TOPLUMSAL GEÇİŞ DÖNEMLERİNDE KİMLİK OLUŞUMU VE DÖNÜŞÜMÜ

Kimlik edinimi ve zaman içerisindeki dönüşümü incelenmeye çalışılmıştır.

TOPLUMSAL GEÇİŞ DÖNEMLERİNDE KİMLİK OLUŞUMU VE DÖNÜŞÜMÜ
toplumsal gecis donemlerinde kimlik olusumu ve donusumu
0

İnsanlık tarihini incelediğimizde, toplumsallaşmanın başat faktör olarak karşımıza çıktığını görürüz. İster küçük ister büyük ister göçebe ister yerleşik tarzda olsun insanların birlikteliği hep var olagelmiştir. Toplumsallaşma ile birlikte bir takım yerleşik uygulamalar, örf, ahlak, değerler gibi insan birlikteliğini düzenleyen, sözel aktarım yoluyla nesilden nesile geçiş yapan bir kültür aktarıcılığı söz konusu olmuştur. Kimliklendirme suretiyle aidiyet ve benlik gelişimine katkı sunan sosyalizasyon bireyin de kendi kimliğini oluşturmasında önemli bir etken olarak karşımıza çıkmıştır. Her toplum kendine has özellikler taşıyan birey ürettiği gibi, yaşanılan zaman da kendi çağının insan tipolojisini oluşturmuştur. Böylece insanların sosyalleşme ve kimlik geliştirme süreci araştırılması gereken bir konu olarak önem arz etmiştir.

İnsan toplumlarının oluşumunu, etkileşimini, değişimini ve dönüşümünü inceleyen sosyoloji bilimine baktığımızda sosyalizasyon kelimesini üzerinde sıklıkla durulan ana kavram olarak buluruz. Sosyalizasyon, bireyin içerisinde bulunduğu toplumun bir ferdi olma süreci olarak tanımlanabilir. Birey- toplum ilişkisi incelendiğinde, bireyin içinde dünyaya geldiği toplumun bireyden önce var olduğu söylenebilir fakat toplumun temeline indiğimizde de birey ile karşılaşırız, bu yüzden hala toplum- birey ilişkisi sosyolojide tartışmalı bir ikili olarak güncelliğini korumaktadır. Fakat biliyoruz ki ister çatışma ister uzlaşma süreçleri içerisinde ilerlesin birey ve toplum karşılıklı olarak birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir.

Klasik bir sınıflandırma ile toplumların değişim ve dönüşümlerine bakacak olursak ilk aşama olarak geleneksel toplum ile karşılaşırız.

İlk insan toplulukların küçük gruplar halinde birlikteliğini, sıcak ve birincil ilişkilerin hâkim olduğu, dinin baskın karakter olarak karşımıza çıktığı, yaptırım ve uygulamaların hissedilir bir biçimde uygulandığı bununla birlikte insanın psikolojik olarak önem arz eden aitlik ihtiyacının net bir şekilde karşılandığı ilişki ağını ifade eder.

İkinci basamak olarak ise modern toplumdan bahsedebiliriz. Geleneksel toplumla çok fazla farklılaşmaların olduğu bu sürecin tarihsel arka planı da uzun, karmaşık ve sancılı olmuştur. Özellikle XIII. Yüzyıldan sonra Avrupa tarihinin yavaş yavaş renginin değiştiği süreç ile belirgin bir şekilde kendini göstermeye başlamış, ilk olarak sanatta başlayan Rönesans’ın etkisi toplumsala da kanlı bir şekilde yansıyarak reforma dönüşmüş ve artık dünya, klasik hakikat anlayışı ışığından değil Fransız Devrimi’nin de etkisi ile özgürlükçü ve aydınlanma felsefesinin perspektifinden yorumlanmaya başlanmıştır. Bu sebeple geleneksel- modern dikotomiğinin en ayırt edici vasfı ‘farklılık’ olmuştur. Modernizmi,  geleneksel toplumun bir eleştirisi olarak düşünebiliriz. Artık tek hakikat akıldır ve akıl öncülüğünde işleyen bilim de aklın oluşturduğu dünya düzenin tek geçerli ölçütüdür. Aristo felsefesi ile hakikat arayışı, Descartes ile aklın yasaları hakikatine dönüşmüş ve bir dönem kapanarak bambaşka bir dönemin kapısı açılmıştır. Bu dünyada artık insanların ıstırapları bitecek, aklın hükümdarlığı altında geleneksel toplumda insanlara vaat edilen ancak sadece insanların sefilliği ile sonuçlanan ve ulaşılmaz olan cenneti insanlık düzlemine indirilecek ve adeta yeryüzü cenneti kurulacaktır. Fakat insanın akıl ölçütüne ve sonsuz ilerleme fikrine duyulan bitimsiz inancına rağmen  I. ve II. Dünya savaşları yaşanmıştır ve tarihsel dönemler incelendiğinde bu savaşların en kanlı savaş olması, birçok devlet liderinin – Mussolini, Hitler- milyonlarca insanı ölümle yüzleştirmesi, yeryüzünde kıtlığın bitmemiş olması aksine kıtalar arası farklılığın  artması ve temiz içilebilir su bulunmadığı için 21. Yüzyılda  ölen insanların nüfus oranlaması şeklinde sadece rakamsal bir veri olarak durması bu çarpıcı tabloyu anlamamız için yeterlidir. Ve bilim tüm gücüne rağmen vaat ettiği insanların acılarını bitirme hedefini gerçekleştirememiştir.

Üçüncü aşama olarak ise Postmodern dönemi inceleyebiliriz. Geleneksel toplumun eleştirisi olarak düşünebileceğimiz modernitenin eleştirisinin yapılması postmodernizimdir. Postmodern dönemde artık birey sistem ve bütünlük adına baskılanamaz, birey varlık olarak yalnız başına var olabilir ve kendi olma hakkı vardır. Bütünlük ve alt yapıların gerilimli süreci olarak yorumlanabilir, postmodern dönem. Postmodern bireye baktığımızda modern dönemde göz ardı edilen grupların sahneye çıktığını varlık ve hak talebinde bulunduğunu görürüz. Coğrafi kodlamalarla gelen veya önceden tanımlanmış bir kimlik inşası söz konusu olamaz.

Dördüncü ve şimdilik son aşama olarak düşünebileceğimiz enformasyon toplumu ise bilim, teknik ve yapay zekaların hüküm sürdüğü bir zamandır. Akıllı teknoloji ile insan hayatını kolaylaştıran teknik bugün insansı robotların üretildiği bir aşamaya gelmiştir. Bu dönem enformasyon toplumu olarak adlandırılsa bile esas olan ‘bilgi’ değil, bilginin işlevidir bu yüzden modern dönemde aklın araçsallaştığı gibi enformasyon döneminde de bilgi araçsallaşmıştır, yatırım bilgisi, ödeme bilgisi gibi.

Sınıflandırmaları göz önüne aldığımızda literatürdeki bu tanımlamaların bir süreç olduğu, belirli bir zaman aralığını temsil ettiğini ve bir sonraki dönemin oluşmasında önemli bir etken olduğunu söyleyebiliriz. Fakat unutulmamalıdır ki, 21. Yüzyıldaki bütün toplumlar aynı aşamada değildir, her toplum kendi sürecinin belirleyicisi olarak farklı hızlarda kendi dinamikleri içerisinde değişecektir. Biz bu aşamada bireylerin kendilerini nasıl tanımladığını, içerisinde bulunulan zamanın etkisini değişim ve dönüşümlerle nasıl yeniden yapılandırdığını saptamaya çalışarak çalışmamızın odak noktası oluşturmaktayız.

Değişim Süreci Olarak Kimlik

Geleneksel toplumlardaki kimliği incelediğimizde görece tutarlı bir yapı arz ettiğini görürüz. Değişimin yavaş olduğu toplum tipinde hızlı geçişler ve şoklar olmadığı için birey klasik kişilik tipine ulaşmak için çaba sarf eder. İnsanlar kolektivite içinde sosyalleşir ve bu açıdan herhangi bir karışıklık yaşamaz. Ömür boyu devam edecek roller ve kimlik içerisinde iç bütünlük duygusu ile hayatlarını sürdürürler. Değişimin yavaş olduğu bu toplum tipinde geleneksel erkek ve kadınlık rolleri baskındır ve birey nasıl erkek veya kadın olacağını bir önceki nesil olan anne ve babasından öğrenir. Din ve dış grup tarafından belirlenen kurallar hakimiyetinin karalılığında kimlik var olur.

Orta Çağ’ın sonu, aydınlanma ve özellikle sanayi devrimden sonra modern kelimesi ‘yeni’ kelimesinin anlamıyla bütünleşmiştir.[1] Zaten moda kelimesinin anlamının hemen şimdi anlamına geldiğini göz önünde bulundurursak günlük yaşamda kullandığımız moda ve demode kavramlarını daha iyi anlarız. Bu sebeple gelenekselle modern dönemi ayıran temel unsur farklılık olmuştur.

Modern dönem kimliği incelediğimizde ise yine standartlardan bahsedebiliriz. Ancak modern dönemde dinin belirleyiciliğinin yerini akıl almış ve merkez konumundan kenar konumuna din itilmiştir. Bu bağlamda, kimlik inşasında dinin etkisinin görece azaldığını ve Aydınlanma dönemi insan profilini incelediğimizde ise “zihnin dinin etkisinden ne kadar uzaklaşırsa o

kadar özgürleşeceğini” ortaya koyan bir bakış açısını buluruz. Modern birey için artık dış grubun dayatmalarının azaldığını, özne vurgusunun aşikâr olduğu, meslek, ekonomik gelir gibi faktörlerle kimliğin ön plana çıkarıldığı bir dönemi buluruz. Modern dönem fabrikasyon mantığı ile kimlik oluşturmuştur. Her bireyin sahip olmak zorunda olduğu fazlaca rolleri olmalıdır ve modern birey başarılı bir şekilde bu rolleri yerine getirmek zorundadır. Birden fazla role sahip olmak zorunda olan modern birey, bu rolleri yerine getirmede sorunlar yaşadığı için ruhsal gerilimler yaşamak durumunda kalmış ve bu ruhsal gerilimler çatışmaya sebep olmuş ve geleneksel toplum kimliğine sahip birey kadar iç huzuru yakalayamamıştır. Bununla birlikte modern dönemde bireysel özgürlüklerin ve kişilik oluşumunda bu özgürlüğün etkisinden bahsedebiliriz. Birincil ilişkilerin zayıflayıp ikincil ilişki düzleminde, bireyin seçimleri ile oluşturduğu ilişki ağının hakimiyeti söz konusudur.

Postmodern döneme geldiğimizde ise artık kimliğin sorunsallaştığını,  kriz ve parçalanmışlıklar içerisinde aidiyet duygusunun oldukça azaldığını ve bireyin ben kimim sorusunu cevaplamada oldukça sorunlar yaşadığını söyleyebiliriz. Postmodernizm, modernizmin bilimsellik, nesnellik, gerçeklik, düzenlilik gibi nosyonlarına meydan okuyan bir kuralsızlık ve belirlenememezlik evrenidir. Bu felsefenin belirginleştirdiği postmodernite, farklılık, özgünlük, bölünmüşlük ve parçalanmışlıkların yüceltildiği, kimlik ve kültürün farklılaşma-benzeşme döngüsünde belirginleştiği toplumsal koşullardır.[1] Coğrafi kısıtlamaların ve toplum sosyalleştirmesinin oldukça etkisini yitirdiği bu dönemde bireyler özgürlükçü söylemi başat unsur haline getirmiş, kimlik inşasında hiçbir imayı kabul etmemiştir. Modern dönemin bütünlük arz eden yapısı postmodern dönemde yerini parçalanmışlıklar düzlemine bırakmıştır. Kişilerin kendi tanımlamalarını kendilerinin yaptığı ve modern dönemin göz ardı ettiği küçük ve yerel kimliklerin söz hakkına kavuştuğu dönemdir. Bu insan, geçici, planlanmamış, sıra dışı olana ilgi duyar; anlık arzularının tatmini güdüsüyle hareket ettiğinden genel ve emredici kurallar çerçevesinde işleyen ailesel, dinsel ve ulusal bağlılıkları önemsemez.

Enformasyon dönemi kimliği inceleyecek olursak, biraz daha karmaşık bir yapı bulacağız. Artık kapitalist sistemin özgürlük zirvesinin yaşandığı bu dönemde ‘www/ World Wide Web’ aracılığı ile tüm yeryüzü alıcı konuma gelmiş ve dünyanın herhangi bir noktasındaki birey hem meta hem kültür satın alabilir duruma gelmiştir. Popüler kültür, medya ve sanal iletişim araçlarının çeşitliliğinin ve yaygınlığının artması kimlik sürecinin hızlı alt üst oluşlar

geçirmesine sebep olmuştur. Bu aşamada artık gerçeklik ve gerçek olmayan yer değiştirmiştir. Gerçeklik artık sanal iletişim kanallarıyla imge, semboller üzerinden temsil edilmiştir, böylece gerçekliğin yerini alan imgeler sadece gerçeklerin yerini almakla kalmamış aynı zamanda gerçeğin ta kendisi olmuştur. Bu bağlamda nesiller arası farkın artık sadece kısa bir zaman dilimini ifade eden yıl bazında değil kaba bir nicelleştirme ile en az iki nesil süresi bir farka dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu durum da gerek toplumun temeli olan aile kurumunda gerekse geniş ölçekte düşünebileceğimiz toplum ve birey arasındaki çatışmaları artırmıştır. Artık nesil bağının değil ruh birlikteliğin daha önemli olduğu bir döneme girmiş bulunuyoruz

Küreselleşmenin Kimlik Üzerinde Etkisi

Küresel sözcüğünün yaklaşık 400 yılı aşan bir tarihi olmasına karşılık küreselleşme kavramı 1960’larda kullanılmaya başlanmıştır ve 1980 li yıllardan itibaren de kullanımı sıklaşarak popüler bir kavram haline gelmiştir. Küreselleşme: Bilgi, eşya, sermaye ve insanların politik ve ekonomik sınırları aşan akışıdır.[1] Bu bağlamda postmodernite ile daha da yaygınlık kazanan küreselleşme için, farklılığın yerini hızlı değişimlerin aldığını ve artık teknolojinin ilerlemesi ile dünyanın küçük bir köy/ globalleşme haline geldiğini söyleyebiliriz.

Başlangıcından şu anki durumuna kadar evreler halinde incelenebilecek olan küreselleşme kavramı için son evre olarak tanımlanan belirsizlik evrenini anlamak günümüzü yorumlamak açısından önem arz etmektedir.

Belirsizlik Evresi:1960’lı yılların sonunda başlayan ve devam eden evredir. Soğuk savaşın sona erdiği, nükleer silahların yaygınlaştığı iletişim araçlarının hızlı bir şekilde arttığı, insanların çok kültürlülük problemiyle daha çok karşılaştığı, insan haklarının küresel bir sorun haline geldiği, iki kutupluluğun bittiği, insanlığa ilişkin tasaların arttığı süreçtir[2] Küreselleşme, Roma tanrısı Janus gibi düşünülebilir. Bir bakış açısına göre küreselleşme ile artık tüm dünya insanları için standart konfor ve ulaşım olanakları sunulmuş, coğrafi sınırlandırılmaların etkisi ortadan kalkmış ve tüm insanlık daha fazla iletişim ve ulaşım olanaklarına ulaşmış böylece daha çok seyahat etme özgürlüğüne ulaşmış ve yaşamsal doyum gücü artmıştır. İnsanların örgüt yapısı çeşitlenmiş ve aynı zamanda güç kazanmıştır, bu anlamda feminizmi düşünecek olursak hem iletişim gücü ile haberdarlık oranı artmış hem de farklı ülkelerdeki kadın birlikteliğine güç kazandırarak en güçlü zamanına bu dönemde ulaştığını söyleyebiliriz. Bu minvalde devam edecek olursak postmodernitenin dünyayı avuç içine sığdırması ile gelen küreselleşmenin olumlu bir etki yarattığı söyleyebiliriz, artık her varlık var olduğunu iddia edebilir ve hak talebinde bulunabilir.

İkinci bir bakış açısı ile bakacak olursak, küreselleşmenin olumsuz etkisinden bahsetmemiz gerekir, küreselleşme aslıda farklılıkları vurgulayarak tek tipleştirme eğilimindedir. Merkez ülkelerin etkisi küreselleşmede çevre ülkelere göre bariz bir farkla fazladır bu da belirli güçlerin etkisinde kalan diğer grup insanların başat faktörler dahilinde yaşamını kurgulaması anlamına gelmektedir. G.Ritzer bunu mcdonaldlaşma ile açıklar. mcdonaldlaşmada temel vurgu nicelleştirmededir, bir kez bu işlem yapıldıktan sonra müşteriler düşük ücretli, hızlı, ve her yerde aynı ölçülerdeki ürünü aldıklarını bilirler bu sadece yeme kültürü ile sınırlandırılabilecek bir durum değildir çünkü aynı zamanda sosyal hayatımızı da etkiler boyuta gelmiştir, dünyanın birçok coğrafyasında jean giyilmesi, özellikle 1960-80’li yıllarda ABD dizilerin ve filmlerin yoğun bir şekilde izlenmesi, güncelde kahve içimi için  starbucks’ın sıklıkla tercih edilmesi gibi. Dünyanın neresinde olursanız olun aynı standartlara ulaşmak konfor olarak tanımlanabilir fakat bu aynı zamanda yerelliklerin ortadan kaldırılması anlamına da gelebilir. …Aynı şekilde Smith, küresel bağlamda kültürel ve ekonomik bir aynılaşmanın dünya çapında yaygınlık kazanmasından söz edilebileceğini belirtir. Ona göre; “Amerikan kitle kültürünün, İngiliz dilinin, pop kültürün, görsel kitle iletişiminin ve bilgisayar destekli enformasyon teknolojisinin gelişimi açıkça küresel kültürel trendleri temsil eder”. Fakat bu kültür, insanların hayatlarına anlam yükledikleri ve gerçek ihtiyaçlarını karşıladıkları bir yaşam biçimi ve kimlik sunmaktan uzaktır.[3]

Küreselleşmenin bir diğer olumsuz özelliği ise teknolojik gelişme ve küçülen dünyanın daha kontrol edilebilir bir hal almasıdır. Özellikle Fransız düşünür M. Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabında artık insanları kontrol edebilmenin yolu halka açık alanlarda idam etmek ve korkutmak değil; kendi iradelerini özgürlük söylemi altında görünmez iplerle kontrol etmekten geçtiğini ifade eder. Bu anlamda hapishanelerin gözlemi için Jeremy Bentham’ın tasarladığı panoptikonu inceler. Tasarım gözetlemeye izin verir ancak gözetlenenler gözlemciyi göremeyecek şekilde tasarlanmıştır. M. Foucault’a göre devlet ve iktidar yasalar ve normal-anormal tanımları yaparak insanları tanımlamakta ve onları olması gereken kalıplara sıkıştırmaktadır. Böylece özgür insan özgür iradeleri ile tanımlara uymaya çalışarak köleleştirilmektedir.

Bu kavramı basamak basamak güncele taşımak istersek,  panoptikon (zorunlu olarak bir mekana insanları hapsedip üstten gelen bir baskıyla izlemek ana temadır, korku ve korkutmak ana unsurdur.)- sinoptikon (İnsanların kendi özgür irade ve istemleriyle yönetim araçlarını evlerine taşımalarıdır, propaganda araçlarının televizyon programları aracılığıyla insan bilincinin yönlendirilmesi olarak düşünülebilir, eğlence temalı bir örtü vardır.)- omniptikon (Gözetlenenlerin diğerlerini gözetlemesi anlamına gelir, sosyal medya aracılığı ile bireyler kendi istemleriyle özel alanlarını herkese açtığı için modern dönem insanını izlemek ve kontrol etmek çok daha kolaylaşmıştır. İnsanların arzu etmesi ve bunu gerçekten istemesi ana temadır.) Bu açılardan bakıldığında küreselleşmenin denetimi ve yönlendirmeyi kolaylaştırdığını, insan zihnini manipüle etmenin daha da kolaylaştığını söyleyebiliriz.

Küreselleşmenin bir diğer olumsuz tarafı ise göç ve seyahatlerin artması sonucunda güncelde de tecrübe ettiğimiz gibi hastalıkların yeryüzü ölçeğinde yayılma hızının ve etkisinin artmasıdır. Çin’in Wuhan şehrinde başlayan hastalık kısa zamanda tüm dünyaya yayılarak pandemi halini almış ve tüm insanlık bundan etkilenmiştir. Türkiye’de ise 11 Mart’tan bu yana, toplam vaka sayısı 141 bin 475’e yükselmiş, can kaybı da 3 bin 500’ü aşmıştı (Sağlık Bakanlığı, 2020). Bu süreçte güvenilir bir kaynak olarak öne çıkan Johns Hopkins Üniversitesi, dünya genelinde görülen koronavirüs vakalarının toplamının 4 milyon 250 bin civarına ulaştığını belirtmiş; can kaybının 290 bini, iyileşenlerin de 1 milyon 500 bini aştığını kaydetmişti. En fazla vaka görülen ülkeler ABD, Rusya, İspanya, Birleşik Krallık ve İtalya olarak sıralanıyordu.[4]

Küreselleşme ve kimlik analizlerinin yapıldığı bu çalışmada kültür kavramına da temas etmek yerinde olacaktır. Kültür kavramının tarihçesi incelendiğinde farklı anlamlardan devşirilerek günümüzdeki içeriğe sahip olduğundan bahsedilebilir fakat ortak bir nokta şudur ki kültür tanımlarının odak noktasını insan ürünü ve etkinliğini içeren durumlar oluşturmaktadır. Taylor’ın yapmış olduğu tanımdan sonra Mannheim, Weber, Elias, Parsons, Benedict, Boas, Mead, Linton, Lowie, Malinowski, Kroeber, Williams, Clifford gibi çok tanınmış ünlü kültür kuramcıları kültürün ne olduğunu tanımlamaya çalışmışlardır.

Kroeber ve Kluckholn kültür kavramı üzerinde çalışmalarda bulunmuşlar ve 1871-1950 yılları arasında kültür kavramına yönelik 164 farklı tanım olduğunu belirlemişlerdir. [5]Biraz daha detaylandıracak olursak, tarihsel gelişimde kültür kelimesinin 3 kullanımının dikkat çektiğini görürüz;

1) 18. Yüzyıldan itibaren zihinsel, manevi ve estetik gelişime ilişkin genel süreci anlatır.

2) Özel yada genel biçimde kullanılsın, bireyin, toplulukların toplumun yaşam biçimini anlatır.

3)Düşünsel ve sanatsal etkinliğin ürünleridir.[6]

Kültür kavramını tanımlayacak olursak: Kültür, geleneksel fikirler, bunlara bağlı olan değerlerle öğrenilmiş davranışların bir bütün olarak nesilden nesile aktarılması; paylaşılan semboller ve anlamlar; bir grubun davranışlarında önceden tahmin edilebilir ve belirli farklılıklara yol açan deneyimler; davranışları bir sisteme oturtan fikir, uygulama normu ve anlamlar bütünü; kendini oluşturan parçalar üzerinde kapsamlı bir etkiye sahip olan bir üst düzen: birbirleriyle ilişki içinde ve birbirlerine karmaşık bir biçimde bağlı olan parçalardan oluşmuş sistem; bilişsel programlama veya yazılım; yaygın olarak kabul edilen ise, fiziksel ve öznel kültürü içeren çevrenin insan yapısı olan bölümü, tanımları ile  ifade edilmektedir.[7]

Kültür oluşumunun temel dinamiklerinde insan birlikteliğinin belirli bir mekanda paylaştığı duygu, düşünce ve tarih birlikteliği vardır. Bu bağlamda denilebilir ki her kültür kendi dinamikliği içerinde kendi bireyini oluşturmaktadır. Bireyler kimliklerini oluştururken sadece psikolojik etmenlerden etkilenmezler yaşanılan coğrafya ve mekân da kimlik oluşumunda oldukça etkilidir. Bunu yer kimliği olarak da tanımlayabiliriz.

‘’Yer kavramının sosyal psikoloji açısından önemini vurgulayan Dixon ve Durrheim çevre psikoloji­sinde “kimim ben” sorusunun “neredeyim ben” sorusu ile yakından ilişkilendirildiğini ve yer kimliği konusu­nun da  bu nedenle alt disiplinler olan sosyal ve çevre psikolojisinin ortak bir noktada buluşabileceği verimli bir çalışma alanı olarak görülebileceğini öne sürmekte­dirler… Yer kimliği konusunda önemli çalışmaları olan Tuan ise yeri; kişinin deneyimine, sosyal ilişkilerine, düşüncelerine dayanan anlamın merkezi olarak kav­ramsallaştırmaktadır. Yerin sosyal, kültürel, biyolojik tanımları yapılarak kişinin yer kimliği inşa edilmektedir. [8]’’

Bireyler dünyaya geldikleri coğrafyayı sıklıkla benimsemekte ve kimliklerinin bir parçası haline dönüştürmektedir. Göç ettiklerinde ve ya zorunlu göçe tabi tutuldukları zaman ise göç etmek zorunda kalan bireylerin önceki mekânlarını anavatan olarak gördükleri ve özlem duydukları bir gerçektir ancak göç edilen yerde dünyaya gelen bir sonraki nesil ise dünyaya geldikleri mekânı yer kimliği inşasında kullanmakta ve dünyaya geldikleri coğrafi kodlamalarla hareket etmeyi benimsemektedirler. Bu durumda kimlik inşasının önemli bir diğer faktörü olarak yer kavramı karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde ise aitlik sorunlarından birini de bu duygu oluşturmaktadır. Artık insanlar fiziksel olarak seyahat ya da göç etmese bile diğer ülkelerden ve koşullarından haberdar olmaktadırlar. Bu da yaşadıkları ülkeden daha olumlu koşullara sahip ülkelere gitme isteği oluşturmaktadır böylece kimlik inşasındaki önemli bir soru olan ben neredeyim sorusunun cevabı iç huzurla cevaplanıp kimliğe dahil edilememekte böylece çeşitlenen kimlik tanımlarının biraz daha karmaşıklaşması neticesini ortaya çıkarmaktadır.

Küreselleşme kavramının toplumsal ilişkilerde yarattığı karmaşık ve çok boyutlu etkiler yoğun bir biçimde tartışılmaktadır ekonomik, sosyo-kültürel etmenleri derinden sarstığı ve hızlı değişime tabi tuttuğu düşünüldüğünde uzun bir süre daha tartışılmaya devam edecek gibi görünmektedir.. Günümüzdeki hızlı toplumsal değişim, kültürler arasında da yoğun bir etkileşim yaratmaktadır. Küresel gücün batı çıkışlı olması nedeniyle kültürel etkinin homojenleşme yönünde ortaya çıktığı ya da küresel gücün batı dışına kayması, göç, iletişim vb. olanakların artması nedeniyle kültürel etkinin heterojenleşme yönünde olduğu tartışmaları güncelliğini korumaktadır. Bu bağlamda küreselleşme için hem yapıcı hem de yıkıcı etkileri olan bir süreç tanımı yapılabilir.

Sonuç

Toplumlar ve oluşumlarının genel hatlarıyla incelendiği bu çalışmanın odak konusu kimlik oluşum sürecidir. Bu bağlamda kimliği oluşturan çeşitli faktörlere değinilmiş ve bu oluşum sürecindeki olumlu ve olumsuz süreçler değerlendirilmiştir.

Güvenli limanından ayrılan geleneksel insan tipolojisi ile kimlik edinme süreci ve faktörleri hem değişmiş hem de oldukça zorlaşmıştır. Modern dönem insanının edinmek ve uygulamak zorunda olduğu roller çeşitlenmiş ve bu rollerin fazlalığı uygulamada niteliksel problemler ortaya çıkardığı için modern insana yansıması içsel çatışma olarak dönmüş bu dönemde özerkleşen insan aynı zamanda yalnızlaşmış ve bu yalnızlık hissi bireylerde depresyon sürecini hızlandırmıştır.

Postmodern dönemde ise kimlik oluşumunun daha da karmaşık hale geldiğini görüyoruz. İletişim ve teknik gelişmelerle beraber bireylerin rol model olarak alacakları alternatifler sadece anne-baba öğretisi ve toplumsal normlarla sınırlı kalmayarak nerdeyse yeryüzü ölçeğinde genişlik göstermiştir. Kendi oluşumunu kendisinin oluşturduğu aktif bir ajan olarak karşımıza çıkan postmodern birey için önemli olan ayırt edici olmak noktasında farklılık elde etmektir bu yüzden olağan dışı olana ilgi ve merak duyan bu insan tipolojisinde birey ne isterse yapabilir kim isterse olabilir genişliği özgürlük olarak adlandırılabildiği gibi stabillikten uzak bir savrulmuşluğu da ifade edebilir. Bu durum insanlarda parçalanmışlık ve kim olduğu sorusunun net bir şekilde cevaplanmamış olması durumunu ortaya çıkarmaktadır.

Enformasyon dönemine geldiğimizde ise yeryüzü insanı tipolojisinden bahsedebiliriz. Bilgi ve teknoloji çağı olarak adlandırılan bu dönemde akıllı cihazlar, yapay zekâlar ve insansı robotlarla bireylerin rolleri değişmekte ve kimlik inşasında önceden var olan alanlar daralırken yeni sahalar açılmaktadır, bu da güncelliğini koruyamayan bireylerin yenidünya düzeninde tutunamayacağını göstermektedir.

Peki, teknoloji ile iç içe büyüyen nesil için bu pek de sorun teşkil etmezken bir önceki nesil için durum ne olacaktır? Yapısını büyük ölçüde tanımlamış ve tamamlamış nesli yeni düzene entegre çalışmaları olmaksızın ruh dinginliğine ulaşmış bu kimliklerin de huzursuz bir ruh haline dönüşmeleri kaçınılmaz olacaktır.  Geleneksel dönemde iç huzuru yakalamış fakat sınırlı donanım ve rollerle bürünmüş kimlik inşasına karşı günümüzde çeşitli alan ve branşlarda uzmanlaşmış birden fazla role sahip ama iç dinginliğini kaybetmiş bir profil ile kimlik inşasındaki ben kimim beni diğerlerinden ayırt ederek ben yapan unsurlar nelerdir gibi ciddi soruları bazı faktörler sebebi ile net bir şekilde cevaplayamamak güncel bir sorun olarak durmaktadır.

Bu bağlamda daha sakin ve ılımlı bir kimlik oluşumu ve geçişi için psikolojik içerikli tanımlamalar ilkokul seviyesinden başlatılarak yaşlara uygun şekilde bireylerin kimlik oluşum sürecine destek verilebilir. Yine ilkokul seviyesinden kademeli bir şekilde başlatılarak internet ve teknoloji kullanımı dersleri eklenerek güvenli bir kullanım alanın oluşturulmasına çalışılabilir. Özellikle 12- 16 yaş aralığındaki genç neslin kayıp nesil olmaması için devlet kontrolünde olan ve gençlerin güncel sorunlarının yanında kendilik inşasındaki soruları cevaplamalarına yardımcı olacak bir televizyon kanalı oluşturulabilir. Bu konuda bir değişiklik yapılmadığı taktirde ileriki zamanlarda daha büyük problemler ortaya çıkacaktır.

 

KAYNAKÇA

  1. Çetin, Özer. (2013). Kültürel Din Psikolojisi Açısından Geçiş Dönemi Rüyaları: Kutadgu Bilig Örneği. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
  2. İlbars, Zafer. Kişiliğin Oluşmasında Kültürel Etmenler
  3. Rosenau, Pauline Marie 1998. Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çev.Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat Yayınlar/ Ark, Ankara.
  4. İçli, Gönül. (2001). Küreselleşme ve Kültür. , Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
  5. Geçer, Ekmel. (2020). Salgın Hastalıklar, Kültürel psikoloji ve Politika; Yerel Bir Yaklaşım, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
  6. Karadayı, Figen. Sosyo-Tarihsel Yaklaşım ile Kültürel Psikoloji, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
  7. Göregenli, Melek ve Karakuş. (2014) . Pelin Göç Araştırmalarında Mekan Boyutu: Kültürel ve Mekansal Bütünleşme, Türk Psikoloji Yazıları,
  8. Oğuz, Esin Sultan. (2011). Toplum Bilimlerinde Kültür Kavramı, Edebiyat Fakültesi Dergisi,
  9. Akça, Gürsoy. (2005). Modernden Postmoderne Kültür ve Kimlik, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
  10. Karadağ Ak, Özlem ve Arıcıoğlu. (2018). Mustafa Atilla. Küreselleşmede Kültürel Geçişler ve Psikolojik Yansımaları, Uluslar Arası Toplum Araştırma Dergisi

[1] Gönül İçli, Küreselleşme ve Kültür, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2001 Cilt : 25 No: 2 163-172

[2] Özlem Karadağ Ak – Mustafa Atilla Arıcıoğlu, Küreselleşmede Kültürel Geçişler ve Psikolojik Yansımaları, Uluslar Arası Toplum Araştırmaları Dergisi

[3] Gürsoy AKÇA, Modernden Postmoderne Kültür ve Kimlik, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE),2005

[4] Ekmel GEÇER, Salgın Hastalıklar, Kültürel psikoloji ve Politika; Yerel Bir Yaklaşım, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 29, Sayı 3, 2020, Sayfa 550-567

[5] Esin Sultan OĞUZ, Toplum Bilimlerinde Kültür Kavramı, Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters ,Cilt/Volume 28 Sayı/Number 2 (Aralık/December 2011)

[6] Zafer İLBARS, Kişiliğin Oluşmasında Kültürel Etmenler

[7] Figen KARADAYI, Sosyo-Tarihsel Yaklaşım ile Kültürel Psikoloji, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi

[8] Melek Göregenli, Pelin Karakuş,  Göç Araştırmalarında Mekan Boyutu: Kültürel ve Mekansal Bütünleşme, Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2014, 17 (34), 101-115

[1] Gürsoy AKÇA, Modernden Postmoderne Kültür ve Kimlik, Muğla Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE),2005

[1] Gürsoy AKÇA, Modernden Postmoderne Kültür ve Kimlik, Muğla Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE),2005

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir