Toplumsal Üretim Olarak Cinayet: Bir Aile Cinayeti Kitap Analizi

Toplumsal Üretim Olarak Cinayet: Bir Aile Cinayeti Kitap Analizi
bir aile cinayeti kitap analizi
0

Bu yayında Michel Foucault‘ın eserlerinden birisi olan Bir Aile Cinayeti kitabı temel alınarak sosyolojik analiz yapılmıştır. İşte, Hilal Ekşi’nin kaleme aldığı Bir Aile Cinayeti Kitabı Analizi, iyi okumalar.

Bir Aile Cinayeti 

Toplumda meydana gelen intiharlar kadar aslında işlenen cinayetler de sosyolojik vakalardır. Zira herhangi bir eyleme giden yolda faili o eyleme sürükleyen mevzular sadece failin kendisiyle alakalı değildir. Failin içinde doğmuş ve yaşamış olduğu ortam, onun davranışlarını şekillendiren en önemli etkendir. Bir nevi ‘coğrafya kaderdir’. Buradaki coğrafyadan kasıt bahsi edilen yerin toplumsal yapısıdır. Yani içinde yaşanılan toplumun kültürü, dini, yasaları, ekonomik ve siyasi yapıları vs. o toplumun coğrafyasını, oluşturulan coğrafya da bireyin kaderini inşa eder. Bireylerin etkileşimi ve konsensüsüyle şekillendirilen yapı daha sonra yayılarak bireyi şekillendirmeye başlar. İşte sosyolojinin de aslında tartıştığı temel konulardan birisi de budur; yapı-fail ikilemi. Yapı mı bireyi belirler yoksa birey mi yapıyı oluşturur? Veya üçüncü bir alternatif olarak ikisi de birbirini mi etkiler?

Yapı-fail ikilemi tartışması ekseninde kafamızda bir cevap oluşturabileceğimiz nitelikte olan Michel Foucault ve arkadaşları tarafından ele alınan ‘‘Bir Aile Cinayeti’’ kitabı, 19. yy Fransa’sı Normandiya’nın Calvados eyaletine bağlı bir köyde işlenen cinayet edimini – üstelik tıbbın ve psikiyatrinin anlayamadığı ve üzerinde uzlaşamadığı – görünenin arkasındaki görünmeyeni sosyoloji aracılığıyla bütüncül düşünerek açıklamaya ve anlamaya çalışır. Dolayısıyla bu kitap özellikle cinayetlerin de toplumsal olduğu düşüncesini destekleyen ve kitabın da arka kapağında yazdığı gibi ‘‘şiddetin her türüne sık sık tanık olan, bebekleri katil yapan yaşadığımız toprakları da anlamamıza yönelik çok önemli bir katkı’’ dır. Her ne kadar kitap Fransa toplumunu ve Fransa’da gerçekleşen bir olayı ele alsa bile aslında sunulan bakış açısı evrenseldir.

Kitap, iki ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde işlenen cinayete yönelik tıbbi ve mahkeme raporları, gazete haberleri, tanıkların ifadeleri, suçu işleyenin hatıratı (mahkemenin emri doğrultusunda Riviere’dan yazılması istenen hatırat) kısacası cinayet dosyasına ilişkin her şey yer almaktadır. İkinci bölümde ise tıp uzmanlarının ve adalet mekanizmasının üzerinde bir konsensüse varamadığı bu olay, Foucault ve arkadaşları tarafından – yine tıp, psikiyatrın ve adalet mekanizmasının ısrarla görmek istemediği – sosyolojik boyutta farklı perspektiflerle kaleme alınmıştır.

Yaptığı davranışla bir kitaba konu olan Pierre Riviere’ın hikâyesi şöyledir; Riviere 20 yaşında ve çiftçilik yapan bir gençtir. Riviere bir gün annesini, kız kardeşini ve erkek kardeşini öldürür ve olay yerinden gayet soğukkanlılıkla ayrılırken etrafta birkaç kişiye elinde cinayeti işlediği nesneyle birlikte rastlar. Rastladığı kişilere ‘‘ Az önce babamı bütün sıkıntılarından kurtardım. Beni öldüreceklerini biliyorum, ama önemi yok’’ diyerek yoluna devam eder. Yaklaşık 1 ay kadar ormanda bitki ve kök yiyerek yaşar. Ancak ailesini katlettikten sonra pişman olur ve ormanda yaşadığı vakitlerde önce bir süre kendisini öldürmek, intihar etmek ister. Ardından kendisini yakalatmak ister çünkü kendisi gidip teslim olmaya bir türlü cesaret edemez. Korktuğu için deli davranışları sergileme kararı alır ve eğer yakalanırsa böyle davranmaya devam edeceğini düşünür. En nihayetinde bir ay sonra yakalanır ve ilk sorgusunda deli olduğuna inandırmak için cinayeti neden işlediğine dair olan sorulara tuhaf cevaplar verir. Bu cinayetleri işlemesinin nedeninin Tanrı’nın ona verdiği bir emir olduğunu söyler. Ancak ikinci sorgusunda her şeyi itiraf eder. Bu sırada Riviere’ın bu davranışlarını ve söylemlerini dolayısıyla akli dengesinin gerçekten yerinde olup olmadığını çözemeyen tıbbi uzmanlar (psikiyatristler dahil) ve adalet mekanizması Riviere’dan olaya dair her şeyi yazmasını ister. Riviere’da hapishanedeyken bir hatırat kaleme alır. Bu hatıratta; çocukken nasıl biri olduğunu, yaptığı – tuhaf olarak algılanan – davranışları neden yaptığını, anne-babasının ilişkisinin nasıl olduğunu ve bu durumda kendisinin nasıl hissettiğini, annesini ve iki kardeşini neden öldürdüğünü, onları öldürdükten sonra yakalanan kadar bir ay ne yaptığını ve pişman olup olmadığını yazmıştır.

Riviere hatıratında anne ve babasının kendi çıkarları doğrultusunda evlendiğini (anne daha rahat bir hayat yaşamak, baba ise askerlik yapmamak için), hiçbir zaman düzgün bir şekilde evlilik süreci geçirmediklerini, annesinin huysuz, geçimsiz bir insan; babasının ise daha çok sakin ve ılımlı birisi olduğunu, annesinin babasını sürekli ezdiğini ve zora soktuğunu (hatıratında bu duruma pek çok örnek veriyor), evlilikleri boyunca genelde hep ayrı evlerde yaşadıklarını ve dolayısıyla kimi kardeşlerinin annesiyle ve kendisi dâhil kimi kardeşlerinin de babasıyla yaşadığını yazmıştır. Kendisinin ise belli bir yaşa kadar okula gittiğini ancak daha sonra okulu bırakıp babasıyla tarlada çalıştığını, okurken rahip olmak istediğini ve bu dönemlerde dindar birisi olduğunu, okulu bıraktıktan sonra çeşitli kitaplara yöneldiğini ve dolayısıyla rahip olmaktan vazgeçtiğini anlatmıştır. Öte yandan Riviere yakalandıktan sonra komşularının ifadelerinde belirtmiş olduğu çocukken hayvanlara eziyet ederek onları öldürdüğünü doğrulamıştır. Ancak hatıratında komşularının Riviere’ın böyle davranmasını hiçbir zaman algılayamadıkları nedeni de açıklamıştır. Hayvanları farklı şekillerde öldürmesini tıpkı İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ve onun acı çekmesiyle bağdaştırdığını – daha sonra Riviere’ı inceleyecek olanlar bunun nedenini kendi yaşana uygun olmayan kitapları okuması ve dolayısıyla onları yanlış anlamasından kaynaklı olarak böyle davrandığını düşünecek – ifade etmiştir. Yaptığı diğer davranışların nedenlerini de hatıratında açıklamıştır (bu konular kitabın ikinci bölümü içerisinde tartışılmıştır). Son olarak işlediği cinayetlerin nedenini şu şekilde açıklamıştır: Annesini geçimsiz, huysuz olduğu ve babasına sürekli acı çektirdiği – yine okuduğu kitaplardan yanlış anlamadan kaynaklı olarak – annesini öldürünce genelde erkekler özelde ise babası için dolayısıyla çok ünlü bir kahraman olacağı, babasını tüm acılarından kurtaracağını düşündüğü için; kız kardeşini annesini sevdiği ve onun tarafını tuttuğu için öldürdüğünü yazmıştır. Erkek kardeşini ise babasının nefretini üzerine çekerek onun için üzülmemesini sağlamak amacıyla öldürdüğünü belirtmiştir. Çünkü erkek kardeşi babasının en sevdiği çocuğudur ve eğer Riviere onu öldürmeseydi babası Riviere için üzülecekti. Zira ebeveyn cinayetinin o dönemler cezası idamdı. Riviere olayın sonunda kendisinin de öldürüleceğini bildiğinden babası kendisine üzülmesin diye küçük kardeşini öldürünce, babasının ondan nefret edeceğini ve dolayısıyla kendisi de öldürülünce artık babasının onun için üzülmeyeceğini düşünmüştür.

Kitabın birinci bölümünde yer alan tanıkları ifadeleri, Riviere’ın sorgusu ve hatıratı, tıbbi uzmanların ve adalet mekanizmalarının raporları Riviere’ın akli dengesinin yerinde olup olmadığı hususunu ikileme sokmuştur. Psikiyatristler arasında ve tıbbi uzmanlar ile mahkeme arasında bir uzlaşma sağlanamamıştır. Örneğin bir psikiyatr raporunda Riviere’ın toplumdan kaçtığını; başka bir psikiyatr ise çocukken arkadaşları tarafından alay konusu olup zamanla yalnızlaştığına dikkat çeker. Yani aslında Riviere sağlıklı bir toplumsallaşma süreci geçirememiştir. Toplumsallaşma ilk olarak içinde doğduğumuz ailede başlayarak ardından içinde yetişilen mahalle, köy, ilişki kurulan arkadaşlar, okul vs. olarak genişleyen bir alandır, süreçtir. Dolayısıyla hikâyesinden de anlaşılacağı üzere Riviere ailesinden başlayarak hiçbir toplumsal alanda sağlıklı bir toplumsallaşma süreci geçirmemiştir.

Bu açıdan bakıldığında ne tıbbi uzmanlar ne de adalet mekanizması Riviere’ın davranışlarının nedenlerine yönelmemişlerdir. Onlar sadece Riviere’ın yapmış olduğu hareketlerden akli dengesinin yerinde olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. Ancak bu hususta başarılı olamamışlardır. Zira her iki tarafın da hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle bir konsensüse varamadıkları yazdıkları raporlardan ortaya çıkmıştır.

Jüriler Riviere’ın akli dengesinin yerinde olup olmadığını yaptığı davranışlarla anlamaya çalıştılar ve bir konsensüse varamadılar. Çünkü Riviere’ın bu davranışları sergilemesine yol açan tüm nedenleri görmezden geldiler. İşte tam da bu noktada sosyolojiye ihtiyaç vardır. Bir bireyin sonuç olan davranışını anlamak için o davranışın nedenlerine bakmak gerekir. Zira sosyoloji sonuçlardan önce nedenlerle ilgilenen bir bilim dalıdır. Psikoloji, tıp gibi bilimler sadece sonucu düzeltmeye çalışırken, sosyoloji ise olayın nedenlerine inerek bütüncül bir okumayla hem sonuca daha rahat ve kesin bir şekilde varır hem de bu nedenlerden ve geçmişten beslenerek ilgili olaylarda öngörülerde bulunarak sonuçları, özelde bireyin genelde ise toplumun yararına olacak şekilde değiştirmeye çalışır. Kitabın ikinci bölümünde de sosyoloji ile görünenin arkasındaki ‘görünmeyenleri’ Foucault ve arkadaşları tarafından ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Riviere’ın hikayesinde de görüldüğü üzere akli dengesinin yerinde olup olmadığı anlamak için tıp bilimi yeterli olmamıştır. Onun hikayesinde içinde yetiştiği ortamın dikkate alınması gerekirdi. Çünkü Riviere hiçbir zaman başarılı bir toplumsallaşma süreci geçirmemiştir. Etrafı tarafından sürekli olarak budala ve deli olarak damgalanmıştır. Riviere’ın bu irrasyonel olarak algılanan davranışlarının arkasındaki rasyonellik hep göz ardı edilmiştir. Riviere’ın vermiş olduğu cevaplardan, örneğin babasının acılarına son vermek için ailesini öldürdüğü cevabından, akli dengesinin yerinde olup olmadığını anlamak mümkün değildir ki bahsi edilen bu kişi aynı zamanda deli taklidi de yapmış olan birisidir.

Öncelikle, Riviere’ı anlamak için onun bu davranışına giden yolu anlamak gerekirdi. Adli mekanizmalar bu davranışı anlamak yerine Riviere’a suçunu itiraf ettirmek için hatırat yazdırmıştır. Ve bu hatıratta aslında her şey apaçık ortadayken bile mahkeme bunu suça delil olarak kullanmıştır, Riviere’ın neden bu davranışları sergilediğini anlamak için değil. Tıpkı Foucault’un da ifade ettiği gibi ‘‘Açıktır ki, o dönemin insanlarının gözünde suçun öyküsü suçun ötesinde ve dışında, onun sebeplerini anlamalarına yardımcı olan bir şey değildi; sadece suçun rasyonelliğinin ya da irrasyonelliğinin bir parçasıydı’’ Riviere’ın hatıratı.

Kitabın ikinci bölümünün ilk değerlendirmesinde Jean Pierre ve Jeanne Favret olaydaki kişilerin (anne, baba, Riviere) davranışlarının toplumsal arka planlarına iner. Köyde yaşayan bu ailenin içinde yaşadıkları koşulları Fransız İhtilali’nden önce ve sonra olarak ele alır. Fransız İhtilali’nden önce köylülerin içinde yaşamış oldukları koşulları şu şekilde sıralarlar; o dönemde köylüler derebeyinin, kilisenin ve kralın vergilendirmesi altındadırlar, açlık, soğuk ve bulaşıcı hastalıklarla baş başa oldukları için hasta ve zayıftırlar, malları zorla ellerinden alınmaktadır. Öte yandan derebeyi ya da kilise tarafından yapılan sözleşmeler onları ortak yapıyor gözükse bile aslında gerçek böyle değildi; gerçek olan şey köylüleri sınırlamak ve onları zor, ağır koşullar içerisinde hapsederek öldürmekti.

Açlıktan çeşitli hastalıklara yakalanan bu köylüleri tedavi etmenin tek amacı şuydu: ‘‘İşçilerin hayatlarını yitirmeleri sermayeyi batırmak olduğundan onları tedavi etmek yeğdir.’’ Toplumda tamamen ötekileştirilmişlerdi ve onlar birer canavar olarak nitelendiriliyordu. İnsan yaşamı resmen nesneleştirilmiş vaziyetteydi. İşte nesne konumuna getirilen köylüler de özne olabilmek için irrasyonel olarak görünen davranışlar sergiliyorlardı. Örneğin kitapta aktarılan köylü bir kadının açlıktan ağlamasına dayanamayarak on beş aylık çocuğun boğazını kesip kanını boşaltıp kalçalarından birini yemesi. Ancak bu kadının aynı zamanda bu kıtlığın ortasında bir keçisi, biraz lahanası ve küçükte olsa bir bostanı vardı. Yine köylü bir erkeğin, köyünü terk edip ormanlarda yaşamaya gidip küçük bir kıza saldırması ve ırzına geçmeye çalışması ve bunu başaramaması sonucu karnını bıçakla yararak kalbini emip kanını içmesi. Her ikisi de yaptıklarının dehşet verici bir şey olduğunun farkındadır ve neden böyle yaptıkları konusunda erkek ‘‘Bu çocuğu benim gibi yalnız, sevinçsiz yaşamaktan kurtarmak istiyordum, ölüm daha iyi’’ derken kadın ise ‘‘Sefillik bu. Tanrı beni terk etti. Susamıştım’’ cevabını vermiştir. ‘‘Ağızlarında geveledikleri itirafları bir biçimde öldürdüğüm bendim, diye ilan etmektedir. Ve Pierre Riviere, bu akıllardan çıkmayacak soyağacının tepe noktası, komşularına ‘öldürdüm’ diye değil ‘babam için … ölüyorum’ diye haykırmıştır.’’ Dolayısıyla bu analizi gerçekleştiren Jean Pierre ve Jeanne Favret köylülerin bu davranışlarının nedeninin ne olduğunu şu şekilde ifade ederler ‘‘yerlinin konuşabilmek ve kendisini duyurabilmek için öldürmeyle işe başlayıp ölmesi gerektiğini düşünüyoruz’’.

1835 yılında gerçekleşen cinayetin zeminini oluşturduğu düşünülen toplumsal yapıya atıf yapılan bu bölümde 1789’dan önce ve sonra olan Fransa köylüsünün koşullarını genel hatlarıyla verilmesinin ardından bu koşulları içinde geçmişten beri şekillenmiş olan Riviere’ın ailesine dönülmüştür. Riviere’ın kendisine, annesine ve babasına, bireyin davranışlarını yapının şekillendirmiş olduğu bir perspektifle bakılmıştır. Kendi ailesinde iyi bir yaşama sahip olmayan annesinin iyi bir yaşam istemesi; babanın atalarından kalan ‘‘topraklarını genişleterek çocuklarına aktarma hırsı’’ , ‘‘topraklarında ücretsiz çalışan bir işçi olarak, sözleşmenin varlığıyla özdeşleşmiş, ona yabancılaşması ve kendisini onda kaybetmesi’’; Riviere’ın ise bu zamana kadar yapmış olduğu tüm davranışları aslında hepsinin sağlıklı bir toplumsallaşma sürecinden geçemediklerinden, hatta hiçbir zaman nesne olmaktan çıkıp özne yerine konulmadıklarından dolayı toplumsallaşamamışlardır da.

Öte yandan Riviere’ın aile cinayetinin cezası idam iken o dönemde kralın affıyla birlikte hapis cezasına çevrilir. Beş sene sonra da kendisini hapishanede asarak intihar eder. Şimdi en başa dönüldüğünde bir cezaya çarptırılmak veya akıl hastanesine yatırılmak üzere Riviere’ın akli dengesinin yerinde olup olmadığı üzerinde bir türlü uzlaşıya varamayan tıbbi uzmanlar ve adalet mekanizmalarının neden yetersiz kaldığını anlamak mümkün hale gelmiş olacaktır. Zira yetersizliğin nedeni sosyoloji gibi geçmişi referans alıp, yaşanılan dönemde meydan gelen olayların veya davranışların nedenlerine yönelen ve bu sayede bütüncül bir okuma gerçekleştiren bir bilimin eksikliğidir. O halde analizi kitabın son inceleme yazısını kaleme alan Alexandre Fontana’ın sorusuyla bitirmek istiyorum; ‘‘Eğer bir kişi deliyse ama akıllı gibi görünmeye çalışıyorsa ve eğer bir kişi akıllıysa ama deli gibi görünmeye çalışıyorsa, gerçekte bu kişi nedir?’’ Vereceğiniz cevaba göre Riviere’ın akli dengesinin yerinde olup olmadığını, dolayısıyla Riviere’ı önce cinayete sonra intihara sürükleyen şeyin ne olduğunun cevabını da verebileceksinizdir. Üzerine düşünmek için harika bir olayı okurlarına sunan bir kitap ‘Bir Aile Cinayeti’.

Yazar: Hilal Ekşi / İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Sosyologer, tüm platformda sosyoloji çerçevesinde paylaşımlar yapan ve sosyologlara yayın imkanı tanıyan dijital bir platformdur. Dijital sosyoloji arşivi oluşturma amacı ile kurulmuştur.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir