortaya çıkışı 18. Yüzyılın sonları ve 19. Yüzyılın başlarındaki dönemlere denk gelmektedir. Söz konusu bilimin ortay çıkış sebeplerini o dönemde yaşanan problemler olarak değerlendirdik.
Benzer şekilde Türkiye’de de ortaya çıkışı aynı nitelikler taşımakla beraber Batı kültürünü anlamak içinde meydana gelmiştir. Bizler bu çalışmada günümüz toplumlarında önemli bir bilim olan Sosyolojiyi anlamlandırmak, onun geçmiş, bugün ve gelecekteki konumu açıklamak ve bunları yaparken de önemli kuram ve kuramcılara yer verdik.
Sosyolojiyi ilk olarak pozitivizm çerçevesinde, pozitivizmin ve aynı zamanda sosyolojinin de önemli ismi olan Auguste Comte ile açıkladık. Auguste Comte’dan etkilenen ve aynı zamanda onun gibi diğer bir pozitivist düşünür olan Emile Durkheim ile devam ettik. Daha sonra sosyoloji için en az pozitivizm kadar önemli olan bir diğer kuram olan Hermeneutik yani yorumlama geleneğine yer verdik. Bu aşamada yer verdiğimiz George Simmel ve Maw Weber’in sosyoloji için ortaya attığı sermaye tipleri, para felsefesi, üretim ilişkileri ve yabancılaşma kavramlarının niteliklerine değindik.
Üçüncü aşama olarak değerlendirebileceğimiz ve sosyolojide aynı zamanda çatışmacı kuramın karşısında yer alan yapısalcılık ve en önemli temsilcisi olan Parsons’a ve Parsons sosyolojisinin temelinin genel elem kuramı ile başlayıp, kalıp değişkenler ile devam ederek en sonunda AGIL adını verdiği dörtgen bir tema ve kurumlarla özetliğini gördük. Parsons akabinde sosyoloji için günümüzde dahi adından sıklıkla söz ettiren Karl Marx sosyolojisinin ve o zamanlardan gördüğü, ortaya koyduğu kapitalist sistemin gereklilikleri noktasında değerlendirmekteyiz. Marx, aynı zamanda üretim ilişkileri adını verdiği sisteminde alt yapı ve üst yapı kavramlarına yer vermiştir. Onun için önemli olan alt yapıdır çünkü alt yapı üst yapıyı belirleyendir.
En son aşamada ise sosyolojinin eleştirel karşıtı niteliğinde sayabileceğimiz Frankfurt Okulunda daha sonra ise Habermas, Bourdieu ve Giddens’dan söz ettik. Habermas’ın iletişimsel eylem kuramının toplum yapısı için öneminden bahsettik.
Daha sonra Bourdieu her türlü başarının sırrının kültürel birikimlerden geçtiğini vurguladığını ve kültürel sermayeden bahsederken habitus kavramını geliştirdiğini gördük. Modern sosyoloji yaratma çabasında olan ve günümüzde sıklıkla adından söz ettiğimiz Giddens için ise modern dünyanın geleneksel düzenin bir devamı olduğu ve toplumların modern dünyada daha özgür bir yaşam süreceği görüşünde olduğunu söyleyerek açıkladık.
Özetle tarihi diğer bilimlere nazaran çok eskiye dayanmasa da toplumlar, kurumlar ve en önemlisi bireyler için her zaman gerek duyulan sosyoloji biliminin kısaca gelişimine değindik. Geçmiş yıllara nazaran değeri azaltılmaya çalışan sosyoloji biliminin sanıldığının aksine donanımlı bir geçmişe sahip olduğu ve gelecek nesiller tarafından sahip çıkılırsa var olmaya devam edecek olan bir bilim olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynakça
- AYDIN, K. (2014, Nisan-Ekim). Yapısal İşlevselci Teori ve Toplumsal Tabakalaşma. Yalova Sosyal Bilimler Dergisi (8), 1-27.
- BALLIKAYA, C. (2015). Pozitivizm Tarihsel Süreç İçerisindeki Gelişimi ve Sosyolojik Düşünceye Etkileri. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi(33), 87-106.
- BEKALP, B. (2019). FRANKFURT OKULU’NUN TEMEL ELEŞTİRİ VE AMAÇLARI.
- CEVİZCİ, A. (2017). Felsefe Tarihi. Ankara: Say Yayınları.
- Çamlı, A. Y. (2020). Talcott Parsons’ın Düşüncesinde Pratik-Rasyonellik Tasarımı. BALKAN SOSYAL BILIMLER DERGISI, 202-208.
- ÇELİK, E. E. (2013). GADAMER’İN HERMENEUTİK UFKU VE NIETZSCHE’NİN PERSPEKTİVİZMİ. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi(15), 127-144.
- Çötok, N. A. (2017). Giddens Sosyolojisinde Toplumsal Dönüşümün Temel Kavramları ve Bağlantılar: Yapılanma, Modernite ve Küreselleşme. Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, 189-207.
- DEMİR, Z. (2018). Karl Marx’ın bakış açısından kapitalist toplumda yabancılaşma ve sonuçları. Abant Kültürel Araştırmalar Dergisi, 63-74.
- Jonathan H.Turner, Leonard Beeghley, Charles H. Power. (2017). Emile Durheim’ın Sosyolojisi. Ü. Tatlıcan (Dü.) içinde, Sosyolojik Teorinin Oluşumu. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
- KIZILÇELİK, P. D. (2017). Sosyoloji Tarihi 4 (1 b.). Ankara: Anı Yayıncılık .
- KIZILÇELİK, S. (2018). Frankfurt Okulu. Ankara: Anı Yayıncılık.
- Mega News Haber Merkezi . (2016, Aralık 16). https://www.mepanews.com/ adresinden alındı
- ÖZ, S. (2013). Kapitalizmin Ruhu Problemi: Werner Sombart. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi(29), 142-169.
- Palabıyık, A. (2011). Pierre Bourdieu Sosyolojisinde “Habitus”, “Sermaye” ve “Alan” Üzerine. (121-141).
- Ruth A. Wallace, A. W. (2018). Kısım 3: Jürgen Habermas. Ankara: Doğu- Batı Yayınları .
- Ruth A. Wallace, Alison Wolf. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları (s. 53-79). içinde Ankara: Doğu Batı Yayınları.
- SAĞLIK, C. (2019, Temmuz). EMİLE DURKHEİM’IN METODOLOJİSİ VE SOSYOLOJİSİ. Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergis, 9(2), 449-480.
- ŞEN, H. (2011). JÜRGEN HABERMAS’IN YÖNTEM ANLAYIŞI. Sosyoloji Dergisi, 39-52.
- Wikipedia. (tarih yok). https://tr.wikipedia.org/ adresinden alındı
- YILDIRIM, Ö. (tarih yok). https://www.felsefe.gen.tr/ adresinden alındı
- Yükselbaba, A. P. (2017, Nisan 27). EMILE DURKHEIM’A GÖRE TOPLUM, DÜZEN VE HUKUK:HUKUKUN VE CEZANIN EVRİMİ. 1-36.